Kazım Kanat
Spor Yazarı, 1950-2008
01 Mart 2012
Hayatımda, başıma gelen üç güzel şey şu oldu: Âşık olmak, âşık olmak, âşık olmak!
Söz konusu aşk ise, gerisinin teferruat olduğunu öğrendim. Bu yüzdendir ki hep kalbimin sesini dinledim. Bu yüzdendir ki hep o kara gözlerin büyüsüne esir oldum.
Hayatım boyunca, yaptıklarım için değil, yapmadıklarım için üzüldüğüm anlarda; yaşamın, hep ileriye bakmak olduğunu öğrendim.
İlk aşklar unutulmaz denilse de, aslında son aşkların hep unutulmaz olduğunu öğrendim.
Okulun en aptal öğrencisi, hayatın en başarılı insanı olduğum gün, aradaki farkı da öğrendim. Önemli olan, belge değil, bilgi!
Ne zaman bir kadın için "Benzemez Kimse Sana" şarkısını söylemek istesem, o kadına gerçekten âşık olduğumu anladım.
Bir kadınla el ele yürümenin, âşık olmak olduğunu öğrendiğim zaman; gençliğimde yaptıklarımın hepsinin, aptalca olduğunu anladım. Ama o aptallığın, hayatın en güzel yönü olduğunu da hiç unutmadım.
Karımın, "Kocam bir başkasına âşık olsa bile kabullenirim." sözü, aslında koca bir yalan. Erkekler her zaman sevgisini paylaşır ama kadınlar asla!
Kadınların ihanetinden değil, terk ederken attıkları kahkahalarda üzüntü duyduğum an, şunu öğrendim: Aslında o şen kahkaha, bir acı veda.
Kadına ve aşka dair beni en çok güldüren söz, şudur: "Hiçbir kadın bana 'Hayır.' demedi ama 'Evet.' de demedi."
Paraşüt ve dağcılık sporu ile uğraşmanın; yani hayatın sınırlarında dolaşmanın, hayatın en güzel yanlarından olduğunu öğrendim.
Kadınları tanıdıkça, çok acı çeker gibi gözükseler de, erkeğin kendilerini aldatmasından inanılmaz büyük keyif aldıklarını öğrendim.
Cahit Sıtkı'nın "Geç anladım taşın sert olduğunu! / Su insanı boğar, ateş yakarmış." dizelerini, bazı insanların hiç yaşamadığını anladığım gün, hayatın bazı insanlar için acımasız olduğunu öğrendim.
Her kadının, bir maço hayranlığı vardır. Kadınlar, kendilerini gökyüzüne çıkaran erkekleri değil, onları saçlarından çekip giden erkeklerin peşinden gidiyor.
"Hiçbir şey için asla geç kalmadım." ilkesini benimsediğim gün, mutlu olmayı öğrendim. Bu yüzdendir ki tekrar resim yapmaya dönüyorum; tambur dersleri almaya hazırlanıyorum.
Fırtınalı bir günde yelkenle denize açıldığım an, kadın ve tekne arasında hiç fark olmadığını fark ettim. İkisi de hep rüzgâr istiyor!
Fırtınalarla boğuşurken "Bir daha denize açılmak mı, asla!" ve her dönüşümde teknemi iskeleye bağladıktan sonra, "Of be… Ne harika şey! Hemen denize açılalım..." dediğim an anladım ki; macera, yaşanabilecek en büyük duygu.
Rapunzel'in sevdiği erkeği kuleye çekmek için saçlarını uzatmasının çok büyük bir yalan olduğunu, büyüyünce öğrendim. O saçların o kadar kısa zamanda sadece omuzlara kadar uzayabileceğini anlayınca, Rapunzel'e olan aşkım, aşkıma olan aşkım, çok çabuk bitti.
Kanserle boğuşurken, kadınların nefretinin uzağında, sevgisinin yanında yaşamak gerektiğini öğrendim.
Medya ödüllerinin dağıtıldığı o gösterişli törende, tüm alkışların, tebriklerin sahte olduğunu; sokakta yürürken bir simitçinin "Senden para almam ağabey." deyişinin, aslında en büyük ödül olduğunu öğrendim.
Her işten kovuluşumda, hep daha iyi bir iş buldum. Bu yüzden, beni işten kovanlardan hem nefret ettim hem de hepsini sevdim.
Beş parasız, otostopla dünya turuna çıkıp, Paris'teki Louvre müzesinde dünyada yapılabilecek bütün güzel şeylerle yüz yüze gelince pes etmedim. Elbette, yapılabilecek bir güzellik daha vardır!
68 gençliğinin o isyankâr ruhu ile dünyayı tanırken, hep geleceği hayal ettim. Ama o hayaller, hâlâ hayalimde.
Beşiktaşlı duruşunu ortaya attım; bir Beşiktaşlı olarak, ayrıcalık istedim. Çünkü bir başkasına benzemenin, hayattaki en kötü şey olduğunu öğrendim.