Hangimiz onu sevmedik? Nejat İşler

Nejat İşler’i neden çok seviyoruz? Başına buyruk bir gönülçelen olduğu için mi? İlk günden beri kendi gibi olup yapamadıklarımızı yaptığı için mi? Ya da kaldığı yerden hep devam edebildiği için mi?

Giriş Tarihi: 27.03.2018 10:23 Güncelleme Tarihi: 27.03.2018 10:29

Röportaj: Türkan Doğan
Fotoğraf: Mehmet Erzincan
Moda Editörü: Duygu Altıparmak

Nejat İşler, hızlı adımlarla stüdyodan içeri girdiğinde herkesle alelacele tokalaşıp tanışma faslını olabildiğince çabuk bitirmeye çalıştı. (Röportajda kalabalığı sevmediğini söyleyecekti.) Ve kendini bir kanepenin kucağına bırakıp ilk sigarasını yaktı. Üzerinde, deri ceketi, sweatshirt'ü, "Artık bulamıyorum." dediği boru paça kotu, spor ayakkabıları ve uzattığı saçı ve sakalıyla sayfiye hayatı yaşayan bir adamın rahatlığı vardı. Ancak yol yorgunuydu. Röportaj için bir önceki akşam Gümüşlük'ten gelmiş, sonra da sabahın ilk ışıklarına kadar Netflix dizisi, 'Sense8'in bir sezonunun tamamını izlemekten kendini alıkoyamamıştı.

Kapak çekimi sırasında işini sessizce ve büyük bir ciddiyetle yapıp giymesini istediğimiz her şeyi giydi. Çekim sonrasında kalabalıktan kurtulduğunda rahatlamış görünüyordu. Maslak'taki stüdyodan Levent'teki menajerlik ofisine geçerken trafikte, meraklı gözlerle İstanbul'u izledi.

Röportaja başladığımızda o da ben de gergindim. Kalabalığı sevmediği gibi yabancılarla konuşurken de pek rahat hissetmiyormuş. (Umursamaz biri değil.)

İlk sorumu sorup yanıtını aldığımda yıllardır filmlerden, dizilerden, reklamlardan duyduğum o tanıdık ses, boş bir odanın içinde yankılanmaya başladı.

Bilindik laflar ve basmakalıp sıfatlar kullanmadan Nejat İşler'i anlatmak zor.

O, dudak uçuklatan ücretlere rağmen dizilerde oynamayı reddetti. Şehri terk edip Bodrum, Gümüşlük'e yerleşti. Yaşamın kıyısına gidip sonra tekrar kaldığı yerden devam edebildi. Gönül verdiği Gümüşlükspor'u yaşatabilmek için varını yoğunu kulübe aktardı. "Asla!" demesine rağmen, bu kulüp için bir dizide oynadı. Hatta tüm gelirini bu kulübe aktardığı bir kitap bile yazdı. Dahası uzun bir süre sonra tekrar sinema sahnesine döndü.

Nejat İşler, kolay ve rahat biri. Her şeyi normalleştiren arkadaşça bir tavrı var. Bir şeyleri büyütüp anlam yükleyecek biri değil.

Genellikle sorulara çok uzun yanıtlar vermiyor, ancak daha önce röportaj yaptığım kişiler arasında bu derece dürüstçe ve filtresiz konuşan yalnızca birkaç kişi vardı. Birine soru sorduğunuzda durup düşünür ve kendisine zarar vermeyecek yanıtı vermek için doğru cümleyi aramaya başlar. Ancak İşler'de durum farklı. Aralarda durup düşünmesi ya da üç beş saniye süren; uzunmuş gibi gelen sessizlik anları, anlatacaklarını en doğru haliyle paylaşmak için. Sanırım bunun en büyük nedeni, Nejat İşler'in kendisine karşı fazlasıyla dürüst olması. Anılarını, yaşam hakkındaki fikirlerini ve hikâyelerini büyük bir içtenlikle anlatıyor. Bu haliyle gerçek bir hikâye anlatıcısı.

Konuşmaya röportajımıza vesile olan ve bu ay vizyona giren 'Kaybedenler Kulübü Yolda' ile başlıyoruz. 2011 yılında gösterime giren 'Kaybedenler Kulübü'nde, Kaan Çaydamlı (Nejat İşler) ve Mete Avunduk'un (Yiğit Özşener); iki görkemli kaybedenin hikâyesine tanık olmuştuk. Bu ay sinemalarda izleyeceğimiz 'Kaybedenler Kulübü Yolda'da ise bizi bir yol hikâyesi bekliyor.

Nejat İşler, iki yıl önce Can Yayınları'ndan çıkan Gerçek Hesap Bu! isimli kitapta 'Kaybedenler Kulübü'nü şöyle anlatıyordu: "…bir arada olduğumuz nadir anlar sebebiyle 'Kaybedenler Kulübü benim için değerlidir. Hava soğuk olduğunda evi ısıtacak bir şey olmadığı için piknik tüpünün üzerine bir tencere su koyuyorduk. Bir radyomuz vardı. Radyoda Kent FM'i açıp 'Kaybedenler Kulübü'nü dinliyor ve suyun buharıyla ısınıyorduk. Gülüyorduk durmadan."

Anıları nedeniyle ilk filmi hiç düşünmeden kabul ettiğini ve bu filmin ona çok iyi geldiğini söylüyor Nejat İşler. İlk filmin, 'Kaybedenler Kulübü'nün çekimleri sırasında filmin yönetmeni Tolga Örnek ve filmdeki Mete karakterine hayat veren Yiğit Özşener ile birbirlerine "Bunu dizi yapalım, güzel oynanır." türünde şakalar yapmışlar. 'Kaybedenler Kulübü Yolda'nın yönetmeni Mehmet Ada Öztekin ile 'Bodrum Masalı'nda yolları tekrar kesiştiğinde ise Öztekin, kendisine elinde bir senaryo daha olduğunu söylemiş. "Benim için yaptık ve bitti gibiydi. Mehmet elinde yeni bir senaryo daha olduğunu söylediğinde şaşırdım ve nasıl ya, dedim." Nejat İşler, sonrasında Mehmet Ada Öztekin'den düşünmek için süre istemiş ve filmin senaryosunu okumaya başlamış. Sonra tuhaf bir şey olmuş: Bir öğlen vakti Gümüşlük sahilinde kahvesini yudumlarken yanına yaklaşan orta yaşlı bir kadının "Nejat'cığım nasılsın?"la başlayan konuşması, "İkinci bir film varmış galiba, ama senin kararını bekliyorlarmış. Niye kabul etmiyorsun?" demesiyle sürmüş. İşler, kendi tabiriyle kalakalmış. "Nereden biliyorsunuz?" demeye kalmadan, "Ben, Can Gox'un annesiyim ('Kaybedenler Kulübü'nün müziklerini yapan kişi.) cevabını almış. İşler, bu mini sohbetin iyi bir işaret olduğunu (İşaretlere ve totemlere inanıyor.) düşünerek kendi üslubuyla cevap vermiş: "Tamam oldu o iş, anlaşırız." 'Kaybedenler Kulübü Yolda'nın kesin serüveni böyle başlamış.

"Senaryoda hoşunuza giden şey neydi?" diye soruyorum. Kaan, Mete ve Mehmet'in (Aynı zamanda filmin senaristi.) motosikletle yaptıkları yolculuğu aynı yıllarda kendisinin de otostopla yaptığını söylüyor. Aradan geçen zamanda Kaan'ın da kendisinin de, çok şeyler yaşadığını ve bu nedenle hikâyede paralellikler olduğunu anlatıyor.

Nejat İşler, 'Kaybedenler Kulübü Yolda'yı, ilk filmin 'remake'i yani yeniden çevrimi olarak gördüğünü söylüyor. Ancak bu ikinci filmde yeni bir duyguyla tanışmış. Birinci filmde Kaan'ı oynadığında eğleniyormuş; ancak ikincisinde zorlanmış ve acı çekmiş. Fakat yaptığı işte derinleştiğini gördükçe bu durum onu mutlu etmiş. (Derinleşme hikâyesine daha sonra geri döneceğiz.)

Filmin ikincisini çekerken yaşadığı hızlı gençlikten dolayı, nostalji tuzağına düşüp düşmediğini sorduğumda ise İşler, "Hayır, düşmedim." diyor ve ekliyor: "Ben her şeye devam ediyormuşum gibi geliyor." 'Kaybedenler Kulübü'nün çekimleri başladıktan bir hafta sonra sette yeni bir espri dönmeye başlamış. İşler, giydiği montun, botların ve kullandığı motosikletin ağırlığı kendisine fazla gelmeye başlayınca "Emekli olacağım bu 'rock'n'roll' işinden." diyor ve eğleniyorlarmış.

Nejat İşler, 29 Şubat 1972 tarihinde Eyüp'te doğmuş. İşçi bir baba, herkesin derdine kendi derdiymişçesine üzülen bir anne ve erken çalışma deneyimleri hayatını şekillendirmiş. Mahalleden ilk çıkışı Cağaloğlu Anadolu Lisesi'ni kazanmasıyla olmuş. Lisede tiyatroyla tanışmış. Liselerarası bir yarışmada 'En İyi Erkek Oyuncu' ödülü almışlığı bile var. 27 Mart Dünya Tiyatro Günü'nde izlediği bir oyundan sonra kendi kendine "Neden konservatuar sınavına girmiyorum?" diye sormuş. Bu işin en iyisinin Müşvik Kenter olduğunu düşünüp onun hocalığını yaptığı Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı'na girmiş.

Hayatı boyunca çalışmış. Erken dönem iş hayatı denemelerinin sonuncusu Teşvikiye'deki meşhur 'tezgâh' olmuş. Orhan Pamuk ya da Adalet Ağaoğlu… Teşvikiye'de, Harbiye Karakolu'nun 20m kadar çaprazındaki meşhur tezgâhtan kimler ikinci el kitap almamış ki! Tezgâh dönemi, Nejat İşler'in hayatının en belirleyici kısmı. Üniversitede okurken ya da seçmelere giderken hep dostlarıyla birlikte tezgâhının başındaymış. Hayatındaki vazgeçilmez dostluklar, bu dönemden. Bohem bir yaşantı, rock'n'roll hayat ve pek çok diğer rutin de.

Dizilerle tanışması, tüm Türkiye'nin dizilerle yeni tanıştığı yıllara denk düşüyor. Konservatuarın ilk yıllarında Kartal Tibet ve Osman Seden gibi ustalarla tanışmış. 1993 yılında 'Şehnaz Tango'da, oyuncu Ayşe Tolga ile birlikte bizi dizi tarihimizin ilk 'Fransız öpücüğü'yle tanıştıran da o.

Sonrasını hepimiz hatırlıyoruz. 'Gülbeyaz'daki (2002) Kadir ve 'Aliye'deki (2004) Deniz karakteriyle neredeyse tüm Türkiye ona evinin kapılarını açtı. 'Mustafa Hakkında Her Şey'de Taksici Fikret, 'Barda'da Egzozcu Selim, 'Yumurta'da Şair Yusuf, 'Kaybedenler Kulübü'nde Görkemli Kaybeden Kaan ve 'Kış Uykusu'nda Gururlu İsmail ile unutulmaz performanslar sergiledi. 'Behzat Ç.'de Ercüment Çözer ile bir seri katili sevmemizi sağladı.

Tüm bu yıllarda hayatı hep mercek altındaydı. Gece dışarı çıkması, alkol alması, sevgilisiyle buluşması, attığı her adım, 'haber' değeri taşıdı. Her şey öyle bir noktaya geldi ki Nejat İşler, artık kendi şöhretinin esiri olmuştu. Sonra magazin basınından, kalabalıklardan yani şöhretten kaçarak uzaklara gitti. Gümüşlük'e yerleşip çemberin dışına çıkar gibi oldu. Fakat her şeyi geride bıraktığını düşünürken hastalığı onu tekrar çemberin merkezine yerleştirdi. Hastalığı sırasında herkes pür dikkat kesilerek ondan iyi bir haber gelmesini bekledi. 'Nejat İşler'i neden bu kadar çok seviyoruz?' başlıklı haberler ilk kez bu dönemde yapılmaya başlandı. Başına buyruk, bildiği gibi yaşamayı sürdüren bu adamın bir pop star kadar sevildiği bu dönemde ortaya çıktı. Kadınların 'ıssız adam'ı, erkeklerin amatör futbola gönül vermiş 'delikanlı' dostu olduğu da.

Neyse ki zaman, her şeyin ilacı olduğunu bir kez daha kanıtladı. Gümüşlük Nejat İşler'e; Nejat İşler de Gümüşlük'e iyi geldi.

Nejat İşler için bugün pek çok şey geride kalmış gibi. Artık istediği yerde, istediği şeyleri yaptığı ve istediği kişilerle zamanını değerlendirdiği bir yaşantıya sahip.

Aslında hiç kimse geçirdiği hastalık sürecinden, kendi deyimiyle 'büyük çöküş'ten sonra onun tekrar setlere geri döneceğini düşünmüyordu. Röportajımız sırasında kendisinin de böyle düşündüğünü öğreniyorum. "Bir daha hiç oyunculuk yapamam, herhalde olmaz, diye düşünüyordum. Garip bir hissim vardı. Arada yazar, çizerim. Gider okula ders veririm, dükkândan da (İkinci el kitap dükkânı.) bir, iki şey gelir, diyordum. Başka şeyler düşünüyordum. Bir, iki sene böyle gitti. Sonra Ferzan'dan (Özpetek) ve Umur Turagay'dan teklif geldi. Bir dakika, galiba tekrar yapabiliyormuşum, dedim. Ve bunun bisiklete binmek gibi bir şey olduğunu gördüm."

Nejat İşler, bir daha asla dönemem, diye düşünürken 'İstanbul Kırmızısı', 'İkimizin Yerine' ve 'Martıların Efendisi' gibi son dönem yapımlarında oynadı. Gümüşlükspor'a gelir yaratmak için "Bir daha asla…", demesine rağmen Bodrum'da çekilen 'Bodrum Masalı' adlı dizide de oynadı. Şimdi ise onu 'Kaybedenler Kulübü Yolda'da izleyeceğiz.

İşler, artık işini hayatının merkezine koymuş. Bundan sonrası için tek derdi, oyunculukta derinleşebilmek. "Daha önceleri işimi bu kadar düşünmüyordum." demesi bundan. "Eskiden pek öyle değildi ama şimdi, hayata bir oyuncu gibi bakmaya başladım. 20'ler zaten çok hızlı geçti. 30'lar ise ulan bak, para da kazandık, meşhur olduk, demekle. Şimdi ise her şeyi büyük bir ciddiyetle ele alıyorum. Oyunculukta derinleşmek ve artık daha iyisini yapmak istiyorum."

Nejat İşler'in oyunculuğu ve hayatıyla ilgili aldığı yeni kararlardan biri de bol bol seyahat etmek. Dünyanın başka sabahlarında uyanmanın oyunculuğu için bir kazanç olacağını düşünüyor. "Madem," diyor, "Artık derinleşmek istiyorum, coğrafyaların insanları nasıl etkilediğini de görmek istiyorum. Ada insanı ne yapıyor, sıcak iklimlerin insanları nasıl yaşıyor, soğuk coğrafyanın insanı nasıl ayakta kalıyor? Bunları hissetmek istiyorum." İşler'e peki Türkiye tamam mı, diye sorduğumda kafasını sallıyor. Burada olabileceği her şeyi olduğunu anlatıyor. "Taşra sıkıntısını yaşayan da, İstanbullu da, ikisinin arasında kalan da oldum. Biraz daha derinleşebilmek için yer değiştirebilmem gerekiyor. Hem dil hem de kültür olarak insanları daha fazla anlamam gerekiyor. Anlayabileyim ki yansıtayım…" İşler'e eskiden de böyle düşünüyor muydunuz, dediğimde ise gülümseyerek eskiden bunları düşünmeye vakit ayırmadığını söylüyor. Şimdi ise "Motor açıldı, artık duramıyorum. Devamlı çalışmak istiyorum." diyor.

Nejat İşler, hayat yeni sürprizler getirmezse bundan sonra yalnızca sinema filmlerinde oynamayı planlıyor. Üstelik sadece senede iki filmde… İşler'e, diyelim iki filmde oynadınız ve Nuri Bilge (Ceylan), telefon açtı. Ona da mı hayır, diyeceksiniz, diyorum. Kararı konusunda net. "Olmaz, yapamam." diyor. "Türkiye sinema endüstrisi, yılda iki, üç bin filmin üretildiği bir pazar olsa gidersin, bir tane küçük, bir tane orta ve bir tane de büyük bütçeli bir yapımda oynarsın. O zaman olur. Ama burada çok az film üretiliyor. Benim için iki film bile fazla ama geçinmem için bana iki film ancak yeter. Zaten bir filmde oynamak yalnızca oynadığın süreyi kapsamıyor. Minimum üç, dört ay önceden çalışmaya başlıyorsun. Toplamda beş, beş buçuk aylık bir süre gerekiyor. Onun için bir senede ancak iki film yapabilirim. Bununla hem masraflarımı ödeyebilirim hem de seyahat edebilirim. Başka da bir şey istemem. Ufak tefek reklam dublajları geliyor. Onlarla da çevreme hediye alırım. Hayat böyle gider gibime geliyor." Senede yalnızca iki filmde oynayacağım, cümlesindeki netlik, Nejat İşler'i rahatlatmış. Bu sayede yalnızca sevdiği işlere "Evet." demeye başlamış. 'İstanbul Kırmızısı' ile 'İkimizin Yerine'de bu yüzden oynamış. Peki, diyorum, bir öğretmeni oynadığız İkimizin Yerine'de sizi ne cezbetti? Senaryoyu beğendiğini ve değişik bulduğunu anlatıyor İşler. Oynadığı rolün yaşına oturması da onu cezbetmiş. "Uzunca bir süredir yaşıma oturan bir rol gelmemişti." diyor. 'Kaybedenler Kulübü Yolda'da ise her şey biraz daha farklı gelişmiş. Ana akım sayılmayacak bir içeriğin içerisinde yer alıp bunu filmin gişesine yansıtabilmek önemli bir detaymış. Nejat İşler, kolaylıkla para kazanılabilecek işlerde olmak yerine Kaan ve Mete gibi ('Kaybedenler Kulübü'nün karakterleri.) karakterlerle yüksek bir gişe elde edebilmenin başarı olduğunu söylüyor.

Oynadığı rolleri sürekli izleyen oyunculardan değilmiş. Üzerinden çok uzun zaman geçtikten sonra oynadığı filmi bir kez daha izlediğini anlatıyor İşler. Ona yer aldığı ilk dönem filmlerini; 'Mustafa Hakkında Her Şey' ile 'Barda'yı soruyorum. "Onları beğeniyorum, iyi işler." diyor. "O filmlerde kendimi de beğeniyorum. Özellikle 'Mustafa Hakkında Her Şey', oynadığım ilk filmim olmasına rağmen bir şekilde altından kalkmışım."

'Barda'da Egzozcu Selim ve 'Behzat Ç'de Ercüment Çözer… Bunlar, Nejat İşler'in 'kötü'yü çok daha iyi oynadığını savunanların sevdiği performanslar… Nejat İşler de böyle mi düşünüyor? Onun için de bu karakterler unutulmazlar arasında mı? İşler, bugüne kadar her şeyi oynadığını anlatıyor. İyiyi, kötüyü, ikisinin ortasını ya da sümsüğü… Pek çok rol için hâlâ kapısının çalındığını anlatıyor. "Benim için değerli olan bu rollerin bana gelebiliyor olması. Zaten tipik bir rol geldiğinde alıp kenara atıyorum. Biliyorum ki filmi çekecek kişi, oradan 'ekmek yemek' için bana bu rolde oynayıp oynayamayacağımı soruyor. O role bakmıyorum bile. Anadolu'da bir aydının bilmem nesi… Yaptım ben onu, geçti artık. Başkası yapsın. Ben, yapmadığım şeylerin peşindeyim."

İşler, artık oyunculuk konusunda daha kararlı. Peki, acaba hayatının yeni döneminde işlerine hırsla mı sarılıyor? Ancak onunla konuşurken 'hırs' kelimesini kullanmak biraz yersiz. Zira, sistemin oldukça dışında biri. Gündelik hırslardan arınmış bir oyuncu. Ama yine de soruyorum. Nejat İşler, bütün oyuncularda, bütün roller için bir hırs duygusunun olduğunu söylüyor. Buna bir erkeğin bir kadının rolünü oynamak istemesi de dâhilmiş. "İnsan teklifleri reddederken çok zorlanır." diyor. "Çünkü oynamak istersin. Hem de hepsini oynamak istersin. Bu işte hayır, diyebilmek gerçekten zor."

Ona dizilerdeki iyi rollere nasıl bu kadar kolay hayır, diyebildiğini soruyorum. Verdiği kararlarda emin olunca hayır demenin kolaylaştığını söyleyip "Gerçekten dizide oynamam." diyor. Ya da ancak konuk oyuncu olabileceğini; bir dizide, bir film süresi kadar, yani ancak dört hafta kadar oynayabileceğini anlatıyor. "Hele başrol asla…" diyor Nejat İşler. "Çok büyük bir yük. Sette herkesin gözü senin üzerinde. Devam edecek mi? Reytingler iyi gelecek mi? 100 kişi sana bakıyor. Bu kaldırılabilecek bir yük değil."

Nejat İşler, huzurlu görünüyor. Sevdiği bir işin içerisinde yer alıp iki günlüğüne İstanbul'a geldi. Sonra tekrar şehrin yükünü şehirlilere bırakıp kendi hayatına geri dönecek. Ona şu anda hayatının kaçıncı evresinde olduğunu düşündüğünü soruyorum. Durup, düşünüyor ve "Artık genç değilim." diyor. Hayatının kaçıncı döneminde olduğunu bilmediğini ancak son iki senedir kesinlikle hayatının yeni bir döneminde olduğunu anlatıyor. "İki yıldır bambaşka bir şey yaşıyorum. Sadece istediklerimi yapıyorum. Zorunlu hiçbir şey yapmıyorum. Mesela, o futbol takımını, o çocukları sevmeseydim, gidip o dizide oynamazdım. ('Bodrum Masalı'ndan bahsediyor.) Onları sevdiğim için gittim projede yer aldım. Maddi bir açık vardı ve halletmem gerekiyordu. Evden ekmek almaya çıkar gibi çıkıyordum."

Nejat İşler, hiçbir zaman ortalama bir hayat yaşamadı. Dolu dizgin bir gençlik, hızlı geceler, büyük aşklar, çok iyi projeler… Ve sonrasında alınan büyük kararlar. Bugünden bakınca her şey nasıl görünüyor? Ona geçmişe dönüp bakıyor musunuz, diyorum. "Bakmaz olur muyum, bakıyorum tabii." diyor. "Bazen ah, onu da mı yaptım, dediğim oluyor. Pişman olabileceğim çok şey var ama artık geçti, gitti. Ne yapabilirim ki… Onlar yaşanmasaydı bugünküler olmayacaktı. Şu anda çok konforlu bir yaşantım var. Hayatımda bir sürü şey oldu. Ve bu duruma gelmemin sebepleri ne olursa olsun bir şekilde yol beni bir noktaya getirdi. Bunun farkındayım. Ama asıl bundan sonra başka bir yol var ve beni heyecanlandıran da o. O yolda iyi şeyler olacak gibi…"

Peki, acaba kendini şanslı hissediyor mu? "Kesinlikle şanslı biriyim." diyor. Ama ona göre şansını yaratabilmek için bir şeyler yapmak şart. Hep bir hedefinin olduğunu anlatıyor. Ve o hedefe giderken yolda sıkılmadığını ve şansın kendisine yardım ettiğini anlatıyor. Magazinin bize çizdiği Nejat İşler profili başına buyruk bir adam. Onu tanıyınca dışarıdan yaratılan imajın yanlış olduğunu anlayabiliyorsunuz. (Hangi oyuncu amatör bir futbol takımı için elini taşın altına sokabilirdi ki?) "Aslında çaktırmasam da hep planlı ve programlı biriydim." diyor İşler. Ancak şu anda her şey daha yaşamsal olmuş.

Nejat İşler, şöhretle bir türlü barışamayan, sadece 'normal' olmak isteyen biri. Artık Gümüşlük'te hayalini kurduğu 'mülksüzler'den biri. Ona İstanbul'daki son boğucu döneminizi hatırlıyor musunuz, diye soruyorum. "Hatırlamaz mıyım, kaçmakla meşguldüm. Sürekli bir şeylerden, insanlardan kaçıyordum. Bir an evvel eve gitmek istiyordum." diyor. İşler, aslında yıllar boyunca içine hapsolduğu çemberi kırmaya çalışmış. Mesela önce "Ev gibiydi." dediği Cihangir'den kurtulmaya çalışmış. Ancak çok da uzaklaşamamış ve Cihangir'e en yakın semte, Kabataş'a taşınmış.

Acaba Nejat İşler, geçmiş ihtimalleri düşünüyor mu? Bu yaşama 10 yıl daha erken geçmek gibi… "10 yıl önce gitmezdim." deyip yine olabildiğince dürüst konuşuyor ve gülerek 10 yıl önce şehrin tozunu dumana kattığını anlatıyor. "Gidilecek en son yere gittim. Arkadaşlarımdan, ağabeylerimden bildiğim, gidilecek en son yer. Sonrasını benim bulmam gerekiyordu. Bulmam için de bu karışıklığın içerisinde olmamam gerekiyordu. Çünkü burada birisi bir şey söyler ve aklınız kayar. O yüzden çekilmeyi ve çekilip mantıklı düşünmeyi istedim."

Nejat İşler'e uzun hastane süreci sonrası Gümüşlük'teki evinde ilk ne yaptığını soruyorum. İlk yaptığının çok özlediği Bodrum mandalina gazozundan iki şişe içmek olduğunu anlatıyor. "Uzun süre evde oturdum. Hem de çok uzun süre. Hastane süreci, ağlayanlar, sızlayanlar, tüm o tantana, her şey çok karışıktı. Tek istediğim sessizlik ve kendime ait bir alandı. Kilo aldığım için bir sene içerisinde eski kiloma geri döneceğim, diye kendime hedef koymuştum. Bunun için bir diyet programı çıkarmıştım." Kilo almak sizi depresif yaptı mı, diye sorduğumda ise İşler, "Hayır, sadece komik oldu. Hayatım boyunca hiç kilo almadığım için durumla eğlendim." diye cevap veriyor. İşler, sonrasında her şeyin yavaş yavaş yoluna girdiğini anlatıyor. "Sabredeceksin, bu işler başka türlü olmuyor." diyor ve hayatı boyunca öyle yaptığını söylüyor.

Hastalık sürecinden sonra hayata bakışının değişip değişmediğini sorduğumda ise her şeyin kolaylaştığını anlatıyor. "Benim için çoğu şey kolaylaştı. Bir anda ölünüyor işte. Grip oldum, ölüyordum. Bir aydan fazla komada kalmışım. Hastanede, ben burada iki, üç gün kaldım, değil mi, diye sordum. 17 gün burada, 20 gün bilmem nerede kaldın, dediler. Şimdiye kadar hiç sormamışım bile. Üç ay da yoğun bakım. Ama hiç birini önemsememişim; daha öncesinde sormamışım. Orada yaşanacak bir şey varmış. Yaşandı ve gitti."

Hastalık sonrası dönemde Nejat İşler'i gündelik hayata bağlayan uğraş, Gümüşlükspor olmuş. İşler, bir şekilde tüm enerjisini kulübe aktarmış. Gümüşlükspor'un şu andaki durumunu sorduğumda ise düşme potasından yavaş yavaş yükseldiğini öğreniyorum. "Bu sene pek para harcayamadığımız için çok sağlam bir takım kuramadık. Ama çok iyi genç transferler yaptık. Bizim alt yapıdan gelen çocuklar da var. Zaten amaç biraz da oydu. Alt yapıdan yetişen mahallenin çocuklarının oynamasıydı. Üç sene sonra 'A Takımı'nda oynayacaklar. Üç sene o ligde kalıp sonra ilerleriz, diye düşünüyorum."

Nejat İşler, geçtiğimiz yıl Gümüşlükspor'un başkanlığını bırakmıştı. Ancak hâlâ desteğini esirgemiyormuş. Herhangi bir programı yoksa deplasman maçlarının tamamını takip ediyormuş. Peki, başkanlığı neden bırakmıştı? "Bir süre sonra zorluklarla karşılaştım." diyor Nejat İşler. "Bir futbol akademisi yapmak istiyordum. Tesisler, filan… Tabii herkes çekilince bütün yük üstüme kaldı. Krizlerle tek başına uğraşmak zorunda kaldım. Diziden kazandıklarımla ya da kitabın gelirleriyle neyi kurtarabiliyorsam onu yaptım."

Gümüşlükspor'un başkanlığını bıraktıktan sonra daha iyi anladığı bir alana, tiyatroya yönelmiş Nejat İşler. Şehir Tiyatroları'ndan emekli olup Gümüşlük'e yerleşen oyuncu Arif Akkaya ile birlikte 'Bodrum Deneme Sahnesi' isimli bir tiyatro oluşumu kurmuş. 'Kafe tiyatro' konseptini geliştirip bu oluşumun içerisinde yer almak isteyen çocukların kendilerini geliştirmelerine yardımcı olmak istiyorlarmış. İşler, şu anda emekleme aşamasında olsa da günün birinde İstanbul Tiyatro Festivali'nde yer alabilecek bir oyun sahnelemek istediklerini anlatıyor.

Peki, Gümüşlük'te sıradan bir gün nasıl geçiyor? Yakın olduğu kaç arkadaşı var? "Sabah kalkıyorum. Gidip bir yerlerde çorba içiyorum. Sohbet, çay, kahve… Gideceğin noktalar zaten belli. Canın istiyorsa Okey'e dördüncü olursun. Maç olup olmadığına göre plan yapılır. Akşama balık mı yapalım, et mi? Burada mı oturalım, şurada mı? Orada mı içelim, burada mı?" diyor Nejat İşler. Sürekli görüştüğü dört kişi varmış. Bu kişilerle 1998 yılından beri tanışıyormuş ve Gümüşlük'e temelli yerleştiği 2014 yılından beri dostmuş. Peki, özellikle kış günlerinde küçük yerler, kasaba sıkıntısına mı dönüşür? Gün geçmiyor, diye mi düşünülür? Nejat İşler, "Üff geçmedi, değil de, ne yapacağız, diye düşünüyorsun." diyor. "Saate bir bakıyorsun, daha öğlen. Günler uzadıkça yemekleri, saatleri, içmeyi tutturamıyorsun."

Gümüşlük'te yaşamanın zor taraflarının olup olmadığını sorduğumda ise gülüyor. "Küçük yer, yalan söyleyemezsin. Yalanın hemen ortaya çıkar. Bazıları için bu, can sıkıcı olabilir ama benim için eğlenceli. Ayrıca her küçük yerleşim yeri gibi dedikodusu boldur. Nereye gitsen aynı bakışı görürsün. Herkes, her şeyi biliyor bakışı… Yanlış biliyorsun, diye bağırmak istersin. Birisi bir şey der ve o laf büyüyerek etrafta dolaşır."

Peki, ev hayatı? Nejat İşler, evde hayatın daha çok Netflix ile geçtiğini anlatıyor. Yemek yapmayı sevdiğini söylüyor. Bir tarif kitabının olmadığını ve genellikle deneysel takıldığını anlatıyor. Mutfakta her zaman bir tencere yemeği olurmuş. Başkasının mutfağına girip yemek pişirmesinden ise hoşlanmazmış. "Başkasının arkasını toparlayamam." diyor gülerek. Mutfak konusunda katı kuralları varmış. Yemek yaparken çok dağıtmamak ve her şeyin yerli yerinde olması gibi… Bunların hepsi yemek yapmayı sevmesindenmiş. En güzel yaptığı yemek ise erişteli mercimekmiş.

Nejat İşler, Gümüşlük'te sahibi olduğunu bildiğimiz, ikinci el kitap dükkânını ise çok sevdiği bir ağabeyine teslim etmiş. Çıkan haberlerin aksine bu küçük dükkânın İşler'e hiçbir getirisi yokmuş. Kitaplarla olan yakın ilişkisi nedeniyle acaba yıllardır yanında olan birkaç kitabının olup olmadığını soruyorum. Georg Büchner'in Bütün Oyunları ile Tevfik Fikret'in Tarih-i Kadim'ini 27 yıldır nereye gitse götürdüğünü anlatıyor. Ve Led Zeppelin'in 'Led Zeppelin IV' plağını da.

Artık her konuda daha olgun olduğunu anlatıyor Nejat İşler. Peki, bu bakış açısı aşk hayatına da yansımış mı? Hayatının yeni döneminde birlikte olmak istediği kadından beklentileri neler? "Şimdi gerçekten biri yanında olsun istiyorsun." diyor İşler. "Ne zaman yatağa koşarız diye bakmıyorsun. Anlaşabileceğin insanlarla takılmak istiyorsun. Artık birlikte vakit geçirmenin daha önemli olduğu bir dönemdeyim. Artık amaç, 'skor' değil." Kaç aydır bir sevgiliniz yok, diye sorduğumda ise "Epeydir. Daha önce de uzun bir yalnızlık dönemim oldu." yanıtını alıyorum. Ona sanki devamlı flörtleriniz varmış gibi, dediğimde ise sürekli sevgili değiştiren biri olmadığını söylüyor. "Düşünsene 46 yaşındayım. Ve bugüne kadar yalnızca iki ya da üç sevgilim oldu." diyor. 'Sevgili canlısı' biri olmadığını ve yalnızlığıyla barışık olduğunu anlatıyor. Peki, tek gecelik ilişkiler? Artık karşı mısınız, diye soruyorum. "Değilim, yine olabilir. Ama artık korkuyorum, bana iyi hissettirmediğini düşünüyorum. Birlikte vakit geçirdiğin, anlaşabildiğin kişiyi bulmak daha önemli. Birlikte vakit geçirince o da oluyor zaten." diyor. İşler'e sizinle aynı yolu yürüyecek kişide ne arıyorsunuz, diye sorduğumda ise aradığı şeyin uyum olduğunu söylüyor." Geçinebildiğim, uyumlu biri olmalı. En güzel şey bu. Uyum benim için çok önemli. Herkes kendi hayatını yaşasın, kimse kimseye hesap vermesin. Ve beraber güzel vakit geçirelim. Başka da bir şey istemiyorum." Nejat İşler, kendinden emin kadınlardan hoşlandığını, zira kendisinin şu sıralar kendisinden çok emin olduğundan bahsediyor. Ve "Mümkünse şımarık olmasın, çünkü çok yorucu. Uğraşamam." diyor.

Nejat İşler, ne kadar "Hayatımda yalnızca iki, üç sevgilim oldu." dese de bize hep kadınlarla arasının iyi olduğunu hissettiriyor. Acaba kadınlar onu neden çok seviyor? "Çocukluğumdan beri öyle." diyor İşler. "Güzel bir tip olduğum için değil. Sonuçta etrafta bir sürü yakışıklı çocuk var. Benim üzerimde garip bir şey var. Çocukluğumdan beri etrafımda kadınlar var. Kadınların arasına girdiğimde kendimi iyi hissederim. Beni korur ve kollarlar. Galiba onlarda annelik duygusunu tetikliyorum. Bir sürü annem olduğunu hissediyorum. Yedin mi yemeğini, aman şuna dikkat et, derler. Hâlâ köyde bunu bin kişi söyler bana." Madem öyle ben de soruyorum. Kendinize iyi bakıyor musunuz? İşler, "Kendime iyi bakıyorum, doktora gidiyorum, testlerimi yaptırıyorum. Bak, mesela şu anda içki içmiyorum. Kendime iyi bakmaz olur muyum? Daha yapmam gereken çok iş var." diyor. Peki günün birinde evlenir misiniz dediğimde ise "Sanmıyorum, ama o defteri tamamen kapatmıyorum da. Karşıma ne çıkacağını bilmiyorum. Birisi gelir ve ikna edebilir. Sonuçta bu iki kişiyle yapılıyor." cevabını alıyorum. Hazır gelecekten, kaygılardan bahsetmişken belirteyim: Nejat İşler, 52 yaşında emekli oluyormuş. Hayatı boyunca çalışması bu noktada işe yaramış. Gülerek şöyle söylüyor: "Üç ayla emekliliği kaçırdım. Yoksa şimdi Ziraat Bankası'ndan maaş alacaktım."

İşçi semtinde başlayan bir çocukluk, hızlı gençlik, oyuncular dünyası, kadınlar, güzel ağabeyler ve hoş anılar… Nejat İşler, tüm bunları, iki yıl önce Can Yayınları'ndan çıkan Gerçek Hesap Bu! adlı kitabında bir araya getirdi. Ona hızlıca kotarılan bu kitabın daha iyi yazılabileceğini; iyi bir editörlükle belki de Patti Smith'in kitabı Çoluk Çocuk gibi bir işin ortaya çıkabileceğini düşündüğümü söylüyorum. Tüm o güzel anılar biraz harcanmış gibi… İşler, "Hızlı yapmak zorunda kaldım." diyor. Kulübe para gerektiği için mecbur kaldığını anlatıyor. Belki sonra tekrar daha iyisini yazarsınız, dediğimde ise yayınevlerini kast ederek "İstiyorlar zaten." diyor. Ancak kitap yazmak için bir motivasyonunun olmadığını, gelecekte belki dergilere yazabileceğini ve bu yazıları bir araya getirilebileceğini anlatıyor. Hazır söz yazmaktan açılmışken; İşler, üç ayrı hikâye yazdığını, motivasyonu olduğu dönemlerde yazı masasına oturduğunu anlatıyor. Her oyuncunun özellikle de Nejat İşler gibi parlak bir filmografisi olan oyuncuların yönetmenlik hayali olabiliyor. Nejat İşler'e günün birinde bir film çekmek gibi bir hayali olup olmadığını, kendisine ait senaryosunun bulunup bulunmadığını soruyorum. İşler, teklif geldiği sürece oyunculuk yapmak istediğini anlatıyor. Ancak olur da günün birinde artık rol gelmezse oturup bir şeyler yazıp sonrasında kendi filmini çekebilirmiş.

Nejat İşler ile sohbet edip kendinden daha meşhur aforizmalarını sormamak olmaz. Sosyal medyanın hemen her mecrasında farklı hesaplarla Nejat İşler imzalı özlü sözlerle karşılaşmak mümkün. Hatta durum öyle bir noktaya ulaşmış ki, bazı internet sitelerinde 'Gerçekten Nejat İşler'e Ait 10 Söz' başlıklı haberler yapılmış. Aforizmaların bu noktaya ulaşması İşler'i de şaşırtıyormuş. İşler, gülerek bu aforizmaların kadınları etkileyecek türden yazıldığını ve yazarının da muhtemelen bir kadın olabileceğini söylüyor. İşler'e peki niye böyle oldu, diyorum. "Çünkü," diyor, "kimse beni tanımıyor. Onlar, kafalarında yarattığı Nejat İşler'i seviyorlar. O, ben değilim. Benimle karşılaştıklarında gelip sormadan masama oturuyorlar. Çoğu zaman onlara, dikkat et, hayal kırıklığı yaşayacaksın, demek istiyorum. 'Adam gibi adam' diyorlar mesela. Hayır, kardeşim. Adam gibi adam filan değilim. Sadece insanım. Hatasıyla ve sevabıyla… Ben o yarattığınız mükemmel adam değilim."

Nejat İşler ile 2,5 saate yaklaşan sohbetimiz bitmek üzere. Gün, akşam oldu. Menajeri, bu röportajın en uzun röportajları olduğunu söylüyor. Haksız sayılmaz. Ancak dedim ya, Nejat İşler, bir hikâye anlatıcısı. O içtenlikle yanıtladıkça yeni bir soru daha sormamak elde değil. Parmağındaki yüzük gün boyunca dikkatimi çekmişti. Yüzüğün bir anısı olup olmadığını soruyorum. 'Kaybedenler Kulübü' yüzüğü olduğunu ve üzerinde 'Yüzde 1'ler' yazdığını söylüyor. Üzerindeki olgun görüntüyle bu yüzük birbirini tamamlamışa benziyor.

Peki, yeni bir film, dediğimde ise Nisan ayında çekimleri başlayacak bir projenin içerisinde yer alacağını öğreniyorum. Filmin, çok sevdiği bir yazarın romanının adaptasyonu olduğunu ve yine çok sevdiği bir yönetmenin çekeceğini söylüyor. Rolün kendisine teklif edilmesine de ayrıca çok sevinmiş. "Çok güzel bir rol, başkası oynasa kıskanırdım. Rol bana geldiği için çok şanslıyım." diyor.

Nejat İşler ile vedalaşıyoruz. Birazdan gün içerisinde haberleşip randevulaştığı; Gerçek Hesap Bu! kitabında da geçen Akusta, Doktor ve diğer arkadaşlarıyla Kadıköy'ün kadim meyhanesi Koço'da buluşacak. Şu sıralar iki aydır ağzına içki sürmediği için akşam sadece çay içecekmiş. Ve sonra "Hayatım bir sandığa sığacak kadar…" dediği yaşantısına; Gümüşlük'e geri dönecek.

BİZE ULAŞIN