"Tutkuyla sevmiyorsanız oyunculuk zor iş"

İlker Ayrık/Oyuncu, 38

Giriş Tarihi: 26.10.2017 11:43

Röportaj: Özge DİNÇ

Fotoğraf: Arda GÜLDOĞAN

Çocukken endüstri mühendisi olmak istiyordum. Ama halen endüstri mühendisi ne iş yapar bilmiyorum.

Lisedeki oyunda oyuncu olmaya karar verdim. 1997'de İstanbul'a Haydarpaşa'dan sırtında yatakla inenler gibi geldim. Balıkesir'den sonra Kadıköy Halk Eğitim Merkezi bana kraliyet akademisi gibi görünmüştü.

Her öğrenci gibi ben de para sıkıntısı çektim. Para kazanmak için Galatasaray Lisesi'nin karşısındaki Burger King'de işe girdim. Dikilitaş'ta bir büfede çalıştım, palyaçoluk, animatörlük yaptım, kapıda bilet sattım.

İstanbul büyüktü, ama 18 yaş için hiçbir şey büyük değil. İnsan o yaşta her şeyi yapabileceğini düşünüyor; halbuki İstanbul bir biçerdöver.

Tutkuyla sevmiyorsanız oyunculuk zor iş. Başkalarına tâbisiniz. Olağanüstü bir tarafı da var, hata yaptığınızda alkış aldığınız tek meslek. Ama ikinci bir hayatım olsa yalnız çalışmak için müzisyen olmak isterdim.

İlk profesyonel oyunum, 'Vişne Bahçesi'ydi, bir hamalı oynuyordum. İlk orada para kazandım, para dediğim de 'P' yani. İlk yevmiyemle sadece Ursula LeGuin'in Mülksüzler'ini alabilmiştim.

Rol yapmak, saklambaç oynamak gibi. Yoksa koca koca insanların tuhaf kıyafetler giyip sözler etmesini başka türlü açıklayamazsınız. Tiyatro bir fikri anlatma yolu olmasa nasıl Danimarka prensi olduğunuzu iddia edebilirsiniz ki, olmadığınızı herkes biliyor.

Hocalarım şu öğüdü verdi: "Tiyatro o kadar ciddi bir iş değil. Hayat kurtarmıyorsun. Dünyanın en iyi işi gibi yap, ama öyle olmadığını hatırla."

Hayatımın dönüm noktası, doğduğum gün. Her şey o gün başladı.

Hareketli bir çocuktum. Cam kırmaktan kavgaya kadar her şeyi yaptım. Ayrıntıları anlatmayı çok isterdim, ama anlatamam.

Balıkesir'deki mahallemizi çok özlüyorum. Filmlere konu olacak bir mahalleydi. Çeşmeden su içme, maç yapma, komşunun tüpünü doldurma, kömür taşıma, pazar günü banyo yapma, salça ve turşu kurma derken bir mahallede yaşanabilecek her şeyi yaşadım. Tam bir mahalle çocuğuyum.

Şehir büyüdükçe insan küçülüyor, ne yaparsan yap gökdelenlerin arasında küçük ve ezik kalıyorsun. Eski mahallelerde dördüncü kattan sonrası olmayınca kimse yukarıdan bakamıyordu. Şimdi Moda'da oturuyorum; yazları Ayvalık ve Kaş'a gidiyorum. Benzer bir düzeni buldum; kasabım, bakkalım, selam verdiğim esnafım var. Böyle yaşamayı seviyorum.

Ben şöhret değilim, tanıdığım. Bir gün bir adamla göz göze geldik, bana "Seni görünce 'vay' demem gerekiyor, ama içimden gelmedi. Bir ünlü görmüş gibi heyecan duymadım, ama mutlu oldum." dedi.

Yaşadığım en ilginç olay da şu: İstiklâl Caddesi'nde biri yaklaştı yanıma, "Merhaba ağabey, benim bestelerim var. Bunları Mahsun Ağabey'e ulaştırabilir misin?" dedi. Ne kadar tanımıyorum desem de inanmadı.

Akordeon gibiyim. Hani akordeon hem çok neşeli hem çok hüzünlüdür ya, ben de Makedon göçmeni olarak öyleyim. Neşe dedin mi onlar dan iyisi yoktur, ama Balkanlar'da iki tane de savaş çıkmış.

Benim için 'Geoffrey Rush ve diğerleri'dir. Dönüp dönüp izlediğim filmler ise 'Underground' ve 'Moulin Rouge'.

Sunuculuğun zor yanı, şahsiyetinizi paylaşmak zorunda kalmanız. Oyunculukta ise rolün arkasındasınız. Ekranda olduğumu hiç unutmuyorum, çünkü unutmamam gerekiyor.

Beni en çok tembellik sinirlendirir, tembelliğe asla dayanamam.

Çocuklarım sürekli beni izliyormuş hissine kapılıyorum. Eskiden daha sorumsuzca takılıyordum. 20 yıl sonra bana dönüp "Anlatıp kafamızı şişirdiğin iş bu muydu?" diye soracaklar diye ödüm kopuyor. Ne yapsam beğenmeyecekler o ayrı, ama bunu minimize etmeye çalışıyorum.

Baba olmayı öğreniyorum. Babamı çocukken kaybettiğim için "Babamızdan böyle gördük." diyemiyorum. Yaşadığım hatıraların azlığıyla sıfırdan keşfediyorum. Bir baba nasıl yapar, diye düşünüp öyle davranıyorum.

Eşime ortaokuldayken âşık oldum. 15 yıl sonra ortak arkadaşımızla karşılaştığımızda ilk onu sordum. Bizi görüştürmesini rica ettim. Sanem kapıdan girerken dönüp baktım ve "Evleniyorum," dedim. "Hiç şansı yok."

Hayatta '-meli, -malı'lı cümleler kurmayı sevmiyorum. Benim tecrübelerimden öğrendiğim ve keyif aldığım şeyler bunlar. Kimseyi yadırgamıyorum, herkesin mutlu olmasını isterim. Mutsuzluğun bulaşıcılığı daha kolay. Öteki türlü mutlu olamayız, çünkü aynı kişilerle yan yana geçiyoruz.

Çocuklar doğmadan evvel eşime dedim ki, "Hayatın boyunca ailenin 'Yapma!' dediği ve senin yapmadığın bir şey var mı? Çocuğumuz da bizi dinlemeyecek. Maymun olmayalım çocuğa, onu öyle kabul etmemiz kâfi."

Herkes birbirine akıl veriyor. TV alacaksın; almadan öncesi bir dert, aldıktan sonrası bir dert. Fikir almaya değil, destek almaya ihtiyacımız var.

Motorla yolculuk yapmayı çok seviyorum. Dünyanın etrafında bir tur atmak istiyorum. Bana Evan McGregor ilham oldu. Rüzgâr, sakin kafa; tek odaklanman gereken şey, yol ve kendinle baş başa kalmak.

Geyik muhabbeti denen ipsiz sapsız muhabbetleri çok severim.

Birlikte ürettiğim insanlarla arkadaş olabiliyorum. Üretmediğimiz insanlarla fazla mesaimiz olmuyor. Çok sevdiğim adamlar var, ama bir şey üretmediğimiz için iki yıl görüşmediğimiz oluyor mesela.

Yemek yapmayı, çocuklarla vakit geçirmeyi seviyorum. Ya evde, ya şirketteyim. Dışarıdan bakıldığında sıkıcı bir hayatım var. Sular İdaresi'nde çalışan adam neyden hoşlanıyorsa ben de ondan hoşlanıyorum.

Her şey önemsiz, biz dahil olmak üzere o kadar önemli değiliz. Bu sebeple çok değerli bir eşyam yok. İki motosikletim var, çok seviyorum; ama beş dakikada harcarım. Benden, sevdiklerimden daha kıymetli değil.

Bugünden bakarak geçmişi yargılamak âdil değil. Geçmişte o esnada öyle düşündüm, duygularım, koşullarım öyleydi. Yanlışlarım var, ama mükemmel değilim ki geçmişimdeki her şeyi de muhteşem yapmış olayım?

BİZE ULAŞIN