Francis Ford Coppola
"İnsanlar bir filmi sevmiyorsa sevmiyordur."
Röportaj Stephen Garrett
Çeviri Kadir Yiğit Kılıç
Fotoğraf Matt Carr/Gettyimages
16-17 yaşlarındayken yazar olmak istiyordum. Oyun yazarı olmayı hayal ederdim. Ama yazdığım hiçbir şeyi beğenmezdim. Hatırlıyorum da, yeteneğimin hayalini kurduğum seviyede olmaması yüzünden bir akşam ağlaya ağlaya uyumuştum. “Rushmore” filmini hiç izlediniz mi? İşte tam olarak o çocuk gibiydim o yaşlarda.
Şarap hayatım boyunca hep sofrada oldu. Ailem de çocukların biraz içmesine izin verirdi. Genelde şarabın içine gazoz ya da limonata koyardık.
Bir keresinde babamı gerçekten fena kandırdım. 12 ya da 13 yaşlarındaydım ve Western Union’da çalışıyordum. Telgraflar uzun bir şerit halinde gelirdi; onları keser, yapıştırır ve bisikletle teslim ederdik. Paramount Pictures’ın müzik departmanının yöneticisi Louis Lipstone’ın adını biliyordum. Babama, “Sayın Coppola, sizi bir film müziği bestelemeniz için seçtik ve Los Angeles’a bekliyoruz,” yazılı sahte bir telgraf yolladım. Babam çok mutlu oldu. Sonra her şeyin şaka olduğunu itiraf etmek zorunda kaldım ve deliye döndü. O zamanlar çocuklar kemerle dövülürdü. Neden bunu yaptığıma gelirsek: O telgrafı gerçekten almasını istedim. Bazen kötü şeyleri iyi hislerle yaparız.
İnsanlar çektiğim en kötü filmin “Jack” olduğunu düşünür. Ama bugün bile filmlerimden gelen çekler arasında “Jack”, en yüksek kazançlı olanlardan biri. Bunu kimse bilmez. İnsanlar bir filmi sevmiyorsa sevmiyordur. Ben o filmi Robin Williams ile çalışmak için yapmıştım.
Başkalarının parasına karşı hep çok dikkatli oldum ama kendi paramı hep riske attım. Söz konusu kendi paranızsa o kadar titiz olmanıza gerek yoktur.
“Apocalypse Now” filminden 10-15 yıl sonra İngiltere’de bir otelde filmin giriş kısmını izlemeye başladım. O gün tüm filmi izledim ve düşündüğüm kadar garip olmadığını fark ettim. Bence o film insanların bir filmde kabul edebileceği sınırları genişletmişti. Elimde çekimlerden artakalan bir sürü film şeridi vardı. Beş kamera ile napalm bombardımanı sahnesini çekmiştik. Sonunda ise birçok film materyali boşa gitmişti. Şeritlerin içinde olduğu çöp varilinden bir film aldım ve izlemek için Moviola’ya koydum; içerik oldukça soyuttu ve ara sıra bir helikopterin iniş takımı görünüyordu. O sırada ses ekibi The Doors’un müziklerini çalıyordu, “The End” diye bir şarkı vardı. Filmi “The End” ile başlatmak komik olmaz mıydı diye düşündüm.
Hayal gücüm yeteneğimden daha canlı. Sık sık yeni fikirler uydururum. Bu benim karakteristik bir özelliğim. Woody Allen gibi her yıl özgün bir senaryo yazan insanlara hayranım. Bu inanılmaz bir şey. Keşke ben de yapabilseydim.
İyilik yapmak, hayatın her alanında bereket ve zenginlik getirir. Benim doğam da bu yönde. Yemeği bile her zaman bol bol yaparım, çok çeşit olsun isterim.
Geçen gece Cecil B. DeMille’in “Cleopatra”sını izliyordum; gerçek hikâyenin büyük kısmını dışarıda bıraktığını gördüm. Bazen film yapma sanatı, daha az şey koymakla ilgilidir. Daha azıyla yetinmeyi hedeflemelisiniz.
İlk başladığımda Bill Cosby için bir senaryo yazma işi almıştım. Bill, arkadaşlarına her zaman en iyi şarapları ikram ederdi. Ama kendi içmezdi. Bir şarabın böyle bir tada sahip olabileceğini onunla öğrendim. Bana baccarat oynamayı da öğretmişti. Bir gece elimdeki 400 dolarla 30 bin dolar kazandım. Ve kazandığım o parayla Bill’in bana ikram ettiği şaraptan aldım.
Her şeyi, yaşamınızdan ne beklediğinize göre değerlendirmelisiniz.
“Godfather”ın sonu açıktı, Michael kendini yozlaştırmıştı ve hikâye bitmişti aslında. Bu yüzden neden başka bir “Godfather” filmi yapmamı istediklerini anlayamadım. “Godfather”ın devamı için, “Size bir hikâye daha geliştirmek konusunda yardımcı olacağım. Yönetmeni bulacağım ve yapımcılığını üstleneceğim,” dedim. “Yönetmen kim?” diye sordular. “Genç biri, Martin Scorsese,” dedim. “Kesinlikle hayır!” dediler. O zamanlar Scorsese film çekmeye yeni başlamıştı.
Filmi “Godfather II” olarak adlandırmayı hiç istemediler, onlar “Son of the Wolfman” veya “The Wolfman Returns” gibi bir isim düşünmüşlerdi. Seyircilerin kafa karışıklığı yaşayacağını düşündüler. Bu ironikti çünkü film isimlerine rakam ekleme akımını başlatan “Godfather” oldu. Bunun gibi daha pek çok şeyi başlattım.
“Godfather II” ya da “Godfather III” için New York’ta karavanımdaydım, kapı çalındı. Asistanım, mafya babası John Gotti’nin benimle tanışmak istediğini söyledi. “Müsait değilim,” dedim. Vampirlerle ilgili bir deyiş vardır: Vampirleri içeri davet etmezseniz giremezler.
“The Sopranos”u izlemedim. Mafya işleri ilgimi çekmiyor. “Youth Without Youth” filmimi kimsenin izlememesinden daha büyük bir aşağılama olabilir mi? Bu da bir başarı.
Bazı izleyiciler, jeneriklerde isimleri okumaktan hoşlanır. Sanırım listede bir akrabalarını arıyorlar. Şimdi ne yapmalıyım? Daha ihtiraslı bir şey yapabilirim. Ya da daha az hırslı. Daha az daha iyidir. Bana göre daha az iddialı olmak, daha iddialı olmak demektir.