Yükselme devri
Yükselme devri
New York'ta beğeni toplayan Danimarka Prensi rolünden yeni 'Star Wars' filmlerinin X-wing pilotu ve 'Direniş' kahramanı Poe Dameron'a giden yolda Oscar Isaac, hızlı (hem de çok hızlı) bir şekilde kendi neslinin en başarılı başrol oyuncularından biri haline geldi.
Röportaj: Miranda COLLINGE
Fotoğraflar: David SLIJPER
Moda Editörü: Allan KENNEDY
Derleme: Erkin ÇAM
Yükselme devri
21 AĞUSTOS 2017'deki Büyük Amerika Güneş Tutulması, diyagonal bir karanlık şeridinin Doğu Yakası'ndaki Charleston, Güney Carolina'dan Batı'daki Lincoln City, Oregon'a düşmesine sebep oldu. Tam tutulmanın birkaç yüz kilometre dışında kalan Manhattan'da, şehrin üstüne hafif bir loşluk çöktü. Yine de ofis çalışanları sanki organize olmuş gibi özel kâğıt gözlüklerini takarak sokaklara döküldü ve telefonlarını tutarak sanki gözlükleri takmamışlar gibi endişeli bir şekilde göz kırptı. Bu olay için aydınlatılacağı sözü verilmiş olmasına rağmen Empire State binasında görülebilir bir pırıltı yokken 5. Cadde'deki Trump Tower'ın karartılmış camlı cephesi birazcık daha karardı. Çocukların ve turistlerin mısır gevreği kutusundan yapılma iğne deliği kameraları salladığı Central Park Hayvanat Bahçesi'nde boz ayı Betty, küçük havuzuna fırsattan faydalanarak çok da üzerinde düşünmediği bir dalış yaptı. Doğu Nehri'nin karşısında Williamsburg, Brooklyn'de 38 yaşındaki Guatemala kökenli ABD'li aktör ve mesleğin en yetenekli, dinamik ve çok yönlü yeni cevherlerinden olan Oscar Isaac, Betty gibi, kendisini güneş ışınlarının etkisi altında hissediyordu. Hamlet'i oynadığı Manhattan'daki Halk Tiyatrosu'nda izin günüydü ve sesini dinlendiriyordu.
Bununla birlikte, Isaac; Danimarkalı bir belgesel film yapımcısı olan eşi Elvira Lind, Boston Terrier French Bulldog melezi köpekleri Moby (ayrıca onun tarafından olmasa da 'French-ton' olarak da çağrılıyor) ve yakın zamanda aralarına katılan, Moby tarafından dehşetle karşılanan dört aylık oğlu Eugene ile birlikte paylaştıkları tek yatak odalı apartman dairelerinin –Brooklyn'in daha yeşil bir bölgesine taşınana kadarki- balkonundan belli belirsiz gökyüzüne bakıyordu. Ayrıca bu olay daha önce gördüğü bir şeydi.
Yükselme devri
Ertesi gün, Williamsburg'daki apartman dairesinin yakınlarındaki yalın bir otelin restoranında koyu renkli tişörtü ve kotu ile o anki tiyatro ve ebeveynlik koşulları göz önünde bulundurulduğunda son derece dinç bir şekilde otururken şöyle diyor:
"1992'de tam bir güneş tutulması olduğunda Guatemala'daydım. Hayvanlar çıldırdı; tüm şehirde köpeklerin uluduğunu duyabiliyordunuz." Daha sonra bahsettiğine göre Oscar, Orta Amerika'daymış, çünkü Andrew Kasırgası; kendisi, annesi, amcası, kardeşleri ile kuzenleri koltukların ve yastıkların arasında birbirine sokulmuş saklanırlarken Miami, Florida'daki aile evinin çatısını uçurmuş. Bu yüzden Oscar Isaac'in deneyimlerine göre Büyük Amerika Güneş Tutulması çok da önemli bir şey değil. Ancak Isaac'in hayatında önemli bir etkisi olacak gökle ilgili başka bir olay daha var. 15 Aralık'ta 'Star Wars: Son Jedi' sinemalarda gösterime girdi ve daha önce 'Star Wars: Güç Uyanıyor' için bilet aldıysanız (ve dünya çapında iki milyar dolardan daha fazla hasılat yapmasına katkıda bulunduysanız) bunun önemli bir şey olduğunu biliyorsunuz demektir. Ayrıca Isaac'in seksi ve esprili Direniş Xwing savaş pilotu Poe Dameron'u oynadığını da biliyorsunuzdur.
Isaac'in karizmatik performansı sayesinde yazar ve yönetmen JJ Abrams'ın yeniden başlayan serisinde bu karakter en popüler karakterlerden biri haline geldi (Kötü adam Kylo Ren ile olan "Kim önce konuşacak?" diyaloguna bakın; filmin sayılı komik bölümlerinden biri.).
Ayrıca 'Star Wars: Güç Uyanıyor'u izlediyseniz büyük bir baba-oğul çatışması nedeniyle artık sevilebilir, serseri, deri ceket giyen bir kahramana ihtiyaç olduğunu da biliyorsunuzdur… Bunu söylediğimde Isaac, Fonzie tarzıyla "Heeeeeh!" diyor; "Böyle olabilirdi ancak bence ('Son Jedi' yönetmeni) Rian'ın (Johnson) yaptığı bir boşluğu doldurmaktan çok hikâyenin ihtiyacı olan şeyi vermekle ilgiliydi. Artık Direniş'te bir avuç insan kaldığı için hayatlarını kurtarmak için kaçıyorlar ve Leia beni – onu- gösterişli ve serseri bir kahraman yerine Direniş'in lideri olmak için hazırlıyor." Bu filmde 'çok fazla değil, yalnızca biraz daha fazla yapacak şeyi olduğunu' söylese de, en azından filmde kurtulduğundan emin olabilir. Gelecek yılın başlarında 'Episode IX'u çekmeye başlayacak.
Yükselme devri
Poe, John Boyega'nın Finn'i, Daisy Ridley'in Rey'i ve Poe'nun robot yardımcısı BB-8 ile beraber Star Wars'ın yeni yıldızlarından biri gibi gözüküyorsa bu Isaac bunu istediği için. Abrams ilk başta Poe'nun ölmesini planlıyordu ancak rolü almasını konuşmak için Isaac ile görüştüğünde Isaac bazı çekincelerini ifade etti. "Ana karakterler için bir şeyleri ayarlayıp sonrasında göz alıcı bir biçimde öldüğünüz rolü başka filmlerde oynadığım için emin olmadığımı söyledim," diyerek hatırlıyor.
"Komik olan (prodüktör) Kathleen Kennedy'nin de odada olması ve 'Evet, Bourne'da da bunu yaptın,' demesiydi." (2012 yılında çıkan 'Bourne Legacy'de Jeremy Renner'ın karakteri Aaron Cross bir Alaska ahşap kulübesinden çıkarken Isaac'in karakteri içeride kalıyor; birkaç saniye sonra kulübe yukarıdan geçen bir pilotsuz uçak tarafından ateşlenen bir füze nedeniyle yok oluyor.) Sağduyulu bir şekilde ve oldukça fazla karizmayla kendisini destekleyebilmesi şimdiye kadar Isaac'in çok işine yaradı. Joel ve Ethan Coen'in 2014 yılında çıkan 'Inside Llewny Davis' adlı filmindeki çığır açan rolünün rol dağıtımı sürecinde ona yardımcı olan da buydu. Bu film kısmen müzisyen Dave Van Ronk'un biyografisine dayanan, 1960'lı yılların New York'unda hayat mücadelesi içinde olan bir folk şarkıcısıyla ilgili olan bir filmdir.
Kendisi de başarılı bir müzisyen olan Isaac'in kulağına Coen'lerin oyuncu aradığı gelmiş ve temsilcisi ile menajerini kayıt göndermek için sıkıştırmış ve sonunda görüşmeyi kapmış. "Filmin Dave Van Ronk ile ilgili olduğunu ve ona hiç benzemediğimi biliyordum," diyor Isaac. "Dave, 1,95cm boyunda ve 136kg olan bir İsveçliydi ve beni görüyorsunuz…" Ancak sonrasında orada şarkıcı ve söz yazarı Ray LaMontagne'ın resminin olduğunu fark etmiş. "Birdenbire bir güven geldi, çünkü Ray de ufak ve koyu tenli biriydi. Rol dağıtım direktörüne 'Ah süper, bu bir referans mı?' diye sordum.
'Hayır, az önce buradaydı ve harika bir iş çıkardı,' dedi."
Yükselme devri
Sonunda komik, üzücü, geçimsiz ve etkileyici bir performansla 'Inside Llewyn Davis' filminde harika bir iş çıkaran Isaac oldu. Film iki Oscar'a ve üç Altın Küre'ye aday gösterildi. Bunlardan biri Isaac için 'Bir Sinema Filminde Bir Aktör Tarafından En İyi Performans – Komedi veya müzikal' kategorisindeydi. (Ödülü 'The Wolf of Wall Street' ile Leonardo DiCaprio kazandı). Ancak 2016 yılında David Simon'un HBO draması 'Show Me a Hero'daki talihsiz belediye başkanı rolü için Altın Küre kazandı. Bu yıl Vanity Fair Isaac'i 'Neslinin En İyi Aktörü' olarak ilan etti. Yakın bir zamanda Isaac'in Hammerstein'dan sonra ismini taşıyan ödülü alacak ilk Oscar olabileceğini düşünmemiz çok da saçma gelmiyor. Yıldızlar bunun için hizalanmaya kesinlikle hazır görünüyor.
Tabii ki hayat hikâyeleri her zaman bu kadar sorunsuz olmuyor ve Isaac'in yaşamı da farklı olabilirdi. Guatemala City'de, Oscar Isaac Hernández Estrada olarak doğdu. Şu anda göğüs hastalıkları uzmanı olan babası Óscar, tıp fakültesine gitmek için Washington DC'den buraya taşınmış (devrimden hemen önce Küba'dan ABD'ye kaçmış) ve Isaac'in annesi Eugenia ile burada tanışmıştı. Isaac doğduktan beş ay sonra ailesi (ablası Nicole dahil, daha sonra aileye erkek kardeşi Michael da katıldı) baba Óscar'ın ihtisaslarını tamamlayabilmesi için ABD'ye taşındı: Önce Baltimore, ardından New Orleans ve sonunda Isaac altı yaşındayken Miami'ye taşındılar ve buraya yerleştiler.
Yükselme devri
Miami ona çok uymamış. "Latin kültürü çok güçlü ki bu iyi bir şey," diyor; "Ancak her yere otomobille gitmeniz gerekiyordu. Ayrıca, garip bir şekilde muhafazakâr bir yer. Paraya, güzel otomobillere ve kıyafetlere, nasıl göründüğünüze değer veriliyor ve bu can sıkıcı olabiliyor." Yine de ilk kez oradayken 11 yaşında sahneye çıkmış. Gittiği Hristiyan okulunda performanslara katılmış.
Bu performanslarda çocuklar genel hatlarıyla İncil'e ait hikâyeler anlatan şarkılara sessiz tiyatro yapıyormuş ve bu şarkılardan biri İsa ile Şeytan'ın cennette boks maçı yapmasını içeriyormuş ('genel hatlarıyla' kelimesine dikkat edelim.) Bu şarkı için Isaac Şeytan'ı oynamış. Bir başkasında ise mezardan Lazarus'u çağıran İsa'yı oynamış. Gülerek "Evet! Bütün roller bende," diyor. İlgi karışımı ve 'kendisini bir grup insanın karşısına çıkarma' duygusu hoşuna gitmiş. Ayrıca evdeki stresini biraz atmasına yardımcı olmuş. Annesi ve babası ayrılıyormuş ve annesi hastalanmış. Okul yönetimi, aile içindeki bu olumsuz gelişmeleri Isaac'in ters davranışları için yeteri kadar hafifletici sebepler olarak görmemiş ve yangın söndürücüyü içeren bir olayın ardından okuldan atılmış.
"O kadar da kötü değildi. Beni orada istemiyorlardı. Ben de gittiğim için mutluydum." Annesi ve babası boşandıktan sonra annesiyle beraber Palm Beach, Florida'ya taşınmış ve burada devlet okulu olan bir liseye başlamış. "Harikaydı, bayılıyordum," diyor Isaac. "O kadar mutluydum ki. Her gün sahilde vakit geçirebiliyor ve birçok farklı insanla arkadaş olduğum çılgın okuluma gidebiliyordum. Boynton Beach'te treyler parkında yaşayan çocuklarla tanıştım ve bir müzik grubu kurduk.
Annem ve küçük erkek kardeşim uyuşturucu veya başka bir şey kullanıp kullanmadığımı görmek için gelip casus gibi beni izlerdi ama öyle şeylere hiç bulaşmadım." Hiç mi?
Yükselme devri
"Evet, çünkü 24 yaşıma kadar hiç içmedim. Dini bir yaşam sürdürmeyi bıraksam da bu tür şeylere bulaşmayan bir adam olmanın bireyselliği hoşuma gitti. Belki de bu benim gözlemci tarafımdı… Biraz bağımsız olmayı seviyordum ve kontrolü kaybetmeme neden olacak bir şey yapmak ilgimi çekmiyordu." 14 yaşındayken Isaac ve grup arkadaşları, bir yetenek yarışmasına katılmış. Nirvana'nın 'Rape Me' şarkısını seçmişler. "Ebeveynlere 'Bana tecavüz eeeet!' diye şarkı söylediğimizi hatırlıyorum." Isaac kahkahalara boğuluyor.
Tekrar kendini toparladığında "Evet, kazanamadık," diyor. Ancak bir şeyler onu bağlamış olmalı ki Isaac öncelikle Paperface, sonra The Worms ve sonra da The Blinking Underdogs olmak üzere ska-punk gruplarına katılmış. Efsaneye göre The Blinking Underdogs, Green Day'in ön grubu olmuş. "Ön grup mu… Ha! Bir festivaldeydik…" diyor Isaac. "Ama evet, aynı gün, aynı festivalde birbirimizden birkaç saat arayla çaldık." (YouTube'da The Blinking Underdogs'un 2001 yılından Spanky's diye bir yerdeki grup savaşlarında müzik yaptıkları görüntüyü bulabilirsiniz. Isaac bir "New York City" tişörtü giyiyor ve şarap renkli bir Flying V elektrikli gitarı sağdan sola savuruyor.).
Yükselme devri
Yine de Isaac'in gideceği yol kesin değildi. Bir ara deniz piyadelerine katılmayı düşünmüş. "Müzik grubumdaki saksafoncu asker kökenli bir ailede büyümüştü ve bu yüzden hepimiz 'Hey, haydi antrenman yapalım, vücut yapalım ve sert çocuklar olalım' triplerindeydik," diyor. "Ben de 'Evet, ben de savaş fotoğrafçılığı yapacağım,' diyordum. Babam buna tamamen karşıydı. 'Clinton sizin gitmeniz için bir savaş uyduracak,' dedi. Ben de askere alan kişileri babamın yaşadığı Miami'ye getirmek zorunda kaldım ve katılmama izin vermesi için onu ikna ettiler.
Sınava girdim, yemin ettim ancak sonrasında The Worms ile bir albüm yapmak için parayı bir araya getirdik. Bunun yerine Yedek Kuvvetler'e katılmayı tercih ettim. Savaş fotoğrafçılığı yapmak istediğimi söyledim. 'Yedek Kuvvetler'de bunu yapmıyoruz, ancak sana bir tanksavar verebiliriz,' dediler. 'Hmm, benim aklımda olandan birazcık farklı bu…' diye düşündüm." Miami'de birkaç profesyonel tiyatro işi yapmaya başlamış olsa bile aklında hâlâ müzik kariyeri varmış. Ta ki bir gün Rogelio Martinez'in Broadway dışı prodüksiyonu 'When it's Cocktail Time in Cuba'da genç Fidel Castro'yu oynadığı New York'ta ünlü sanat okulu Juilliard'ın önünden geçene kadar. Bir hevesle seçmelere katılmak istemiş. Son tarihin geçtiğini söylemişler, ısrar etmiş. Ona bir form vermişler. Doldurmuş ve sonraki gün geri getirmiş. Üzerine sonraki bir tarihi yazmışlar.
Okulu kazanmış. Ve gerisini anlatmaya gerek yok demek istesek de durum öyle değil.
Yükselme devri
"İkinci sene de okuldan çıkarmalar oluyordu," diyor Isaac; "Daha iyi olmazsanız sizi atıyorlardı. Tüm oyunculuk öğretmenleri benim deneme sürecinde olmamı istiyordu çünkü yeterince çok çaba göstermediğimi düşünüyorlardı." Ne ilk ne de son kez direnmiş. "Sanırım daha iyi olmak için çabalamamı sağlamak istiyorlardı ama ben kesinlikle tartıştım." Juilliard'da eğitimin tamamını almış ancak bu biraz zorlu olmuş. Bunun nedeni yalnızca içmeme kuralını hafifletmesi değil aynı zamanda Florida'daki kız arkadaşıyla uzun mesafeli ilişki yürütmesiymiş. "Bana göre 20'li yaşlar hayatın daha zor olan kısmıydı. Dört sene… Mazoistik bence. Özellikle birbirine yakın bir gruptuk ama yine de zordu." (O zamanki öğrenci arkadaşlarının arasında 2014 mafya draması A Most Violent Year'da beraber rol aldıkları Jessica Chastain ve Hamlet'teki yönetmeni Sam Gold vardı.) Genel olarak iyi dayandığını söylüyor:
"Hiçbir zaman çok kötü bir durumda değildim, sadece kafam çok karışıktı." Mezuniyet karmaşasında kendisine bir temsilci bulmuş ve yakın zamanda işlere başlamış: Law & Order, Shakespeare in the Park; hatta 2006'da bir İncil hikâyesi ile gençliğindeki performanslarla yarışması için The Nativity Story'de Yusuf'u oynamış (bu film prömiyeri Vatikan'da yapılan ilk film olmuş).
Yükselme devri
Juilliard'a katıldığı zamana kadar "Hernández" adını zaten bırakmış ve ilk iki verilmiş adı olan Oscar Isaac'i kullanmaya başlamış. İyi de bir nedeni varmış. "Miami'deyken seçmelerde gördüğüm birkaç tane daha Oscar Hernández vardı. Tüm oyuncu seçme direktörleri beni 'gangster' ya da onun gibi bir şey gibi görüyordu. Ben de 'En azından bunun faydası olacak mı bakalım,' dedim. Barry Sonnenfeld ('Men in Black' yönetmeni) bir film yapacaktı ve oyuncu seçme direktörünü hatırlıyorum; 'Haydi Oscar Isaac ile görüşelim,' dedi ve Barry 'Hayır, hayır! Sadece Kübalıları istiyorum!' dedi. Barry Sonnenfeld'i birkaç sene önce gördüm ve bu hikâyeyi anlattım: 'Bir Yahudi istemiyorum, bir Kübalı istiyorum!'" Belki de Latin bir aktörün kendi adındaki etnik belirleyicileri silmeden adil bir fırsat bekleyememesi eğlence sektörünün üzücü bir yönü ancak en azından kişisel bir düzeyde Isaac'in çeşitli rolleri, verdiği kararın kurnazlığını gösteriyor. Ridley Scott'un 'Robin Hood' (2010) filminde İngiliz bir kralı, Madonna'nın Edward-and-Mrs-Simpson draması 'W.E'de (2011) bir Rus güvenlik görevlisini, Terry George'un 'The Promise' (2017) filminde Ermeni bir tıp öğrencisini ve evet, büyük ve sarışın bir İsveçliyi anlatan ufak, koyu tenli bir Amerikan Yahudi'sini oynadı.
Yükselme devri
Ancak tabii ki etnik kökenin alakasız olduğu ve her şeyin yetenekle ilgili olduğu roller vardı. Nicolas Winding Refn'in 2011 yılında çıkan'Drive' filminde Carey Mulligan'ın sabıkalı kocası Standard ('göz alıcı ölüm' serisi için başka bir rakip); Alex Garland (Kendisiyle aynı zamanda önümüzdeki yıl çıkacak 'Annihilation' filmini de çekti. 'Son Jedi'ı çekerken Pinewood'da farklı ses sahneleri arasında gidip geliyordu.) tarafından yazılan ve yönetilen, harika bir şekilde dengelenmiş bilim kurgu 'Ex Machina'da (2014) gizemli bir teknokrat. Veya geçen ay gösterime giren, George Clooney'nin eski bir Coen Kardeşler senaryosundan yönettiği bir kara mizah olan 'Suburbicon'.
Bu filmde Isaac'in Julianne Moore ve Matt Damon tarafından işlenen şüpheli evrak işlerini inceleyen tazminat talebi araştırıcısı olarak küçük bir rolü var ve kısa sahnelerinin hepsine renk katıyor. Isaac, çok modern türde bir aktör: Sıkıcı olmadan çeşitlilik gösteren; koyu renkli, etkileyici gözleri, kalın kaşları ve kıvırcık saçlarıyla yakışıklı ancak dikkat dağıtacak kadar çılgın bir yakışıklılığı olmayan; ünlü olmaya çok da önem vermeyen ve tekrardan evlenip başka bir oğlu ve kızı olan babası dâhil olmak üzere ailesini yakınında tutan biri. İster İngiliz asili isterse Greenwich Village'dan fakir bir kişi olsun bir karakteri canlandırdığında yerinde başkasının olamayacağını düşünmemiz (Ray LaMontagne istisna olabilir) ne kadar yetenekli olduğunu gösteriyor.
Ancak bugün o danimarka prensi. Isaac'in Hamlet'i oynamasının New York'ta bir çılgınlık yarattığını söylememiz yetersiz kalır. Kapalı gişe olduğu kesin. Bizim buluşmamızdan önceki Pazar günü Al Pacino izlemeye gitmiş. Biletler o kadar zor bulunuyor ki Isaac'in kendi reklamcısı bana bilet bulamayabileceğini söylüyor. Röportajımız biter bitmez o gecenin performansı için iadeler olursa diye bekleme listesine yazılmak için Halk Tiyatrosu'na gidiyorum (Sırada yedinciyim ve arsız çaresizliğimle önümdeki kadına belki öne geçmeme izin verir umuduyla Isaac ile röportaj yapmak için Londra'dan geldiğimi söylüyorum. Kadın bir nanosaniye boyunca bunu düşünürken arkamdaki başka bir kadın gündüz işinin şempanze resmi yapmak olduğu hakkında konuşmaya başlıyor ve dinleyicilerimi kaybediyorum.).
Açık olarak görülüyor ki Hamlet Isaac'in beyninin büyük bir kısmını ele geçiriyor. Yaklaşık 1.500 replik ezberlemek zorunda kalmış olduğu gerçeğini saymıyoruz bile. "Bu akşam bile oyunun benim için ifade ettiği şey farklı," diyor. "Neredeyse dini bir metin gibi. Çünkü bir satırına bakıp bu satırı nasıl yorumladığınıza bağlı olarak çok farklı anlamlara gelebilecek İncil'in belirsizliğine sahip. Duygusal olarak özellikle bağlı hissetmediğim bir gecede bile bana bir şeyler öğretiyor. Bir repliği söylüyorum ve sonrasında 'Ah, bu harika bir tavsiye Shakespeare, teşekkür ederim.' diyorum." Hamlet, Isaac'in önceden göremediği veya hiç istemediği sebeplerden dolayı Isaac'te yankı uyandırıyor. Babasının zamansız ölümünün yasını tutan genç bir adamı oynarken Isaac de Şubat ayında geçirdiği bir hastalıktan sonra ölen annesinin zamansız ölümünün yasın tutan bir genç adamdı. Oyunu oynamak yaşadığı kaybı sindirmek için bir yol gibiydi.
"Sanki bu kadar yoğun duyguları ifade edebileceğiniz tek yer burası. Aksi takdirde bir odada kendi kendinize çığlık atmadığınız takdirde diğer yerlerde bunu yapmak pek uygun değil," diyor. "Bu oyun yas sürecinin nasıl atlatılacağıyla ilgili çok güzel bir ahlaki hikâye; son dört aydır her gece bunu deneyimlemek hem katartik hem de eğitsel oldu; karşı konulamaz hissettiren bir şeye bir yapı verdi." Mart ayında, Eugenia öldükten bir ay sonra Isaac ve Lind evlendi.
Ardından Nisan'da büyük annesinin anısına ismi verilen Eugene doğdu. Isaac'e ebeveyn olduktan sonra gerçekleşen perspektif değişimini, odağının bir oğul olmaktan baba olmaya değişip değişmediğini soruyorum.
Yükselme devri
"Çok dramatik bir şekilde oldu," diyor. "Üç ay içinde annem vefat etti ve oğlum doğdu. Yani geçiş çok canlıydı. Öyle bir noktaya geldi ki anneme 'Sanırım giderken onu göreceksin, mümkün olduğu kadar çok beni dinlemesini söyle…' dedim." Yine gülüyor ancak bu sefer çok içten değil. "Çok zor zamanlardı çünkü benim için koşulsuz sevginin tek gerçek örneği oydu. Artık bunun benim için geçerli olmayacağını bilmek acı verici.
Bu koşulsuz sevgiyi yalnızca ben oğluma verebilirim. Artık bu olmuyor," – kolunu tavana doğru kaldırıyor ve kendisine doğru gelen bir akışı gösteriyor – "ancak şu şekilde ilerliyor" – kolunu aşağı indiriyor, aynı hareketi yapıyor ancak akış bu sefer kendisinden yere doğru. 'Hamlet'i oynamak, teması ne kadar kalıcı olsa da, hiç en ham formunda onları yaşamak yerine tecrübelerini yansıtmak gibi hissettiriyor mu? "Evet, hissettiriyor," diyor. "Bu bittiğinde bunların nasıl yaşayacağını bilmiyorum." Duraklıyor. "Biraz… 'Endişeli' doğru kelime mi bilmiyorum ama bu rolü iki hafta daha oynayacağımı düşünürsek tüm bu duyguları koyacak bir yer olmadığında diğer uçta beni neler beklediğini merak ediyorum." Bu düşünceli ve dürüst bir yanıt. Yaşadığı ve yaşayacağı şeylerin duygusal karmaşıklığından utanmayan ancak sonraki yaşayacaklarından habersiz olduğunu itiraf eden bir cevap. Çünkü Isaac şu anki yazgısına kendisini adamış olsa da hür iradenin de sınırları olduğunu bilecek kadar zorlukla karşılaşmış. 'Hamlet' bittiğinde şunların olacağını biliyor: Ayrıca tatil de olarak bilinen 'bağlantı kesilmesi'. Ayrıca Lind ile Lind'in belgeseli 'Bobbi Jene'in bir film festivalinde görüntüleneceği Maine'e seyahat etmeyi planlıyor. Ardından, birkaç ay boyunca 'Operation Finale' filmini çekmek için Buenos Aires'e uçacak. Bu film, 1960'ta Adolf Eichmann'ın İsrail hükümeti tarafından yakalanmasını konu alıyor ve Isaac hem prodüktörlük yapacak hem de Mossad ajanı Peter Malkin rolünü oynayacak. Eichmann'ı ise Sir Ben Kingsley oynayacak. Bundan sonra bir noktada ise 'Star Wars: Son Jedi' tanıtımının girdabına kapılacak ki bugünkü röportaj bunun erken işaretçilerinden. Ancak tüm bunların öncesinde otelin dışında zincirli duran kusursuz siyah bisikleti alacak ve Brooklyn'de kaybolacak.
Perde açılmadan bir, bir buçuk saat önce metroyla Manhattan'a gidecek. Hazırlanmak için Venezuelalı müzisyen Arca'nın kendi ismini taşıyan albümünü veya Sufjan Stevens'ın Carrie and Lowell'ini dinleyecek, bir mum yakacak ve annesinin soyunma odasında tuttuğu resmine bakacak. Ardından tam saat 19:00'dan önce sahneye gidecek. Burada tam dört saat boyunca dolu olan salonu Hamlet'in düşüncelerini sanki ilk kez düşündüğüne ikna edecek ve deliymiş gibi davranıp iç çamaşırıyla kasılarak yürüyecek ve bir lazanyayı bıçaklayacak (Orada olsaydınız çok daha anlamlı gelebilecek sebeplerden dolayı ki ismini duyamadığım bir kişinin ofisinden son anda gelen bir telefon sayesinde ben oradaydım.).
Ve beşinci perdenin sonunda, Hamlet yerde ölü yatar ve tiyatronun dışında şimşekler duyulup Manhattan siluetine dramayı getirirken izleyiciler tek bir vücut gibi ayağa kalkacak.