III. Dünya savaşı nükleer felaket

Karanlık... Baktığım her yerde, attığım her adımda karşıma çıkan önüne geçilemeyen bir karanlık... Tıpkı uçsuz bucaksız bir tünelde yürüyor gibi, tıpkı kapalı kapıların ardında bir tutsakmışım gibi, tıpkı savaşın ardından yaşananlar gibi bir karanlık.

Giriş Tarihi: 30.11.2017 10:59 Güncelleme Tarihi: 30.11.2017 12:43

Yazı Kaan Sancar

Koşuyorum; ardıma bakmadan, etrafımdakileri umursamadan, yaşamak için koşuyorum. Dibi görünmeyen karanlık bir tüneldeyim, attığım her adımla daha derine, bilinmezliğe ilerliyorum. İndiğim döner merdivenler dar tünellere, dar tüneller yeniden merdivenlere ulaşıyor. Uçsuz bucaksız bir düzlemde hızla yeraltına doğru koşuyorum.

Duvarlara sabitlenmiş küçük meşaleler görüyorum. Gözlerim karanlığı delen belli belirsiz ışıklar seçiyor; devam etmemi sağlayan, bana yol gösteren ışıklar. Tünelin derinliklerinden gelen acı dolu çığlıklar duyuyorum. İlerledikçe de çığlıkların sahibi bedenler görüyorum; üzerinden geçen insanlar tarafından ezilmiş, yerde kanlar içinde yatan kimliği belirsiz bedenler.

Bedenim yorgun düşüyor, adımlarım teklemeye başlıyor fakat koşmaya devam ediyorum. İndiğim onca kattan sonra merdivenler son buluyor, uzun ve geniş bir koridora giriyorum. Uzakta güçlü bir ışık beliriyor; o küçük meşaleler ve pilli lambalara göre oldukça parlak bir ışık. Yaklaştıkça ışığın geldiği yönde devasa kalınlıkta bir demir kapı görüyorum. Nefes nefese kalsam da koşmaya devam ediyorum. "Dayan!" diyorum kendime, "Sadece bir dakika daha dayan!"

Kapıya vardığımda yanımdaki kişileri ilk defa fark ediyorum. Etrafımda ortak amacı 'hayatta kalmak' olan yüzlerce insan var. Yavaş yavaş içeri alınıyoruz. En arka saflardayım. Kapıdan içeri girmemin üzerinden çok geçmeden arkamdan bir kadının çığlık sesi geliyor ve görevlilerin şu sözlerini duyuyorum: "İki güne zaten ölecek, stokları neden yaşlı bir adam için harcayalım?" O anda ilk defa ardıma bakıyorum ve kapı arkamdan kapanıyor.

İçeride yoğun bir gürültü var. Yaralıların acı dolu çığlıkları, annesini arayan çocukların bağrışları, yakınlarını kaybeden kişilerin feryatları toplanma salonunu dolduruyor. Bir uğultu duyuyorum. En başta sesin jeneratörlerden geldiğini düşünüyorum. Yer sallanmaya başladığında ise gerçeğin farkına varıyorum.

"Şehir vuruldu." diye bağırıyor biri birkaç metre ötemde. O anda çığlıklar yoğunlaşıyor. Herkes panik halinde kendini yere atıyor; zaten yer altında, korunaklı bir yerde olduklarını unutarak. Salonda daha önce hiç duymadığım bir ses yankılanıyor, topraktan gelen acı dolu bir ses. Fırtınalı gecelerde pencerelerden gelen çığlıklara benzeyen bir uğultu duyuyorum ardından. Herkes bir dakika boyunca susuyor, salona sessizlik hâkim oluyor birden. Sesin kesilmesinin ardından solumda kalan ve daha önce farkına varmadığım büyük ekran açılıyor ve devlet başkanı ekranda beliriyor.

Kısa bir sessizliğin ardından konuşmaya başlıyor: "Sanırım hepiniz olanların farkındasınız. Ülkemiz kaçınılmaz bir savaşa girmiş bulunmakta ve bugün savaşın en ağır yüzünü yaşıyoruz. Ülkemizde birden fazla nokta henüz kimliğini belirleyemediğimiz nükleer füzelerle vuruldu ve maalesef birçok vatandaşımız olaylar esnasında hayatını kaybetti. Bu saldırılardan sadece ülkemiz değil, dünyanın birçok noktası da etkilenmiş bulunmakta. Yaşadığımız bu trajedi hakkında henüz kesin bir bilgi paylaşamıyoruz. Şu anda bu ülke vatandaşları olarak yapmanız gereken bulunduğunuz sığınaklarda ya da korunaklı bodrum katlarında konaklamak ve ikinci bir emre kadar dışarı çıkmamak."

Başkanın görüntüsü kayboluyor ve ekrana, vurulan şehirlerin ismi geliyor ve sonrasında da yayın kesiliyor. Gürültü birkaç saniye içerisinde yeniden salona hakim oluyor. Yeniden çığlıklar kaplamaya başlıyor salonu. Bense donmuş bir şekilde sadece önüme bakabiliyorum. O an eşim ve çocuklarımdan başkasını düşünemiyorum. "Birden fazla nokta" diye mırıldanıyorum kendi kendime, "Tek bir füze olmalıydı."

Bir zil çalıyor; bunun yemek zili olduğunu anlıyorum ve sıraya girmem için itekleniyorum. Oldukça uzun bir bekleyişin ardından akşam yemeğime kavuşuyorum: Küçük bir patates, haşlanmış birkaç bezelye ve konserve balık. Tabağımı didiklerken gözüme köşedeki güvenlik kamerası takılıyor. Uzakta olsa bile tanıyabiliyorum: Bizim şirketin kameralarından bu. Aklıma bir fikir geliyor. Tabağımı bir kenara bırakıp yerimden kalkıyorum. İnsanları iterek koşar adımlarla ilerlemeye başlıyorum; onları bulmalıyım!

Eski tünelin sararan duvarları eşliğinde hareket ediyorum. Gözlerim etrafı tarıyor. Burada olmalı! Gördüğüm iş arkadaşlarıma soruyorum: "O nerede?" Aldığım her cevap bir adım daha yaklaştırıyor beni çözüme. Saçlarımdan şakağıma soğuk bir ter damlası yavaşça düşüyor. Burada bir yerde olmalı! Derken göz göze geliyoruz. Bir grup insanla konuşuyor. Yanına gidiyorum ve "Tek bir füze demiştin." diyorum ona, "Senin yüzünden eşim ve çocuklarımı kaybetmiş olabilirim!"

Patronum bu soru karşısında bir anda donakalıyor. Yanındakilerden özür dileyerek beni kolumdan tutup bir kenara çekiyor. "Ne yaptığını sanıyorsun?" diyor, "İnsanlar bu bilgiye daha önceden sahip olduğumuzu bilemezler."

Gözümden bir damla yaş süzülüyor. "Uzaydan bile görüntü alabilen, dünyanın yarısını ele geçirmiş bir kamera sisteminin patronunun bunu bilmediğini düşünecek kadar aptal değiller." diyorum sinirle "Onlara evde kalmalarını ve benim için endişelenmemelerini söylemiştim. Yaşadıkları kentin saldırıdan etkilenmeyeceğini söylemiştim. Şimdi yaşayıp yaşamadıklarını bile bilmiyorum!"

Yüzündeki şaşkınlığı okuyabiliyorum. "Bu denli gizli bir bilgiyi seninle paylaşamazdım." diyor, "Müdürün bile saniyeler önce öğrendi." Düşünceli bir ifadenin ardından "Zamanı geri döndüremem ama senin için yapabileceğim bir şey olabilir." diyor.

Işıklarda bir dalgalanma meydana geliyor, içeriye loş bir ışık hakim. Bilgisayarın açılış sesini duyuyorum. Sığınaktan 500m ötede, şirketin yeraltında bulunan arşivdeyim. Güvenlik kamerasının kodunu girerek genel server'a bağlanıyorum ve patronumun kullanıcı bilgilerini yazıyorum. Artık tüm dünyanın görüntüleri elimde.

Ellerim titriyor. Binlerce klasör var. İsimleri ülke ya da bölge kodu ile başlıyor, devamı bulunduğu mahalle, cadde ya da sokağa göre değişiyor. Tek yapmam gereken evimin yakınındaki dükkânın güvenlik kamerasına ulaşmak. Oldukça zor bir iş olacak.

Bir klasöre giriyorum, bugünkü kayıtları buluyorum. Oranın da vurulduğunu anlıyorum. Saat 13.05'te görüntüler kesiliyor. Bizim vurulmamızdan 15 dakika sonra. Şansımı bir kez daha deniyorum fakat tıkladığım hiçbir kameradan 13.05 dışında bir ipucu alamıyorum. Bir kod gözüme çarpıyor, ona tıklıyorum.

Şehir dışında bulunan bir mahalledeki bir evin sokak kamerası. Ev bir yamaçta kurulmuş. Kavramam birkaç saniyemi alıyor: Her gün yanından otomobil ile geçtiğim sokak bu! Arka planda gökdelenleri seçebiliyorum. Evimin bulunduğu şehirdeki gökdelenler bunlar. Görüntülerde insanlar sokakta sakince yürüyor. Çocuklar neşe ile sokakta oyun oynuyor. Birden herkes dikkat kesilerek önce telefonlarına sonra da sol taraflarına doğru bakıp koşmaya başlıyor ve birkaç saniye içinde de görüntü kesiliyor. Bu da bana aradığım ipucunu veriyor.

Onlarca denemenin ardından sonunda kameralardan birinin insanların dönüp baktığı yöne doğru hizalanmış olduğunu fark ediyorum. Bu, yokuş üzerindeki bir dükkânın sokak kamerası. Şehrin merkezini, otoyolu ve yeşil alanı rahatlıkla görebiliyorum.

Her şey normal seyrediyor, saat 13.04 olana dek. Gökten düşen cismi en başta belirli belirsiz seçebiliyorum. Yere çarptığında ise fark etmemek mümkün değil: Dev bir ateş topuna dönüşüyor. Alevlerin içerisinden gözle görülebilecek şekilde bir ısı halkası savruluyor etrafa ardından. Ateş topunun dışında kalan gökdelenler yıkılmaya başlıyor yavaş yavaş, otoyolda ilerleyen araçlar da aniden duruyor. İnsanlar telefonlarını yere fırlatıyor. Radyasyonun etkisiyle elektrik sistemleri bozulan cihazlar bunlar. Alev topu büyümeye devam ederken görüntü kararıyor, radyasyonun kameraya ulaştığını işaret eder bir şekilde.

Nükleer savaşta hayatta kalma rehberi

Öncesinde

- İçerisinde yiyecek, su, gerekli tıbbi malzemeler ve pilli radyo gibi gereçlerin bulunduğu bir acil durum çantası hazırlayın.
- Aileniz ile birlikte size yakın sığınak varsa oraya nasıl ulaşabileceğinizi, yoksa saklanabileceğiniz bodrum katı, garaj gibi yerleri belirleyin.

Patlama anında

- Ne kadar uzakta yada yakınında olursanız olun, patlama sırasında ve sonrasında oluşan ışığa bakmayın; bu geçici ya da kalıcı körlüğe neden olabilir.
- Dışarıda yakalanırsanız ve hala hayattaysanız en yakın sığınak yada yeraltında bulunan mecralara gitmeye çalışın. Dışarıda bulunmak radyasyona maruz kalma riskinizi artıracaktır.

Sonrasında

- Dışarıda yakalanıp korunaklı bir yere ulaştıysanız kıyafetlerinizi çıkarın. Kıyafetlerinizi çıkararak üzerinizdeki radyasyonun yüzde 90'ından kurtulabilirsiniz.
- Saçınızı ve vücudunuzu su, sabun yada şampuan ile yıkayın. Kurutucu kullanmayın, bu havadaki radyasyonu vücudunuza yaklaştıracaktır.
- Ailenizden uzakta olsanız bile dışarı çıkmayın. Radyasyon ancak iki haftalık bir süreç sonrasında etkisini kaybedecektir. Radyolardan yönergeleri takip etmeye çalışın.

Radyasyonun etkileri

Patlamanın ardından rüzgar, yağmur yada kar gibi hava olayları aracılığıyla taşınarak veya su kaynakları ve toprak aracılığıyla et, meyve ve sebze gibi yiyeceklere karışarak etkisini artırabilecek radyasyon, aşağıda belirtilen şekillerde insanı etkileyebilir.

Düşük dozda etkilenildiğinde;

  • Kusma
  • İshal
  • Uykusuzluk

Orta dozda etkilenildiğinde;

  • Kanser vakaları
  • Mutasyon
  • Sindirim sistemi işlevsizliği
  • Organlarda işlevsizlik

Yüksek dozda etkilenildiğinde;

  • Ani ölüm
  • Sinir sisteminin çökmesi le felç
  • Kemik yapısında bozulma sonrası felç, hatta ölüm.

Açtığım her klasör ile evime daha çok yaklaşıyor, daha fazla ölen insan görüyorum; hissizleşiyorum. Görüntülerde dikkatimi çeken bir detay var. Herkes telefonlarına bakıyor bir noktada, devletin tüm vatandaşlarına yolladığı o "Şehrimiz nükleer saldırı tehlikesi altında. Birkaç dakika içerisinde gidebilecek bir konumdaysanız sığınaklara koşun. Değilseniz sakin olun ve evlerinizin bodrum katlarında ya da otoparklarında saklanın. Sokaklara çıkmanın size daha çok zarar vereceğini unutmayın. Gelecek güncellemeleri bekleyin." mesajını okuyor. Bu, aynı zamanda televizyonlarda da yayımlanan, yüksek sesli nükleer saldırı alarmını beklerken ceplere gelen mesaj.

Bir klasör, boyutu ile dikkatimi çekiyor tüm bu klasörler arasında. Açtığımda diğerlerine göre oldukça yüksek çözünürlüklü ve patlamanın olduğu alana doğru hizalanmış olduğunu görüyorum. Görüntüleri yakınlaştırmayı deniyorum. Çok net olmasa da insanları uzaktan seçebiliyorum. Patlamanın ardından yaşananları da, tabii.

Kaçmaya çalışıyor herkes fakat yakında olanların hiçbir şansı yok. Bir anda vücutları alevler içerisinde kalıyor ve derileri, kemikleri ve diğer tüm hücreleri daha önce hiç var olmamışçasına bir anda dünyadan siliniyor. Görüntüyü uzaklaştırdığımda gördüğüm dumandan oluşan mantar şeklinde bir volkanı andırıyor bana; patlamanın ardından ölen insanların çığlıklarıyla yükselen bir toz bulutu misali.

Saatler geçiriyorum bilgisayar başında fakat asıl aradığımı, evimin karşısındaki marketin güvenlik kamerasının kayıtlarını bir türlü bulamıyorum. İçimi rahatlatamıyorum bir türlü. "Son bir kez daha deneyeceğim ve bu son olacak." diyorum kendi kendime ve tabii ki son olmuyor.

Açtığım kamera evimizin bulunduğu semte ait çıkıyor. İçimde bir umut doğuyor. Birçok kamera deniyorum daha sonra, çoğu hiçbir detay vermeden karanlığa gömülüyor. Küçük detaylar yakalayarak ilerliyorum, tıpkı bir dedektif gibi. Sonunda beni kötü bir gerçeğin beklediğini bilsem de bir umut benimkisi. Aradığım kamera görüntülerine ulaşıyorum, nihayet. Ama görüntüler beklediğim gibi değil. Geri sararak izliyorum kayıtları; sondan başa doğru gidiyorum. Eşimin çocuklarımla beraber bir saat önce evden ayrıldığını öğreniyorum görüntülerden. Gittiği yöne göre onu görebileceğim kameraları düşünerek hareket ediyorum: Her adımını öğrenmeliyim.

Öyle de yapıyorum, nereye gittiğinin, ne zaman nereden geçtiğinin bilgisine ulaşıyorum. Acı bir son bekliyor beni: Şehir merkezine doğru yöneldiğini görüyorum. Onu takip ederken daha önce izlediğim görüntüler çıkıyor karşıma. Araçların bir anda çalışmayı kestiği görüntüleri yeniden izlerken buluyorum kendimi. Dizlerimin üzerine çöküyorum o anda, bir damla yaş yüzümden aşağı doğru süzülüyor. Araçtan dışarı çıktığını görüyorum onun da pek çok insan gibi, kaçmaya çalıştığını görüyorum. Daha sonrasında ise durup ölümü kucaklayışını izliyorum. Ekran kararıyor.

"Nerede kaldın?" diyor patronum ben üzerimdeki beyaz kıyafetleri çıkarırken, "Neredeyse sabah olacak." Yüzümdeki ifadeyi görünce bir an duruyor ve "Üzgünüm." diyor. Kıyafetleri çıkarıp bir plastik torbaya koyuyorum ve kapının dışında bırakıyorum. Sonrasında duşa giriyorum. Saçımı ve vücudumu şampuanla yıkıyorum. Duvarda "Radyoaktiviteyi minimuma indirmek için sadece sabun ve şampuan kullanın; saçınızı kurutmayın!" yazıyor, sanki saçımı şekillendirmeye gücüm varmış gibi. Aradan günler geçiyor, benim için boşluk kadar anlamsız birkaç gün. Sığınaktaki insanların duruma alışmaya başladığını görüyorum. Yine de herkeste bir tedirginlik var. Gelen haberleri düşününce duruma pek de şaşıramıyorum, aslında.

Büyük ekran her gün en az iki kez açılıyor. Kimi zaman bir anons duyuyorum, kimi zaman ise hangi şehirlerin saldırıya uğradığına dair bir liste görüyorum. Şehri yerle bir edenin 1 megatonluk bir nükleer füze başlığı olduğunu öğreniyorum anonslardan. Savaşın neredeyse tüm kıtalara yayıldığı yayımlanan listelere bakınca çok bariz. Hangi ülkenin hangi ülkeye saldırdığı ise belirtilmiyor fakat birçok insanın hayatını kaybettiği apaçık ortada.

Yemekler de gün geçtikçe kötüleşiyor. Yetkililer bunun nedenini çok az erzak kalmasına bağlıyor. "Elimizden geleni yapıyoruz." diyorlar. "Herkesin hayatta kalması için elimizden geleni yapıyoruz." Yine de bu çoğu kişi için yeterli olmuyor. Bir hafta içerisinde bile sığınakta birçok bebek ve küçük çocuk yetersiz beslenme nedeniyle hayatını kaybediyor. Birkaç günün ardından da sığınakta grip salgını baş gösteriyor. Gerek içerideki düşük sıcaklık gerekse kapasitenin çok üzerinde kişinin bir arada olması salgının hızla yayılmasına neden oluyor.

Görevliler herkese gerekli ilaçları ulaştırmaya çalışıyor fakat stoklar oldukça sınırlı. Günlerce sürecek bir tedavi süreci bu noktada imkânsız görünüyor. Daha fazla ilaca ihtiyaç var ve en az benim kadar görevliler de bunun farkında.

Düşüncelerimin üzerinden çok geçmeden ekranın açıldığını görüyorum. Bu sefer farklı bir isim var ekranda, yüzü oldukça tanıdık. Yayının sığınağın içerisinden yapıldığını fark ediyorum, sığınak başkanı konuşuyor. "Dışarı çıkmamız lazım." diyor özetle, "Yeraltındaki depolardan gidip ilaç ve erzak almamız gerek." Gönüllüler listesinde adımı ilk sırada görebiliyorum.

Kapı açılıyor. Tünele doğru ilk adımımı atıyorum. Üzerimde astronot kıyafetlerine benzer beyaz renkli bir kıyafet var. Yüzümü bir filin burun yapısına benzeyen bir maske, gözlük ve şeffaf materyalden üretilmiş naylon bir tabaka kaplıyor. Üzerimdeki kıyafet oldukça kalın yapıda, içerisinde terliyorum. Tüm bu hazırlığın radyasyonu minimuma indirmek için olduğunu öğreniyorum sorduğumda.

Ekip lideri ile birlikte toplam 10 kişiyiz. Bu aynı zamanda sığınakta bulunan bu koruyucu beyaz kıyafetlerin de sayısı. Ekip lideri öncülüğünde ilerlemeye başlıyoruz. Birkaç gün önce yaşamımız pahasına koştuğumuz tünellerdeyiz. Cesetleri yararak ilerlemeye çalışıyoruz. Tünel ölüm kokuyor.

Merdivenlerden yukarı çıkıyoruz. İnerken fark etmediğim birkaç detay ilişiyor gözüme. Duvarları sahiplenmiş su boruları var iki yanımda da; son derece paslı ve geçmişin izlerini taşıyan. Tavandan sızan su damlaları, zemindeki taşlarda yer yer yosun oluşmasına neden olmuş. Yankılanan adımlarımız tünellerdeki ölüm sessizliğini bölüyor: Tak tak tak!

Sessizliği bozan ekip lideri oluyor: "Bu tüneller daha II. Dünya Savaşı zamanında inşa edilmiş. İnsanoğlunun bu tünelleri Soğuk Savaş'ta değil de oldukça sessiz geçen, dünyanın en sakin döneminin ardından kullanmak zorunda kalması gerçekten acı verici." Kısa bir sessizliğin ardından sözüne devam ediyor: "Biz şanslıydık. Şehrin diğer kesimlerindeki çoğu sığınak depo olarak firmalara ya da gece kulübü yapılmak üzere işletmelere kiralanmıştı. Oradaki insanların kaçabileceği çok fazla alan yoktu."

Şirket binamızın bağlantısı olan tüneli arkamıza alarak aksi yönündeki tünelden ilerliyoruz. Sadece birkaç dakika sonra dışarıda olacağımızı söylüyor, ekip lideri. Dışarıdaki radyasyonun oldukça azaldığını fakat kıyafetlerimizi asla çıkartmamamız gerektiğini belirtiyor. Radyasyonun her yedi saatte yaklaşık yüzde 10 oranında azaldığını düşünürsek oldukça haklı; havada hâlâ yüzde 34 oranında radyasyon mevcut.

Son merdivenleri de tırmanıyoruz ve bir kapıya ulaşıyoruz. Kapı bana şirket binasındaki onca katı inmemin ardından karşılaştığım kapıyı andırıyor. Ekip lideri "Görecekleriniz konusunda kendinizi hazırlayın." diyor ve yavaşça kapıyı açıyor.

Sokaklarda hızla ilerliyoruz. Şehir bomboş. Havada dumansı bir yoğunluk ve garip bir soğukluk mevcut. Yerde kül benzeri garip maddeler var, gökyüzünden yağmış gibi görünen gri maddeler. Maskem büyük bölümünü engellese de belli belirsiz bir elektrik kokusu duyuyorum. Camları kırılmış binalar ve araçlar var önümde. Yerde yine cesetler görüyorum. Patlama sonrası yayılan ısı dalgası nedeniyle gözlerinin yerinde artık sadece bir boşluk olan, yüz dokularının yerinde kemikler yer alan cansız bedenler. Hepsinin yüzünde aynı ifade yer alıyor: Şaşkınlık ve korku.

Ekip lideri füzenin bulunduğumuz noktadan 2,5 km ötede patladığını belirtiyor. "Savaşa neden olan da yapılan füze denemelerinde yanlışlıkla vurulan bir hedef ve sonrasında tetiklenen füze sistemleri. Çoğu ülke hiçbir nedeni olmaksızın vuruldu. verdikleri karşılık da çok ağır oldu, tabii" diye ekliyor kısa bir sessizliğin ardından.

Bir süre dümdüz yürüyoruz. İki ayrı depoya gideceğimiz söyleniyor: Biri patlamanın oldukça yakınında, diperi ise geldiğimiz yönden birkaç kilometre geride. İlk olarak patlama noktasının yakınlarındaki sığınağa doğru ilerliyoruz. Cesetler gitgide azalıyor gittiğimiz yönde. Yerini kaldırımlara, duvarlara çarparak yok olan insanların karbon gölgeleri oluşturuyor; insanların son çırpınışlarını yansıtan siyah gölgeler.

Çöken birçok bina var, parçalanmış araçların iskeletleri hem sokaklara hem de dükkanların içerisine savrulmuş. Patlama noktasına yaklaştıkça duvarlardaki karbon gölgeleri üst üste binmeye başlıyor, siyah boyayla boyanmış bir zemin gibi görünmeye başlıyor çoğu duvar bana. Bir kilometre öteye geldiğimizde ise artık ayakta kalan çok az sayıda bina görüyorum; o anda insanlar gibi binaların da dünya üzerinden silindiğini fark ediyorum.

Ekip lideri ayakta kalan bir binanın parçalanmış duvarından içeri giriyor. Peşinden ilerliyoruz. Öncesinde bir ecza deposu olan bina şimdi bir harabeyi andırıyor. Bodrum katına ilerliyoruz, kırılan bir kapının eşiğinden geçerek. Merdivenlerden iki kat aşağı iniyoruz. Karşımıza kasaya benzer demir bir kapı çıkıyor. Kapıyı açıp içeri girdiğimizde dev bir depo görüyoruz. Bir saat içerisinde gerekli ilaçları beyaz plastik poşetler içerisine dolduruyoruz. Şimdi diğer depodan konserve yiyecekleri almamız gerekiyor. Dışarı çıkıyoruz ve yürüdüğümüz yollardan geri dönüyoruz. Patlayan rafinerilerin kalıntıları beliriyor uzakta. O anda yaratmış oldukları yıkım gözümde canlanıyor, katliamın daha da büyümesine neden olan artçı patlamaları düşünüyorum. Derken bembeyaz kıyafetlerimin üzerinde bir leke beliriyor, siyah bir yağmur damlası. Gökyüzüne bakıyorum, yoğun sisin arasından siyah damlaların düştüğünü görüyorum. Atmosfere yükselen radyasyonun dünyaya geri dönüşü bu, gezegenin insanoğluna cevabı; intikam alırcasına.

Hızlı hareket etmeye çalışıyoruz fakat toprakta siyah yağmur sonrası oluşan katranımsı bir tabaka var. Çizmelerimiz siyaha boyanıyor. "Güneş batmadan sığınakta olmalıyız." diyor ekip lideri, "İkinci depoyu gitmemiz şart, acele etmeliyiz!" İkinci sığınak patlama noktasından 7km ötede. Yaklaşık iki saat boyunca yürüyoruz. Vücudum bezgin düşüyor fakat adrenalin, yorgunluğumu göz ardı etmemi sağlıyor.

Yiyecek deposuna sadece metreler kala karşımıza ilk defa bir insan çıkıyor; savaşın gerçek yüzünü görmüş bir kadın. Kirliliği ile konuşulan akarsudan su içmeye çalıştığını görüyorum. Şehirdeki tüm elektrik, içme suyu ve ısıtma sistemleri devre dışı. Yaklaşıp ona sorular sormak, yardım etmek istiyorum fakat ekip lideri, 'tehlike yarattıkları' için gördüğümüz insanlara yaklaşmamamız gerektiğini söylüyor. Çok geçmeden de nedenini anlıyorum.

Depoya girmek üzereyken iki adamın yiyecek kavgasına şahit oluyoruz. Biri yarı çıplak, vücudunda gözle görülür yanıklar ve tişört benzeri bir leke var, diğerinin ise kıyafetleri yabani bir hayvanla boğuşmuşçasına delik deşik. Bulduğu konserveyi diğeri ile paylaşmak istemeyen kişi diğeri tarafından önce itiliyor, sonra tekmelenmeye başlıyor. Saldırıya uğrayan her ne kadar kurtulmaya çalışsa da diğeri hareket etmesine engel oluyor ve yerden aldığı taşla kafasına vuruyor, ta ki kafatası parçalanana kadar. Doğanın kanunu geçerli yine; güçlü olan güçsüz olanı eziyor. Bu insan olsa bile.

Hepimiz yağmur sonrası artık siyah beyaz bir renk almış olan erzak ve ilaç poşetleriyle ilerlemeye başlıyoruz sığınağa doğru. "En azından bir hafta daha idare eder bu erzak bizi." diyor ekip lideri, "Sonrasında da her şey normalde dönmeye başlayacaktır." Güneşin batmasına sadece birkaç dakika var. Adımlarımız hızlanıyor artık, 33 yıldır hiç koşmadığım kadar hızlı koşmaya başlıyorum. Sırtımıza vurduğumuz poşetlerin ağırlığı ilerlememizi yavaşlatıyor fakat yüzlerce insanın yaşaması da buna bağlı. Sığınağın bulunduğu semte giriyoruz. Adımlarımız yavaşlamaya başlıyor, geride kalanlar oluyor fakat yine de güneş batmadan sığınak girişinin bulunduğu caddeye doğru yaklaşıyoruz. Birazdan içeride güvende olacağımızı düşünüyorum.

Arkamızdan gelen garip bir ses ile irkiliyorum sonrasında, bu bir düşüş sesi. Dönüp baktığımda güneşin doğuşu kadar parlak bir küre görüyorum, kürenin içerisinden etrafa güneşi andıran bir ateş patlaması yayılıyor. Aniden yer sallanmaya başlıyor. Yere düşüyoruz hep birlikte. Birkaç kişi ayağa kalkıp hızla kaçmaya çalışıyor. Ekip lideri bize "Binanın arkasına saklanın!" diye bağırıyor. Ben ise yerimden kıpırdayamıyorum; vücudum kilitlenmiş gibi. Sadece ışığın büyüyüşünü izleyebiliyorum, bana doğru gelişini. Sıcaklık bir anda artıyor. Görüşüm gitgide buğulanmaya başlıyor. Vücudumu aniden saran bir acı hissediyorum, derim yanmaya başlıyor. Önce bir ışık görüyorum etrafımı saran, sonrasında ise karanlık, sonsuza dek.

Not: Bu metin, karakterler hariç nükleer bir savaş çerçevesinde ortaya çıkabilecek durumlar göz önüne alınarak oluşturulmuş gerçekliği yansıtan bir kurgudur.

BİZE ULAŞIN