Geçmişi ve geleceği ile bir ceketin mirası

Bir ayağını geçmişte tutan Barbour 125. yılında geleceğini de kararlı bir şekilde planlıyor.

Giriş Tarihi: 01.02.2020 15:07

Serin bir yaz sabahı yaşanırken, İngiltere, South Shields'de Barbour fabrikası çalışanları bir günde bitirecekleri yaklaşık 650 ceketin yapımına başlıyor. Üretim hattının başında iki kişi var; ilki Gary adında bir adam. O yağlı kumaşı keserken, Mary isimli bir kadın da desenli astarları kesmeye başlıyor. Her işçinin yaptığı işe göre farklılaşan bir üniforma rengi var; makineciler yeşil, ustabaşılar mavi, kalite kontrolcüler ise mor giyiyor. Hepsi sıralarında sakince çalışıyor, bazı dikiş makinelerinde çocuklarının okul fotoğrafları görülüyor ve bu mütevazı montaj hattında bir Barbour ceketin tanınabilir parçaları ilerliyor.

Her ceket beş insanı temsil ediyor: Balıkçılar, avcılar, motosikletliler, askerler ve onlar gibi görünmek isteyen insanlar. Düzinelerce elin dokunduğu
bir ceket bittiği zaman 125 yıllık bir tarihe de sahip oluyor. 1894 doğumlu Barbour, beşinci çeyrek yüzyılını kutlarken; markayı temsil edenler ve müşterileri hep birlikte bunca yıl sonra dahi tüm dünyada aile işletmesinin ruhunu yansıtıyor.

Şirket son 50 yıldır (eşi John'u 1968'de, 29 yaşında beyin kanaması sonucu kaybeden) Dame Margaret Barbour tarafından yönetiliyor. Barbour çizgisinin evriminde imzası olan Dame Margaret, üretilen kıyafetlerin detaylarını dahi -örneğin zımbaları- stil sembollerine dönüştürmesiyle ünlü. 1980'lerde klasik Bedale ve Beaufort ceketleri o tasarladı. Ardından, aynı yıllarda soylular ve üst sınıfın öncülük ettiği "sessiz zenginlik modası" olarak bilinen Sloane Ranger döneminin trend belirleyicilerinden biri oldu. O dönemi anımsamak için Prenses Diana'nın İngiliz kırlarında gezindiği halini aklınıza getirin.

Steve McQueen, James Bond ve Kate Moss gibi ikonların Barbour ceketleri ile yakın bağları vardır. Tüm bu isimler ve fazlası, klasik Batı zarafeti ile çelişen bir giyim tarzının temellerini oluşturdular: Görünüşte kraliyet mensuplarına uygun düşen ama hem sıradan görünen hem de üst düzey olmayı başaran bir şıklık.

Şimdi Dame Margaret, ileride kendi rolünü üstlenmesi için yetiştirdiği başkan yardımcısı kızı Helen Barbour ile geleceğe bakıyor. Barbour ailesinin beşinci neslinin bir üyesi olarak Helen, yaptığı işi hem kalıtsal hem de sezgisel olarak tanımlıyor. Hayatı boyunca annesini izledikten sonra, neyin Barbour olup neyin olmadığı konusunda altıncı hisse sahip olmuş.

Barbour ruhunun ve ticari dehasının karmaşık yapısını kelimelerle ifade etmek zor olsa da anlatmaya devam ediyor. Fabrikanın üst katındaki yönetim kurulu odasında, "İşletmenin tüm gelişimi organikti" diyor. "Elbette trendlere bakıyoruz ancak yine de özgün Barbour tarzının bir ayağı her işimizde bulunuyor. Zaten bu işte sadık müşteriler gibi sizi ve duruşunuzu ifade eden değerlere bağlı kalmak zorundasınız."

Asla durmayan bir moda döngüsü içinde markaya dair tüm beklentileri karşılamaktan ve dengelemekten sorumlu kişi ise erkek giyim direktörü Ian Bergin. Kendisi siyaset bilimi eğitimi görmüş ve moda dünyasına girmeden önce kısa bir süre elektrikçi olarak çalışmış. Görevi Barbour arşivini incelemek ve şirketin köklü geçmişini referans alarak günümüz müşterilerinin çağdaş ihtiyaçlarına cevap vermek gibi bir dizi önemli sorumluluğu içeriyor.

Bergin, çalışma ofisinde İkinci Dünya Savaşı sırasında subaylar tarafından giyilen üniformaları da bulunduruyor. Bu üniformalar kişisel tercihlere göre özelleştirilmiş. Hepsi, düşman uçaklarının keskin bakışlı pilotlarından gizlenmek gerektiği için ancak bilgi sahibi olanların anlayabileceği, rütbe belirten çeşitli işaretler barındırıyor. Tüm bu parçalara dokunmak ise askeri tasarımların makineler için değil, insanlar için hazırlandığı bir zamanı hatırlamak anlamına geliyor.

Şurası çok açık, Barbour imzasını attığı her parçayı "kaliteli insanlar için kaliteli ürünler" olarak görüyor ve bahsi geçen kaliteli insan kategorisine kendi mensupları da giriyor. Örneğin lobide bulunan bir şirket bülteni, istatistiklere göre Barbour sahiplerinin yüzde 50'sinin köpek sahibi olduğunu gururla yazıyor. Markanın sahip olduğu saygınlık sembolleri arasında üç adet kraliyet garanti belgesi de var; bu belgelerin çoğu Prens Charles tarafından, Barbour'ın sürdürülebilirliğe olan bağlılığı nedeniyle verilmiş.

Barbour Vakfı da Dame Margaret tarafından 1988'de kuruldu ve şirket o zamandan beri çoğunlukla yerel vakıflara, kültür ve toplum organizasyonlarına toplamda 25 milyon dolar bağışladı... Fabrikanın arka tarafına gelindiğinde, üretim hattı tadilat bölümüne dönüşüyor. Zira her yıl yaklaşık 14.000 ceket bakıma gönderiliyor. Bu ceketlerin 11.000 adedi Kuzey Amerika ve Asya'daki müşteri hizmetleri tarafından onarılmak üzere teslim alınıyor. Barbour müşterileri ceketlerini ömür boyu kullanmak istiyor, bunu yapmak için de hiçbir masraftan kaçınmıyorlar.

Şirketin prensiplerinden biri de onarım için en fazla iki saat harcanması. Tamir iki saatten uzun sürecekse yeni bir ceket alınması tavsiye ediliyor ancak duygusal nedenlerden dolayı bazı istisnalar da yapılıyor. Onarım bölümü yöneticisi Donna adında bir usta. Kendisi bazı taleplerin saçmalığından dahi hoşlandığını söylüyor. Fabrikayı gezdiğim gün küçük bir hayvan tarafından parçalanmış bir ceket ve onunla birlikte gönderilen bir fotoğrafı gösteriyor. El yazısıyla, "Özür dilerim ama yağlı ceket çok güzeldi" yazılı notun yanında duran üzgün bir köpek yavrusu görülüyor. Bir başka Barbour müşterisi de şirketten ceketinin yeni nesiller için korunmasını istemiş; bir zamanlar yeni doğan bebeğini ceketin yan cebinde taşıdığını ve şimdi de torunuyla aynı şeyi yaptığını yazmış. Beaufort modelinin arkasında yandan açılan büyük bir cep bulunuyor, Bedale modelinde ise yan cep bir şişeyi dahi rahatça taşıyabiliyor. Ayrıca "kullanıcılara ilham veren" farklı cepleri de mevcut.

Bazı müşteriler eski ceketlerini ellerinden geldiğince uzun süre saklamak arzusuyla alırken, bazıları da markayla popüler kültür aracılığıyla tanışıyor.

2007 Glastonbury Festivali'ne katılan Lily Allen, Arctic Monkeys ve Alexa Chung gibi ünlü isimlerin yağmur ve çamura karşı bir kalkan olarak kullandıkları yağlı ceketler, gişe rekorları kıran filmlerden daha fazla tanıtım sağladı.

Helen Mirren 2006 yapımı The Queen filmindeki II. Elizabeth rolünde bir Beaufort modeli ceket giydiğinde ise satışlar iki katına çıktı.

Daniel Craig, 2012'deki Skyfall filminde James Bond'u canlandırdığında Japon tasarımcı Tokihito Yoshida işbirliğiyle yapılmış spor bir ceket giydi. Akabinde internette örgütlenen moda fanatikleri bu ceketin peşine düştüler. Öyle ki, filmden yedi yıl sonra bile tasarımın ikinci elleri yüzlerce dolara alıcı buluyor.

Gerçekten de Barbour kullanıcısı olmanın büyülü bir yanı var. Ian Bergin markanın çok sevildiğini çünkü "sınıfsız" bir kıyafet ürettiklerini söylüyor. Evet, herkesin bir Barbour ceket alabileceği doğru ama nihayetinde Barbour giymiş bir kral hâlâ bir kraldır.

"İnsanların Barbour tasarımı alma sebebi, her şeyin daha iyi olduğu ideal, ütopik bir dünyayı temsil etmesi." Bu bakış açısı, mevcut Barbour sahiplerinin de ufkunu genişletiyor.

Helen ve Bergin'e hiç Barbour ceket giymemiş birine ne diyeceklerini soruyorum. "Öyle biri mi var?" diye soruyor Helen ve hiç de dalga geçmiyor. "Böyle bir cekete ihtiyacın yoksa hiç yağmur yağmayan bir yerde yaşıyor olmalısın" diye yanıt veriyor. Bergin ise konuya daha felsefi bakıyor: "Bu ceket, çığrından çıkmış bir dünyada tutarlılığın sembolü gibi, özellikle de böyle bir çağda. Eski ve güvenilir bir dost gibi." Bir an duraksadıktan sonra soruyor; "Helen da benzer bir şey mi söyledi?"

BİZE ULAŞIN