Lifestyle

Hayata Tutunanlar

Hayata Tutunanlar

İnsanoğlunun hayatta kalma tutkusunun sınırları, tahmin ettiğinizden çok daha öte. Birazdan okuyacağınız hikâyelerde, herkesin, hayata dair çıkaracağı dersler var. Bu hikâyelerin kahramanları, insanoğlunun doğaya karşı verdiği savaşta, ne kadar ileri gidebileceğini ve güçlü bir motivasyonla nelerin üstesinden gelebileceğini gösteriyor...

05 Ağustos 2012

Yazı TOLGA ÜYKEN

KUTUPLARDA YAZILAN EFSANE

İngiliz kâşif Ernest Shackleton'ın 1914 yılındaki Antarktika seferi, dünyanın en müthiş hayatta kalma maceralarından birine dönüşür. Endurance isimli gemisinde 27 kişilik mürettebatıyla İngiltere'den yola çıkan Shackleton'ın hedefi; Antarktika'yı, karadan baştan sona geçerek, Avustralya'ya ulaşmaktır. Ancak yolculuğun ilk ayının sonunda, gemi, buzullara sürter ve yoluna devam edemez hâle gelir. Liderlik vasıflarını kullanarak, ekibini hayatta tutmak için büyük çaba sarf eden Shackleton; yaklaşık iki yıl boyunca, buz parçalarının üzerine kamplar kurarak ve sandallarla ulaştığı Fil Adası'nda altı ay boyunca sadece fok ve balina yiyerek yaşama tutunur. Ancak, Fil Adası'nda uzun süre kalmak mümkün değildir ve Shackleton, ekibinden yalnızca beş kişiyi alarak, 1.300 kilometrelik bir deniz yolculuğuna çıkar. Hedef, İngiltere yönetimindeki Güney Georgia Adaları'dır. Aynı dönemde, aynı bölgede bulunan 500 tonluk bir gemiyi bile batıracak olan bir fırtınayla, James Caird adını verdikleri bir sandalla boğuşan beş kişilik ekip; adalara varmayı başarır. Fakat zorlu yolculuk, hâlâ mutlu sona erişmemiştir. Ekibin bir kısmı, Fil Adaları'nda beklemektedir ve yardım alabilecekleri tek yerleşim yeri, İngiliz balina avcılarının bulunduğu istasyondur. İstasyon, Güney Georgia Adaları'nın kuzeyinde yer aldığı için, ekibin önünde iki seçenek vardır; ya tekrar denize açılacak ve fırtınayı ikinci kez yenmeyi deneyecekler ya da karlarla kaplı adada, karadan bir yolculuk gerçekleştireceklerdir. Shackleton, daha sonra sadece Norveçli balıkçıların kayaklarla geçebildiği adayı, karadan geçmeye karar verir; adamlarından üçünü güney sahilinde bırakıp, ikisini yanına alır ve bu aşamayı da atlatır. Yolculuğu tamamlamaları ve yardımı Fil Adası'nda bekleyen 22 kişiye ulaştırmaları, tam üç ay sürer. Tüm bu maceranın sonunda, Ernest Shackleton'ın 27 kişilik ekibinden bir kişi bile hayatını kaybetmemiştir ve aylar sonra, Shackleton'a "Sir" unvanı verilecektir. Ünlü kâşif, anılarında, "Acı çektik, açlıkla mücadele ettik ve kazandık. İnsan ruhunun en çıplak hâline büründük." yazacaktır.

AMAZON'DA TEK BAŞINA

1981 yılında, İsrailli eski asker Yossi Ghinsberg ve üç arkadaşı, Bolivya Amazonları'nın derinlerine bir keşif gezisi düzenler. Yollarını kaybeden dörtlü, gezinin belirli bir noktasından sonra, ikili gruplara ayrılır. Ghinsberg ve arkadaşı Kevin, yaptıkları derme çatma bir salla, nehre iner; ancak sal alabora olunca, onlar da birbirinin izini kaybeder. Çok vahşi bir ortamda tek başına kalan Ghinsberg, tam 19 gün boyunca hayatta kalmaya çalışır. Şans yanındadır ki, arkadaşı Kevin, bir grup yerli tarafından bulunup kurtarılmıştır. Kevin, arkadaşını bulmak için tekrar nehre gelir ve şans, ikinci kez yüzlerine güler; ikili, günler sonra buluşmuştur. Yossi Ghinsberg, şimdilerde, doğada hayatta kalma ve liderlik üzerine, konferanslar veriyor.

HİÇ SÖNMEYEN ATEŞ

Yeni Zelandalı dağcılar Mark Inglis ve Phil Doole, ülkelerinin en yüksek dağı olan Cook Dağı'na tırmanmayı hedefler. Kar fırtınasına yakalanan ikili, bir buz mağarası inşa eder ve fırtınanın geçmesini orada beklemeye başlar. Yeni Zelanda'da medyanın da büyük ilgisiyle karşılaşan olay, tam 13 günlük bir beklemenin ardından sona erer. Kurtarılan dağcıların bacakları, kangren olmuştur ve kesilmek zorunda kalınır. Yaşanan trajik olay, Inglis ve Doole'un dağcılık tutkusunu bitirmediği gibi körükler ve iki dağcı, aynı dağa bu kez sorunsuz tırmanmayı başarır. Mark Inglis, bununla da yetinmez ve 2006 yılında, iki bacağı da kesik hâlde Everest'e çıkabilen ilk isim olur. Ancak, bu efsane tırmanış sonunda da, iki elinden toplam beş parmağını kaybeder. Paralimpik Olimpiyatları'nda derecesi bulunan Inglis'in hayatı, "No Mean Feat" isimli bir belgesele konu olurken; Discovery Channel, azimli dağcının Everest tırmanışını ölümsüzleştirir.

AND DAĞLARI'NDAKİ MUCİZE

Tarihe, "And Dağları'ndaki Mucize" ismiyle de geçen, birçok kitaba ve bir Hollywood filmine konu olan olay, 1972 yılının Ekim ayında gerçekleşir. Uruguaylı bir rugby takımını da taşıyan bir uçak, Montevideo'dan Santiago'ya gitmektedir. Kötü hava şartları uçuşu engellerken; pilotun yaptığı bir hata sonucunda uçak, önce sağ kanadının bir kayaya çarpmasıyla parçalanır ve daha sonra hızla And Dağları'na çakılır. Uçakta bulunan 45 kişiden 12'si, kaza sırasında hayatını kaybeder. Kalanlardan yedi kişi, ertesi sabah ölür ve bir kişi de sekizinci güne kadar dayanabilir. Kalan 27 kişiyi ise, yaklaşık 4.200 m yükseklikte, ciddi bir hayatta kalma savaşı beklemektedir. Kazadan dokuz gün sonra, hayatta kalanların yaşadığı çığ felaketi, aralarından sekiz kişinin daha ölmesine neden olacaktır. Kazazedelerin kıyafetleri, ayakkabıları ve ekipmanları, ne dağda hayatta kalmaya ne de yardım toplamak için keşif gezisi yapmaya uygundur. Dağcıların kar körlüğü diye tanımladığı ve her yerin karla kaplı olduğu yerlerde güneşin zararlı ışınlarının göze doğrudan temas etmesi sonucu yaşanan sağlık sorunundan korunmak için uçaktaki materyalleri kullanan kazazedeler, bir de radyo bulur. Radyodan haberleri takip etmeye çalışan ekibin aldığı haberler, kötüdür: uçağın tamamen karla kaplanmasının ardından; yani kazadan yaklaşık bir hafta sonra, arama ve kurtarma çalışmalarına son verilmiştir. Bunun üzerine, daha sonra kazazedelerin anılarından oluşturulan "Alive: The Story of the Andes Survivors" kitabında yer alan ifadelere göre, Gustavo Nicolich isimli kazazede, "İyi ki bize yardım etmekten vazgeçtiler. Onların sayesinde, biz kendimizi kurtarmak için uğraşmak zorunda kalacağız." diye konuşarak, etrafındakileri motive eder. Kazazedeler, kurtulmaya niyetlidir; ancak, ellerinde birkaç parça gofret ve birkaç şişe şaraptan başka, yiyecek ve içecek bulunmamaktadır. Kardan su elde etmeye başlarlar. Fakat bulundukları ortamda, ne doğru düzgün bir bitki örtüsü ne de bir hayvan bulunmaktadır. Bunun üzerine, zor bir karar alarak, kazada ölenlerin bedenlerini yemeye başlarlar. Kazazedelerin içinden çıkan ve dört genç adamdan oluşan yardım toplama ekibi, ilk girişimlerinde, uçağın kuyruğuna rastlar. Yolcuların bagajlarının da bulunduğu bu bölümden birçok yiyecek maddesi temin ederler ve tekrar enkazın başına dönerler. Ancak, artık neredeyse kazanın üzerinden iki ay geçmiştir ve kazazedeler arasından birkaç kişi daha hayatını kaybetmiştir. Bunun üzerine, daha ciddi bir keşif gezisi için, bütün ekip el birliğiyle uyku tulumu dikmeye karar verir. Böylece, geceleri, dondurucu soğuğa karşı koyabileceklerdir. Birkaç günlük uğraştan sonra, ikinci sefere çıkılır. Kilometrelerce yol aldıktan sonra, bir nehrin karşı kıyısında, bir köylüye rastlarlar; ancak, seslerini duyuramazlar. Şans eseri, köylü onları fark eder ve mesajlarını iletmeleri için bir kalem ve bir kâğıdı bir ipe bağlayarak karşıya yollar. Kazadan 72 gün sonra, kurtarma ekipleri enkaza ulaştığında, 45 kişiden sadece 16'sı hayatta kalmıştır. 2007 yılında, yönetmen Gonzalo Arijon, felaket üzerine bir belgesel çekerken; kurtulan isimlerden Nando Parrado, History Channel'ın hazırladığı "I Am Alive: Surviving the Andes Plane Crash" belgeseline ilham kaynağı olur.

KENDİ KOLUNU KÖR ÇAKIYLA KESEBİLİR MİSİN?

Bazen, hayatta kalmak için kendinize zarar vermeniz gerekebilir. ABD'li dağcı Aron Ralston, makine mühendisliğini bırakıp, kendisini doğaya ve dağcılığa adadığında; başına gelecekleri bilemezdi. 1 Mayıs 2003 tarihinde, 28 yaşındaki Ralston, kimseye haber vermeden gittiği kanyon tırmanışında dengesini kaybedip düşer ve sağ kolu büyük bir kayanın altında kalacak şekilde sıkışır. Yanındaki suyu idareli bir şekilde kullanarak hayatta kalan Ralston, oradan kurtulmak için tek çarenin kolunu kesmekten geçtiğini anlar. Bekleyerek geçen iki günün sonunda, kolunu kesmeye başlar. Elindeki küçük bir bıçakla, yavaş yavaş, her an büyük acılar çekerek kolunu keser. Fakat kemiklerini kesemediği için, kayadan kurtulamamıştır. Artık orada öleceğine kanaat getirir. Yanı başındaki kayaya; adını, soyadını, doğum tarihini ve tahmini ölüm tarihini kazır. Suyu bittikten sonra, idrarını içer. Bir süre sonra, farklı yönlere doğru vücudunu itmeyi denerse, kolunu kırabileceğini ve bu şekilde kurtulabileceğini fark eder. Bir buçuk saatlik korkunç bir sürecin sonunda, kolunu kırmayı başarmıştır. Özellikle tendonu ve sinirleri keserken yaşadıklarını, "Kolumdan başlayarak, önce omzuma sonra tüm vücuduma güçlü bir ateş yayılıyordu." cümleleriyle tarif eden Ralston; kolunu dirseğinden ayırdıktan sonra, metrelerce bir yüksekliğe tırmanır ve şans eseri bir grup dağcıyla karşılaşır. Ralston, şimdilerde, cesaret üzerine konferanslar veriyor ve hikâyesi ise, "127 Saat" adlı bir filmle ölümsüzleştiriliyor.

Daha Fazlası

Tersane İstanbul Winter Town: 2026’ya Kadar Sürecek Büyülü Kış Festivali Başladı

Güven inşa etmek, en kalıcı başarı!

Tohum Otizm Vakfı, Otizmli Çocuklar İçin İyiliği Festivale Dönüştürüyor…

Peugeot E-5008 “Art On Cars” İle Sanatın ve Teknolojinin Buluşma Noktasında