Modanın 25 yılı

Türkiye edisyonu olarak 25’inci yılımızı kutladığımız bu sayıda, modanın geride bıraktığımız 25 yılını masaya yatırıyoruz.

Giriş Tarihi: 24.11.2018 11:20
Yazı Serhat ŞENGÜL

Elinizdeki dergi aslında 85 yaşında. Esquire ilk olarak ABD'de, büyük ekonomik kriz sırasında erkek dünyasına bir güneş gibi doğdu. Türkiye'de ise 25'inci yılını kutladığımız bu sayıda, modanın son 25 yılına bir göz atalım istedik. Bugünden 25 yıl geriye gidiyoruz, yıl 1993. 90'lar özellikle şu aralar modanın en sevdiği dönemlerden. Biraz umarsız, bol logo kullanımlı ve oldukça rüküş. Kaba spor ayakkabılar, paçaları upuzun açık renk jean pantolonlar... Önceleri sadece performans gerektiren sporlarda, yürüyüş sırasında giyilen eşofman takımları artık dışarıda bir görünüm olarak kullanmayı kim akıl etti bilemiyoruz ama oldu işte. Ve bel çantası... Kullanım açısından adeta dahiyane bir buluş olan; ancak eşofmanla kombine edildiğinde faciaya dönüşebilen bir parça...

90'larda ben küçücüğüm. Geriye dönüp baktığımda dünyanın bir nebze daha naif olduğu bu dönemi yaşamış olmaktan ve hatırlıyor olmaktan dolayı mutluyum; ancak o döneme ait fotoğraflardaki kıyafetlerime bakınca kendimi pek de şanslı hissettiğim söylenemez. Giyinmenin önemli bir şey olduğunun farkına vardığımız bu dönem için hatıralarımdaki en canlı anı, yazlıkta tüm çocuklar olarak her güne bir giyim kodu belirlememizdi. Adeta bir kıyafet menüsü: Pazartesi Lambada taytı ve siyah tişört günü, Salı eşofman-bel çantası, Çarşamba beyaz tişört-jean pantolon.

Bu liste böyle uzayıp gidiyordu ve sitenin tüm çocukları olarak her akşam aynı tarzda giyinip oyunları öyle oynuyorduk. Okulda lacivert önlük- yaka kombininden dışarı çıkamayan çocuklar olarak belki de yaz aylarındaki bu serbest zamanımızda da birinin bize giyim kodunu dayatmamasının eksikliğini hissediyor ve kendimiz kurallar koyuyorduk. Adeta üniformamızı kendimiz belirlerdik.



Bu üniformaları belirlerken de elbette dönem trendlerinden yola çıkardık. Bize dikte edilen video klipler (Lambada taytı), diziler ( jean-tişört kombini ve 90210 Beverly Hills/Evimiz Hollywood'da dizisi), vb.

Bizden önce babalarımız nasıl Elvis'ten etkilenip uzun favoriler ve İspanyol paça pantolonlarla Türkiye sınırları içinde (!) gezebildilerse, biz de Lambada taytıyla gezen çocuklar olabiliyorduk elbette. 90210 Beverly Hills dizisini ("Evimiz Hollywood'da" diye Türkçeleştirilmişti) izler ve oradaki karakterlere bürünme hevesine girerdik. Ablam Brenda ben de ağabeyi Brendon gibi olmak isterdim örneğin. Jason Priestley tarafından canlandırılan Brendon karakteri saçlarını tas gibi kestirdiğinde mahalle berberimize aynını yaptırmış, uzun bir süre de bu saç kesiminden vazgeçmemiştim.

90'lar modasından doğrudan etkilendiğimiz bir başka dizi ise 1994'te başlayan Friends oldu elbette. Chandler'ın pijama gömlekleri, Rachel'ın trendsetter'lığı birçok isme örnek oluyordu. Müzikteyse elbette bu dönemin iki ismi vardı: Madonna ve Michael Jackson. Michael Jackson o denli orijinaldi ve nevi şahsına münhasırdı ki, taklit etmesi, günlük hayata adapte etmesi zordu. Madonna ise tüm 90'lar rüküşlüğü ve siyah kaşları, sarı saçlarıyla bir ikondu tabii. Jean Paul Gaultier tarafından 'Blond Ambition' konser turnesi için tasarlanan konik büstiyeri dünyada olay olmuştu; neyse ki sokakta böyle kızlar görmemize vesile olmamıştı.



Ancak Madonna'nın kıyafetler, pleksi aksesuarları ve 80 ve 90'ların tüm rüküşlüğü sokaklardaydı işte. Hollywood yıldızları, özellikle o dönem sanki her döneme göre daha çok sansasyonel ilişkiyi masaya yatırmak mümkündü, diyebiliriz. Bunlardan biri, 'Beter Böcek' filminin yıldızı Winona Ryder ve Johnny Depp çiftiydi. Depp'in Yönetmen Tim Burton'ın 'Makas Eller' filminden fırlamış şekilde gezindiği bu dönemde çiftin gotikliği Altın Küre Ödülleri'nde bile kırmızı halıdaydı.



Hollywood'un büyüsü, dönemin en güzel isimlerinden Liv Tyler'ile hipnoza dönüşürken, bir yandan da Tyler'ın babası Steven Tyler'ın solistliğindeki Aerosmith'in şarkıları Walkman'den eksik edilmiyordu. (Bu yazıyı okuyan yeni neslin 'Walkman'i Google'da aratmak zorunda kalmamasını dilerim.)

Hollywood ile moda dünyası elbette el ele gidiyordu. Nasıl ki 80'lerde Richard Gere 'Amerikan Jigolo' başrolünü adeta Giorgio Armani takım elbiselerle paylaşıyorsa, film ve dizilerde sıkça ürün yerleştirmeye maruz kalıyorduk. O dönem bunun reklam, ürün yerleştirme olduğunun farkına bile varmadan... Versace ise dönemin bir diğer önemli tasarım markasıydı. Versace'nin abartılı desenleri, zengin renkleri gömlek ve kravatlara yansıyordu. Tabii bunlar da sokaklara... 1997'de markanın kurucusu Gianni Versace Miami'deki evinin önünde suikasta kurban gidince de markanın popülaritesi eksilmedi. Tam aksine günden güne daha da arttı.



Bir yandan John Galliano, çingene çizgisiyle fırtınalar estirirken, bir yandan da Tom Ford'un Gucci'ye geçtiği dönemde, podyumlardan adeta 'seks' kokusu yayılıyordu. Reklam kampanyaları ve çekimler, buram buram afrodizyak kokuyordu.

Seks kokusu demişken, 1998'de ekrana gelmeye başlayan 'Sex and City' ise, modanın TV'ye bulaştığı en büyük prodüksiyon oldu. Başroldeki Sarah Jessica Parker, Carrie Bradshaw adlı seks editörüne can verdi. Tüm arkadaşları da kendisi gibi modaya düşkün, ağızlarından tasarımcı isimleri düşmeyen, imrenilen isimlerdi. Dönemin tüm kızları kendine bir karakter seçerdi.

Modeller dünyasında da Naomi Campbell ve tabii Kate Moss ile yatıp kalkıyorduk. Kısa boylu olmasına rağmen podyumda fırtınalar estiren Moss, skandallarla da daha da yüceliyor adeta bir arzu nesnesi oluyordu.



Tüm bu Hollywood'un ışıltılı hayatına paralel olarak bir yandan da Nirvana grubunun etkisiyle 'grunge' akımı, 'Metallica' etkisiyle metal akımı hatta 'Iron Maiden' ile death metal akımı devam ediyordu. Iron Maiden'ın ürkütücü robot çeteleri tasvir eden albüm kapakları ve tişörtleri, hatta akşamları bu tişörtleri giyen yazlık sitemizin gençlerinde gördükçe ürperir hatta biraz korkardım. (Bu durumu yaşımın daha küçük olmasına ve yazlıktaki evimizin sitenin en sonunda ıssız bir noktasında olmasına bağlayarak hızla ilerliyorum). Velhasıl, müziğin her açıdan hayatımızda olduğu bu döneme dair, Kurt Cobain ve grunge etkisinin kitlelerce takip edilerek, tüylenmiş hırkalar, çizgili çoraplar, skinny jean'lerle bohem bir tarz da git gide kendini gösteriyordu.

Ülkemizde ise o zaman sadece 'pop' bugünse '90'lar pop' diye andığımız müzik türünün ötesine bence kimse geçemedi. O dönemin ritmi, umudu, renk çeşitliliği kesinlikle giydiklerimize de yansıyordu. Yonca Evcimik (Yoncimik diye kısaltılırdı) 'Kendine Gel' albümünde dönemin en avangart styling'iyle karşımızdaydı. Sayesinde metal aksesuarlı şapkalar sokaklarda yok sattı.

90'lar İngiltere'sinin dünyaya en büyük armağanıysa şüphesiz Spice Girls'tü. Dünyayı kasıp kavuran beş kız arkadaş, flatform spor ayakkabıları, her birinin kendine göre oluşturdukları tarzlarıyla dönemin en çok taklit edilen isimleri oldular şüphesiz.



Deha tasarımcı Alexander McQueen'in 1999 İlkbahar-Yaz defilesinde robotik kollar arasında elbisesi boyanan mankenli şovu, bu bin yılı kapatmak için yeterince şaşırtıcı, robotik ve görkemliydi. 2000'lere gelene kadar 'Milenyum' diye diye kendimizden geçsek de, heyecanımız tavan yapsa da, Jennifer Lopez'le yatıp kalkmaktan başka bir şey yaşadık diyemeyiz sanırım. Milenyum'un da önceki binyıldan pek farkı olmadığını anlamamız kısa sürmedi. Ancak bu ivmeyle daha futüristik, daha robotik görünümlere büründük. Metalik kumaşlar hayatımıza girerken PVC gibi daha parlak görünümler geri döndü. Alexander McQueen'in tasarladığı Armadillo ayakkabılar, dönemin futürizmine oldukça yakıştı. Tabii Lady Gaga'ya da... McQueen'in Kate Moss'u hologramla sahneye çıkardığı 2006 Sonbahar-Kış defilesi oldukça konuşuldu. Destiny's Child'ın yükseldiği, içlerinden Beyoncé'nin sivrilmeye başladığı bu dönemler, aynı zamanda Rihanna'nın da dünya sahnesine çıkma dönemlerine tekabül ediyor. Modayı bu denli yönlendiren ve yaygınlaştıran bu iki ismi kenara not etmeye başladığımız yılları yad etmeden bu yazıya devam etmek olmazdı.



Tüm rüküşlüklere ve sansasyonlara rağmen, 90'lar hâlâ yad edilmeye değer dönemler. 2000'lerse abartılı bir futürizm ve Milenyum'un yarattığı hayal kırıklığıyla dolu. 2010 başlarında her şey biraz daha rafine, trendler daha oturmuş derken, sonlarına doğru yeniden 80'lerin ve 90'ların etkisine girdik farkında bile olmadan. 90'ların çirkin spor ayakkabıları, en büyük markaların vitrinlerini süsledi. Ve farkında mısınız bilmem ama 2000'ler olmasa da 90'lardan kaçıp kurtulmamız mümkün gözükmüyor. Dolayısıyla modanın 25 yıl gerisine gidip, o dönemlerle kucaklaşmak en doğrusu.

BİZE ULAŞIN