Japon kültürünün en renkli ismi: Günseli Kato
Onun için Uzak Doğu kültürünü bu denli yakından yaşayan tek Türk dersek, yanlış olmaz. Seramik sanatçısı ve Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Günseli Kato'dan bahsediyoruz. Başarılı sanatçı ile Japonya'da geçen 20 yılını ve Uzak Doğu sanatını konuştuk.
Röportaj: Seda KARAN
Fotoğraf: Arda GÜLDOĞAN
Gerek sanatınız ve gerekse dış görünümünüzle zaten farklısınız. Ancak sizi diğer sanatçılardan ayıran en büyük özelliğinizin ne olduğunu düşünüyorsunuz?
Sanatım, yaşamım, görüntüm ve yaşama biçimim her şeyiyle diğer sanatçılardan bir parça farklı. Çünkü benim geçmişim Doğu'ya bağlı. Doğu ile haşır neşir olarak sanat hayatım başladı. Kısacası Batı ile yani Rönesans ile başlamadım sanata. Bunda da en büyük etken annem olmuştur.
Annenizde mi Doğu sanatlarına meraklıydı? Doğu kökenli bir aileden mi geliyorsunuz?
Hiçbir ilgimiz de yok aslında. Ailecek Anadolu Hisarlıyız. Anneannem müthiş zeki ve bir o kadar da medeni bir Osmanlı kadınıydı. Çok güzel bir çocukluk geçirdim ve onların sayesinde çocukluğumdan bu yana hep geleneğe karşı bir sempatim oldu. Gelenek demişken bugünkü geleneklerle o yıllardakini bir sanmayın tabii. Gelenek insanın var olması demektir, geleneği olmayan bir insan ya da toplum zaten geleceği göremez. Biz Anadolu toprağından gelmiş geçmiş bütün kültürler, dinler, inançlar ve medeniyetlerle yoğrulmuş bir kimlik içerisindeyiz. Sadece Osmanlı değiliz biz.
Çok karma ve zengin bir kültüre sahibiz aslında…
Evet. Zaten Osmanlı, demek de birçok milletin kimliğini içine alan bir kimlik demek. Çok farklı kültürlerin yoğrulmasından oluşmuş. İşte ben de buna meraklıydım. Belki böyle yetiştirildim, belki genetik kodlarımda bir merak saklıydı bilemiyorum ama ben Osmanlı ve Selçuklu sanatındaki kimliklerle güzel sanatların o bölümü üzerine daha lise çağlarımda merak saldım. Bu merakım sonunda özel dersler almaya başladım. Daha sonra 1980 yılında Japonya'dan burs kazandım. İhtilalin olduğu zor bir dönemde, Türkiye'nin yokluk çektiği Japonların da dünyaya bakış açılarının ve vizyonlarının geliştiği ve dünyaya açılmak istedikleri bir dönemde bir burs sahibinin, Orta Doğu'daki ülkelerle kaynaşmak için burs vermek istediğini duyduk. Ama bu öğrenci genç ve gelenekçi, İngilizce bilecekti ve aynı zamanda Doğu sanatıyla da ilgilenecekti. Bu kriterleri karşıladığım için en uygun kişi seçildim. Gidiş o gidiş, tam 20 yıl kaldım.
Bir Japonla evlenmek zor olmadı mı?
Hiç zorlanmadım ben bir Türk olarak evlenmedim; kendimi bir Japon kadını olarak gördüm. Aksi olsaydı, mutsuz olurdum. Japonya'da geleneksel ve muhafazakâr bir ailenin içinde yaşayacaksanız; kimlik değiştirmeniz gerekir. Geçenlerde TED X konuşmasında da anlattım; ben iki dizimin üzerinde 'hoş geldiniz' diyerek, sessiz ve sözsüz selamlaşarak yaşadım bu evliliği. Sessiz ve sözsüz diyorum, bakın. Japonya'da özel ilişkilerde fazla konuşulmaz, karı-koca ilişkilerinde karşılıklı detaylara girilmez, bir kadın olarak sessiz olmanız çok önemlidir. Bir kadın olarak sorunları içinize atarak, kendi içinizde çözerek yaşadığınız bir kültür düşünün işte! Bizim Akdeniz ve Anadolu kültürünün vermiş olduğu o coşkulu aşkı düşün bir de! Ama ben onlara da çok âşık oldum. Niye mi; dünyada en imanlı iman bunun içini açtığın zaman imanlı olabilmen için ahlaklı da olman lazım. İşte bizim çok özlediğimiz bu ahlaklı olmak hikâyesini Japonya'da görebiliyoruz. Çok ahlaklılar. Dürüstler. Belki sevgisini aşkını belli edemiyor ama hayatta ahlak normları dediğimiz o şeyler Japonlarda çok var. Kim bilir; belki de güvenmek, gülümsemek, ve genel nezaket beni çekti.
Sanatınızda da bunu yansıtıyorsunuz zaten, Doğu sanatının hangi yönü sizi etkiliyor?
Her ne kadar Avrupa'nın Rönesans kültürüne hayran olsam da Doğu bana her zaman daha yumuşak, daha içsel, daha duygusal, daha kalbime dokunan ama daha elle tutulan ve kadife gibi yumuşak gelmiştir. Batı kültürü de her zaman bir parça sert gelmiştir.
20 yıl sonra neden ani bir kararla geri döndünüz?
Bir kere vatanım burası. İkincisi; 20 yıl çok uzun bir süre. Üçüncüsü de; 40 yaşına geldiğinizde neler düşünüyorsunuz biliyor musun; bana bir şey olsan burada ne yapacağım, Japonya'da ya ölürsem beni yakacaklar. Böyle endişeler başlıyor. Evlendim, çocuğum da oldu ama sıkılmıştım artık. Bir de çok ataerkil bir ülkede evli olmak çok zor. Türkiye için de ataerkil derler ama Türk erkeğinin ataerkilliği çok daha yumuşaktır.
Japon sanatı sizin için ne ifade ediyor? Çalışmalarınızı ne kadar etkiliyor?
Boşluktaki estetik… Anadolu olarak biz boşluktan ziyade dolu ve renkli şeyleri severiz. Japonlardaki renkler ara renklerdir; pastel ve yumuşacık geçişleri vardır. İşte bu özellik beni çok çekti. Belki de kendi kültürümdeki o şatafat beni yormuştu bilemiyorum ama o sakin sanattı beni etkileyen. Dolayısıyla ben de özümdeki coşkulu kültürle etkilendiğim sakin kültürü harmanlayıp kendime has bir sanat kültürü yarattım. İki kültürün Asya'da buluşması da diyebiliriz.
Siz eserlerinizi neye göre oluşturuyorsunuz?
Çalışmalarımın çoğunda uygarlıklar, semboller ve yaşadığımız bu kültürün içinden ögeler var. Ben ağırlıklı olarak kültürler üzerine çalışıyorum. Yani sosyal meseleler üzerine bir şey yapmıyorum. Ben kendi kültürümün estetik ve güzellik değerlerini ve tekniklerini göstermek üzere yaptığım ve geleneğin içindeki tekniği çağdaş bir şekilde yorumlayarak bir şeyler üretmeye çalışıyorum.
Bahçeşehir Üniversitesi'nde Öğretim Üyesisiniz aynı zamanda. Sanat ve Konsept adlı dersler de veriyorsunuz. Bu dersler kapsamında neler var?
Galeriler geziyoruz, sanatçıları ziyaret ediyoruz. Tünel, Tophane ve Karaköy civarında geziler düzenliyoruz. Bu arada bir de Japon Kültürü ve Japonca konuşma dersi veriyorum.