Lifestyle

Güzel Şeyler Onun Tarafında - Yiğit Özşener

Güzel Şeyler Onun Tarafında - Yiğit Özşener

Yakışıklı, karizmatik, yetenekli ve son dönemlerde, hiç olmadığı kadar şöhretli... Konuşurken, sık sık, uzaktaki bir noktaya dalıp gidiyor; konuşmadığı zamanlarda da, çevresinde olan bitenleri izliyor. Kontrollü; duruma, ortama, insanlara hâkim olmaktan hoşlanıyor. Ancak; samimi, alçakgönüllü, rahat bir adam olması, yanındakilerin ona kolayca teslim olmasını sağlıyor. Sadece iyi yönleriyle değil, köşeleriyle de sevebileceğiniz bir adam, Yiğit Özşener. Tüm sahip olduklarına rağmen şımarmıyor, hayata karşı kartlarını açık tutuyor, sadece ekranda oynuyor ve bol bol gülümsüyor. Bu kadar güzel bir adam olduğu için de, güzel şeyler onun tarafında olmaya devam ediyor.

04 Temmuz 2012

Röportaj ELÇİN KAÇAR

Fotoğraflar ERSOY ALAP

OYUNCULUK

ESQUIRE: Mühendislik eğitimi almışsın. Mühendislerin analitik zekâsının yüksek olduğu söylenir. Ancak sen, tamamen duygularla hareket etmeni sağlayan bir iş yapıyorsun. Oyunculuk yaparken, analitik zekânı nereye saklıyorsun?

YİĞİT ÖZŞENER: Aslında saklamıyorum. Çünkü aldığım eğitimin, bakış açımı geliştirmeye çok büyük katkısı oldu. Ben bu işe girdiğimden beri, sette kimin hangi işi, hangi sırayla yaptığına dikkat eder ve sistematik olarak her şeyi takip ederim. Bu, aldığım eğitimin bana kattığı bir artıdır. Oyunculuğu, sürekli düşülen, dipsiz bir kuyu olarak görüyorum. İşin duygusal ya da mantıksal tarafı, bu kuyunun içinde ve hangisinden ne kadar olduğu, çok da ölçülebilir değil.

ESQ: Oyunculuğun hakkında bu kadar çok güzel şeyler söylenmesi, seni neden şımartmıyor?

YÖ: Hakkımda söylenen güzel şeyler, strese girmeme neden oluyor. Şımarmama neden olacak boyuta gelmese de, hoşuma gittiği de oluyor. Ancak bundan, sadece güzel yorumlardan hoşlandığım gibi bir anlam çıkmasın. Ben, olumsuz eleştirilere kapalı değilim; isteyen, istediği gibi beni eleştirebilir. Herkesi dinlerim ve tüm eleştirilerin içinden bana lazım olanı alırım. Neden bilmiyorum, kendimle ilgili iyi yorumlar duymak, kötü yorumlar duymaktan daha çok geriyor beni.

ESQ: Bu gerginliğin nedeni, yapılan yorumların ya da beğenilerin, sana sorumluluk yüklemesi olabilir mi?

YÖ: Sorumluluk duygusu, beni germez; çünkü sorumluluklarını bilen bir adamım. Otorite ve disiplini severim. Öte yandan, başımı alıp gitmek istediğim zamanlar da olur.

ESQ: Çekimler sırasında ekip arkadaşlarımızı dikkatle takip etmen, gözümden kaçmadı. Bu titizlik de, otoriter yapından kaynaklanıyor olsa gerek...

YÖ: Şöyle bir bencilliğimden bahsedebilirim: Ben, kendimi seçiyorum. Kendimi seçiyorum; çünkü kendimi seçtiğimde, başkalarını da mutlu edebildiğimi, başkalarına faydam dokunabildiğini görüyorum. Kendimi seçmediğimde, ya gücümden oluyorum ya da yıpranıyorum. Yıprandığımda da, etkili olmam gereken yerde etkili olamamaya başlıyorum. İşte bu otoriterlik, benim kişiliğimin bir parçası olduğu için, ondan vazgeçemem ve başkası gibi davranamam.

ESQ: Oysa başka biri gibi görünmek üzerine programlanmış bir kariyerin var.

YÖ: Çünkü o, tasarlanan ve üzerinde çalışılan bir şey; ben, olduğum gibi görünmeyi seviyorum. Şöyle söyleyeyim; şöhretin beni hayattan etmesinden korkarım. Günlük hayat o kadar güzel ki, ondan kopmak istemem. Şöhretin, bazı şeyleri kolaylaştırdığını reddedemem ama bunun, sırtınıza yüklediği şeyler de var. Çünkü şöhretiniz arttıkça, size olan ilgi artıyor; ilgi arttıkça, kısıtlamalar artıyor. Sokaktaki insan, ünlülerin damarlarında kan dolaşmadığını zannediyor.

ESQ: O hâlde sen, oyuncu değil de, bir şirkette yönetici olsaydın; gayet mutlu yaşayabilirdin. Yanılıyor muyum?

YÖ: Yaşardım. Öyle sırça köşkler, bana göre değil; boğulurum. Biliyor musun, bazen, insanlar acaba ne zaman benden nefret edecekler diye düşünüyorum. Tüm şöhretime rağmen, kimse benden nefret etmiyor. Bana olan ilgileri, ekranda gördükleri Yiğit Özşener'den kaynaklanıyor; ama bu kadar bıkmadıklarına göre, benim içimdeki o doğallığı fark etmiş olmalılar…

ESQ: Senden bıkmamalarına şaşırmamalısın. Magazinle, reklamlarla sürekli hayatımızda olan bir isim değilsin; yüzünü ekranda ya da beyaz perdede görebiliyoruz.

YÖ: Benim, bir şeyin fikrin temsilciliğini yapmak gibi bir amacım yok. İmajı, sanatçının gündelik kaygısı olarak görüyorum ve benim, böyle bir kaygım da yok. Yaptığım işler, ister istemez bir imaj oluşturmama neden oluyor; ama popülerlik derdinde değilim. Canlandırdığım rollerin üzerime yapışmasını da istemem. Ben komedi de yapmak istiyorum, çok iyi bir aksiyon oyuncusu olacağımı da biliyorum. Bir şeyi parçalamayı ve ardından birleştirmeyi çok seviyorum. Ve oyunculuk, bana bu fırsatı veriyor.

ESQ: Ne tarz karakterleri canlandırmaktan hoşlanıyorsun peki?

YÖ: Zaafları ve derinliği olan karakterleri canlandırmaktan hoşlanıyorum. Öyle süper kahramanlar, hiç bana göre değil. Hem karanlık hem de aydınlık bir yüzü olan karakterleri, kendime daha yakın buluyorum. Onun için, Jason Bourne karakterini çok severim. Gerçektir, öyle robot gibi yaşamaz. Bazen, çok sıkıntılı durumlara düşer ve bu durumlardan, zekâsını, eğitimini kullanarak çıkar. Yüksek bir yerden atladığında, yaralanır, canı acır ama yine de devam eder.

ESQ: Şanslısın, çünkü hep derinliği olan karakterleri canlandırıyorsun. Dizi ve sinema sektöründe, bu kadar derin karakterler içeren çok az yapım var.

YÖ: Evet, çünkü sektör gelişmiyor. Bunun da kendine göre, medyadan prodüksiyona kadar uzanan nedenleri var. Bu ülkede, yaklaşık 20 yıldır dizi çekiliyor; ekipmanlar, oyuncular, teknik ekipler artıyor, yeni yönetmenler yetişiyor. 20 yıl öncesine ait bir kovalamaca sahnesine baktığınızda, beş yıl önce çekilmiş kovalamaca sahnelerinden bir farkı olmadığını görüyorsunuz. Yabancı dizi ve filmlerdeki kovalamaca sahnelerini, bugün halen çekemiyoruz. O hâlde biz, bu 20 senede ne yaptık? Bu sorunun yanıtını bulamayınca, ortada aslında bir sektörün olmadığını fark ediyorum.

ESQ: "Ezel" sona eriyor. Ufukta, başka bir dizi veya film projesi var mı?

YÖ: Çağan Irmak'ın, "Dedemin İnsanları" filminde oynayacağım. Film, Girit'ten göç etmiş bir ailenin hikâyesini anlatıyor. Bu filmde, son zamanlarda canlandırdığım rolden daha başka bir rolde olacağım. İnsanların seveceği, dünyaya çok saf bakan bir adamı canlandıracağım. Öyle bir karakterin hayatta var olması pek mümkün değil; o da bunu bildiği için sürekli kendi varoluşunu sorgulayacak.

DOSTLUK VE İLİŞKİLER

Yiğit Özşener, sorduğum sorulara doğrudan hızlı bir yanıt vermek yerine, kendine düşünme payı bırakıyor. Bazen söze başlamadan önce, uzun uzun denize bakıyor; düşünüyor ve aklı, benim bilmediğim sularda geziyor. Söylemek istediklerini kafasında netleştirdikten sonra, söze başlıyor. Kimi zaman da, soru sormamış olduğum hâlde, konuşmaya başlıyor. Kendini anlatmayı, sesli düşünmeyi seviyor. İşte bu nedenle, bazı sorularıma, konuyla hiç ilgisi olmayan yanıtlar veriyor. Bunu; düşüncelerinin zihninde dağınık parçalar hâlinde yer almasına ve kendini anlatmaktan keyif almasına bağlıyorum.

ESQ: Dostluk ilişkilerinde, parçalayıp birleştirmekten hoşlanıyor musun?

YÖ: Çok sosyal bir adam değilim, dostluk konusunda seçiciyim. Ayrıca benim, birbirinden çok farklı arkadaş gruplarım var. Onları birbirleriyle bir araya getirmeye de hiç ihtiyaç duymuyorum; çünkü farklı gruptan insanlarla, farklı şeyler hakkında konuşmaktan hoşlanıyorum.

ESQ: Özel hayatında da bu kadar seçici misin?

YÖ: Öyle armudun sapı, üzümün çöpü tarzı bir seçiciliğim yok. İlişki, benim için bir frekans meselesidir. Kontratsız, kendiliğinden oluşan ilişkileri seviyorum. En güzel ilişkiler de öyle oluyor. Bazen akışına bırakmak gerekiyor ve mantık devreye girdikçe, insan daha çok hata yapmaya başlıyor.

ESQ: Kadınlarla aran nasıl?

YÖ: Erkek egemen bir dünyada yaşamamıza rağmen, bir açıdan, bu dünyanın bir parçası olmadığımı düşünüyorum. Çünkü benim, çok yakın olduğum kadın arkadaşlarım var. Onlara, "kadın yârenlerim" diye sesleniyorum. Onlarla dertleşiyorum, sohbet ediyorum ve böylece, kadın dünyasını daha iyi anlıyorum. Üstelik bu, bana müthiş bir mutluluk da veriyor.

HAYAT

ESQ: Çekimler sırasında, moda editörümüzün seçtiği markalı giysileri, pek de hoşlanarak giymediğini fark ettim. Mütevazi görünmeyi seviyorsun galiba; yanılıyor muyum?

YÖ: Para, elbette bir şeylere sahip olmanızı sağlar ama her şey, o paranın sahibine bağlıdır. Para sahibi adamın vizyonu ve dünya görüşü varsa, parayı da ona göre değerlendirir. Hepimiz için menü aynı, alabileceğimiz şeylerin değerleri ve boyutu farklı sadece… Bunu da şöyle açıklayabilirim: Kimi sevgilisi için yol kenarındaki çiçekleri toplar, verir kimi de çiçekçiden kocaman bir buket yaptırır ve onu gönderir. Burada, her ikisinin de menüsü; yani amacı aynıdır.

ESQ: Öyle ama buketi yapan değil, yaptıran daha değerlidir kadınlar nazarında. Çiçek toplayan adam, çiçek toplayarak onaylanmadığını anlayınca; bir daha çiçek toplamaz.

YÖ: Bilemiyorum, onu da kadınlara sorun. Ancak evet, hepimiz onaylanmak istiyoruz. Ama hayatı, bu şekilde kurgulayamayız.

ESQ: Hayatın herkese aynı menüyü sunmamasını, hayatın adaletsizliğine bağlayabilir miyiz?

YÖ: Hayatın, kendine göre bir adaleti olduğuna inanıyorum. Herkese aynı menüyü vermiyor; çünkü biz, hayata müdahale etmeyi, koşulları zorlamayı seviyoruz. Kendi aramızdaki adaleti sağlamak için yasalardan hesap sorabiliyoruz ama hayattan hesap soramıyoruz. Şahsen ben, bunlar üzerine çok fazla kafa yormanın, tehlikeli olduğunu düşünüyorum.

ESQ: Sabahtan beri aklımda olan bir soruyu, şimdi sormak istiyorum. İzmir'in Karşıyakalısı olarak, futbolla aran nasıl?

YÖ: Karşıyakalı olmama rağmen, çocukluğumdan beri, asla futbol fanatiği olamadım. Neden fanatik olamadığımı hiç bilmiyorum; benim, hiçbir şeye karşı bağımlılığım yok.

ESQ: Bağımlılığının olmaması, birilerini ya da bir şeyleri kolayca terk edebildiğin anlamına mı geliyor?

YÖ: Hayır. Elbette ki insan, geride bıraktığı bazı şeyleri özlüyor. Kolayca unutabildiğimize inanmıyorum. Unutabildiğini iddia eden de, bence yalan söylüyor.

ESQ: Şimdi sen, geçmişinle ilgili her şeyi hatırladığını mı iddia ediyorsun?

YÖ: Böyle bir iddiam yok; bazı detayları unutmamız, normaldir. Hafıza denen şey, zamanla yorulur. Ama temelde, hiçbir şeyi unutmadığımızı düşünüyorum; yalnızca geride bırakıyoruz. Çünkü ya zorunluluktan dolayı geride bırakmak zorunda kalıyoruz ya da geride bırakmanın daha iyi olacağına inanıyoruz. Yoksa insan, kendine olan bakışının değişmesini sağlayan olayları ya da insanları kesinlikle unutmuyor. Zaman içinde, bunların muhasebesini yaptıkça özlediğini bile hissedebiliyor.

ESQ: Bana kalırsa, değişmemizi sağlayan olayları, öyle tüm çıplaklığıyla hatırlamıyoruz. Bizde değişimi başlatan o ilk başlangıç anını, o kısacık zaman dilimini hatırlıyoruz.

YÖ: Bundan tam emin değilim. Her şeyin başlangıcı mı etkileyicidir sence?

ESQ: Bizi değiştiren her neyse, onun hayatımıza girdiği dakikayı, anı, zamanı; üzerinde yarattığı etkiden daha fazla hatırladığımızı düşünüyorum.

YÖ: Bilemiyorum; ben, daha çok yarattığı sonuçla ilgileniyorum. Bakma böyle söylediğime, hafızam aslında o kadar da güçlü değildir. Ben, başkalarına anlamsız gelen garip detayları hatırlarım. Hatta hatırlamak isteyen herkesin, kendi hayatına dair detayları hatırlayabileceğine inanırım. Hangimiz, 13 ya da 14 yaşına dönüp, o zamanlara ait; kokuları, izleri, detayları hatırlamaya çalışıyoruz? Hayat bizi o kadar meşgul hâle getiriyor ki, oturup bunları düşünmeye zaman bulamıyoruz. Oysa fırsat bulup düşünebilsek, kendimizle ilgili o kadar ilginç şeyler hatırlamaya başlayacağız ki… Ancak bu, çok lüks; zira günlük hayat, arkana dönüp bakma fırsatı vermiyor.

ESQ: Zaman zaman da olsa, bu lüksü yaşayabildiğin oluyor mu?

YÖ: Eskiden, buna hiç kafa yormazdım; biliyor musun? Balık hafızalı olduğumu, her şeyi unuttuğumu düşünürdüm. Ancak son zamanlarda, aslında pek çok şeyi hatırladığımı fark ettim. Ben bu lüksü, daha çok rastlantısal olarak yaşıyorum. Mesela, geçen gün burnuma bir koku geldi ve o koku, beni aldı, uçurdu ve geçmişe götürdü. "Back To The Future (Geleceğe Dönüş)" filminde gibi hissettim kendimi. Senelerdir almadığım ama bir şekilde zihnime kodlanmış bir koku sayesinde, geçmişe gittim. Ama kokunun bendeki hatırası çok eski olduğu için, onun ne olduğunu ya da ne şekilde zihnime kodlandığını bir türlü hatırlayamadım.

ESQ: Demek ki o kokunun, senin geçmişin üzerinde olumlu bir etkisi varmış. Olumlu anıları, olumsuzlara göre daha az hatırladığımızı düşünüyorum.

YÖ: Evet, haklısın. İçgüdüsel olarak, otomatik bir refleks geliştirmişiz. Kötü şeyleri, hayatımıza karşı bir tehdit olarak algıladığımız için, bu tehdit ortadan kalksa dahi hatırlamaya devam ediyoruz. Çünkü doğada, sadece insan, kendi türünü yok etmeye çalışıyor.

ESQ: Peki, bunca yoğunluğun ardından, tatile çıkmayı düşünüyor musun?

YÖ: Çok istiyorum. Ben tatildeyken, kendimi gerçekten tatilde gibi hissetmek, şehrin kaosunu geride bırakmak isterim. Bir de ben, fazla kalabalık yerlerde tatil yapmaktansa; kolayca kaybolabileceğim, küçük yerleri seviyorum. Ama öyle günlerce aynı yerde sabit de kalamıyorum; farklı farklı yerlerde bulunmaya bayılıyorum.

*Röportaj Tarihi Haziran 2011

Daha Fazlası

Tersane İstanbul Winter Town: 2026’ya Kadar Sürecek Büyülü Kış Festivali Başladı

Güven inşa etmek, en kalıcı başarı!

Tohum Otizm Vakfı, Otizmli Çocuklar İçin İyiliği Festivale Dönüştürüyor…

Peugeot E-5008 “Art On Cars” İle Sanatın ve Teknolojinin Buluşma Noktasında