David Bowie

“Asla olduğunuzu düşündüğünüz kişi değilsiniz.”

16 Ağustos 2025

Çeviri Murat Gül

Fotoğraf Lester Cohen/GettyImages


Takım elbisenin altına her zaman büyük, kenarları dikişli İngiliz ayakkabıları giyin. Küçük ve zarif İtalyan ayakkabılarından daha berbat bir şey olamaz.


Hayatınızda en az bir defa bir cesetle baş başa kalmalısınız. Hayatın mutlak yokluğu, karşılaşabileceğiniz en rahatsız edici ve zorlayıcı yüzleşmedir.


Bir şarkıyı nasıl tamamlayacağımı bilemediğimde son çare olarak absürtlüğe sığınırım.


70’li yılların rock eleştirmeni Lester Bangs bir grup için saçma bir şekilde, “Bana kendimi şeytan gibi hissettiriyorsunuz,” demişti. O zaman bazı insanlarla farklı dünyalardan olduğumuzu anladım.


İnsanlığın çeşitli alanlarda ilerleme kaydetmesini beklemiyorum ama bir çocuğun kulağında enfeksiyon olduğunda antibiyotiklere minnettar olmadan edemiyorsunuz.


Ailemle ve özellikle de babamla açıkça konuşamadığım için hep pişmanlık duydum. Ailemle ilgili duyduğum ve okuduğum o kadar çok şey var ki, artık hiçbir şeye inanamaz hale geldim. Konuştuğum her akrabam farklı bir hikâye anlatıyor. Sanki altı ayrı aileye sahibim.


Şöhret, ilginç adamları sıradanlaştırabilir. Müzisyen ve yazar olmayı öğrenmeseydim ne yaptığımın bir önemi olmazdı.


Birçok rock yıldızıyla hiç tanışamadım. Bir gece kulübüne gittiğimde ünlü rock yıldızlarının kaynaştığını görürdüm. Kendimi onlardan biri gibi hissetmezdim. Bundan bazen pişmanlık duyuyorum.


Evrene hayranım ama onun arkasında bir zekâ olduğuna inanmıyorum. Yine de, dini ritüellerdeki detayları seviyorum. Örneğin tütsüyü ister Budist ister Katolik kullanıyor olsun, her zaman güçlü ve kışkırtıcıdır.


Her anın tadını çıkarın. Gelişmiyoruz ve hiçbir yere gitmiyoruz.


Asla olduğunuzu düşündüğünüz kişi değilsiniz. 1980’lerde, yaşlı bir kadın yanıma geldi ve “Bay Elton, imza alabilir miyim?” diye sordu. Ben de ona Elton değil, David Bowie olduğumu söyledim. O da “Şükürler olsun. Onun kırmızı saçlarını ve o makyajını kaldıramazdım,” dedi.


Bazen de “o” kişi, sandığınız kişi değildir. İlk kez 1971’de ABD’ye geldiğimde, New York’taki rehberim The Velvet Underground’un o gece ilerleyen saatlerde Electric Circus’ta çalacağını söyledi. Sanıyorum ki, Birleşik Krallık’taki en büyük hayranları bendim. Erkenden konsere gittim ve sahnenin ön tarafında yerimi aldım. Performans gerçekten harikaydı ve Lou Reed’in gerçek bir hayranı olduğumu görebilmesi için tüm şarkılara eşlik ettim.


Gösteri bittikten sonra, sahnenin yanına, soyunma odasının kapısının olduğu tarafa geçtim. Kapıyı çaldım, gruptan biri açtı. Birkaç övgüden sonra, Lou ile birkaç dakika konuşup konuşamayacağımı sordum, beklememi söyledi. Lou çıktı ve yaklaşık 10 dakika kadar şarkı yazımı hakkında konuştuk. Kulüpten bulutların üstünde, bir gençlik hayalini gerçekleştirmiş olmanın mutluluğuyla ayrıldım. Ertesi gün, rehberime The Velvet üyelerini canlı görmenin ve Lou Reed ile tanışmanın ne kadar harika olduğunu anlattım. Bana şaşkın şaşkın bakıp sonra kahkahayı patlattı. “Lou, bir süre önce gruptan ayrıldı,” dedi. “Sen onun yerine geçen Doug Yule ile konuşmuşsundur.”


“Rock’ın bukalemunu” olarak adlandırılmama hep şaşırdım. Bir bukalemun, tüm enerjisini çevresine uyum sağlamak için harcamaz mı? Sizce ben öyle miyim?


Kendi deneyiminizden başka hiçbir şeye güvenmeyin.