Her zaman zirvede: Oktay Kaynarca

Bu sene kariyerinde 30. yılını kutlayacak. Hayatımıza ilk girdiği günden beri hep başrol oynadı. Romantik jön olarak da çıktı karşımıza, amansız bir mafya babası olarak da... Ortak paydası, hep çok beğenildi, hep hayranlık uyandırdı. Canlandırdığı roller öyle inandırıcı oldu ki, ilk kez bir dizi karakteri için cenaze töreni düzenlendi. Beş yıldır Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz dizisinin Hızır Çakırbeyli’si olarak reytingleri alt üst ediyor. Peki, Kiğılı için koleksiyon yaratan Oktay Kaynarca, kariyerine stil ikonluğunu da ekleyecek mi? 54 yaşındaki oyuncuyla buluştuk, bu seneki projelerini ve tarzını konuştuk.

Giriş Tarihi: 11.01.2020 11:14

Fotoğraf Mehmet Erzincan
Moda Editörü Tuğçe Kılınçlı
Röportaj Aslı Barış

Kariyerinizin ilk yıllarında sizi daha romantik rollerde izledik. Ancak son senelerde oldukça otoriter ve sert rolleri canlandırıyorsunuz. İzleyici de sizi bu şekilde hayli benimsemiş durumda. Merak ediyoruz, rolleriniz sizi ne kadar yansıtıyor?
Konservatuarla birlikte profesyonel hayat da başladı; söylediğiniz üzere daha sempatik, güler yüzlü yapımlarda olmaya başladım. Sanırım tipim itibariyle… Ama gönlümde yatan, daha baskın, daha dram ağırlıklı, daha keskin rollerdi açıkçası. Ne yalan söyleyeyim, ben jön olmak istemedim, hep karakter oyuncusu olmak istedim. Konservatuarın ilk senesinden itibaren başrol oynadım içinde olduğum her projede. Ama hep genç, sempatik, iyi çocuk rolleriydi...

Peki, gönlünüzde yatan rollere geçişiniz nasıl oldu?
İstanbul Yeditepe projesi ile kulvar değiştirmeye, istediğim tatta roller oynamaya başladım. Deli Yürek Bumerang filmiyle Altın Portakal almamın ardından Kurtlar Vadisi ile oynamaktan keyif aldığım roller gelmeye başladı. Ama hep aynı şeyler olmadı bu süreçte; arada sunuculuklar, yarışma programları, komedi içerikli işler de yaptım Adanalı gibi. Yaptığım işlerin beni yansıttığını düşünmem; "Ben yaptığım işleri yansıtmalıyım" diye düşünürüm. Her zaman söylerim; oyuncu, işi bittiği zaman kostümünü çıkarıp kendi olmak zorundadır, aksi delilik halidir.

Son yılların en çok izlenen kanalı ATV'de beş yıldır yayınlanan Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz dizisinin başrolündesiniz. Beş yıl beyaz ekran için hayli uzun bir süre… Reyting yüzünden en para saçılarak hazırlanan diziler birkaç bölümde kaldırılırken bu yapımın başarısını neye bağlıyorsunuz?
İşin kitabı önce senaryo. İyi bir senaryonuz yoksa dünyanın en iyi aktörlerini, en iyi yönetmenini, en iyi görüntü, sanat yönetmenini bir araya getirseniz de karşılığı yoktur. Sorunuzun karşılığı ise dediğim gibi çok güzel bir senaryomuz var, her hafta çok hoş yazılan ve çok iyi bir oyuncu kadromuz, çok iyi görüntü yönetmenlerimiz, sanat ekibimiz ve yapım ekibimiz var. Ama asıl önemlisi ekibimizin ruhu var, olmazsa olmaz olan. Uzun süreli işlerde -ki bizimki bu sene 152 bölümle 5. seneye geldi- ekip bir aile gibi hareket etmek zorundadır, herkes artık birbirini çok iyi tanır, doğal olarak dostluklar, arkadaşlıklar gelişir ama en önemlisi saygıyı en yukarıda tutmak. Sanırım biz bunu yakaladık, işin sırrı ekip ruhu.

Ekip ruhu haricinde, televizyonda başarının garantili bir formülü var mı?
Önce hayal kurmakla başlar ya her şey, işte o hayali her işte olduğu gibi hayata geçirme süresi önemli. Bizim işte de bu süreç içinde önemli detaylar var başarıya endeksli. Mesela memleketinizi iyi tanımak zorundasınız yazar yönetmen ve oyuncu olarak… Onların beğenisine sunduğunuz işin onlar tarafından ilgi görebilmesi için. Bu herhangi bir konu olabilir ama refleksini iyi tahmin etme zorunluluğu, sahici ve samimi olma zorunluluğu vardır. Ben evrenselliğin ulusallıktan geçtiğine inanıyorum. Bakın, yurtdışında rağbet gören işlerimiz bu saydığım başlıklarda ortak noktalarda buluşmuşlardır. Sadece bizim seyircimiz değil, dünyadaki bütün seyircilerin ortak özelliği; seyrettiği hikâyenin kendine yakın, ilginç, esrarengiz, korkutucu, romantik, üzücü, heyecanlı gibi başlıklarda, sahici ve samimi olmasıdır. O y üzdendir dilini bile bilmediği bir aktörü yıllarca çok yakını gibi hissetmesi ve sevmesi. Evrenseldir yani samimi ve olabildiğince gerçek olmak...

Hızır Çakırbeyli rolüne gelirsek... Hızır'ın öyküsü, Malatya'daki aile yaşamınızı hatırlatıyor mu?
Aslında senaryo önüme geldiğinde çok ilginç bir rastlantıydı bizim aileyle ilginç benzerlikler olması. Ama bu benzerlikler sanırım herkesin ailesi için geçerli. Zira yazılan her karaktere benzeyen birçok insan vardır ailelerimizde, yakınımızda, arkadaş çevremizde. İşte, Çakırbeyli'lerin içinde bu karakterler oldukça fazla. İşin asıl sırrı ise yazarlarla çok eskiye dayanan iş arkadaşlıklarımız; zira özellikle Hızır Çakırbeyli başta olmak üzere yazdıkları karakterleri oynayan oyuncuların sınırlarını, yeteneklerini, reflekslerini bilerek yazmak çok önemli ve değerli bir seviye. Kafasındaki repliği nasıl, hangi mimik, hangi beden dili ve psikolojiyle söyleyeceğini bilmek çok önemli bir avantaj yazar için. Sanırım bizim senaristlerimiz bu durumun fazlasıyla keyfini çıkarıyorlar. Bu arada çok önemli ve heyecanlı bir detayı söylemeden geçemeyeceğim; senarist arkadaşlarıma -ki onları biliyorsunuz, bana göre ülkenin en iyi senaryo kalemleri- bir Ankara yolculuğu sırasında ailemin gerçek hikâyesini kafamdaki haliyle anlattığımda, hepimiz bunun çok iyi bir dizi film olacağı konusunda fikir birliğine vardık. Yani demem o ki Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz'dan sonraki proje bu olabilir ve bana çok heyecan verici geliyor. Sanırım birçok aile babasının ortak paydası Hızır Çakırbeyli, o yüzden herkesle bu kadar iç içe ve sahici.

2020'de sizi nasıl projelerde göreceğiz?
Ben "Allah'ı güldürmek istersen projelerinden bahset" lafını çok severim. Ama "Kader gayrete âşıktır" lafını da çok severim. Galiba bu iki lafın arasında bir yolda ilerleyecek, sürdürüp gideceğiz bize verilen süreyi. Benim hep rafın üstünde projelerim, yapmak istediklerim oldukça fazla oldu. Film yapmak istiyorum artık her sene. Kitap yazmak istiyorum mesela. Kamera arkasında da bir şeyler yapmak bana hoş geliyor. Sanırım beni daha çok görüp duyacaksınız, sıkılmazsanız...

Aklınızda kalan bir rol var mı? En çok kimi canlandırmak istersiniz?
Mustafa Kemal Atatürk... Çok iyi özümsenmiş, anlatılmış ve çalışılmış bir Atatürk filmi hayalim.

Stilinize gelelim; rolleriniz itibariyle sizi hep ceket-pantolonla görüyoruz. Dolabınızı açsak karşımıza sıra sıra takım elbiseler mi çıkar?
Dolabımda her türlü seçenek var. Evet, çok takım elbise var ama tam tersine en az kullandıklarım takım elbiselerim. Çekimler ve davetler dışında çok kullanmıyorum. Jean, kazak, gömlek ve mont tercih ediyorum, özellikle montlarımdan vazgeçemiyorum.

Rolleriniz tarzınıza etki etmiyor yani.
Ben insanın giyiminde birkaç stili olması gerektiğine inanıyorum: Klasik, spor ve salaş. Bu üç tarzın da stillerinin tabii ki sınırları ve çizgileri var ve ancak yıllar sonra oturmuş oluyor. Alışveriş yaparken beğenileriniz yıllar sonra kendi kendine bir toplam stil oluşturuyor.

Aksesuarlarla aranız nasıl peki?
Saat dışında aram yoktur açıkçası, yüzük, kolye sevmem ama tespihi kullanmasam da çok severim ve iyi bir tespih koleksiyonum var.

Giyim zevkini beğendiğiniz, kendinize yakın hissettiğiniz isimler var mı?
Kimsenin tarzını takip etmeyi düşünmedim. Hayatın içinde gördüklerimiz, beğendiklerimiz biriyle doğru orantılı değil. Ama sokakta birinin üstünde gördüğüm şey de kafamda bir stil oluşturmama neden olabilir.

Mayıs ayından beri Kiğılı x Oktay Kaynarca koleksiyonlarıyla karşımızdasınız. Bu işbirliği nasıl gelişti?
Kiğılı çocukluğumuzun markası, markayı yaratan adam Abdullah Kiğılı ise efsane bir isim. Dostluğumuz abi-kardeşlik seviyesinde en tepede. Bir araya geldiğimizde hep, "Birlikte bir şey yapabilir miyiz?" diye konuşurduk. Ve bir gün her şey bir araya gelince projeyi ortaya çıkardık, her şey düşündüğümüzden daha güzel oldu şükür ki... Sanırım daha güzel projelerle birlikte güzel bir yolculuğumuz olacak. Markanın bilinirliği ve gücü zaten ortada. Ama daha güzel zirveler, daha kaliteli hedefler oluşturmak için çalışmak gerektiğine inanıyoruz hep beraber.

Kiğılı'nın koleksiyonu doğa dostu malzemelerden üretildi. Bu marka gibi sizin de hassas olduğunuz bir konu mu?
Doğaya zarar vermek kendimize, geleceğimize zarar vermektir ama tabii ki hayat da bir taraftan seyrederken maalesef her şeyin aynı doğallıkta kalması mümkün değil. İnsan da doğanın bir parçası ama en tehlikeli parçası, yaşamı sürdüreceğiz, kolaylaştıracağız derken yaşadığımız dünyaya gerçekten ağır tahribatlar yapıyoruz. Elimizden geldiğince bilinçli bireyler olarak bu tahribatları, zararları azaltmak adına maksimum seviyede dikkat edip özen göstermeliyiz, gösterilmesine katkı sağlamalıyız. Kiğılı'nın bu konudaki gayreti de benim için çok değerli.

Koleksiyonun reklam yüzü de oldunuz haliyle. Modellik yapmak sizi zorladı mı, keyif aldınız mı?
Modellik çok başka bir iş. Bizim işimize çok uzak değil ama farklılık gösteriyor. Bizim çok seri yapmak zorunda olduğumuz işi durdurmak gibi, anı dondurmak gibi geliyor bana. Ama eğlenmeden yapılacak bir iş değil sanırım... Ekiple uyum içinde eğlenerek yapılınca sonuç da güzel oluyor; en azından ben öyle hissettim.

Biraz işin magazinine inelim. Bazı firmalardan finansal anlamda daha yüksek meblağlar önerilmesine rağmen, dostluğunuz ve markaya olan gönül bağınızdan Kiğılı'yı seçtiğiniz iddia edilmişti. Dostluk ve sadakat sizin için bu kadar önemli mi?
Evet, o sırada başka kampanya teklifleri de geliyordu ama karar vermiş değildim. Açıkçası benimsediğim ve sevdiğim bir işin içinde olmak daha anlamlı geldi bana, özellikle de dostlarımla. Tabii ki sadakat ve duruş çok önemli hayatımızda. Özellikle yaptığımız iş herkesin önünde bir hayatı zorunlu kılıyorken… Tabii ki bu sorumlulukları yok sayamayız. Bizi biz yapan birçok karakter özelliğimiz aslında. Bizden sonra gelecek olanlara da örnek oluşturuyor, tıpkı bizim de bizden öncekilerden öğrendiğimiz üzere. Bu ara elimden geldiği kadar "ben" demeyi, ben olmaktan hiç olmaya geçmenin önemini anlamaya, anlatmaya çalışıyorum. Demem o ki bize aslında ben olmanın önemini, kendimizi sevmeyi anlatmamışlar, hep biz olmayı anlatmışlar, oysa beni öğrenmeden biz olmayı gerçek olarak bulamayız. Hiçlik ise en yüksek mertebe, nasip olursa.

Erkeklerin pek sevmediği konu, alışveriş. Alışveriş yapmaktan keyif alır mısınız, yoksa sizin için bir stres konusu mu?
Galiba ikisi de çünkü bazen ruh halimiz bir şeyler almaya müsait oluyor, bazen de almak isteyip, zorunlu olup zamanımız olmuyor. İşte, zamansızlık sürecinde o dediğiniz stres devreye giriyor ve alelacele alışverişler yapıyoruz. Galiba keyfini çıkarmak, çıkararak yapmak lazım alışverişi.

"Asla giymem, almam" dediğiniz bir şey var mı?
Stil olarak tabii ki asla giymem dediğim şeyler var. Sanırım herkesin vardır. Artık oturttuğunuz, rahat ettiğiniz, herkesin de kabul ettiği bir stiliniz varsa çok dışına çıkmak istemezsiniz. Yani düşünebiliyor musunuz beni bir siyahi rap'çi kostümüyle? Ancak belki bir proje için, yani rol gereği yapılabilir bu tür denemeler...

BİZE ULAŞIN