Temkinli ve samimi: Ozan Akbaba
04 Temmuz 2017
1 / 8
Temkinli ve samimi: Ozan Akbaba
KİMİ YETENEKLER GİZLİDİR, "BEN BURADAYIM!" DİYE BAĞIRMAZ. ZAMANLA KEŞFETMEK DAHA ZEVKLİDİR BÖYLESİNİ. 'EŞKIYA DÜNYAYA HÜKÜMDAR OLMAZ'IN 'İLYAS'I, OZAN AKBABA DA BÖYLE BİRİ. YÖNETMENLİK KOLTUĞUNA GÖZ KIRPMASI, HERHANGİ BİR EĞİTİM ALMADAN BALTA SAZ VE PERDELİ UD ÇALMASI, KENDİ HALİNDE YAŞAYIP FAZLA İLGİDEN HOŞLANMAMASI… BANA GÖRE, CAMİASINDA FAZLASIYLA 'ORGANİK' KALAN OZAN'A MERAK ETTİKLERİMİ SORDUM, O DA BÜTÜN İÇTENLİĞİYLE 'KENDİNİ' ANLATTI.
Röportaj:Seda Karan
Fotoğraflar: Mehmet Erzincan
Moda Editörü: Duygu Altıparmak
2 / 8
Temkinli ve samimi: Ozan Akbaba
Sektör gereği ekranda gördüğümüz yüzlerin hakkında ya bir iki sözümüz olur ya da en olmadı kulağımıza dolanlarla bir parça fikrimiz. Ama bazen yolumuzun hiç ama hiç kesişmediği isimlerle de denk geliyoruz. Tıpkı bu aralar canlandırdığı 'İlyas' karakteri ile 'Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz'ın en dikkat çeken isimlerinden biri olan Ozan Akbaba gibi… "Ben seni hiç tanımıyorum, heyecanlıyım." ile başlayan cümlemi "Benim de ilk kapak çekimim… Heyecanlıyım." ile tamamlayan birinden söz edeceğim birazdan. Son derece keyifli geçen stüdyodaki kapak çekimimizden üç gün sonra onunla Fenerbahçe'de bir kafede buluştuk. Dediğim gibi; onu hiç tanımadan, soracaklarım karşısında tepkilerini merak ederek, her şeyden önce çocukluğuna gidiyorum…
1982 yılında Kars'ın Benliahmet köyünde dünyaya gelen Ozan Akbaba, tam 13 yaşına kadar iki halası, ablası, dedesi ve babaannesi ile beraber tipik bir köy hayatı yaşamış. "Şimdi hatırlıyorum da; yağdığında karlar içinde kalırdı köy. Her kış dizlerimize kadar kar olurdu, çok soğuktu. Ama köy çocuğu olmak güzel bir şey, toprakla büyümek, insanı sağlık anlamında da ileriki yaşlarında dirençli kılıyor." Babası Kars Köy Hizmetleri'nde şoför olarak çalıştığı için anne ve babası küçük kardeşleriyle birlikte şehir merkezinde yaşamış. Yollar karlarla kapandığı zaman babası o yolları açan işçilerden biri olurmuş, çok zor bir işi varmış. Tam 13 yıl boyunca köy hayatı yaşayan Ozan, ancak bir yıllığına anne ve babasıyla şehirde yaşamış. 13 yaşına geldiğinde ise dedesinin alerjik astımının nüksetmesi sonucu babası İzmir'e tayinini istemiş.
Bunun üzerine ailecek İzmir'e taşındıklarını anlatan Ozan, İzmir'e ilk gittiğinde bu büyük şehrin kendisinde yarattığı hissiyatın tamamen korku olduğunu da itiraf ediyor: "'Köylü gibi konuşuyor.' diye benimle dalga geçeceklerini sanarak bir panik havasına girmiştim. Sonra bir baktım onlar benden daha garip konuşuyor! Mesela bir şeyi 'Kokla.' dersin ya; onlar 'Kok bi kok!' derdi. 'Kokiyym mı? Nasıl kokiym?' Meğer 'Kokla.' demek istiyorlarmış." Uzun yıllar ayrı yaşalar da Ozan anne ve babasına oldukça bağlı bir çocuk olmuş. Hemen hangi yönlerinin anne ve babasından geldiğini merak ediyorum: "Sanatçı tarafım babamdan geliyor galiba; babam çok yetenekli bir adamdır, her şeyi kendi kendine yapardı, yapar da. Kars'ta bir fotoğraf stüdyosu kurmuştu mesela; karanlık odası dahi vardı, o derece! Sanırım bu yeteneği ona da dedemden geçmiş. Dedeme herkes 'İsmail Usta' der. İnşaat ustasıydı, köyde briket yapıp satardı." Briketin ne olduğunu sorduğumda ise Ozan yılların inşaat ustası gibi beni yanıtlıyor: "Briket; küçük ponza taşları olur, onları su ve belli karışımlarla bir kalıp haline getirir ve inşaatta tuğla gibi kullanırsınız. İç mimarlık bölümünde okuduğum için biliyorum!"
Gönlü ise annesine benzermiş… "Sanki çok güleceğini biliyorlarmış gibi annemin adını Güler koymuşlar. Babamın adı da Ömer, bu arada. Annem tıpkı adı gibi sürekli güler. Kahkahasını iki kilometre öteden uyarsınız, hatta abarttığı zaman 'Anneeee, yeter!' dediğimiz bile olur. Üç kardeşiz. Benden beş yaş büyük ablam Bilgehan, etnomüzikolog. Doktorasını yapıyor şu anda; çok yakın bir zamanda, büyük ihtimalle akademisyen olacak. Müziğe karşı çok ilgili ve bilgilidir. Benden beş yaş küçük olan kardeşim İsmail Cem çok iyi blues gitar çalar ama profesyonel çalışma hayatında, bir mimarlık ofi sinde üç boyutlu teknik ressamlık yapıyor. Üçümüzün arasında tam beşer yaş var. Babam, çok sistematik ve âdil bir sistem kurmuş aramızda." diyerek gülüyor.
3 / 8
Temkinli ve samimi: Ozan Akbaba
Üç kardeş arasında en çok kimin dominant karakter olduğunu soruyorum bunun üzerine.
Yeri geldiğinde 'ağabeylik' yaptığını hemen itiraf ediyor, Ozan: "Ağabeylik yapabildiğim kadar yapıyorum. Bu statüyü kullanıyor da olabilirim çaktırmadan, ama ablam da her ikimizin üzerinde dominanttır. Abla gibi abladır, çocukken çok çektirdi bana. Ama ben de çok yaramazdım, kesmediğim, kırmadığım yerim kalmamıştı. Bir gün kendime ahşaptan tabanca yapıyordum ki, parmağımı keserle doğradım. Halam hemen yanıma geldi, 'Ağlayacak bir şey yok bak sardım, geçti gitti.' dedi, ben de hemen sustum gerçekten. Beni şekerle kandırıyorlarmış sürekli. Çok şımarık bir çocukmuşum ama ya, bir çocuk gecenin saat 03.00'ünde kalkıp sütlaç ister mi hiç? Halalarım da kalkıp yaparmış.
Ha, bir de baştan yaptırıyorsun…
"Evet, evet! O zamanlar yaptırım gücüm varmış, şimdi yok!" Üniversite eğitimi iç mimarlık üzerineymiş ama daha çocuk yaşlarından beri oyuncu olmak istediğini anlatıyor, Ozan… "Oyunculuk yapanlara her zaman gıpta ile baktım. Ama buna rağmen meslek lisesinde torna tesviye bölümünde okudum. Biraz garip bir meslek anlayışım var. Lisede Türk Halk Müziği grubundaydım; bağlama çalardım. Aynı zamanda tiyatro ekibindeydim ve yine aynı zamanda badminton oynardım. Torna tesviye bölümünde okuyup elinde badminton raketinin olması biraz garip bir durumdu, evet. Meslek lisesinde okuyanların arkadaşlık anlayışı biraz farklıdır. Hayata bakışları ve ailelerinin sosyal statü seviyesi bellidir."
4 / 8
Temkinli ve samimi: Ozan Akbaba
Neydi bu farklılık, biraz açmasını istiyorum…
"Yani şöyle ki; entelektüel bir yapıya sahip olmanı gerektiren tiyatro ile uğraşıyorsun ama okul çıkışı arkadaşlarını koruyup kollamak için bir kavganın içine de girebiliyorsun. Bir kolejde göremezsiniz böyle şeyler."
Serde biraz delikanlılık olduğunu söylüyorum. Beni hiç bekletmeden yanıtlıyor:
"O asi yanımı törpülemek için çok uğraştım." Oyuncu olmanın hayallerini daha çocuk yaşlarda kuran Ozan, o yıllarda en çok Cüneyt Arkın gibi olmayı hayal edermiş: "Bir kişinin oyunculuğunu beğenmek ayrı bir şey tıpkı onun gibi olmayı hayal etmek ayrı. Daha o yıllarda sinemaya çok düşkündüm. Hatta İzmir'e taşındıktan sonra kendi başımıza kısa fi lmler bile çekiyorduk. Halamların Almanya'dan getirdiği kameralarla çekerdik kısa filmlerimizi."
Daha çocuk yaşlarından bu yana yüreği oyuncu olmak için atan Ozan'ın iç mimarlık seçimini nasıl gerçekleştirdiğini soruyorum. Yanıtı şöyle oluyor: "Artık askerlik çağım gelmiş, babam benden adam olmaz diye tam umudunu kesmişken eniştem Volkan hazır çizimim de iyiyken üniversite sınavında barajı geçmemi ve yetenek sınavıyla bir bölüme girmemi tavsiye etti. Mantıklı gelmişti açıkçası. O yıl Antalya Akdeniz Üniversitesini kazandım. Sanırım biraz da herkesten ve her şeyden uzaklaşmak istemiştim. Seçim yapmadan önce iç mimarlık bölümünü görünce ilgimi çekti. Bunun üzerine iç mimarlık sınavlarına çalışmaya başladım. Beş aşamalı lanet bir sınavdan geçtim. Her sınava girişimde kalbim küt küt atardı. Bütün bu zorluklara rağmen iç mimarlığı severek okudum, çok güzel bir meslek ama maalesef bana göre değil. Bu mesleği profesyonel olarak icra ederken ustalarla ayrı uğraşmak, müşteriyle ayrı uğraşmak gerektiğini gördüm."
Dedim ya, aklı fikri sinemada ve oyunculuktaymış diye; Ozan üniversite öğrencisiyken birkaç tane senaryo bile yazmış. Hatta o dönem benimsinemalarim.com diye bir internet siteleri dahi varmış. Şu anda popüler olan birçok isim bu platformdan çıkmış hatta. Bu konuda kendini çok şanslı hissediyor… "Selçuk Aydemir, Burak Aksak ve Sadi Celil Cengiz gibi daha ismini sayamadığım pek çok önemli ismi bir araya getirmiştir, bu mecra. Her yıl bu sitede buluşurduk. Birimiz 'senaryo yazacağım', birimiz 'çekeceğim', birimiz 'müzikleri yapacağım' derdi. Sürekli birbirimize yardımcı olurduk. Denk geldiğimizde en azından bir 'merhaba'mız var. Aran ne kadar iyi olursa olsun, ne kadar çok görüşülürse görüşülsün bir müddet sonra herkes kendi yolunu çiziyor. Mahallesindeki çocukluk arkadaşlarından, lisede çok samimi olduğu dostlarından bir şekilde uzaklaşmak durumunda kalabiliyor insan. Bu sadece kişisel olarak bizimle ilgili bir durum değil; bir döngü var dünyada. Doğal olarak birimiz gidiyor, birimiz geliyoruz. Bir de hayatımıza giren herkesin bize karşı bir görevi olduğuna inanıyorum."
5 / 8
Temkinli ve samimi: Ozan Akbaba
Bu konuyu biraz açmasını rica ediyorum…
"Mesela seninle ilk kez geçen haftaki çekimlerde tanıştık. Bugün de röportajımızı yapıyoruz. Burada senin görevin; bu röportajla belki de beni bir basamak daha yukarı çıkarmak. Benim görevim de; ne kadar iyi bir insan olduğumu sana söyleyip bunu göstermek. Bu sayede belki sen de iyi insanlara olan inancımızı kaybetmememiz gerektiğini bir kez daha anlayacaksın."
Hayatta herkesin bir görevi olduğuna inananlardanım. Bu savıma katılıyor musun, yanıtın olumlu ise senin görevinin ne olduğunu düşünüyorsun? Hayatta bu tip konuları sorgular mısın?
Tabii. İnsanlar bazen bana çok iyi niyetli olduğum için kızıyor. Ama ben iyi niyetimi kaybettiğim an ruhumu da kaybedeceğime inanıyorum. Ruhumu kaybettiğimde de yanlış yolda ilerlediğine inandığım insanlara benzemekten korkuyorum. Benim görevim sanırım 'iyi' kalabilen insanlardan biri olmak. Bunun için de gerçekten çok çaba sarf ediyorum. Tabii ki hepimizin bazen bencillikleri, hataları olabilir. Ama bunun farkında olmak da iyi insan olabilmektir, diye düşünüyorum.
İyi insan tanımı nedir sana göre?
Genel geçer doğrularla yaşamayı kendine amaç edinmiş ve kötülük geleceğini bilse dahi ruhunu bozmamaya gayret gösteren, herkesi bir şekilde mutlu etmekten çok kendi ruhuna iyi gelecek şeyleri düşünüp ona göre hareket eden bence iyi insan tanımının altını doldurur. Tabii kendi ruhuna iyi gelecek şeyleri düşünüp hareket eden derken; bencil davranan, fesat düşünen ya da cin fikirli davranmaktan bahsetmiyorum. Ruhun her zaman taze ve temiz kalması gerektiğine inananlardanım. Çünkü ruh çok saf bir yerden geliyor, bizim de onu kirletmeye hakkımız yok.
6 / 8
Temkinli ve samimi: Ozan Akbaba
İnsanların sana iyi ya da kötü niyetli yaklaştığını hemen hisseder misin?
Karşımdakinden yansıyan o elektriği hissederim hemen ve bu yüzden insanlarla genellikle iyi geçinmeye çalışırım ama tabii herkes beni sevmek zorunda değil. Bu arada çok kişi tanırım ama az dostum vardır. O yüzden tanıştığım insanların hakkımda sadece 'iyi bir adam' demesi benim için yeterli. Stratejik cinliklerle işim olmaz. Yanımdaysa ne güzel, yanımda değilse de 'Allah yolunu açık etsin.' der geçerim. Çünkü karşımdaki mutluysa ben de mutlu olurum. Etrafımızdakilerin mutsuzluğunun bir şekilde üzerimize sıçradığını da düşünüyorum. O yüzden herkesin mutlu olmasını çok istiyorum. Dünyadaki bütün kaos da bundan ötürü çıkmıyor mu zaten? Mutsuz insanların, özellikle güçlü ve mutsuz olan insanların mutsuzluklarını bastırmak için yaptıkları, karamsarlıkları yüzünden takındıkları tavırlar bir şekilde çevresine de zarar vermeye başlıyor bir süre sonra.
Tıpkı anlattığı gibi mutlu ve sakin kalabilmenin reçetesini soruyorum:
"Ben sırf bu yüzden herkese, hayatlarında gerçekten yapmak istedikleri şeyleri yapmaktan çekinmemelerini tavsiye ediyorum. Kendimde en beğendiğim yanım; bugüne kadar hiç 'Denemedim.' dememem. Keşke deneseydim demek yerine denedim olmadı ya da denedim ama sevmedim demeyi tercih ediyorum. Bugüne kadar hep ama hep denedim." Tıpkı üniversite eğitimini aldığı asıl mesleği iç mimarlığı bir müddet denedikten sonra bırakması gibi. Ne de olsa denemişti! Daha ortaokul sıralarında çektiği kısa filmler ile başlayan oyunculuk ve sinema tutkusu önce lise yıllarındayken tiyatro ile pekişmiş ardından da üniversitedeyken katıldığı benimsinemalarim.com adlı platform ile zirve yapmış. Merakı arttıkça sinemaya olan ilgisi daha da ilerleyen Ozan, kısa filmlerde rol almanın oyuncuyu çok daha fazla geliştirdiğini belirtiyor. İstanbul macerasının ve oyunculuk kariyerinin nasıl başladığını merak ediyorum. Bir dönem neredeyse hepimizi ekranlara kilitleyen 'Kuzey Güney' rüzgârıyla başladı onun oyunculuk hikâyesi… İzmir'de çalıştığı cast ajansının tavsiyesi üzerine dört bölümlük aldığı teklif sonrası, deyim yerindeyse diziye demir attı ve toplam 25 bölümde rol aldı. Bir dönem fenomen olan bir dizide yer almak kendisinde de şok etkisi yaratmış elbette.
Kendini bir anda böylesine güçlü bir kadronun içinde bulmak sana neler hissettirdi?
Diziye yeni ve ani bir şekilde dahil olmuştum. Birkaç bölüm sonrasında yapım şirketinin düzenlediği bir yemek vardı. Beni de davet ettiler, gittim tabii. Sonuçta belki de o güne kadar takip edip ulaşamadığım, üstelik bana şans veren isimlerle de tanışacaktım o gece. Gurur üzerine gurur!
Bu gelişmeler, seni şımarttı mı?
Hiçbir zaman şımarmadım, bu konuda aileme çok şey borçluyum. Çünkü kendimi olduğumdan daha yukarıda gördüğüm an bi-teceğimi düşünüyorum, belki de psikolojik olarak. Uzaktan da olsa bu davranışları ve sonundaki bitişleri gördüm çünkü. O yüzden insan hiçbir zaman 'Ben oldum.' dememeli. Az önceki hikâyeye geri dönersek; o akşam belli bir saat oldu ve eve gitmeye niyetlendim. Bu arada hiçbir zaman sabahın körüne kadar gezeyim, tozayım diyen bir adam olmadım. Mesela bugüne kadar, gittiğiniz bir mekândan başka bir mekâna niye geçilir, hiç anlayamadım. 'Niye mekân değiştiriyoruz, kalkalım evimize gidelim.' derim arkadaşlara, onlar devam eder ben evime dönerim. Neyse… O gece kapıya çıktım, neredeyse bir kamera ordusu bekliyor.
Kapıdan birilerinin çıktığını gördüklerinde kameraları hazırladılar, ben de "Haydi Ozan, başlıyoruz." dedim kendi kendime. Sonra şöyle bir dikkatlice bakıp beni tanımadıklarını anlayınca kameraları yere bırakıp çay içmeye devam ettiler. Çok bozulmuştum (Gülüyor). Bunların hepsi çok güzel anılar. Kıvanç çıksa çekersiniz ama değil mi?
Kıvanç Tatlıtuğ'dan bahsediyoruz ama!
Kıvanç, yakışıklı olduğu kadar kalbi de çok güzel bir adam. İnsan ister istemez ilk kez dahil olduğu bir kadroya girerken bir eziklik hissediyor, acaba bana kötü davranırlar mı, diye. Ama sanırım benim şansım… Hiç denk gelmedim kötü ruhlara. Sırf bu yüzden, Allah'ıma şükrediyorum. Çünkü egosu yüksek insanlar enerjimi çok çabuk düşürür. Enerjim benim her şeyim. Enerjimi koruyabildiğim sürece istediğim oyunculuk performansını sergileyebildiğime inanıyorum.
Yavaş yavaş o da oluşuyor tabii. Tecrübe dedikleri de bu zaten.
'Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz' mesela… Oyunculuğumu gerçek anlamda kanıtlayabileceğim bir proje oldu. Yapım şirketim, bana resmen büyük bir fırsat verdi.
Oyunculuk adına kendini nasıl besliyorsun, çok araştırıp okur musun? İdollerin var mıdır?
İdollerim elbette var ama ben vitrine bakarak bir vitrin oluşturmanın dışında hayal ederek kendi vitrinimi oluşturmayı tercih ediyorum. Çünkü bunu yaparken de örnek gördüğüm vitrin ile kendi vitrinimi kıyaslayabiliyorum. İç mimarlıkta da bu böyle. Denk gelip de beğendiğiniz bir projenin ardından elinize kâğıt kalemi aldığınızda ister istemez etkilenirsiniz. Oyunculukta da böyle... O yüzden sürekli film izlerim, kitap okurum ama hiçbir zaman bir oyuncunun mimiğine, performansına takılı kalmam. Hep içimde ne varsa onu ortaya çıkarırım ve daha sonra da ne yapmışım diye bakarım. Yeterli olmadığımı gördüğüm anda da hata diye gördüğüm şeyi yinelememeye dikkat ederim. Ozan, kendini çok sık ve sert bir şekilde eleştiren bir oyuncu. Tekrara düşmek, en büyük korkusu; hatta kâbusu: "Çünkü oynadığım karakterin (İlyas) her bölümde izleyiciye farklı bir duyguyu hissettirmesi için çok uğraşıyorum. Evde kendi kendime yeni yeni konuşma tarzları ve mimikler deniyorum. Her ne kadar bunlar teknik çalışma olsa da karakterin bir parça içine girip onu analiz ettiğiniz zaman içinizdeki tiyatro hayvanı ile onu dışarı çıkarabilmek bireysel yorumunuz oluyor.
Canlandırdığın karakterlere nasıl hazırlanırsın?
Benim için tamamen bir kostüm. Hayatımda bana en yakın insanlar daha iyi bilir; ben çocuk gibi şakalar yapmaktan hoşlanan muzip bir adamımdır. Saçma sapan şekillere girdiğim çok olur, çünkü onların yanında mutluyumdur. Çok beğendiğim bir söz var; 'Senin yanında kendimi çok yalnız hissediyorum. Ve bu bana çok iyi geliyor. Çünkü yalnız hissettiğimde yaptığım ne varsa senin yanında bu kadar rahat yapabiliyor olmam beni çok mutlu ediyor. Çünkü seninle neredeyse birim.' Sevgilinize, annenize, babanıza ya da kimin yanındayken kendinizi mutlu hissediyorsanız ona söyleyebileceğiniz bir söz bu. Kimin sözü olduğunu sorma, unuttum. Ona haksızlık yapabiliyor olabilirim şu anda. Kısacası roller benim için birer kıyafet. İlyas karakterini iyice oturtana kadar özellikle ilk beş bölümde oldukça zorlandım. Artık İlyas'ı ben de hayranlıkla izliyorum. Bu arada evet, tabii ki canlandırdığım karakteri anlamaya çalışıp ona göre bir yorum getirmeye çalışıyorum. 'Mutlak Adalet' adlı bir film çekmiştik.
7 / 8
Temkinli ve samimi: Ozan Akbaba
"Kendimde en beğendiğim yanım; bugüne kadar hiç 'Denemedim.' dememiş olmam. Keşke deneseydim demek yerine denedim olmadı demeyi tercih ediyorum. Bugüne kadar hep ama hep denedim."
Bir adamın akıl sağlığını kaybetme yolundaki adımlarını konu alan bir filmdi. Çok zor bir karakterdi. Oyunculuk her zaman, canlandırdığın karaktere sahip çıkılması gereken bir iş. Hiçbir karakteri göz ardı edemezsiniz. Oyunculuk hiçbir zaman göz ardı edilerek yapılacak bir meslek değil, bu arada. Bunu unutmamak gerekiyor. Her şeyden önce yaptığınız işe karşı saygı duymak zorundasınız."
Dünya çapında ya da Türkiye'den 'idol' olarak gördüğü oyuncuları saymasını istiyorum… "Haluk Bilginer… Komediyi de dramı da çok iyi yapıyor. Her ne karakter isteniyorsa tam anlamıyla ortaya çıkarabilen bir oyuncu. Birçok farklı karakterle baş edebilmek yetenek ister."
Her ne kadar, bu aralar dram dizisinde izlesek de kendini en çok yakın hissettiği türe değiniyoruz bunun üzerine. Ozan komedilerin de dramların da adamı olduğunu söylüyor hemen. 'Aksiyon dram' dememiz daha doğru olurmuş: "Ben komedinin de adamıyım, dramın da. Dibine kadar komedi olan bir oyunda da oynadım. Ama gel gör ki, sinema ve televizyon çok ciddi bir iş. İçimdeki sert adamı 'Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz' ile iyice ortaya çıkardım, bu da çok hoşuma gidiyor."
Kendini eleştirmen çok güzel, halen eleştirdiğin tarafların var mı?
Aslında bugüne kadar öyle kendimi çok ciddi eleştirdiğim bir yanım olmadı. Bu benim için bir kayıp da olabilir. Olumlu anlamda kendimi eleştirirsem şunu söyleyebilirim; insanları çok gözlemleyen biriyim. Mesela Oktay Ağabey (Kaynarca) sürekli gözlemlediğim biri. Sette nasıl davranıyor, insanlarla ilişkisi nasıl, oyunculuğunu nasıl düzenliyor, neler yapıyor, neler ediyor… O farkında değil belki ama bana kattığı çok şey var. Sette onu gözlemlediğim gibi birçok ismi yakından takip ediyorum. Eşleriyle konuşurken, rollerine çalışırken…
Onlardan bir kopya almak değil de olumlu ya da olumsuz da olsa benim yaptıklarıma ne kadar yakınlar, diye bir kıyaslama yapıyorum. Analiz ettiğim kişiye ne kadar yakın ve ne kadar uzağım, bunu ölçüyorum. İşlerini iyi yaptığına inandığım insanların, işlerini nasıl yaptıklarını gözlemliyorum özetle. Hayatta sadece kendinle ilgilenirsen, sadece kendi derdinin peşine düşersen bir gün yapayalnız kalırsın. Çok fazla insana ihtiyacım yok evet ama insana ihtiyacım var. Çünkü ben de insanım, dolayısıyla ağabeylerim, ablalarım, kardeşlerim, etrafımda kim varsa onlardan bir şeyler kapmaya çalışırım.
Her türlü eleştiriye açıksın o zaman; yanılıyor muyum?
Bugüne kadar fikrimi söylerken de, fi kir dinlerken de hiçbir zaman karşımdakini suçlamadım. Muhakkak benim de bir kabahatim olmuştur ama sadece nedenini öğrenmek isterim. Ya da ben bir şeyleri unuttuğumda "Lütfen bana hatırlat." derim. Sorun yaşamayı seven biri değilim. Eskiden çok çabuk sinirlenirdim, artık bunu minimum seviyeye indirdim. Çünkü saygı yoksa sevgi de olmaz. Sevginin olmadığı yerde de bu kez farklı duygular başlar.
En çok neye sinirlenirsin?
Üslupsuzluk, ahlak yoksunluğu, ukalalık, laubalilik ve insanlara tepeden bakmak en sinirlendiğim şeyler arasındadır. Bunlar elbette beni bir kavgaya sürüklemez ama bazen karşımdakine de şöyle bir durup 'Çok ukalasın!' demek istiyorum. Ama maalesef bu tip durumlarla karşılaştığımda hemen ortamdan uzaklaşmayı tercih ediyorum.
İlyas hayranlarının farkındayım, hayran kitlenle baş etme konusunda ne kadar beceriklisin?
Açıkçası yanıma gelip önce bir 'Merhaba.' denmesini çok isterim. 'Ozan Ağabey' hadi en olmadı 'İlyas, merhaba.' dese bile kabulüm. Yanıma yaklaşıp çekiştirerek şimdi kameraya bakıyoruz diyerek fotoğraf çektirmeleri garibime gidiyor. Bu tip durumlarda karşımdakinden öncelikle sakinleşmesini ve benim bir eşya olmadığımı hatırlatıyorum kibarca.
Ünlü olmakla aran nasıl?
Halen alışmış değilim, gayem farklı. Bu, sadece yaptığım mesleğin bana bir getirisi. Tabii ki, buna da ihtiyacım var çünkü tanınır olmak bir süre sonra insanların işlerini sana emanet edebilmek için ihtiyaç duydukları nedenlerden biri haline dönüşüyor. İyi oyunculuk yapan da var yapmayan da. Hayran kitlesi çok fazla olan, iyi oyunculuk sergilemese de iş yapan insanlar var. Ben işin o tarafında değilim, her zaman iyi oynamak zorundayım. Sadece oyunculuğumun peşinde olduğum için bu tip durumları garipsiyorum. Halen alışamaman da bana garip geldi. Ben çok alttan, köyden gelen bir adamım. Anam babam bürokrat değildi ya da entelektüel seviyelere ulaşmalarını sağlayacak bir meslekleri yoktu. Kimse olmasa hayvan arkadaşlarım vardı benim. Dolayısıyla popülarite gibi şeylere tamah da etmek istemiyorum çok fazla. Söylemek istediğim şu aslında; yetiştirilme tarzım beni şımartacak şeylerden uzak durmamı gerektirdiği için 'ünlü' olmak gibi duyguları çok hissedemiyorum.
En büyük korkun ne?
O kadar fazla korkum var ki!
8 / 8
Temkinli ve samimi: Ozan Akbaba
Panikleyen bir adam mısındır?
Panik değilim ama bezen paniklemek mi yoksa sakinlik mi insana iyi geliyor, bunu bilmiyorum. Soğukkanlı olmakta fayda var; mesela bunu biliyorum. Acil durumlarda lider ruhlu olduğumu düşünmüyorum. O çok büyük bir sorumluluk. Çünkü panik gerektirecek anlar genellikle kriz anlarıdır.
34 yaşında kendini çözmüş genç bir adam var karşımda. Her sorumu da büyük bir içtenlikle yanıtlıyor. Kendisinde en sevmediği huyu ne acaba?
Çok iyi niyetliyim galiba. Bir de hem İstanbul'da yaşamak hem bu sektörde olmak, üstüne bir de iyi niyetli davranmak çok zorluyor insanı. Yani, insanların ikiyüzlü oluşları, sürekli çarpma toplama işlemi yapmaları, yapacaklarının 10 adım sonrasını görmeye niyetli olmaları… Bunlar canımı sıkıyor. Çünkü bu tip hesaplarla yaşayan insanlar zamanla dünyalarını bu şekilde örüyor. Bu şekilde ördükleri için de çevrelerindeki insanlar da onlara benzemeye başlıyor. Çevremde bu enerjiye sahip insanlara denk geldiğimde hızla uzaklaşıyorum. Allahtan evren denen bir şey var. O enerji var, inanıyorum. "Ettiğini bulursun." lafına çok inanırım.
İnsanlar arasındaki iletişimde de âdilsin; yanılıyor muyum?
Hiçbir zaman iki kişi arasındaki bir iletişimsizliğin tek taraflı bir kaynağı olmaz. Ben sana ne verdim ki, sen bunu yapmak zorunda kaldın? Önce, bunun cevabının bulalım. Özür dilerken de niye dilediğimizi bilelim bu arada. Yalandan özür dilenmesin.
Kredileri bol bol, baştan dağıtıyorsun.
Baştan 'full kredi' veririm, borcumu ödemesini istemeden de geri çekilirim. Çünkü sana borçlu olan insanların senin gibi olması gerekir ki, gerçek anlamda adı 'borç' olsun. O yüzden sonsuz krediyi veririm. Çünkü dediğim gibi, kaybedersem herkesi ayırt etmeye başlayacağım bu sefer. Bu da bende büyük bir zihin karmaşasına yol açacak. Ben zihinden kurtulmamız gerektiğine inananlardanım. Asla zihnine yenik düşmemen gerekiyor çünkü bana göre zihin, sürekli birbirini tekrar eden olumsuz düşüncelerden oluşuyor. O düşünceler de insanın gerçekten anı yaşamasına engel oluyor. Karamsarlığa yol açıyor. Önüme sağlıkla bakmak istiyorum. Bu tip durumlarda da ya kendimi bir oyuna kaptırırım ya da oturup çalışırım, bir şeyler yazar karalarım.
Yazar, karalarım dediğinde bir gün kendisini yönetmenlik koltuğunda görüp göremeyeceğimizi merak ediyorum.
Bence görürüz. Çünkü çok hevesliyim. Instagram'da sürekli paylaştığım kısa kısa videolarım var. Bugüne kadar kısa fi lmler de çektim, bir senaryonun işleyişini de biliyorum, bir yapımdan ne beklenmeli, hangi amaca hizmet etmeli gibi soruların yanıtlarını da bildiğim için ileride beni yönetmen koltuğunda görebilirsiniz. Ama önce oyuncu olarak 'olmam' lazım.
Takriben ne zaman olursun?
Galiba herkesin olmaları şöyle başlıyor; yeterince teknik bilgiye ve estetik kaygıya sahip olduğunuz an ihtiyacınız olan tek şey; 'deli cesareti' oluyor. 'Hadi ne kaybedersin…' dediğin an geldiğinde insan kendini olmuş hissediyor bence. Bu yüzden çok genç yaşta başarıyı yakalayan da var, geç yaşında henüz cesaret edemeyen de. Buna en iyi örneklerden biri olarak 'Abluka' aldı filminde de rol aldığım Emin Alper'i gösterebilirim. Nuri Bilge Ceylan, kendini saklayıp saklayıp bir anda bombayı patlatmış biri mesela. Her işini istisnasız seviyorum.
Kaderci misin?
Bugün varız, yarın yokuz. Kaderimizde ne yazılıysa onu yaşayacağız. Ruh ne kadar maneviyattan gelirse gelsin kılıfı maddiyat olan bir dünyada olduğu için Allah'tan çok korkmamak lazım. Çok fazla 'inşallah' diyen bir adam değilim. Allah bize yeterli beyni de verdi uzuvları da. Ayrıca düşünme ve düşündüklerini yerine getirme yeteneğini de vermiş. Tek yapmamız gereken elimizdekileri doğru bir şekilde kullanmak. Açıkçası Allah'tan her şeyi beklemek ağrıma gidiyor. Her şey için dua edilmez. Akli meleke derler ya, aslında bu. Allah sana aklını kullanacaksın diye yardımcı da oluyor.
Ozan Akbaba, bu ay 34 yaşına veda edip Temmuz ayında da nikâh masasına oturmaya hazırlanıyor. Hazır gündemde evlilik olduğu için evde nasıl bir adam olduğunu merak ediyorum. Hiç titiz değilmiş, aksine dağınık olduğunu da itiraf ediyor hemen. Ama bir yandan nişanlısı Buket'i yorduğu konusunda da vicdan yapıyor. Buket'in hayatına girmesiyle birlikte daha düzenli bir adam olmaya başladığını da hemen belirtiyor. Evlilik konusunda stres ve korku içeren tatlı duygular yaşıyor bu aralar: "Erkek gücün korkusu bu… Kadın- erkek, kavga-gürültü yaşanacak korkusu değil bu; başarabilecek miyim korkusu da değil. Birleştirdiğin hayata ne kadar yeterli olabileceğim endişesi…" Kıskançlıkla da arası iyi: "Haddini aşmadığın sürece kıskançlık iyidir. Ben de yerine göre kıskancım."
Dünyevi stresini, en çok atış poligonuna giderek üzerinden atıyor: "Deşarj oluyorum, hoşuma gidiyor. Silahları tabii ki övmüyorum ama bir spor olarak baktığında tabanca mekanizmasının fiziksel tepkimesinin verdiği iç titretmesi çok hoşuma gidiyor. Vakit buldukça at da biniyorum. Aman yanlış olmasın ben köy ortamının atlarından bahsediyorum. Müzik yapıyorum, bu arada. İnşallah çok yakında bir sürprizle geliyoruz. Balta saz, akordeon, perdeli ud ve piyano gibi müzik aletlerini çalıyorum."
Bu arada yanlış anlaşılmasın, müzik konusunda herhangi bir eğitimi yok. Tüm bu aletleri çalmayı, üniversite yıllarında bilgisayarına yüklediği programlar sayesinde kendi kendine öğrenmiş. Seyahat etmeyi çok sevdiğine değiniyoruz sohbetin sonlarına doğru… Kuzey Avrupa'yı görmeyi çok istiyor, Japonya'yı da. Yurt dışında da yaşamayı çok istiyor ama bir an önce İngilizcesini geliştirmesi gerektiğine inanıyor. Laf niyeyse yemek yapmayı sevip sevmediğine geliyor; çok seviyor. Hatta lise yıllarında bir oto sanayinin içindeki esnaf lokantasında aşçı yamağı olarak çalışmış. Marangozhanede çalışmış, pazarlamacılık da yapmış, müzikten de para kazanmış, matbaada da deneyimi olmuş. Olmuş da olmuş… Bu çocuk çok çalışmış, çalışıyor halen ve yorulmuyor. Tıpkı futbolda sağ açıkta oynadığı gibi hayatta da iyi koşuyor bence. Son olarak mı; oturduğumuz kafenin etrafında şöyle bir heyecanla göz gezdirdikten sonra, son sorumun yanıtını alıyorum: "Fenerbahçeliyim!"