Hayattan Ne Öğrendim: Rutkay Aziz

Tiyatronun efsane ismi, “Amaçsız hayat olmaz” diyerek bütün yılı çalışarak geçirdi. Kasım ayında Henrik Ibsen uyarlaması “Bir Halk Düşmanı”nı sahnelerle buluşturmaya hazırlanırken bir yandan da gelecekteki oyunların planlarını yapmakla meşgul.

Giriş Tarihi: 06.12.2023 14:34 Güncelleme Tarihi: 06.12.2023 14:34

Bu röportaj Esquire 197. sayısında yayımlanmıştır.

Röportaj Zeynep Merve Kaya

Fotoğraf Canan Yetişti Satkın

"Bir Halk Düşmanı"nda şöyle bir replik var: "Çocuklar büyüdüklerinde onların suratlarına utanmadan bakmak istiyorum." Bu benim hep çok önem verdiğim bir şey oldu.

Can ciğer dostum Tarık Akan ile Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı üzerinde çok emeğimiz var. Tabii ki vakfın yönetim kurulunda çok değerli arkadaşlar var ama Tarık'ın yeri başkaydı be! Ondan sonra biraz yalnız hissediyorum.

Kendi dilimizde Nâzım okuyabildiğimiz için çok şanslıyız. Dünya barış şairimiz Nâzım Hikmet'in ölümsüz şiirlerinin temeli, onun sahip olduğu ideolojidir. Nâzım sıradan bir şair değil; bir düşün adamı, bir eylem adamı. Hasret, sevda adamı. Barış insanı. Onun için bu vakfı yaşatmaya, ayakta tutmaya bir görev olarak bakıyorum.

Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Ruhi Su gibi büyüklerimle hep dost oldum. Nâzım'la da herhalde arkadaş olurduk, oturur hayran hayran onu dinlerdik. Günümüzde yaşasaydı yanımızda olurdu. Bu saydığım, yaş almış arkadaşlarım hep çok gençlerdi. Kavganın içindeydiler. Dünyayı takip ediyorlardı. Kavga genç tutuyordu onları, asla vazgeçmiyorlardı. Aziz Nesin'e hele hayran kalırdınız!

Ruhi Su bir gün, "Kahvaltıya gelsene bana," dedi. Gittim. Bana "Sardalyalar Köpekbalığına Haber Veriyorlar" diye bir şey dinletti. Meğer öyle bir şarkı yazmış. Bu hayatımın en keyifli anısıdır. Amaçsız bir hayat olamaz. "Elimi ayağımı çekeceğim, haberlere bakmayacağım, gazete okumayacağım, kendimi şuralara atıp kaçacağım!" diyen adamlardan hep nefret ettim. Asalak yaşamanın bir anlamı yok. Üretimde olmak çok önemli.

Mustafa Kemal Atatürk büyük adam. Halide Edip bir gün ona demiş ki, "Ne güzel paşam, savaş bitti." "Ne bitmesi," demiş, "daha cehaletle savaşacağız."

Bizim kuşak emeğin en yüce değer olduğuna inandı. Mesela oyun akşam 20.30'da başlar ama ben 17.00'de giderim. Ama genç kuşakta bunu görmüyorum. Ben ben ben. "Biz" de yahu!

Şimdi "Bir Halk Düşmanı" üzerinde çalışıyorum ama kafamda iki sene sonra yapmak istediğim oyun var: "Zorba"yı düşünüyorum. Bu işin yaşı yok. Genco Erkal örneğine bakın; 87 yaşında. Haldun Dormen 92 yaşında.

Federico Fellini'ye hayranım. Her filmini ağzım açık seyrederim. Peter Sellers ve Charlie Chaplin'in de yeri bende ayrıdır. Hem yönetmen hem komedyen olarak. Şarlo karakteri, başlı başına bir yaratıdır bir kere.

1980'lerin sonuna kadar önüme gelen sinema projelerini sevmedim, inanmadım. Derken Atıf Yılmaz'dan bir telefon geldi "Bana gel," diye. Orada Zülfü Livaneli'yle tanıştık. "Yer Demir Gök Bakır"ı çekiyordu. Onun ilk yönetmenliğiydi, benim de ilk rolümdü. Ondan sonra "Sis" filminde yine beraber çalıştık. İyi ki de böyle girmişim sinema sektörüne.

Tarık Akan'la şakalaşırdım, "Sen artistsin, ben aktörüm," derdim. Beni çok itti sinemaya, çok istedi. Ama ben tiyatroda huzur buldum. Tiyatro çok daha uygar Türk sinemasından. Tiyatromda daha özgürüm.

Küfredeceksem eve gider ederim. Toplum içinde etmem. Kırk yıla yakın arkadaşlık ettiğim insanlara "ulan" bile dememişimdir.

Türkiye'de sanatçı kendisini eğitecek, dünyanın akışını gün içinde takip edecek. Sanatın geleceği için muhakkak umut var ama o günler kolay gelmeyecek.

Torunlar bize yeni bir hayat verdi. "Dede" diyorlar ya, duyunca eriyorsunuz zaten. Oğlan yürümesini bilmiyor, sürekli koşuyor. Kızın fena halde müzik kulağı var. Doğa'ya "Ya şunları erken doğursaydın da arkadaş olsaydık keşke!" dedim. Onlara onurumu, namusumu bırakacağım. Ödülleri nasıl olsa atarlar çöpe, ne yapsınlar onları?

Nâzım çocuğa ne der bilir misiniz: insan yavrusu. "İnsan yavrusu" ne kadar güzel bir Türkçe. "Torun çocuktan daha çok seviliyor," lafına katılmam. Ben Doğa'yı da çok seviyorum, onun yeri ayrı. Torunlar, çocuğunuzun çocukları olduğu için çok seviliyorlar.

Akşam yemeğine otururduk, babam "O duvarda ne yazıyor?" diye sorardı bana ve ağabeyime. "Bizim evde yalan yoktur." Duvarda öyle bir yazı yoktu ama bize bunu söyletirdi. Dünya görüşüme, mesleğime, dostlarıma, arkadaşlarıma karşı hep yalansız yaşadım, bunu öğretti babam bana. Aynı şeyi ben de kızıma öğrettim.

Ben babamı hiçbir zaman pijamalı görmedim. Hep kravatlıydı, kahvaltıda bile. Ölüm döşeğinde bile sizli bizli konuştuk. "Babanız sizi çok seviyor derlerdi," ama o sevgiyi göremezdik. Çoğu çocuğun böyle bir dramı vardır. Ama koklayarak öperdi, bunu çok severdim. Ben de öyle öpüyorum şimdi torunları.

BİZE ULAŞIN