Lifestyle

Marion Cotillard

Marion Cotillard

Kaçın kurrasıyız ama arada tıkanmıyor, sersemletilmiyor değiliz. Bu sayfalarda, bundan sonra bizde iz bırakan kadınları ağırlayacağız. Sıradaki isim, her açıdan en güzel Fransızlar'dan biri...

10 Mart 2015

Küçük kız gözlerinden kaptığı mikrop nedeniyle kör olma tehlikesi ile karşı karşıyaydı. Anne ve babası sokaklarda cambazlık, şarkıcılık yaparak çalıştığından ona bakamıyordu. Bu nedenle küçük kızı tanıdıkları bir genelev patronuna teslim ettiler. Genelevde, patron ve çalışan kadınlarla birlikte yaşıyordu. Sonunda gözleri iyileşti. Babası iyileşir iyileşmez aldı onu. Ancak bu kez kız için sokak günleri başlayacaktı. 14 yaşına geldiğinde babası tarafından cambazlığa zorlandı. Cambazlık yapamayınca da tek bildiği şarkı olan Fransa Milli Marşı'nı söylemeye başladı kaldırımlarda. O günden sonra 'Kaldırım Serçesi' lakabıyla yıllar boyunca şarkı söyleyecek o küçük kızın; yani Edith Piaf'ın; zorlu, acılı ancak efsaneye dönüşecek müzik hayatı böylece başlamış olacaktı…

Marion Cotillard; başrolünü oynadığı ve Fransa'nın ulusal gururlarından biri olan 'Kaldırım Serçesi Edith Piaf'ın yaşam öyküsünü beyazperdeye aktaran 'La Môme' filmiyle; Bafta, Altın Küre ve Oscar'ı aldığında bir aktris olarak başarısını çoktan kanıtlamıştı.

1994 yılında, 19 yaşındayken ilk filmi 'L'histoire Du Garçon Qui Voulait Qu'on L'embrasse'ı çevirdi. O sıralarda 'Highlander' ve 'Extrême Limite' adlı dizilerde boy göstermiş; ilgi çekmişti. 1996'da ilk başrolünü bir televizyon filmi olan 'Chloé'de oynadı. Bundan bir yıl sonra da ilk ödülünü bir kısa filmle, 'Affaire Classe'yle aldı.

1998-2003 arasında çekilen üç filmlik 'Taxi' serisi Fransa'daki ününü perçinledi. Marion Cotillard bu seriyle Fransa'nın en çok kazanan oyuncuları arasına girdi. 1999'da Fransa'nın Oscar'ı sayılan César Ödülü'ne aday gösterildi. Yine de kimse ondan daha büyük başarılar beklemiyordu.

Ancak hayatının dönüm noktalarından biri denilecek 2003 yılı Cotillard'a yeni başarılar getirecekti. 'Jeux D'enfants'ta oynadığı Polonyalı göçmen kız karakteri oyunculuğunun neler vadettiğini en açık şekilde gösterdi. Eleştirmenlerin hayranlıklarına mazhar olan film o tarihlerde 'sadece arkadaş' oldukları Guillaume Canet ile hayat arkadaşlığına giden yolda bir ilk adım olacaktı.

Aynı yıl, gençliğin verdiği coşku ve cesaretle bir karar aldı Cotillard. Sinemayı bırakacak ve hayatının geri kalanında Greenpeace yararına çalışacaktı. Bu kararı menajerine söyledi. Menajer deneyimliydi. Marion'a; "Tamam sinemayı bırakmak isteyebilirsin, bunu anlayışla karşılarım. Ama yapman gereken önemli bir toplantı var. Onu yaptıktan sonra bırakırsın. Son bir toplantı…" dedi.

O toplantı, dâhi yönetmen Tim Burton'la yapılacaktı. Toplantı sonunda Marion'un kafasındaki soru işaretleri birer birer uçmuş; Burton ona yapmak istedikleri konusunda ışık tutmuştu. Burton'ın yönetmenliğinde 'Big Fish'i çektiler. Bu Marion Cotillard'ın ilk Hollywood filmi olacaktı. Ama sonuncu değil. Tim Burton, Marion Cotillard'ın hayata bakışını değiştirmişti.

2005'te ona César Ödülü getirecek Jean-Pierre Jeunet imzalı 'Un Long Dimanche De Fiançailles' adlı muhteşem filmde Tina Lombardi rolünde; bir yıl sonra da Russell Crowe'la birlikte 'Ridley Scott'ın 'A Good Year' filminde oynadı.

İşte hayatının en büyük başarısı sayılan 'La Mome'daki Edith Piaf rolüne kadar bunları yapmıştı Marion Cotillard. Bu filmde aldığı 'En İyi Kadın Oyuncu' Oscar'ıyla Sophia Loren'den sonra (La Ciociara-1960) İngilizce dışı bir anadilde oynayıp Oscar kazanan ikinci kadın oyuncu oldu. Cotillard, Edith Piaf rolü için sonradan şöyle söyleyecekti: "Filmden sonra Edith Piaf'ı uzun süre terk edemedim. Bu filme kadar böyle şeyler söyleyen oyunculara kızar hatta bıyık altından gülerdim. Ancak 'La Môme'da benim de başıma geldi. Neticede oyuncusun, rol biter; o giysiyi gardıroba asıp kendi hayatına devam edersin. Yani böyle olmalıdır. Ama olmadı. Uzun süre, evdeyken bile Edith Piaf olarak dolaştım; rolden çıkamadım…"

Bu durumun nedenini Cotillard'ın oyunculukla ilgili şu sözlerinde aramak gerekli belki: "Bence oyunculuk öğrenilmez. Öğrenilen şey; içimizde derinlerde bir yerde sakladığımız heyecanların, tutkuların, duyguların kontrol edilmesi ve yönlendirilmesidir. Ben bunu küçük yaşlardayken oyuncu olan ailemden öğrendiğim için çok şanslı görüyorum kendimi."

"Birden fazla hayat var mı bilmiyorum. Bildiğim tek şey ölümün son olmadığı. Ölüm eğer sonsa bile ben bu dünyada bir oyuncu olarak birden fazla hayat yaşayabildiğim için çok mutluyum. İçine kapanık ve insanlarla iletişim kurmakta zorlanan biriyim. Özel hayatımı ortalarda yaşamayı asla istemem. Bu nedenle Hollywood'da değil Fransa'da yaşıyorum hâlâ. Ama oyunculuk benim içimdeki farklı kadınları ortaya çıkarıyor. O zaman başka biri oluyorum gerçekten. Bu sebeple uç karakterleri oynamak, onlara bürünmek beni hem kadın hem de aktris olarak daha çok tatmin ediyor."

Cotillard'a teklifler yağmaya başlamıştı. 2009'da Christian Bale ve Johnny Depp'le 'Public Enemies'te oynadı. Aynı yıl müthiş kadrosu ile göz dolduran 'Nine'ın (Kate Hudson, Nicole Kidman, Penélope Cruz, Fergie, Sophia Loren ve Daniel Day-Lewis) bir parçasıydı.

Takvimler 2010'u gösterdiğinde Cotillard'ın hayatında Christopher Nolan sayfası açılıyordu. Büyük ilgi gören 'Inception'da oynadı Cotillard. Ünlü yönetmen Marion'a olan hayranlığının altını "Kuşkusuz hayatımda gördüğüm en özel oyuncu." diyerek çizecekti. Nolan gibi birçok büyük yönetmen hatta çağdaşı büyük kadın oyuncuların özel bir hayranlığı vardı Marion Cotillard'a…

Cotillard da tıpkı Tim Burton'a olduğu gibi hayranlık duyuyordu Nolan'a… Bu hayranlığı bir röportajında şöyle ifade edecekti: "Benim için iyi yönetmen; yönetmenliği bir ölüm kalım meselesi olarak gören ve anlatacak kendine has bir hikâyesi olan kişidir. Burton ve Nolan benim için böyle yönetmenler."

Cotillard, işini ölüm kalım meselesi olarak gören yönetmenlere hayranlık duyuyor. Zaten kendisi de oyunculuğu aynı şekilde gören biri. Dünyaya oyunculuk yapmak için geldiğine inanıyor. Oyunculuk onun için ekmek, su gibi. Bunu oğlu Marcel'in doğum yılı olan 2011'de kanıtlıyor. Anne olduğu yıl; biri Fransa (De Rouille et d'os) biri de ABD'de olmak üzere (The Dark Knight Rises / Christopher Nolan) iki film çekiyor Marion Cotillard. Hem çocuğunu büyütüyor hem de o en zor ilk yıl içinde çekimler için Fransa ve ABD arasında mekik dokuyor. 2011 ve 2012, aynı zamanda 'Midnight In Paris' ve 'Contagion' gibi filmlere yaptığı katkının zihinlerde yer ettiği yıllar oluyor.

Hayat arkadaşı Guillaume Canet'den olan oğlu Marcel için şöyle diyor Cotillard: "Onun doğumuna kadar kafamdaki bazı soruların yanıtını bulamamıştım. Marcel'in doğumu benim için hayatın anlam kazanması ile eşdeğer. O güne değin oyunculuk, beni ben yapan bir şeydi ve daha fazlasının olacağına inancım yoktu. Bugün anne olunca görüyorum ki eksikmişim ve artık tamamlandım. Şimdi babaanne olmak için sabırsızlanıyorum. Mümkünse yaşlanmadan torun sahibi olmak istiyorum. Bu görünümümle ilgili bir kaygı değil. Ancak yıllar geçtikçe fiziksel yeteneklerimizi ve yaşam enerjimizi kaybedebiliyoruz. Bu nedenle genç babaanne olmak önemli benim için."

Görülüyor ki, Marion Cotillard'ın içinde ve çocuk yaşlarda şekillenmeye başlamış oyunculuk içgüdüsü; yine bir başka içgüdünün, anneliğin yardımıyla şahikasına ulaşıyor.

O yıllarda Marion; Fransa'nın Hollywood'da gelmiş geçmiş en çok kazanan oyuncusu oluyor. Bugün ise (2001-2014 arası) sadece Fransa'da 38 milyon sinema bileti satmayı başarmış efsane bir oyuncu.

2013 ve 2014'te çektiği iki film 'The Immigrant' ve bir Belçika yapımı olan 'Deux Jours, Une Nuit' Cannes Film Festivali 'ndeki gösterimlerinde dakikalarca ayakta alkışlanıyor. Oyunculuk kariyeri boyunca, 'oynamadığı' iki filmle ilgili de not düşmek isterim. Bunlardan ilki 2008'de vizyona giren 'The Reader' filmindeki Hanna Schmitz rolü. Bu rolü; hamile kalıp oynamaktan vazgeçen Nicole Kidman yerine Marion Cotillard'ın oynaması düşünülüyor önce. Ancak Kate Winslet tercih ediliyor. Daha sonra bu rolle Oscar alan ve Cotillard'ın da büyük hayranı olduğu Winslet'ın 2008'deki Oscar Ödülü'nü vermekse yine Marion Cotillard'a düşüyor.

2013'te ise 'Gravity' filminde oynamayı çok istediği Ryan rolünü Sandra Bullock'a kaptırıyor Cotillard. Ama gerçekten yetenekli, kendine güvenen ve başarılı kadınların içinde haset ve kıskançlık olmuyor. Hep ileriye bakıyorlar. Gelelim 1.69cm'lik 39 yaşındaki bu güzel ve etkileyici oyuncunun kadın olarak profiline…

Hem bu kadar tutku ve sevdayla bağlı olacaksın oyunculuğa hem de sevgilinle bu kadar tutarlı ve uzun süreli bir yol arkadaşlığını sendelemeden sürdüreceksin… Üstelik tüm dünya senin için yanıp tutuşurken… Belki Cotillard'ın Fransa'da yaşamayı sürdürmesi; şan ve şöhretin özel hayatına müdahale edebilme ihtimalinden mümkün mertebe kaçması; kariyerinin en hareketli günlerinde 36 yaşında çocuk sahibi olmaya cesaret etmesi bundan. Oyunculuğun büyük bir parçası olduğu hayatının kendine ait alanlarını özenle korumayı beceriyor. Aşkına, çocuğuna ve işine tutkuyla bağlı. Yani hayatına!

Marion Cotillard, kendi hayatına saygı duyuyor her şeyden önce. Hayatına bu kadar saygı duymasının kaynağı ise; bu dünyaya ve üzerindeki canlılara duyduğu sevgi. O bir ekolojist ve kendini Paris'te zincirleyecek kadar keskin bir Greenpeace aktivisti.

"Dünyayı koruma içgüdüm başta anneannem olmak üzere ailemden geliyor. Şu hayattaki en önemli şey; saygı. Kendine, sevdiklerine, yaşadığın yere saygı duymak, davranışlarınla etrafındaki kişilere ve doğaya etki ettiğini fark etmek zorundasın. Ben bunları küçük yaşta öğrenme şansına eriştim. Şehir hayatı içinde birçok değerli şeyi çok hızlı tüketiyoruz. Köy hayatını bildiğim için Paris'e geldiğimde başlangıçta çok zorlanmıştım. Daha sonra kendim için bir yöntem geliştirdim. Uzun yıllardır organik ve saf bir hayat sürmeye gayret ediyorum. Çocuğumu da öyle yetiştiriyorum. 10 yıl önce bu düşüncelerimi duyanlar anormal olduğumu düşünüyordu. Neyse ki bugün bu konudaki farkındalık gelişti. Artık benim elektrikten mahrum bir şekilde, peynir yapıp hayvanlarla birlikte yaşamak isteyen bir hippi olmadığımı anladılar. Ben farklı bir güzellik anlayışı ile yetiştirildim. Bana göre güzellik içten gelmez. Dışarıdan bir yerden gelip seni sarmalar. Çevreni yani dünyayı güzelleştireceksin ki; güzelleşesin…

Yaşamı seversen, dünyaya saygı duyarsan içinde mücadele etme azmi de olur. Bu mücadele seni yaratıcı kılar. Yaratıcı olabildikten sora başarılı olmak çok kolay. İşte benim kurduğum denge bu. Oynadığım tüm rollerde karakterin en otantik, en doğal halini bulmaya çalıştım. Marion Cotillard olarak hayatta da bunu yapmaya çalışıyorum." diyor.

Marion Cotillard; Greta Garbo'ya özenirmiş ancak hiç Garbo olmak istememiş. O daha çok Charlie Chaplin ya da Peter Sellers olmanın peşindeymiş. Romy Schneider gibi biraz. Belki biraz Juliette Binoche… Bir oratoryoda canlandırdığı Jeanne d'Arc'tan da izler taşıyor ruhunda.

O yıllarda insanın Ay'da yürüdüğüne ve Fransızca aksanından kurtulabileceğine inanmıyor. Her ne kadar zor ve karmaşık şeylerle uğraşmayı basit ve yüzeysel şeylerle uğraşmaktan daha kolay görse de bazı şeyler imkânsız onun için. İmkânlı şeyler için de şöyle düşünüyor: "Ailemden öğrendiğim şu ki, eğer bir şeye ulaşmak istiyorsan bunun için elinden geleni yapmalısın. Sadece yaptıklarının başka şeyleri engelleyip engellemediğine dikkat et… Sınırların seni engellemesini istemiyorsan onları görmezden gel. Zaten sınırların varlığı aslında sen onları aştıktan sonra görünür olur."

Hayatında oyunculuk kadar önemli bir şey varsa o da müzik. David Bowie'nin, Janis Joplin'in, Rolling Stones'un, Otis Redding'in, Radiohead'ın, Beatles'ın ve Elvis'in hayranı. Gitar, bas ve tamburin çalıyor. Müthiş şarkı söylüyor. 'La Môme'da bu denli büyük başarı kazanmasının sırrı da bu galiba… Şarkı söyleyemeyen birinin içinde bir Edith Piaf yaşatması mümkün değil.

200'ü aşkın derginin kapağında yer almış, Dior'un yüzü olmuş, seksi, akıllı, güzel bir anne… 40'larına merdiven dayamış kendini bulmuş, olgun bir kadın… Biliyoruz ki 2015'te 'Lady Macbeth'i oynadığında hayranlığımız daha da artacak. Daha sonraki yıllarda, bu olgun çağında oynayacağı tüm rollerde de…

Marion Cotillard'a âşık olmak için şimdiden bolca sebep var elimizde… Âşığız da zaten.

Yazı: Tolga Akyıldız

Daha Fazlası

Tersane İstanbul Winter Town: 2026’ya Kadar Sürecek Büyülü Kış Festivali Başladı

Güven inşa etmek, en kalıcı başarı!

Tohum Otizm Vakfı, Otizmli Çocuklar İçin İyiliği Festivale Dönüştürüyor…

Peugeot E-5008 “Art On Cars” İle Sanatın ve Teknolojinin Buluşma Noktasında