Murat Serezli - Babamdan Ne Öğrendim?

48 yaşındaki oyuncu, sunucu, yönetmen Murat Serezli, babası Metin Serezli'den neler öğrendiğini anlattı...

Giriş Tarihi: 06.07.2018 16:06 Güncelleme Tarihi: 07.07.2018 12:15

Röportaj Özge Dinç
Fotoğraf Ömer Faruk Gökalp

Annem ve babam, kardeşimi de, beni de oyunculuğa yöneltmeyi bırak, aksine oyuncu olmamamız için yönlendirmelerde bulunmuş, hep bu mesleğin zorluklarına işaret etmişti. Sonuçta onlar, sadece en iyilerin 'çalışan oyuncu' olmayı başarabildiği, seçeneklerin az olduğu, tek TV kanallı bir Türkiye'nin oyuncularıydı. Hayat düzenini ve başarıyı sağlamak çok zorlu bir süreçti. Buna karşın her zaman mesleki hayallerimiz ne olursa olsun seçimlerimizi destekleyen bir profil çizdiler.

Gençliğimde biraz utangaç ve çekingen mizacımdan dolayı kendimi hiç de öyle insanların veya kameraların önüne atmak niyetinde değildim. Yıllarca bilgisayar programcısı, sonra 3D animatör ve seslendirmen olarak çalışıp 35'imden sonra dibime düşmem köklerimin beni çağırmasıyla olmuş olabilir.

Ben daha çocukken babamla beraber 8mm aile filmlerimizi montajlardık. Küçücük bir mekanik aletle filmleri keser, yapıştırır; font kitaplarından A4 kâğıtlara kopyalayarak ve suluboyayla boyayarak konu başlıkları yazar, kendi yapımlarımızı oluştururduk. Çocukken babamla beraber yaptığımız o 8mm film montajları benim içimdeki bitmez tükenmez sinema aşkının ilk kıvılcımları olsa gerek.

Oyunculuk yapmaya başladıktan sonra "İşte bu hayatımın sonuna kadar yapmaya devam edeceğim meslek." dedim. Oyunculuk yaptığım her an kendimi 'yaşıyor' hissediyorum.

Annem ve babamın turnelerinde, biz de yaz tatilindeysek tüm ay onlarla kuliste olurduk. O günlerden hatırladığım his, hepsi kültürlü, yetenekli, aydın, mesleğine âşık, şen şakrak insanlarla dolu bir ortamda çocukluğumu geçirdiğimdi. Büyümekte olan, insanları tanımaya ve hayatı keşfetmeye başlayan bir çocuk için, sanatçılarla dolu bu çevre içinde olmak büyük bir şanstı.

Çocukken soyadımı ve kim olduğumu saklardım, hatta ortaokul boyunca bir miktar da içime kapanmama neden olan bir şeydi, ünlü çocuğu olma durumu. İlgi çekmeyi çok sevmediğim gibi, bir yandan da sadece ve sadece kendi şahsiyetimle var olmak istiyordum. Benim çalışarak kendi emeğimle hak etmediğim bir şey yüzünden ayrıcalığa, avantaja ya da en kötüsü başarıya sahip olmak korktuğum bir şey oldu hep. Tüm krediyi kendi karakterime alamam, bu da annem ve babamın bana verdiği tartışmasız adalet duygusu ile ilgili.

Yemek sofralarımızdaki babamla uzun sohbetlerimiz çok meşhurdu. Yemek biter, ama biz sofrada babamla saatler boyu sınırsızca her şeyi konuşurduk. Aile paylaşımlarının çok önemli bir bölümüydü; hayatı öğrenmenin de.

Evimizde iki yönlü kritik alışverişi her zaman samimi ve özgür bir şekilde var olmuştu. Birbirimizle ilgili görüşlerimizde de, mesleki anlamda da. Çocuk olmama rağmen annem ve babam beni yeni oyunlarının genel provalarına götürür ve dönüşte tüm fikirlerimi büyük bir adammışım gibi ciddiyetle dinlerdi. Ben oyuncu olduğumda da, onlarla her bir işimi, her oyunumu hiç atlamadan konuştuk. Birbirimizin tüm işlerini izler ve üzerine sertçe kritik yaparız. Eleştiriler, yapıcı, işe hâkim ve iyi niyetli bir kaynaktan geliyorsa bir sanatçı için muazzam kıymette bir şeydir.

Babamı tiyatroda 'Ray Cooney' oyunlarını oynarken izlediğimde dünyam değişmişti, büyük hayranlıkla izlemiştim. Çok komik ve çok başarılıydı.

Babam benim kahramanımdı. Onun bilgeliği, aklı, sıcaklığı, samimiyeti, disiplini, dile hâkimiyeti, komikliği, anlayışlılığı, kuralları, hayat duruşu, centilmenliği ve çocuk ruhluluğu hayran olduğum yanlarıydı. Onu hep örnek aldım kendime.

Yürüyüşümden birçok jestime, espri anlayışımdan duruşuma ve prensiplerime kadar babamdan çok şey taşıyorum. Çocuk yetiştirme tarzı ve işindeki kuralları da aynen bana geçmiş durumda. Onun bizi yetiştirirken kullandığı yolları ve sevgi-disiplin dengesini ben de kendi çocuklarıma uyguluyorum. Kızlarımla tepetaklak yuvarlanırım; birçok insanın saygısızlık diye nitelendirebileceği şeyleri umursamam, benimle arkadaş olmalarını sağlarım. Ama onların duracağı, aşamayacağı çizgileri de çok net gösteririm. Ne zaman baba sözünü tartışmasızca kabul edeceklerini bilirler.

Babamla arkadaş gibiydik; aramızda müthiş bir samimiyet ve rahatlık vardı. Onunla konuşamayacağım hiçbir şey yoktu. Hayatın tadını çıkarmasını bilen, stressiz, her zaman neşeli bir aile ve keyif adamıydı.

Babam koyu Fenerbahçeliydi ve futbol maçlarını izlemeyi çok severdi. Benim futbola ilgim olmadığı için bu daha çok kardeşimle ortak paylaşımlarıydı. Biz ise babamla beraber film izler; filmler, sanat, felsefe ve hayat üzerine konuşurduk.

Bir laf vardır: "Bir erkek üç kere daha doğar.": Askerliğini yaptığında, baba olduğunda, babasını kaybettiğinde. Benim baba oluşumla babamı kaybedişim arasında sadece iki yıl vardı. İlk torunlarını görebilmiş olması ve onların ona 'Metin' dediklerini duymuş olması beni mutlu ediyor.

Baba olduğumda müthiş duygu patlamaları yaşamadım. O uzun hamilelik sürecinde kendimi buna bile etraflıca hazırlamıştım sanırım. Büyük değişimler ya da kararlarımda daha planlama aşamasında kendimi her şeye mümkün olduğunca hazırlarım.

Babamın vefatından önce iki sene bir hastalık dönemi yaşadık. Bir veda süreci gibiydi. Böyle yerine konulmaz bir sevgi ilişkisinin sonuna kendimizi hazırlama... Bunu bir şans olarak görüyorum.

Babamın özel bir vasiyeti olmadı. Bugüne kadar diyeceği her şeyi dediğinin, vereceği her şeyi verdiğinin farkındaydı. Tüm ailesiyle, kardeşimle, benimle gurur duyardı. Ve bunu her zaman hissettirirdi.

En yakınımda taşıdığım eşyası, otomobilinde kalan son güneş gözlüğü. Şimdi ben de otomobilimde onu kullanıyorum. Şu anda düşünüyorum da; annen ve baban, hayata bakış yolunu, onu analiz ediş şeklini, yani bir anlamda hayatı nasıl filtrelediğini ve nasıl gördüğünü geçirir ya… Onların gözüyle görerek çözersin hayatı. Babamın gözlüğünü kullanıyor olmam bu öğretinin sembolü oluyor aslında. Bir anlamda da yüzlerimizin birleşmesi.

BİZE ULAŞIN