Sanatın Düşmanı Teknoloji Değildir, Konfordur
Son günlerde çok tartışılan Tesseract’ın yaratıcısı Erim Şişman’la zaman, beden ve temsil üzerine
Tesseract’tın çok tartışılmasının bir nedeni var. Tanıdık yüzler var ama bildiğimiz anlamda “orada” değiller. Özcan Deniz ve Akın Akınözü’nün dijital ikizlerini izliyoruz. Bu bir tercih mi, yoksa zorunluluk mu?
Yarattığım dünyanın estetiği düşünüldüğünde bu bir zorunluluktu. Protest bir hacker’ı canlandıran Akın ve işgal altındaki bir ülkenin devlet başkanını canlandıran Özcan’a dijital bir makyaj uyguladığımı düşünebiliriz. Hikayede bu karakterler, yıllar süren bir savaşta mücadele vermenin neticesinde güçlü kaslara, yaralara, protezlere sahip olmuşlardı. Bedenlerini makyajla yeniden biçimlendirmek yerine dijital ikizlerini yeniden tasarladık. Fark ettiyseniz oyunculuktan bahsettiğimizde dilimize yerleşmiş bir kalıp vardır; “canlandırmak”. Oyuncular; kurgusal bir evrende var olan kurgusal karakterleri canlandıran sanatçılardır değil mi? Özcan ve Akın’ı hikayedeki karakterlere dönüştürdüm. Oyunculuk becerilerinden yararlanarak bu kurgusal
karakterleri ekranda yaşayan varlıklara dönüştürdüm.
Oyuncuların stüdyoda performanslarını kaydettik. Yapay zekâ burada oyuncunun yerine geçmedi; oyuncu ve karakteri iç içe geçiren bir aygıt olarak yer aldı. Bir yönetmen değil de, izleyici perspektifinden baktığımda, örneğin Dark Knight filminde ben Heath Ledger’ı değil, Joker’i izliyorum. Heath Ledger’ın buradaki mahareti bu kurgusal karakteri muazzam biçimde yaşatmış olmasıydı.
Yapay zeka araçlarının üretimdeki katkılarını reddetmek mümkün değil. Peki neden bu kadar tepki var sizce?
Ben bu tartışmada iki taraf görüyorum. Bir taraf içeriğe, bir tarafsa sürece odaklanmış durumda. Süreçte bazı kalemlerin silineceği aşikar. Mesela 80’li yıllara kadar matte painter’lar vardı. Özellikle en başarılı örneklerini Star Wars’un ilk filmlerinde görebiliriz. Bu ressamlar gerçek setlerle birleşecek arka planları cam, pleksi ya da panel üzerine boyarlardı. Cgi teknolojisiyle birlikte bunlar yok oldu. Ya da maket ustaları mesela yeteneğine az rastlanır sanatçılardı. Bugün artık setlerde bu insanları göremiyoruz. Üretim sürecini hızlandıran teknolojik yenilikler, beraberinde bazı mesleklerin dönüşümüne neden olur. Ben mesela yıllarımı verip, ciddi emeklerle cgi programları öğrendim. Eğer yapay zekaya direnmiş olsaydım, bugün Tesseract’ı yapabilmem mümkün değildi. Buna ne zaman, ne da bütçe yeterdi. Konfora yenik düşüp, yapay zeka araçlarına direnmiş olsaydım bugün hala zaman ve bütçe kaygısıyla senaryolarımda revizeler yapıyor olurdum. Bana göre yapay zekâ bir güç değil; bir hızlandırıcı. Bence asıl korkulan şey, bu hızın eski hiyerarşileri anlamsızlaştırması. Bu çok insani bir refleks. Artık yalnızca sağlam networklere ya da popülariteye sahip olan insanların filmlerini izlemeyeceğiz. Sanatın demokratikleştiği bir çağa giriyoruz. Artık yaratıcı zihinlerin ürünlerini göreceğiz. Vasat hikayelerin ve dünyaların kendine izleyici bulması daha da zorlaşacak. Gücün değil, yeteneğin iktidar olacağı bir sürece gireceğimize inanıyorum.
Ve bir de İz karakterimiz var… Türkiye’nin yapay zeka ile üretilmiş ilk sanal oyuncusu. Bu karakter filmin merkezinde. Neden gerçek bir oyuncu değil de, sentetik bir oyuncuyu başrol yapmayı tercih ettiniz?
Senaryoyu yazarken hayal ettiğim kadını yarattım. Projeyle ilgili spoiler vermek istemediğim için çok detaya girmek istemiyorum fakat hikayede insan olmayı başarmış karakterleri yalnızca gerçek insanlar tarafından canlandırdım. Hikayenin konseptine ve felsefesine uygun olarak ortaya koyduğum bir tercihti bu. Bir diğer nedeni de tüm dünyanın odaklandığı bir teknolojide ilklerin Türkiye’den çıkmasını istememdi. Yurt dışındaki tanıtımlarımızda bizim de bu yarışta iddialı bir şekilde yer aldığımızı göstermek bana gurur veriyor. Ayrıca tarihe Türkiye’nin ilk yapay zeka oyuncusunun kadın olduğunun yazılmasını istedim.
Eleştirilerden biri de şu: “Bu yöntemle sanatçılar işsiz kalacak.” Buna ne diyorsunuz?
Bu cümle bana hep şunu düşündürüyor:
Sanatı bir meslek olarak mı, yoksa bir varoluş biçimi olarak mı görüyoruz?
Eğer sanat yalnızca bir pozisyon, bir kadro meselesiyse, evet; her teknolojik değişim tehdit oluşturur. Ama sanat tarihine baktığınızda, hiçbir büyük kırılma “herkes yerini korusun” diye yaşanmadı. Fotoğraf icat edildiğinde tepki gösteren ressamlar oldu. Ama resim ölmedi değil mi? Artık gerçeği taklit etmek yerine resim sanatında ekspresyonizm, sürrealizm gibi yepyeni akımlar çıktı, resim sanatını ve tekniğini geliştirdi. Bugün sinema emekçileri de benzer bir eşiğe geldi. Oyunculuğun bitmesi gibi bir şey söz konusu değil. Sinema geldiğinde nasıl tiyatro ölmediyse, yalnızca sahne ve teknik değiştiyse bugün de aynısı oluyor. Ayrıca sinema üzerinden konuşacak olursak bütçelerin çok büyük kısmı insana değil, materyallere ve makinelere gidiyor. Mesela Tesseract’da mekan kirasına ayıracağım bütçeyi mimarlardan danışmanlık almak için kullandım. Mekanları ve yapıları birlikte inşa ettik. Bir de geçmişe baktığımızda bugün adını andığımız büyük sanatçıların ve yazarların çok büyük bir kısmının işsizlikle, yoksullukla ömürlerinin geçtiğini görüyoruz. Bugüne kadar sanatçıların büyük
kısmı hak ettiği değeri görmüş de, bundan sonra bu durum risk altındaymış gibi konuşmak bana gerçekçi gelmiyor. Tamam tersi, daha önce de dediğim gibi imkansızlıklar nedeniyle sanatını ortaya koyamamış insanlar için büyük bir fırsat olacak bu yeni teknoloji.
Fragmanlardan gördüğümüz kadarıyla görsel anlamda güçlü bir estetik sunuyor Tesseract. Yapay zeka araçlarıyla yapılmış olması, projenin konusuna gölge düşürdü sanki. Tesseract’da biz ne izleyeceğiz?
Savaş ve ıstırabın totaliter rejim çatısı altında yaşayan toplumlar tarafından görmezden gelinmesini anlatıyorum. Ben seyircinin kendini güvende hissetmesini istemedim. Tanıdık yüzler var ama bir şey yanlış. Sesler tanıdık ama bir boşluk var. Tıpkı haberleri izlerken hissettiğimiz gibi. Bana göre bu çağın trajedisi şu: Felaketler yaşanıyor ama estetik olarak sterilize ediliyor. Tesseract, bu konforlu sterilizasyonu bozmak için var. Kendime tuttuğum aynayı, şimdi izleyiciye çeviriyorum.
Bir cevap vermeye çalışmadım. Sorular sordum. Bu sorulara bir yanıt da aramıyorum. Bu soruların bana verdiği rahatsızlığı izleyicide yaratmak istiyorum.
İzleyiciyi rahatsız etmek için bir dizi yapmak ilginç bir fikir. Bu diziniz için doğru bir strateji mi?
Amacım tabii ki rahatsız etmek değil. Fakat stratejik bir proje değil Tesseract. Tamamen duygularımın yönlendirmesiyle ortaya koyduğum bir proje. Görmezden gelineni göstermek, duymazdan gelineni söylemek benim sanat anlayışımla daha çok örtüşüyor.