Bazen ceketi alıp gitmek gerekir
04 Ekim 2012
Röportaj Zeynep Şeker
> Bazı büyük kaldırım taşlarının altına kum koyarlar. O taşlar düzgün durmaz, sallanır. Ve yağmur yağdığı zaman, o taşlara bastığınızda; taşın bir kısmı, tahterevalli misali havaya kalkar, paçanızı ıslatır. İşte, hayat tam da böyle bir şeydir; hiç ummadığınız anda attığınız bir adım, canınıza okur. Zamanında, ben de bunun örneklerini yaşadım.
> İnsanın bazen ceketini alıp gitmesi gerekebilir. Formatı bana ait olan "Gecekondu" adlı program, 2010 yılında, Radyo Televizyon Gazetecileri Derneği Ödülleri'nde, "En İyi Talk Show" ödülüne layık görülmüştü. Fakat program, ödül aldığı gece, kendi kanalında haber olmadı. Bunun üzerine, ertesi gün, programın yayımdan kaldırılmasını istedim. Üstelik programın aldığı ödülün neden haber yapılmadığını dahi sormadım. Demek ki birileri böyle olmasını istemiş; neden zorlayayım ki?
> Hiçbir zaman, her hangi bir noktada olmayı hayal etmedim. Ben daha çok, içinde bulunduğum durumdan memnun olmayı ve bundan keyif almayı tercih ettim. İnsanlar başka noktalarda olmayı hayal ederken,
anı kaçırıyor.
> Eskiden her şey daha anlamlıymış; aşklar bile… Ben o dönemi, yalnızca fi lmlerden biliyorum. Filmlere bir bakın; önce kadın mendilini düşürür, sonra adam bir hafta boyunca kadının evini arar, nerede oturduğunu bulmaya çalışır. Oysa şimdi, her şey daha kolay. İlişkiler, bir cep telefonu numarasına bakıyor. Karşındaki insan sana "Nbr?" diye mesaj atıyor. Tutku yok, saygı yok. Senden bir "A" ile bir "E"yi esirgeyen insanla, nasıl bir aşk yaşayabilirsin ki?
> İnsanın, babasının mesleğini kendine iş edinmemesi gerektiğini öğrendim. Diğer bir deyişle, herkesin kendi mesleği olmalı. Benim babam, önemli bir iktisatçıydı ve bu nedenle ben de, iktisat okumaya zorlandım. İyi de bir iktisatçıydım. Fakat babamın şirketinde çalıştığım, patronun oğlu olduğum için; bana hiç iş düşmüyordu. Bir odam vardı; ama telefonum hiç çalmıyordu. Çünkü babam da oradaydı ve o varken, kimse bana bir şey sormuyordu. Sizin anlayacağınız, babam varken, mesleğimde başarılı olmamın imkânı yoktu.
> Hayatın, tesadüfl er olmadan çekilmeyeceğini öğrendim. Bir akşamüstü, içinde bulunduğum durumdan çok bunalmış bir hâlde, yakın bir arkadaşımın kapısını çaldım. İçeri girdiğimde, arkadaşım, camın kenarına oturmuş; "Ey tabiat, benim Tanrıçam sensin." diye kendi kendine konuşuyordu. Ben onun delirmiş olabileceğini düşünürken; o, birkaç gün sonra konservatuar sınavlarına gireceğini ve prova yaptığını söyledi. Okumam için de elime Shakespeare'in bir kitabını tutuşturdu. O gün, tesadüfen oluşan bu diyalog sayesinde, şimdi gerçekten severek yaptığım bir işe sahibim.
> İnsanın, atasözlerini küçümsememesi gerektiğini öğrendim. İddia ediyorum, küçüklüğünden itibaren atasözlerini kendine ilke edinen bir adam, hayatı boyunca asla hata yapmaz. Evet, ilk başta atasözleri
size pek anlamlı gelmiyor; fakat zamanla, yaşadığınız şeyleri çok da güzel özetlediklerini görüyor ve onlara daha fazla değer veriyorsunuz. Mesela Peygamber efendimizin şu lafını, çok daha genç yaşımda
dikkate almış olmak isterdim: "Bana dağın orada olmadığını söyleseler, inanırım; fakat insanın değiştiğini söyleseler, asla inanmam."
> Hayatın, aslında bir lunapark olduğunu öğrendim. Bu lunaparkın, bir sürü eğlencesi ve oyuncağı var; fakat hiç biri sizin değil. Onlar, bu hayatın. Sizin yalnızca, onları bir süreliğine kullanma
hakkınız var. Bu lunaparktan keyif almak için, tüm oyuncakları doğru kullanmalısınız. Yoksa çok üzülürsünüz!
> İnsanın bakış açısının, kendi kişiliğini oluşturduğunu öğrendim. Nasıl bir bakış açısına sahipseniz, hayata nasıl bir pencereden bakıyorsanız; siz, O'sunuz!
> İnsanın, yaşadığı en kötü günü, kendisine bir milat olarak belirlemesi gerektiğini öğrendim. O kadar saçma sapan şeyleri kendimize dert edinebiliyoruz ki; insanın bazen durup, yaşadığı en kötü anı
hatırlaması ve "Sen bu sıkıntının bile üstesinden geldin. Şimdi ki de dert mi?" diye düşünüp yola devam etmesi gerekiyor. Mesela benim için, babamın ölümüdür bu milat.
> Bu hayatta bildiğim tek doğru şey, bir insanı ne kadar sevdiğimdir. Onun dışında, hiçbir şey için kesin konuşamam. "O da beni seviyor." diyen insanlara, oldum olası hep çok gülmüşümdür. Bunu, nereden biliyorsun ki?
> Geç de olsa, hayatın çokluğunun, ölümün tekliğine karşı olduğunu öğrendim. Sonsuz sayıda değişik hayatlar var; fakat ölüm, tek. Yani ne yaşarsanız yaşayın, kim olursanız olun, gideceğiniz yer aynı. O nedenle, bu hayatta kimseyi kırmamak, biraz da onurlu olmak gerekiyor.
> Bazı büyük kaldırım taşlarının altına kum koyarlar. O taşlar düzgün durmaz, sallanır. Ve yağmur yağdığı zaman, o taşlara bastığınızda; taşın bir kısmı, tahterevalli misali havaya kalkar, paçanızı ıslatır. İşte, hayat tam da böyle bir şeydir; hiç ummadığınız anda attığınız bir adım, canınıza okur. Zamanında, ben de bunun örneklerini yaşadım.
> İnsanın bazen ceketini alıp gitmesi gerekebilir. Formatı bana ait olan "Gecekondu" adlı program, 2010 yılında, Radyo Televizyon Gazetecileri Derneği Ödülleri'nde, "En İyi Talk Show" ödülüne layık görülmüştü. Fakat program, ödül aldığı gece, kendi kanalında haber olmadı. Bunun üzerine, ertesi gün, programın yayımdan kaldırılmasını istedim. Üstelik programın aldığı ödülün neden haber yapılmadığını dahi sormadım. Demek ki birileri böyle olmasını istemiş; neden zorlayayım ki?
> Hiçbir zaman, her hangi bir noktada olmayı hayal etmedim. Ben daha çok, içinde bulunduğum durumdan memnun olmayı ve bundan keyif almayı tercih ettim. İnsanlar başka noktalarda olmayı hayal ederken,
anı kaçırıyor.
> Eskiden her şey daha anlamlıymış; aşklar bile… Ben o dönemi, yalnızca fi lmlerden biliyorum. Filmlere bir bakın; önce kadın mendilini düşürür, sonra adam bir hafta boyunca kadının evini arar, nerede oturduğunu bulmaya çalışır. Oysa şimdi, her şey daha kolay. İlişkiler, bir cep telefonu numarasına bakıyor. Karşındaki insan sana "Nbr?" diye mesaj atıyor. Tutku yok, saygı yok. Senden bir "A" ile bir "E"yi esirgeyen insanla, nasıl bir aşk yaşayabilirsin ki?
> İnsanın, babasının mesleğini kendine iş edinmemesi gerektiğini öğrendim. Diğer bir deyişle, herkesin kendi mesleği olmalı. Benim babam, önemli bir iktisatçıydı ve bu nedenle ben de, iktisat okumaya zorlandım. İyi de bir iktisatçıydım. Fakat babamın şirketinde çalıştığım, patronun oğlu olduğum için; bana hiç iş düşmüyordu. Bir odam vardı; ama telefonum hiç çalmıyordu. Çünkü babam da oradaydı ve o varken, kimse bana bir şey sormuyordu. Sizin anlayacağınız, babam varken, mesleğimde başarılı olmamın imkânı yoktu.
> Hayatın, tesadüfl er olmadan çekilmeyeceğini öğrendim. Bir akşamüstü, içinde bulunduğum durumdan çok bunalmış bir hâlde, yakın bir arkadaşımın kapısını çaldım. İçeri girdiğimde, arkadaşım, camın kenarına oturmuş; "Ey tabiat, benim Tanrıçam sensin." diye kendi kendine konuşuyordu. Ben onun delirmiş olabileceğini düşünürken; o, birkaç gün sonra konservatuar sınavlarına gireceğini ve prova yaptığını söyledi. Okumam için de elime Shakespeare'in bir kitabını tutuşturdu. O gün, tesadüfen oluşan bu diyalog sayesinde, şimdi gerçekten severek yaptığım bir işe sahibim.
> İnsanın, atasözlerini küçümsememesi gerektiğini öğrendim. İddia ediyorum, küçüklüğünden itibaren atasözlerini kendine ilke edinen bir adam, hayatı boyunca asla hata yapmaz. Evet, ilk başta atasözleri
size pek anlamlı gelmiyor; fakat zamanla, yaşadığınız şeyleri çok da güzel özetlediklerini görüyor ve onlara daha fazla değer veriyorsunuz. Mesela Peygamber efendimizin şu lafını, çok daha genç yaşımda
dikkate almış olmak isterdim: "Bana dağın orada olmadığını söyleseler, inanırım; fakat insanın değiştiğini söyleseler, asla inanmam."
> Hayatın, aslında bir lunapark olduğunu öğrendim. Bu lunaparkın, bir sürü eğlencesi ve oyuncağı var; fakat hiç biri sizin değil. Onlar, bu hayatın. Sizin yalnızca, onları bir süreliğine kullanma
hakkınız var. Bu lunaparktan keyif almak için, tüm oyuncakları doğru kullanmalısınız. Yoksa çok üzülürsünüz!
> İnsanın bakış açısının, kendi kişiliğini oluşturduğunu öğrendim. Nasıl bir bakış açısına sahipseniz, hayata nasıl bir pencereden bakıyorsanız; siz, O'sunuz!
> İnsanın, yaşadığı en kötü günü, kendisine bir milat olarak belirlemesi gerektiğini öğrendim. O kadar saçma sapan şeyleri kendimize dert edinebiliyoruz ki; insanın bazen durup, yaşadığı en kötü anı
hatırlaması ve "Sen bu sıkıntının bile üstesinden geldin. Şimdi ki de dert mi?" diye düşünüp yola devam etmesi gerekiyor. Mesela benim için, babamın ölümüdür bu milat.
> Bu hayatta bildiğim tek doğru şey, bir insanı ne kadar sevdiğimdir. Onun dışında, hiçbir şey için kesin konuşamam. "O da beni seviyor." diyen insanlara, oldum olası hep çok gülmüşümdür. Bunu, nereden biliyorsun ki?
> Geç de olsa, hayatın çokluğunun, ölümün tekliğine karşı olduğunu öğrendim. Sonsuz sayıda değişik hayatlar var; fakat ölüm, tek. Yani ne yaşarsanız yaşayın, kim olursanız olun, gideceğiniz yer aynı. O nedenle, bu hayatta kimseyi kırmamak, biraz da onurlu olmak gerekiyor.