İç huzuru ve kendine güveni tam: Seçkin Özdemir
27 Ekim 2018
1 / 5
İç huzuru ve kendine güveni tam: Seçkin Özdemir
Röportaj Seda KARAN
Fotoğraf: Ömer Faruk GÖKALP
Moda Editörü Duygu ALTIPARMAK
Onunla, Beykoz Kundura Fabrikası'nda oluşturulan 'Can Kırıkları' adlı dizisinin setinde tanışmadan önce de hakkında aşağı yukarı bir fikrim vardı. Artık görünümünden mi bilinmez, bu adam bana her zaman 'sakin' gelmiştir. Yaklaşık yarım saatlik sohbetimizin sonunda hakkındaki düşüncelerim konusunda yanılmadığımı anlıyorum. Birlikte geçirdiğimiz o kısacık vakit bana sakinliğinin yanı sıra ne kadar uyumlu, merhametli ve vicdanlı bir adam olduğunu da gösterdi. Zaten hakkında dersimi çalıştığım sıralar, Ekşi Sözlük'te hakkında en ufak bir olumsuz yoruma rastlamamam da bunu ispatlıyor. Seçkin Özdemir'den bahsediyorum. Bu ara, gerek vizyona giren bir aile komedisi olan filmi 'Bücür' gerekse de ATV'de yayımlanan yeni dizisi 'Can Kırıkları' sebebiyle oldukça yoğun bir iş temposuna sahip. Öyle ki röportajımızı kapak çekiminden ancak üç dört gün sonra, yoğun iş temposunun arasına sıkıştırabildiğimiz bir saat içerisinde yapabildik. Etiler'de buluştuğumuz kafeye sözleştiğimiz saatte gelmesinden sebep benden yana bir artı puanı daha kapıyor. Gece saat 03.00'te biten setinden ötürü yorgun olmasına rağmen bu dakik tutumu, karşısındaki kişilere ne kadar saygı duyduğunu da gösteriyor.
Biraz soluklandıktan sonra kayda başladığımda "Merhaba… Merhaba… Merhaba…" diye başlıyor söze. Göz göze gelip kısa bir gülümsemeden sonra nasıl bir aileden geldiğini soruyorum. 1981 doğumlu Seçkin, dört kardeşin en küçüğü olarak dünyaya gelmiş. Kocaeli'nde eğitim alacağı üniversite yıllarına kadar hayatının tamamı Gaziosmanpaşa'nın sokaklarında geçmiş. Babası ayakkabı ustası olarak hayatlarını idame ettirirken annesi de ev hanımı olarak evin ve çocukların bakımını üstleniyormuş. Baba tarafı Sinoplu, Gürcü. Bir ağabeyi, iki ablası var. Aradaki yaş farkından dolayı evin 'tekne kazıntısı' olan Seçkin, geleneksel bir Türk aile yapısı içinde son derece mutlu bir çocukluk geçirdiğini belirtiyor. "Ablamların ve ağabeyimin üzerimde çok hakkı vardır. Her başım sıkıştığında bana çok destek oldular. Benden yaşça büyük oldukları için gençliğimde bana her zaman iyi geldiler." diyerek ailesine ne kadar düşkün olduğunu da gösteren Seçkin, neslinin artık son örneklerinden biri olduğunu söyleyerek sokaklarda geçen, özgür bir çocukluk yaşadığını vurguluyor: "Ben sokakta büyüdüm, sanırım sokak neslinin son örneklerinden biriyim. Sabahları erkenden kalkıp bir şeyler yiyip kendimizi sokağa atardık. Bisiklet, saklambaç, misket, mahalle maçları derken vaktin nasıl geçtiğini anlamazdık. Akşam olduğunda da annem zorla beni sokaktan toplayıp eve getirirdi."
"Çok özgür ve güzel günlerdi. Şimdi ise çocuklar sokağa çıkmasın diye uğraşıyoruz." diyorum, hemen onaylıyor ve anlatmaya devam ediyor: "Resmin geneline bakarsak çalışkan ve dersleri iyi olan bir öğrenciydim. Teşekkür ise Teşekkür, Takdir ise Takdir'i eve getirirdim. Ancak lise yıllarında derslerim bir parça bozulmaya başladı. Sonra onu da iyi toparladım ama. Üniversite eğitimimi de Kocaeli Üniversitesi İktisat bölümünde tamamladım. Sonrasında İstanbul'a döndüm ve Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nde tiyatro ve oyunculuk eğitimine başladım."
Oyuncu olmak fikri nereden çıkmıştı peki? Sonuçta ne ailesinde ne de çevresinde kendisine örnek teşkil edecek bir isim vardı… Beni hiç bekletmeden yanıtlıyor: "Çocuğum iktisat okusun, bankacı olsun, tıp okusun doktor olsun gibi klasik bir beklenti vardır ya; ben de biraz o yapı çerçevesinde ilerledim aslında. Kendi yolumu hemen ve acele ederek çizmektense bir parça genel beklentileri karşılamaya yönelik yaşadım. Açıkçası okuduğum bölümle ilgili çok da umudum yoktu kendimden yana."
"Ben ne yapıyorum?" diye kendisini sorgulayıp sorgulamadığını merak ediyorum. Bu cümleyi Kocaeli'ye gittikten sonra sık sık kurduğunu belirterek "Ne yaptığımı sorgulamaya başladıktan sonra da zaten kendi yolumu çizmeye, gerçekte ne istediğimi kurcalamaya başladım. Açıkçası biz kendimizi biraz geç keşfediyoruz. Ben de bunlardan birisiyim. Üniversitede kendimi keşfetmeye başlayıp yolumu çizdim diyebilirim."
Kendi yolunu çizmesindeki temel sebebin derinlerde bir yerde barındırdığı asi ruhtan kaynaklı olup olmadığını merak ediyorum bunun üzerine… Her zaman asi bir yanı olduğunu belirtiyor, ancak kendi istediklerini ailesini ya da arkadaşlarını yıpratacak şekilde hayata geçirmediğini de ekliyor. Sonuçta ailesini mutlu edecek bir bölümden de mezun olmuş: "Başladığım işi hiçbir zaman yarım bırakmaz sonuna kadar götürüp bitiririm genelde." Bir özelliğini daha öğrenmiş oldum: Azimli.
Seçkin, Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nde aldığı tiyatro eğitiminden sonra Başkent İletişim Akademisi'nde oyunculuk ve diksiyon eğitimi de almış. Oyuncu olma kararından sonra ailesinden nasıl bir tepki geldiğini merak ediyorum: "Ailem hiçbir zaman benim hayatıma müdahale etmedi, ancak şöyle bir şey oldu; zamanla onlar beni, ben de onları anladım. Onların kaygısı tamamen hayatımın düzgün ve benim mutlu olmam üzerineydi. Benim derdimse daha çok sevdiğim ve istediğim şeylerin peşinde koşmaktı. Ben de her iki tarafın isteğini tek bir potada eritmeye çalıştım. Bunu da başardığımı düşünüyorum. Şimdi hayatımda bir şeylerin değiştiğini gördükçe onların içi de daha çok rahat etmeye başladı. Onların içi rahat edince de ortada bir sıkıntı kalmadı." Tiyatro eğitimi sayesinde hayatında nelerin değiştiğini soruyorum bu kez; tiyatro eğitimini oyunculuk yapmayan, hatta hayatı boyunca oyunculuk yapmayacakların da alması gerektiğini belirtiyor Seçkin ve ekliyor: "Tiyatro eğitiminin hayatımız boyunca birçok faydası olacağını düşünüyorum. İnsanın hem kişisel gelişimi hem kendini tanıması hem kendini ifade etme biçimi hem de kendisini keşfetmesi adına içeride çok büyük madenler açıyor bence."
Bu sayede kendisinin neler keşfettiğini anlatmasını istiyorum bu sözlerinin ardından… "Genel anlamda 'kendimi' keşfettim." diyor, "Zaten yaşım gereği kendimi keşfetme yolundaydım, tiyatro buna daha fazla yardımcı oldu. Bunun dışında sadece oyunculukla alakalı değil; tiyatro genel anlamda kafada ayrı bir bölüm açıyor ve insanın hayata bakış açısını bambaşka bir şekilde değiştiriyor." Bunun biraz da çalışkanlığıyla alakalı olduğunu düşünüyorum. Hazır çalışkan sözü geçmişken hemen açıklıyor: "Ben çok iş yaptım. Okurken de çalışıyordum. Çalışmaktan son derece zevk alan bir çocuktum. Küçükken babamın atölyesine gider; çekiçle, çiviyle, ayakkabıyla, tutkalla babamın bana verdiği küçük bir köşede, kendi kendime bir şeyler yapardım. Lise yıllarında Kapalıçarşı'da deri dükkânı olan ağabeyimin yanında çırak olarak çalıştım. Üniversitedeyken radyo programı yapıyorduk. Sonra televizyon programları geldi, VJ'lik yaptım. Arada askere gidip geldim. Akabinde arkadaşlarımla birlikte bir tiyatro grubu kurduk. İki yıl boyunca kendimiz yazıp kendimiz oynadık. Sonrasında beni o oyunlarda görüp 'Muhteşem Yüzyıl' için istediler. Ciddi anlamda benim televizyonda tanınmamı 'Leo' rolü sağlamıştır."
Tiyatro kökenli oyuncuların bir kısmının maddi imkânlar yüzünden dizilerde yer aldığını biliyoruz. Televizyon, sinema ve tiyatro dediğimde hangisinin onda ağır bastığını soruyorum… Biraz düşünüp yanıtlıyor beni: "Yani… Tiyatronun tadı çok farklı. Sahneye çıkıyorsunuz ve seyircinin karşısında canlı canlı bir saat ya da biraz daha fazla bir süre boyunca hatasız, eksiksiz bir şekilde hikâyeyi canlandırıp yaşatıyorsunuz. Tiyatro mu, televizyon mu, yoksa sinema mı diye sorarsanız benim tek yanıtım, oyunculuk olur. Çünkü ben oyuncu olmayı, oynamayı ve oyunun içinde olmayı seviyorum. Nerede olduğum değil, ne olduğum önemli benim için. Oyun oynayabildiğim sürece benim için alanı önemli değil. Bu bir tiyatro oyunu da olur, sinema filmi de olur, televizyon dizisi de. Son zamanlarda tiyatro yapamadım maalesef. Çünkü çok ciddi bir uğraş ve prova süresi istiyor. Benim de buna ayırabilecek vaktim yok. Kendimi tam olarak veremeyeceğim bir alan içerisinde olup da kimseyi eksik bırakmak istemem. Bu yüzden bundan imtina ediyorum, işim konusunda titizim. Kendi yoğunluğumdan dolayı da kimsenin arzusunu ve hayalini yıkamam."
Şu sıralar tiyatro yapamasa da tatlı bir yoğunluğun içinde koşturup duruyor, Seçkin. Projelere nasıl karar veriyor peki, kendisini heyecanlandıran ya da tetikleyen unsurlar nedir? Merakımı gideriyor hemen…
"Gelen projeleri, okuduğum adamı kendi içimde hissedebiliyor muyum, bana daha okurken bir şeyler katıyor mu, okurken kafamda bir şeyler oluşmasına sebep oluyor mu, dikkatimi çekiyor mu, merakımı uyandırıyor mu, beni heyecanlandırıyor mu gibi unsurlarla bakıyorum. Sonrasında da bütününe bakıp genel bir karar veriyorum. Tabii her şeyden önce canlandıracağım adamı oynamak istiyor muyum, bu önemli. Ama bu demek değil ki, oynamayı tercih etmediğim bir karakter kötü ya da eksik veya yanlıştır. Bu tamamen benim içsel yolculuğumla alakalı bir durum."
Bugüne kadar farklı tarzları canlandırsa da bazı roller ve kalıplar bazı oyuncuların deyim yerindeyse üzerine yapışıyor. Bu konu hakkında görüşlerini rica ettiğimde ise beni bekletmeden bunun tamamen oyuncunun özel tercihi olduğunu belirtiyor: "Sürekli aynı rolleri oynamayı tercih etmelerini garipsemiyorum açıkçası. Bana soracak olursanız ben o yapıda bir adam değilim, farklı farklı rolleri canlandırmayı seviyorum. Bazı oyuncular benzer rolleri canlandırmayı tercih edebilir. Kendi karakterini oluşturup oyunculuğunu o şekilde oturtup o karakterle kariyerine devam edenler de var. Bunun en güzel örneği, Robert de Niro. Belli bir karakteri ve tavrı var adamın; komedi de olsa, mafya-suç da olsa, dram-aksiyon da olsa Robert de Niro'yu Robert de Niro olarak izliyoruz. Ve bundan bırakın rahatsız olmayı, onu büyük bir keyifle izliyoruz. Dediğim gibi; Seçkin olarak ben farklı farklı rolleri farklılaştırarak oynamayı seviyorum."
Hazır Robert de Niro'nun adı geçmişken bugüne kadar izlediği karakterlerden hangilerini oynamak istediğini merak ediyorum… Heyecanlı bir şekilde gülerek: "Valla 70'lerde olsaymışım, 'Taxi Driver'daki Travis'i oynasaymışım iyi olurmuş. Ya da 'Scarface'teki Tony Montana… Bu tamamen izlerken keyif aldığım karakterlerle ilgili bir durum. O karakterler bana uyar mı uymaz mı bilemiyorum, şu anda sadece içsel bir heyecandan bahsediyorum. 'Ağır Roman', çok sevdiğim bir film. 'Eşkıya' keza öyle. Onların içerisinde yer almak isterdim açıkçası. Şener Şen ile oynamak isterdim! 'Fight Club'da rol almak isterdim; harika bir film, 'Issız Adam'da rol almak isterdim ki; o film çok içime dokunmuştur benim."
Son günlerde bir hayli dijital proje ile de karşılaştığımızı, bunların eskisinden farklı 'kafalarla' yapıldıklarını düşündüğümü söylüyorum. Hemen bu konudaki fikrini paylaşıyor benimle: "Dijital platformların, alternatif işlerin oluşabilmesi için ihtiyacımız olan bir alan olduğunu düşünüyorum. Ve o alanda da başarı yakalanmasını ve sürdürülebilir hale getirilebilmesini arzuluyorum. Bugün olmasa da yarın öbür gün ben de o yayınlarda yer almak isterim. Çünkü ana akım medya içerisinde haklı olarak ciddi bütçeler ve ciddi pasta payları döndüğü için genel algı ve beklentiler üzerinden birbirine benzer tatta işler ortaya çıkabiliyor. Ana akım medyada farklı ya da alternatif işlerin yer etmesini sağlayamıyorsunuz. Burada kimse haksız değil elbette, bir yandan televizyon kanalları ve yapım şirketleri de ticaret yapıyor. Dolayısıyla dijital platformları, alternatif hikâyelerin de anlatılması, hayata geçirilebilmesi konusunda önemli buluyorum."
kazak ERMENEGILDO ZEGNA (BEYMEN), pantolon MASSIMO DUTTI, ayakkabı CHRISTIAN LOUBOUTIN, bileklik ELEVENTY (HARVEY NICHOLS)
2 / 5
İç huzuru ve kendine güveni tam: Seçkin Özdemir
Tüm bunları konuşurken, kapak çekimi karelerine baktığımızda fotoğrafçı arkadaşımız Ömer'e "Ben yakışıklılık peşinde değilim, fotoğrafların bir derdim olduğunu anlatmasını tercih ediyorum." dediğini hatırlıyorum. Gerçekte Seçkin'in 'derdi' nedir peki?
"Benim asıl derdim; huzurlu ve mutlu yaşamak, vicdanımın ve içimin rahat olması… Mesleğim oyunculuk ve oyunculukta da başarılı olmak istiyorum. Kendimi geliştirmeye çalışıyorum, geliştirmek için de elimden geldiğince uğraşıyorum. Stabil kalmayı sevmiyorum; o yüzden olabildiğince gelişmeye, geliştirmeye ve daha iyi şeyler yapmaya çalışıyorum."
Seçkin Özdemir hakkında araştırma yaptığım sırada Ekşi Sözlük'te gördüğüm yorumlardan biri de şuydu: "Tipinden dolayı değil de hayattaki duruşuyla ilgili yazmak istiyorum; kendisini tanımasam da yer aldığı birkaç programdaki tavrıyla farklı bir yerlerde olduğunu gösterdi." Bunun için neler söylemek isterdi?
"Öncelikle teşekkür ederim, kim yazmışsa… Yani 'farklı' bir yerde durmak amacıyla hareket etmiyorum."
Ama zaten öylesin bence…
"Zaten öyle miyim, onu da bilmiyorum. Ben tamamen varlığımın bir amacı olsun, bir işe yarayayım, birilerine bir şey ifade edeyim istiyorum. Birilerine bir şeyler verebiliyorsam ne mutlu, birilerinden de bir şeyler alabiliyorsam yine ne mutlu! Ben alışverişi seviyorum." Hayatta kendi için, birileri için bir işe yarıyor olmaya çalışmak… Seçkin, emek harcayarak kazanmanın derdinde; ne güzel!
Genel anlamda hayatı sorgulayan ve bir şeyleri dert edinen bir adam olup olmadığını merak ediyorum. Her şeyi artık öyle çok sorgulamadığını belirtiyor: "Kendinizi çözdükçe aslında hayatınızda sorguladığınız şeyler de çözülmeye başlıyor. Hayatı çok sorgulamam; hayattaki duruşumu, hayatıma nasıl devam etmek istediğimi, kendimi nasıl iyi hissettiğimi biliyorum. O yüzden hayatımda benim için çok önemli ve kritik olan şeyleri dert ederim ve sorgularım. Bunları düzeltmek, iyiye çevirmek ya da kendi hatamı bulmak benim için önemli."
Bunun üzerine kaderci olup olmadığını soruyorum. "Sadece kaderciyim, diyemem. Öncelikle benim yapmam gereken şeyler var; önce kendin yapacaksın, buna inanıyorum. Kendini geliştireceksin, yaptığın işle alakalı ne kadar verebiliyorsun, eksiklerin nedir bunları ortaya koyacaksın, hayatında eksiklerin için neler yapabiliyorsun, insanları dinliyor musun, insanların söylediği doğru eleştirileri alabiliyor musun, bunlar önemli. Ben kendi adıma gerekeni yaptıktan sonra başıma gelen hayatın akışı ve kaderdir; böyle düşünüyorum."
Kendisiyle çok kavga edip etmediğini merak ediyorum bu sözlerinin üzerine… Kendisiyle barışık bir adam olduğunu, kendisiyle anlaşabildiğini ancak çok fazla tartıştığını belirtiyor samimi bir şekilde.
37 yaşında genç bir adam olarak 40'larına doğru yaş almakla ilgili bir kaygısı, derdi olup olmadığını merak ediyorum. Yaş almakla hiçbir derdi olmadığını, şu andaki halinden gayet memnun olduğunu öğreniyorum: "Her geçen yaş insanı olgunlaştırıyor. Bundan 10 sene öncesine baktığında düşündüğün şeylerle şimdi düşündüklerin daha farklı tabii. İnsan gelişiyor, olgunlaşıyor; fikirleri daha bir demlenip oturuyor, yenileniyor, dönüşüyor, zaten en önemlisi de dönüşebilmek bence. Yoksa kimse her şeyiyle mükemmel, dört dörtlük değil. Kişinin hatalarını görebilmesi ve kendisini düzeltip geliştirebilmesi önemli olan."
Kabul etmek ve dürüst olmak gerek. Seçkin Özdemir bu toprakların kazandığı yakışıklı oyuncuların başında geliyor. Hatta onu Jude Law ve Andy Whitfield'a çok benzetiyorlar. Kendisini yakışıklı bulup bulmadığını soruyorum. Beni yanıtlıyor: "Açıkçası yakışıklı bir adam olma gibi dertlerim yok. Kendimi beğendiğim anlar da oluyor, beğenmediğim anlar da. Kendimi iyi hissediyorsam, iyi bir iş çıkardığımı düşünüyorsam ya da hayatım iyi gidiyorsa doğrudan kendimi 'iyi' hissetmeye başlıyorum. Ama kötü giden bir şeyler varsa ya kendimle ya da performansımla alakalı, modum çok yerinde değilse kendimi beğenmeyebiliyorum. Zaten 'Vay, çok yakışıklıyım' gibi bir iddiam da yok."
Hayranlarıyla nasıl bir ilişkisi olduğunu soruyorum bu kez de. Hayranlarının varlığının kendisine güç verdiğini söyleyerek devam ediyor: "Kendi içimdeki dünyadan bahsedecek olursam, çok yoğun, gerçekten kendime bile vakit kalmayacak bir yoğunlukta ve ağır tempoyla çalışıyoruz. Ve bu haldeyken onlardan gelen mesajlar, onların varlığı, onlardan gelen güzel enerji ve motivasyon insana kendini iyi hissettiriyor."
Ünlü olmakla arasının nasıl olduğunu sorduğumda ise, "Ünlü olmak benim için giderek normalleşmeye başladı. Mesleğe ilk başladığım dönemlere göre, evet realitede olsa da kendi içimde 'Ben ünlüyüm' hissine kapılmıyorum artık." diye yanıtlıyor beni. Bunun üzerine de rahat bir adam olup olmadığını merak ediyorum. Eskiden daha tedirgin ve izole yaşadığını, artık daha rahat ve açık olduğunu belirtiyor.
Hakkında yapılan yorumlardan biri de 'erken final yapan dizilerin demirbaşı' şeklindeydi. Bu konuda da rahat olup olmadığını merak ediyorum sözleri üzerine…
"Kısmet… Ben üstüme düşeni en iyi şekilde yapmaya, kendi karakterimi en iyi şekilde oynamaya çalışıyorum. Bunun dışında olan şeylere çok da diyebileceğim bir şey yok. Ben işimi iyi yapma derdindeyim."
Bir proje aniden yayından kaldırılınca hemen 'down' oluyor mu, insanda bir güvensizlik oluşturuyor mu? "Güvensizlikten çok şöyle bir şey oluyor; oynamayı çok sevdiğim, içime çok sinen, oynarken çok keyif aldığım karakterden bir anda kopmak iyi gelmiyor. O karakterle daha çok vakit geçirmek isterdim, diyebiliyorum bu tip durumlarda. Çünkü severek oynadığınız karakterler içsel olarak size büyük bir motivasyon sağlıyor. Hayata dair de ciddi anlamda keyif veriyor. Seyirci tarafından baktığınızda hani nasıl ki sevdiği dizi bir anda bittiğinde bir daha o dünyaya giremiyor, benim tarafımdan baktığımızda da bir daha o karakteri oynayamıyor olmak üzüyor diyebilirim."
Bu samimi sözleri üzerine canlandırdığı karakterlere hemen adapte olup olmadığını merak ediyorum. Setten sonra hemen gerçek Seçkin'e dönebiliyor mu mesela? Kimi oyuncu uzun bir süre girdiği rolden çıkamıyor çoğu zaman. Beni hemen yanıtlıyor: "Rahatlıkla dönerim. Ama şöyle bir şey de var; bu tamamen canlandırdığım karaktere içsel olarak ne hissettiğimle bağlantılı. Karaktere çok bağlandıysam sonradan onu çözmek ve normal hayata geçmek bazen daha zor ve yıpratıcı olabiliyor. Ama kimi karakterde de çok kolay olabiliyor. Önemli olan beni içsel olarak alması, gerisi kolay; çözeriz.
Genel anlamda göründüğü gibi sakin bir adam mıydı? Biraz düşündükten sonra sakin bir adam olduğunu ama yine de genel olarak bu tarz karakteristik sorular karşısında rahatsız olduğunu vurguluyor. Ben de fazla uzatmadan sabır konusundaki başarı grafiğinin ne durumda olduğunu sorarak konuyu farklı bir yöne götürüyorum…
"Eskiden daha sabırsızdım, şimdi daha sabırlıyım. Eskiden daha telaşlıydım, şimdi daha sakinim."
Koşmuyor, yürüyor yani.
3 / 5
İç huzuru ve kendine güveni tam: Seçkin Özdemir
Sözü, günümüzde ilişkileri saf ve gerçek tutmanın oldukça zor olduğuna getiriyorum. "Maalesef eski ilişkilerin yaşanmadığı, daha kontrollü ve temkinli olmamız gereken dönemlerden geçiyoruz. Dolayısıyla kendimizi daha da özenli bir şekilde koruma altına alma hissine de kapılıyoruz. Karşındakine kolaylıkla 'Hayır.' diyebilenlerden misin?"
"Bunu öğrenmeye çalışıyorum halen. Bende insanları kıramama gibi bir yapı var. Ama gerektiği zaman ve gerektiği yerde kesinlikle 'Hayır.' dememiz gerektiğine inanıyorum. Şunu fark ettim; yapmak istemediğin bir şeyi sırf karşındaki kırılmasın diye yapmak zorunda kalıyorsun. Yaptığın zaman da bu kez sen mutsuz oluyorsun."
Bu bağlamda sana zarar verdiğine inandığın insanları hayatından çabucak çıkarabilme yetin var mıdır? Hiç başına geldi mi böyle bir şey?
Bu tamamen muhatap olduğum kişiyle olan bağımla ilgili bir durum. İyi niyet her zaman benim için en önemli şey olmuştur. Az önce sormuştun ya 'Seni en çok ne sinirlendirir?' diye... O soruya da yanıt olsun bu, iyi denk geldi; beni en çok sinirlendiren ya da mutsuz eden şey kötü niyet. İyi niyet olduğu sürece her şeyi telafi de ederim, elimden gelen yardımı da yaparım, çabayı da, anlayışı da, tahammülü de gösteririm. Hisleri de güçlü bir adamım, o kötü niyeti hissettiğim anı hiç sevmiyorum.
Hayatı yaşama motton nedir, hayatın hakkında ani ve ciddi kararlar alırken güvendiğin insanlarla fikir alışverişi yapar mısın?
"Daha mantıklı, daha sakin ve daha dikkatli olmaya çalışıyorum artık. Özel hayatımda da, genel hayatımda da bütün kararları tek başıma 'Ben ne dersem o olur' dürtüsünde alan bir adam değilim. Özel hayatımdaki kişiyle de, arkadaşlarımla da, ailemle de paylaşırım fikrimi. Böylece herkesin fikrini alıp kendi süzgecimden geçiririm, süzgeçten geçirdikten sonra doğru bir şey söyleniyorsa mutlaka hayatıma adapte ederim. Hepimiz insanız ve ara ara hatalar yapabiliriz ya da doğru olduğunu düşündüğümüz şeyler yanlış olabilir. Bu yüzden amacım, hayatı yaşarken her şeyin daha doğrusunu bulabilmek. Farklı bakış açılarını dinlemeyi ve eleştiri almayı severim."
Evinde iki kedisi ile yaşadığını biliyorum, sorumun cevabını biliyor olsam da yine de merhamet konusunda nasıl bir adam olduğunu merak ediyorum… "Her anlamda merhametli biriyim diyebilirim. Hayvanlara karşı sevgim de merhametim de oldukça yüksek. Çocukluğumdan beri evde birçok hayvan besledim. Bu dünyanın sadece bizim için var olmadığını, onların da aynı dünyayı bizlerle paylaştığını unutmamamız gerek."
Seçkin bir Başak burcu erkeği. Burcunun özelliklerini okuduğumda Başak erkeğinin saçıyla çok oynayabileceği yazıyor. Evet, fotoğraf çekimlerinin arasında buna şahit olmuştum. Bu konudaki fikrini merak ediyorum… "Evet, öyleyim. Yani sadece saçla uğraşmak gibi değil de belki de işin bütününde bir şey düşünürken elim saçıma gidiyordur diye düşünüyorum. Bunu arkadaşlarım da, kuaförüm de söyler."
Tipik bir Başak erkeği olarak inatçı olup olmadığını sorduğumda ise hiç inatçı olmadığını hatta 30'undan sonra yükselen burca geçtiğimizi bile söylüyor. "30 gerçekten enteresan bir yaş, insan bir kırılma yaşıyor. 30'dan sonra ben de kendimdeki ciddi değişimleri fark etmeye başladım." Bu sözlerini bir parça daha açmasını istiyorum… "Az önce de konuştuğumuz gibi; kendimi keşfederek yaşıyorum. Keşfetmek de arayışla alakalı bir durum. Ya da kendini çok doğru, harika görerek bir yere varmanın bir manası olduğunu düşünmüyorum. Varamıyorsun da bana göre. O yüzden kendimi keşfedip eksiklerimi, hatalarımı görüp yaşamaya çalışıyorum. 30 yaşla birlikte sanırım bu algı ve hayat görüşünü benimsemeye başladım."
Oyuncu olarak nelerden besleniyorsun, bir karaktere hazırlanma sürecin nasıldır?
"Temelde hayattan besleniyorum. Ama her mesleğin bir temel düzeni ve yapısı var. Benim mesleğimin düzeni de farklı karakterler üzerinden dönüyor. Mesela yeni rolüm bir komiser. Dolayısıyla ben de önce komiserlik yapısının nasıl işlediğini keşfetmekle başladım işe. Keşiften sonra üzerine o çerçeve içerisinde kendi tavrımı koyuyorum. Bir hayli vakit geçirdik komiser arkadaşlarla. Operasyon ve silah eğitimi aldık, nasıl bir düzen içinde yaşadıklarını bizzat gördük. Mesleği polislik, komiserlik olan yakın arkadaşlarımla da bir araya gelip konuştuk."
İktisat eğitimi okumuş olsa da Seçkin'in oyuncu olmasaydı bir bankacı olarak hayata devam edeceğini çok tahmin etmiyorum. İlla farklı bir yerlerde olmak isteyeceğini düşünüyorum. Fikrimi onaylarcasına şöyle diyor: "Rutinden çok sıkılıyorum, o yüzden kendi hayatımdaki yolculuğun içerisinde de planlı yaşamıyorum. Bundan beş yıl sonra bunu yapacağım da diyemiyorum bu yüzden. Hayatın akışı da beni oyunculuğa götürdü. Rutin işlerde başarılı olamayacağımı fark ettim. Oyunculuktan çok keyif alıyorum çünkü her gün başka biri oluyorum. Oyuncu olmasaydım sporcu, özellikle de futbolcu olmak isterdim."
Seçkin, oyunculuğunun yanı sıra yazıp çizen biri. Bu aralar yazdığı, kenarda bekleyen, ara ara keyfi yerine geldiğinde yazıp çizdiği hikâyeleri de var. Ancak hiçbir şey için acelesi yok. Bir gün yönetmenlik koltuğuna oturmak istediğini gözleri parlayarak anlatıyor: "Bir bankacı ya da mühendis olup projelere imza atabilmek için bir eğitim diplomasına sahip olmanız gerekiyor. Ama oyuncu ya da yönetmenlik söz konusu olduğunda 'sen' devreye giriyorsun. Hayal gücün ve kendi dünyanla ilgili şeyler bunlar." Yönetmenlik mevzusu hazır açılmışken en çok beğendiği yönetmenleri de belirtiyor Seçkin: Quentin Tarantino, Brian de Palma, Martin Scorsese ve Coen Kardeşler.
kazak ERMENEGILDO ZEGNA
4 / 5
İç huzuru ve kendine güveni tam: Seçkin Özdemir
Bu aralar vakit buldukça okuyabildiğini ve özellikle gerçek hayat hikâyelerine düşkün olduğunu belirten Seçkin, bilimkurgu ve fantastik kitap ya da filmleri kendisine yakın bulmuyor. George Orwell'ın 1984'ü, Hakan Günday'ın Piç'i, Ahmet Ümit'in Beyoğlu'nun En Güzel Abisi ve Turgut Özakman'ın Şu Çılgın Türkler'i çok severek ve etkilenerek okuduğu kitapların başına geliyor. Dünya klasiklerine ve Türk edebiyatına düşkün, okul zamanından beri bu böyleymiş; biyoloji dışında tüm sayısal derslerde iyi olduğunu belirtiyor. Hazır sayısal demişken dünyevi işlerle arasının nasıl olduğunu soruyorum. Gelecek için kendisini garantiye alıyor mu? "Buna dikkat etmeye çalışıyorum. Hayatımın temel amacı kendimi garanti almaya çalışmak değil ama yine de belli bir birikim yapmaya çalışıyorum. Eskiden maddi olayları pek kafama takmazdım ama artık dikkat etmeye çalışıyorum."
Yer aldığı son projesinden sonra iki farklı projeyle karşımıza çıkan Seçkin, tesadüf ki iki projede de bir komiseri canlandırıyor. Sinema filmi 'Bücür' bir çocuk-aile macerası. Seçkin, Komiser Gökhan'ı canlandırıyor. İlk kez bu tip bir projede yer aldığı için keyfi yerinde. Filmde yetimhaneye bırakılmış bir çocuğun bir aileye evlatlık verildiğini öğrenince kendi ailesini bulma macerasını anlatıyor. ATV'deki 'Can Kırıkları'nda da bir komiseri oynuyor: Başkomiser Aslan. Burada da iki kadın polisin geçmişte yaşadıkları bir olayın günümüzde devam eden dramatik bir travmasını aksiyon-polisiye şeklinde izleyeceğiz.
Sohbetimiz artık yavaş yavaş son bulurken Seçkin'in pek bilmediğimiz yanlarına değiniyorum. Mesela evinde temiz ve titiz bir adam olsa da artık yoğun iş temposundan dolayı eviyle çok ilgilenemediğini itiraf ediyor. Arada sırada mutfağa girip kendi çapında bir şeyler yaptığını; en çok patates ve et yemekleriyle makarna sevdiğini belirtiyor. Formunu korumaya önem veriyor, fitness dışına orta seviyeli ekstrem sporları da yapıyor; yamaç paraşütü, kaya ve dağ tırmanışı bugüne kadar denediklerinden. Seyahat etmeyi çok seviyor bir de; yurtdışında farklı noktaları keşfetmeyi özellikle.
kazak LARDINI (BEYMEN), pantolon ERMENEGILDO ZEGNA, ayakkabı ERMENEGILDO ZEGNA
5 / 5
İç huzuru ve kendine güveni tam: Seçkin Özdemir
Alışveriş ve moda ile de yakından ilgileniyor; en azından sezon trendleri hakkında bir fikri olanlardan… Zincir kolye ve şapkalara düşkünlüğü de var. Ağırlıklı olarak moda olanı değil kendi çizgisiyle örtüştüğüne inandığı parçaları tercih ettiğini söylerken en çok hangi moda tasarımcısının ilgisini çektiğini soruyorum ve çok net bir şekilde yanıtımı alıyorum: "O alan bende yok işte. Sorma." deyip gülüyor.
Bu aralar tesadüfi bir biçimde iki farklı projede komiser rolünü üstlenen Seçkin Özdemir, kararlı ve kendinden emin duruşu, samimi açıklamaları ve içten ve sempatik tavrıyla benden puanları fazlasıyla aldı. Bu durumda, bana da yolunun açık olmasını dilemek düşüyor.
Saç & Makyaj MURAT AKBULUT
Fotoğraf Asistanları TANER YAMAN, ENES GÜRLER
Moda Editörü Asistanı ARNO BAĞDASAR
yelek NETWORK, kazak ERMENEGILDO ZEGNA, pantolon MASSIMO DUTTI