Kültür

Bir keşif ve arınma hikâyesi: İlker Kaleli

Bir keşif ve arınma hikâyesi: İlker Kaleli

29 Eylül 2018

Bir keşif ve arınma hikâyesi: İlker Kaleli

1 / 12

Bir keşif ve arınma hikâyesi: İlker Kaleli

Röportaj Seda KARAN
Fotoğraf Ömer Faruk GÖKALP
Moda Editörü Duygu ALTIPARMAK

Öncelikle belirteyim; onunla buluşma amacımız herhangi bir projeye dayanmadığı gibi yaptığımız sohbetin içeriği de çocukluğuna kadar uzanmadı. Konu başlıkları bir amaç değil bir araç oldu, diyebilirim. Halihazırda internette herhangi bir arama motoruna adını yazdığınızda hayatı hakkında ayrıntılı bilgiye ulaşmak mümkün zaten. O da tekrardan hoşlanan biri değil; tıpkı oyunculuk kariyerinde olduğu gibi. Halihazırda yazılıp çizilenleri konuşmak yerine 'farklı' bir şeyler yapmanın peşinde. Kendi tanımıyla bu sıralar hayatının 'devre arasını' yaşıyor. Deniyor, kendini dinliyor ve dinleniyor. Bir yandan da keşfediyor.

Sohbetimize belki de bugün bulunduğu noktada olmasına vesile olan, o 13 yaşındayken anne ve babasının boşanma süreciyle başlıyoruz. Sonuçta hayatlarımızda yaşadığımız her şeyin bir sebebi var, daha sonraki satırlarda da okuyacağınız üzere... "Bizimkilerin yollarını ayırma kararından dolayı biraz dağınık büyüdüğüm sert zamanlardı... O yaşta açılan bir çatlak bugünlere başka hassasiyetlere sahip bir 'sen' olarak gelmene neden oluyor. Ve hayal gücün o noktada çok çalışmaya başlıyor galiba. İnsan öyledir, içinde yaşadığı durumdan mutsuzsa hayal gücü uçmaya başlar. Ama bunun iyi bir tarafı da var; bugün geldiğim yerden baktığımda aslında iyi bir şey olmuş diyebiliyorum."

Kendi deyimiyle 'sert' geçen o dönemi atlatma sürecini soruyorum. Ailede hiç örneği olmamasına rağmen oyuncu olmaya karar vermesine ve bu uğurda yaşadıklarına odaklanıyorum: "İnan bunun nasıl geliştiğini halen ben de merak ediyorum! Çocukken müzikle çok ilgiliydim. Piyano çalıyordum, kendi kendime gitar çalmayı öğrendim… Âdeta müziğin içine saklanıyordum. Bütünün neresinde olduğumu, kim olduğumu, ne hissettiğimi çok sorguladım. Alışkanlık yaptı herhalde, hâlâ da böyledir. Bence birçok insan kafasındaki soru işaretine yanıt bulamayınca sanata yöneliyor. Hayattaki handikaplarımdan biri de çok fazla ilgi alanımın olması. Şu anda da, devre arası dediğim bugünlerde aslında kendime çocukluğumda vermiş olduğum sözleri tutmaya çalışıyorum. Piyano çalmaya tekrar başladım, yelkene çıkıyoruz. Şimdi düşünüyorum da; okul yıllarında, arkadaşlarımın üç aşağı beş yukarı ileride ne iş yapacağı belliydi. Birden fazla şeyle uğraştığım için benim hiçbir zaman belli olmadı. Maymun iştahlılık da değil; içimde yaşadığımı dışarıya bu şekilde vurmaya başlamışım. Rutinin olduğu bir düzende hiçbir zaman başarılı olamam. Çocukluğumda bir şeylere sığın ma diye anlattığım o dönem sanırım yıllar içinde demlenip harmanlanarak merak ettiğim, ilgilendiğim her şeyi bir yerde birleştiren ve rutinsiz yapabileceğim tek iş, yani oyunculuğun içimde doğmasına yol açtı.

Bir keşif ve arınma hikâyesi: İlker Kaleli

2 / 12

Bir keşif ve arınma hikâyesi: İlker Kaleli

34 yaşına gelmiş olmasına rağmen hâlâ bazı ritüelleri bırakamadığını söyleyerek devam ediyor İlker, "Ne hissettiğimi bilemediğim zamanlarda dinlediğim bir müziğin içindeki bir akor ya da bir melodi içimde tınlayıp bir duygu oluşturmaya başladığı zaman anlıyorum ki; o anda yaşadığım şey her ne ise ona karşılık gelen şeyi dinliyorum. Böyle böyle bir duygu bankası oluştu içimde. Ve bu sadece müzikle, notayla değil; birçok şeyle oluyor. Yaşadığın şeyleri koyacak yer bulmaya çalışırken buluyorsun kendini ve en önemlisi de değişiyorsun. Yolda yaralı bir hayvan görüyorsun değişiyorsun; bir kitap, bir şiir, tanımadığın bir insanın yanına oturup ettiğin bir sohbet değiştiriyor seni. Hayatta hiçbir şey olduğu gibi kalmaz, insan olarak en azından neye doğru değişeceğini seçebileceğin anlar var. Değişmeyen insan ölü insandır, bence. Tuhaf olan da 'değişmeyi' kötü bir şey olarak öğrenmemiz."

Aynı olsun olmasın, insanların birbirine karşı anlayışsız olma durumuna değiniyoruz bu sözleri üzerine. Sosyal yaşamlarımızda dengeleri bozduğumuzu düşünüyor, İlker: "Biraz tarih sayfalarını karıştırdığınızda insanlığın geçmişinde en kalabalık insan grubunun altı yedi kişiden oluştuğunu görürsünüz. Bugün 20-30 kişilik grupların içinde olmadığımızda kendimizi yalnız hissediyoruz, triplere giriyoruz hemen. Halbuki, belki de doğru olan kalabalık olmamak. Kedi gibi tek başına ol, sadece gerektiği zamanlarda sosyalleş."

Artık sabahları uyandığımızda yüzümüzü yıkamadan sosyal medyada neler olmuş bitmiş diye meraklanmamız da bundan… Sanki uyurken dünyayı kaçırmışız hissine kapılıyoruz. İlker beni doğrularcasına hemen yorumunu yapıyor.

"Çok güzel değindin bu noktaya. Sosyal medyanın da illüzyonu da bu işte. Sen de illaki denk gelmişsindir; bir reklam filminde bir ailenin fertleri yan yana oturuyor ama kimse kimseyle konuşmuyor, hepsinin elinde birer cep telefonu... Gerçek hayatta neler yaşadığımızı, esas durumumuzu çok güzel bir şekilde anlatıyor. Dünyanın en kalabalık grubunu yalnızların oluşturması ne güzel değil mi? Yalnızsın ama dünyanın en kalabalık topluluğunda yer alıyorsun. O yüzden dedim ya; bazen müzikte, bazen doğada, bazen de oyunculukta buluyorsun kendine ait bir yansımayı, bir gölgeyi ya da bir pırıltıyı."

İlker hayatındaki yansımayı da, gölgeyi de, pırıltıyı da oyunculuktan edinip bizlere de yansıtan biri. Kültür Üniversitesi Sanat Yönetimi bölümünde eğitimini tamamladıktan sonra İstanbul'un popüler mekânlarından birinde DJ'lik yaptı. Ancak gerek inatçı kişiliği ve gerekse hedefe kitlenme düsturuyla oyunculuk okumak için gözlerini dünyanın en iyi oyunculuk okullarından biri olan The London Academy of Music and Dramatic Arts'a dikti. Tek başına mücadele vereceği Londra'da artık hayatı bambaşka olacaktı. Londra macerasını dinlemek istiyorum bunun üzerine; onu hırpalayan, tartan ve olgunlaştıran kısımları…

kaban VAKKO, fular ELEVENTY

Bir keşif ve arınma hikâyesi: İlker Kaleli

3 / 12

Bir keşif ve arınma hikâyesi: İlker Kaleli

"Bir sabah bir kalkıyorsun; çevrendeki herkes mavi gözlü, beyaz tenli ve sarışın. Hava öğleden sonra saat 15.00'te zifiri karanlık oluyor ve günde 12 saat bedenen, üstelik İngilizce çalışmak durumundasın. Bak bu da çok ilginç… Hem çok istediğin bir şeyi başarıyorsun hem de esas meselenin istediğin şeyi elde ettikten sonra başladığını görüyorsun. Londra şehir olarak da insanlarıyla da bana çok şey kattı. Okulu başka, insanı başka, şehri başka mevzu idi. Benim orada hem şansım hem de şanssızlığım; yabancı öğrencilerin çok nadir kabul edildiği bir ortamda olmamdı. Yedi göbek İngilizlerle bir aradaydım; her ne kadar İstanbul'dan da gitsem, bir kültür şoku yaşanıyor. Öteki olmanın, azınlık olmanın tadını orada dolu dolu alıyorsun. Şimdi düşünüyorum da belki de hayatlarımızda şanssızlık olarak gördüğümüz şeyler zaman geçtikçe anlam değiştirerek bir şansa dönüşebiliyor. Mesela, en başta konuştuğumuz anne-baba meselesi. Daha 13 yaşından itibaren birey olarak ayakta durmayı öğrenmeme neden olmuştu. O zamanlar ergenliğe yeni girmiş bir çocuk için üzücü ama bu olay Londra'da herkesin birey olarak kabul edildiği bir ortamda anlam değiştirdi tabii, daha kolay adapte olmamı sağladı. Ama öte taraftan da bu ülkeyi kısa bir süreliğine de olsa terk etmeden göremeyeceğin konfor alanlarımız var burada. Bakkala gidip ekmek almak gibi… Ya da otomobilinin lastiği patladığında mutlaka birinin yardım edeceğini bilmen gibi… Bu konforların hiçbiri yok Londra'da. Ölecek kadar hasta da olsan, tek başınasın. İşte az önce konuşmamızın başında söylediğim gibi insanlar orada kedi gibi sosyalleşiyor. Onun da handikapı öyle yaşamaya alıştıktan sonra buraya döndüğünde iş yapma şeklinde bile bir terslik olduğunu görmek oluyor."

Böylesine bir okulda okuyan birinin yerli ve yabancı oyunculardan birçok idolü olabileceğini düşünüyorum… Fikrimi, elbette oyuncu olarak çok beğendiği isimler olduğunu ancak tek tek isim vermenin ayıp olacağı için doğru olmadığını söyleyerek destekliyor. Ve sanatçı olmanın aslında bir bakıma 'farklı' olmak anlamına geldiğine değiniyor: "Sanatın herhangi bir dalı içinde bu ayrım yapılmamalı bence. Sanatçı dediğin insanın zaten herkes gibi olmaması gerekiyor. Mesela, herkesin sevdiği ve bireyselde de bayıldığı bir 'sanatçının' ne kadar sanatçılık yaptığı bir soru işareti. Nasıl ki bir 'bilim insanı' dediğimiz insan, insanlığa yeni bir bilgi kazandırmak için çalışır, sanatçının görevi de benzer aslında. Onun da yaşamın içindeki formlar, biçimler, ilişkiler üzerine daha önce olmayan bir şeyi ortaya koyması gerekir. Zaten var olan, kabul gören ya da genelgeçer tabuları yıkması gerekir. Zor tiptir yani sanatçı dediğimiz. Arar, araştırır, sorgular, beğenmez. Çok basit şeylere takılabilir, çok büyük şeyleri hiç umursamaz; gıcık edebilir insanı."

Yine son zamanlarda tartışılan bir konuya değiniyorum bu kez; sanatçı kimliği taşıyan insanların 'snob' halleri gerekli midir?

"Asla! O çok başka bir durum. Snob'luk kendine güvenmeyen adamda olur. Vardır bir derdi; onu kapatmak için 'snob'muş gibi davranıyordur. Gerçekten cool olan bir adam; yaşayan, tadan, gören ve bütün bunları sindirip herhangi bir olumsuz durum karşısında herkes paniklerken sakinliğini bozmayandır."

gömlek (İlker Kaleli'ye ait.), pantolon VAKKO

Bir keşif ve arınma hikâyesi: İlker Kaleli

4 / 12

Bir keşif ve arınma hikâyesi: İlker Kaleli

Birkaç yerde denk gelip okumuştum, İlker profesyonel meslek hayatını Londra'da devam ettirmeyi düşünüyor, Türkiye'de kesinlikle dizi projesine dahil olmak istemiyormuş o dönemde. Parasızlığa ancak bir yıl dayanabildiğini, en son bozuk paraları toplayarak kira parasını çıkarabildiğini belirtiyor: "Durum pek sevimli değildi anlayacağın. Ama o sırada gelen 'Kayıp Şehir' de farklı gelmişti; anlatacak bir hikâyesi, bir derdi vardı. Ama yine de kafamda dizi bittikten sonra Londra'ya geri dönme planları yapıyordum."

Maddi zorluklar çektiği bir dönemde tam da içine sinen bir projenin gelmesi, isabet olmuş bence. Sırf para kazanacak diye zorlama bir projede de yer almak zorunda kalabilirdi…

"Hiç öyle düşünme. 10 yılsa 10 yıl… Parasız da yaşarım. Parayla iç boşluğu dolmaz insanın. Özellikle iş konusunda seçici bir yanım var."

"BİR OYUNCU OLARAK YERİ GELDİĞİNDE ORTADAN KAYBOLABİLME LÜKSÜM OLMASI GEREKTİĞİNE İNANIYORUM."

Peki, her oyuncu her role girmeli mi, diye soruyorum. "Hem evet hem de hayır. Yani girebilmeli tabii ki." diyor. "Bu şuna benziyor; bir müzisyenin önüne nota kâğıdını koyuyorsun ve bunu çalıp çalamayacağını soruyorsun. Çalar tabii. Ama ruh hali ne olur, işte o ayrı konu. Kendisi neyi çalmaktan hoşlanıyorsa onu çalar elbette. Oyuncu da komedide mutluysa o yolda devam eder. Türkiye'de oyuncuların seyirciyle kurduğu ilişkiye bağlı bu biraz da. Bir şey yapıyorsun ve seyirci senden bunun devamını istiyor, alışkanlığı oluyor. Halen şunu fark edemiyoruz; biz Hollywood'da değiliz. Orada başka parametreler var. Bir kere şartlar aynı değil. Onların dizisi 45 dakika, sinema filmi bizim bir bölüm dizimiz kadar: 160 dakika. Oyuncu rol aldığı sinema filmlerinin arasına en az bir yıl koyuyor. Yani yurtdışında oyuncuların çalışma sistemleri, konforları, buna mukabil ücretleri, çalışma saatleri ve kendilerine bırakılan özel alanları farklı. Oyuncu dediğin insanın her şekilde bir doldur-boşalt mekanizmasına sahip olması gerekir; bir rolden önce kendini sıfırlaması gibi. Ama bizim sistemimizde olduğu gibi işin içinde bir hayat gailesi, yaşamı idame ettirme kaygısı varsa bu pek mümkün olamıyor. Al Pacino'nun 'Scarface'deki 'Say Hello to My Little Friend' sahnesi var ya, adamlar onu iki haftada günde 10 saat çalışarak çekmiş. Biz o sürede sezonu çekiyoruz, anlatabiliyor muyum? Neyi kıyaslıyoruz hâlâ? Baştan belirteyim; bu bir eleştiri ya da yargı değil. Burası böyle, kabul edeceksin. Buranın futbolu da aynı durumda. Bu coğrafya farklı ve buranın parametreleriyle işini yapacaksan yaparsın. Tabii ki önümüze hedefler koymalıyız, sanattan spora her alanda başarılı olmalıyız. Ancak bunların gerçekleşebilmesi için farklı altyapılara sahip olmamız da gerekiyor."

kaban ELEVENTY

Bir keşif ve arınma hikâyesi: İlker Kaleli

5 / 12

Bir keşif ve arınma hikâyesi: İlker Kaleli

Ünlü olmakla arası pek iyi değil; pek önemsediği bir detay değil doğrusu. Tanınıyor olmayı işinin bir parçası ve seyirciyle kurduğu ilişkinin bir yansıması olarak görüyor.

"Yani benim için magazinsel bir tanımı ve anlamı yok. O yüzden bir oyuncu olarak yeri geldiğinde ortadan kaybolabilme hakkım ve lüksüm olması gerektiğine inanıyorum. Diğer türlüsü çok kolay; sürekli göz önünde ol! Ben böyle bir şey istemiyorum çünkü işimi seviyorum. Daha çok farklı karakterlerle güreşmek, yoğrulmak ve kendimi geliştirmenin peşindeyim. Kendi kimliğim ile hayat verdiğim kimliklerin önüne geçmek istemiyorum."

Şimdilerde yeni bir projesi olmasa da genel tabloya baktığımızda projeleri nasıl değerlendirdiğini merak ediyorum.

"Öncelikle iyi okumaya gayret ediyorum, bir de senaryo okumak içgüdümü tetikliyor mu ona bakıyorum. Mutlaka bir derdi, bir tavrı olan bir projeyse daha okurken içine giriyorsunuz. Genellikle kabul ettiğim işlerde daha okurken kendimi replikleri sesli söylerken buluyorum. Anlaşma süreçleri tamamlandıktan sonra esas sancılı dönem başlıyor; 'Şimdi ne yapacağım?' gibi kocaman bir soruyla ufka doğru bakıyorsun. İşte o noktada güveneceğiniz tek şey içgüdünüz oluyor. Şöyle bir şey düşün; karanlıkta deniz üzerinde gidiyorsun ama elinde fenerin yok ve sadece havayı koklayarak, dalgaların rüzgârın nereden geldiğini hissederek yön bulmaya çalışıyorsun. Hayal gücün de böylece çalışmaya başlıyor. Oyunculuk anlamında fit olmaktan bahsediyorum burada. Aylarca çalışmamış bir oyuncu için bir paslanma söz konusu olabiliyor, bende de olduğu gibi. Biz biraz Brezilyalı futbolcular gibiyizdir; maçlar başlayınca form tutmaya başlarız. Bu yüzden paslanmamak adına hep ön çalışmalar yapmaya gayret ediyorum. Bir de yönetmen üzerime ne atarsa atsın veya senaryo beklenmedik bir yerden önüme ne çıkartırsa çıkarsın ona reaksiyon verebilecek kadar hazır olmalıyım. Bunun için de çalışmak gerekiyor, rolü hissetmek ve derdinin ne olduğunu anlamak gerekiyor. O noktada yüksek empati lazım. Çünkü canlandırdığın karakterler sana benzemiyor, aynı hayatları yaşamıyorsun. Karakterin mesleği nedir, hayat koşulları nedir, ekonomik durumu nasıl ki; bak bu çok önemli. Asgari ücretle mi çalışıyor; çalışıyorsa aylık tüm masrafları çıkarmak gerekiyor bu noktada. Taksiciyi oynuyorsan arkaya oturan müşteriye vereceğin tepki o gün yaktığın benzinle çok alakalı mesela. Bir oyuncu olarak bu detayı bilmeden o sahneye girersen zorlama bir şeyler çıkar ortaya. Anlamak gerek. Canlandıracağın karakteri 'anlamadan' oynayabileceğini iddia etmek veya düşünmek çok saçma geliyor bana. Düşün; derdi olan bir arkadaşınla sohbet bile ederken onu anlamadan ona nasıl cevap veremezsin ya, aynı şey…"

hırka KÖKSAL ATAY, tişört ve pantolon (İlker Kaleli'ye ait.), bot ELEVENTY

Bir keşif ve arınma hikâyesi: İlker Kaleli

6 / 12

Bir keşif ve arınma hikâyesi: İlker Kaleli

Mükemmeliyetçi bir adam gibi algılıyorum, kısmen haklı olduğumu vurguluyor. Sadece işinde mükemmeliyetçi olduğunu, normal hayatında her şeyi akışına bıraktığını anlatıyor bunun üzerine. "Bir tek işimde titiz ve detaycıyım. Çünkü bundan daha önemli ne var ki; seyircinin karşısına çıkıyorsun!"

Günümüzde, sosyal medyanın da bu kadar aktif kullanılmasından ötürü herkesin herkes hakkında bir yorumu oluyor. Olumsuz yorumlar ve eleştirilerle nasıl baş ettiğini merak ediyorum… "Eleştiri başka bir şey de, herkesin çok rahat bir şekilde başkaları hakkında tanıyormuş gibi atıp tutma lüksü nedir, anlayamıyorum. Eskiden bir parça içerlerdim, artık onu da bıraktım. İşe daha profesyonel yaklaşıyorum. İnsanların ne düşündüğü ya da ne söylediğine göre bir yere kadar yaşayabilirsin. Bir kere dünyaya gelmişim, bir bedenim var, yaşı yaşıyorum ve sonunda da öleceğim. Ne olacağını bildiğimiz bir şeyin içindeyiz. Dolayısıyla başkalarının ne söylediğine göre yaşamak kadar yanlış bir şey olamaz. O yüzden oyuncu dediğimiz insanın kendi ruh ve akıl sağlığı için bir müddet ortadan kaybolması gerekiyor. Yani o çok 'ünlülük' ile harcanan mesailer de biraz zehirleyici olabiliyor bence."

"BU ARALAR HAYATIMI SORGULUYORUM; KENDİMDEN MEMNUN MUYUM? BUNDAN SONRASI İÇİN NELER İSTİYORUM..."

O kaybolma döneminde neler yaptığını soruyorum bunun üzerine… Bekletmeden hemen yanıtlıyor beni: "Kendimi tamir etmeye ve yenilemeye çalışıyorum. Mutlaka yeni bir şeyler öğrenmeye çalışıyorum. Altın kuralım bu. Şu anda hayatımın devre arasında gibiyim mesela. İlk defa bu kadar boş vaktim oldu."

Bir keşif ve arınma hikâyesi: İlker Kaleli

7 / 12

Bir keşif ve arınma hikâyesi: İlker Kaleli

Bu kadar yoğun iş temposuna alışık bir oyuncu olarak boşluk onu kaygılandırıyordur diye düşünüyorum… "Hayır, gerçekten yorulmuşum çünkü. Devre arasındayım demem de bundan sebep. Hayatımı sorguluyorum; neredeydik, neler oluyor, son 10 yıla bir bakalım; nasıl geçmiş ve ön önemlisi de kendimden memnun muyum? Bundan sonrası için ne istediğimi ve istemediğimi sorguluyorum. Gerekli olan bir süreç içerisindeyim; hem insan olarak hem de oyuncu olarak. Bedenin de ruhun da bir havalanması gerekiyor. Her ne kadar keyif alarak yapsam da rol üstüne rol, dizi üstüne dizi insanı yoruyor. Devreleri yakmamak adına biraz yok olmak, ara vermek lazım. Yine değineceğim, özellikle belli bir yaştan sonra mutlaka yeni bir şeyler öğrenmek gerekli. Akıl sağlığı açısından da gerekli bu; beyin yeni bir hücre üretmeye başlıyor çünkü. Gençlik iksirini arayanlar var ya; onlara yeni bir şey öğrenmelerini tavsiye ediyorum."

Bir oyuncu olarak nelerden beslendiğini sorduğumda ise, "Aklına gelebilecek her şeyden beslenirim; bir sokak kedisinden bile! Hayatlarımızın hiçbir zaman kesişmeyeceğini bildiğim birisinin yanına gidip oturuyorum, sırf şaşırmak için. Çünkü maalesef artık hiçbir şeye şaşırmıyorum. Sanırım hepimiz yorulduk artık, heyecan lazım. Yeni bir şeyler istiyoruz ama öte yandan üretmemiz lazım. O devrede tembellik devreye giriyor. Hep birileri bizim yeri yerimize bir şeyler yapsın ama biz hayattan zevk alalım ve birileri de bizi takdir etsin! Efor sarf etmeden nasıl olacak? Acilen silkinip kendimize gelmemiz gerekiyor."


Bir keşif ve arınma hikâyesi: İlker Kaleli

8 / 12

Bir keşif ve arınma hikâyesi: İlker Kaleli

Türk dizi sektörü ve ağır çalışma şartları hakkında yorumunu merak ediyorum bunun üzerine.

"Ağır çalışma şartlarının esnetilmesi için bugüne kadar birçok deneme oldu; çok da uğraş verildi ancak bir kanunla düzelebilecek bir durum bu. Özellikle öncelikle teknik ekiplerin, set emekçilerinin ve daha sonra da oyuncuların hayatı gerçekten tehlike altında; bunun şakası yok. 'Aaa çok çalışıyorlar.' gibi bir şey değil bu. Hayatlarımız tehlike altında şu anda ve bunu bir şekilde insanlar görmüyor, görmek istemiyor, görmezden geliyor ya da görülmemesi için aktif olarak efor sarf ediyorlar. Ama bu ülkede ekmek biter, dizi bitmez bunu söyleyeyim. Bu ülkenin en önemli atardamarlarından biri dizi sektörü. Az önce konuştuğumuz bu idealist sanatçı nasıl olur muhabbeti bizi ülkemiz için geçerli değil. Neden, çünkü ekonomi gibi bir gerçek var. Sanatına, sanatçılarına hayran olduğumuz ülkelerin ekonomilerine bir bakalım… Sanat dediğin şey hiçbir zaman karın tokluğundan önce gelmez. İnsan önce karnını doyurur sonra düşünmeye başlar. Sıralama böyledir, karnını doyurma derdi olan bir ülkede sanatın ya da sanatçının ne kadar önemi olabilir ki? O yüzden kalkıp 'Biz yaptık ama bizi anlamadılar.' demesinler; onlara da kızıyorum. Hiçbir zaman 'Seyirci anlamadı' diye bir şey olamaz, sen anlatamamışsındır. Doğru yaparsan Shakespeare'i yedi yaşındaki çocuk da anlar. Bunu kabul etmemiz gerekiyor ama öncelikle anlamamız gereken daha önemli bir nokta var; bu ülkenin ve bu coğrafyanın insanıyız ve buranın öncelikli derdinin ne olduğunu öğrenmek zorundayız. Ki, yapacağımız dizi, film, resim ya da müzik bu temeller üzerine oturabilsin. Biz bir İskandinav ülkesi ya da bir ABD değiliz, Uzak Doğulu da değiliz. Onların yaşam şartlarıyla ya da aç olmayan sanatçılarıyla yaptığı eserlerle bizim yarışacak ya da kıyaslanacak bir tarafımız yok. Burası İpek Yolu! Burada 4.000 yıldır savaş var. Burada hiçbir zaman gözyaşı da bitmez, dram da bitmez; bu coğrafyanın hamuru bu çünkü. Bu bakış açısının bir de tam tersi var; işte her şey bakış açısına göre bir avantaj da olabiliyor, dezavantaj da. Türkiye'nin iklimi çok güzel, özellikle Londra ile kıyaslandığında… Güneş ışığından akşam 22.00'ye kadar faydalanıyoruz. Esas problem burada başlıyor. Hava güzel ya, 'Amaaan ofisten çıkayım da arkadaşlarla bir çay içeyim.' diyorsun. İngiliz bunu diyemiyor, sürekli bir kasvetin içinde yaşıyorlar. Dolayısıyla iç mekân aktivitesi olarak üretmek zorunda kalıyor. Bu yüzden de kendisine ait bir sanatı, bir bilimi oluyor. Durum bu kadar basit aslında! Aslında filmi biraz geri sardığınız zaman; kolumdaki dövme de bu sebep sonuç ilişkisini anlatan bir kare, anlatmak istediği şey bu. Nasıl ki bugüne kadar bütün canlılar yaşadıkları ortam neresiyse oraya adapte olabilmek, hayatta kalabilmek için evrimleşmiş; insan da yaşadığı coğrafyanın şartları gereği toplumca ilerlemek zorunda kalıyor. Senin yaşadığın şartlar ve coğrafya çok verimli ve uygunsa o zaman gelişmen için bir sebep de kalmıyor. Keyfi bir şeymiş gibi yaşanıyor o zaman, bizdeki gibi. Bir İngiliz ya da Alman için böyle değil; elzem oluyor. Daha geçen akşam ABD Güneş'e dokunacak bir uydu gönderdi, bilgi toplasın diye. Bunları niye merak etmiyoruz mesela… Ama bir dizi oyuncusunun özel hayatını merak ediyoruz."

Sözlerini bitirir bitirmez kaderci olup olmadığını soruyorum…

"Hem evet hem de hayır. Her şeyin bir sebep ve sonuç ilişkisi içinde gerçekleştiğine inanıyorum. Etki-tepki, sebep-sonuç… Ve bundan hiçbir kaçışın olmadığına yüzde 100 eminim."

Bir keşif ve arınma hikâyesi: İlker Kaleli

9 / 12

Bir keşif ve arınma hikâyesi: İlker Kaleli

Şu ana kadar paylaştıklarımızdan anladığım kadarıyla İlker artık insanlara emek sarf etmeyi ya da başkaları tarafından anlaşılmayı kafaya takmayı (Tabii ki hak edenin yeri ayrı.) bırakmış. Hatta iki kedisi olduğunu ve insanlardan çok hayvanlara düşkünlüğünün arttığını da belirtiyor bu yorumum üzerine.

"İki kedim var, görsen acayipler. Mahallenin bütün giriş-çıkışı bunlarda. Bazen bütün gün onları izliyorum, aynı evdeyiz ama bambaşka dünyalar yaşıyoruz. Merhamet seviyem hayvanlar söz konusu olduğunda çok yüksek. Öyle böyle değil; merhametin üst seviyesi ne ise orada benimki. İnsanlardan artık gitgide uzaklaşıyorum. Bu biraz yaşadıklarımla, biraz da insanlığa olan inancımı kaybetmekle alakalı… Sosyalleşme şeklim de galiba değişiyor artık; kedilerimle kedi gibi oluyorum ve bu bana çok iyi geliyor. Hayvanların hesapsız ilişkilerini seviyorum. Bugün biriyle tanıştığın zaman bile şunu hissediyorsun: İki kafa karşılıklı duruyor ve karşındakinin kafasından geçen çarpmaları, bölmeleri, hesapları, kitapları gözünden görüyorsun artık. Bu tarz ilişkilere artık yerim kalmadı, dolayısıyla hemen uzaklaşıyorum öyle ortamlardan. Gerçekten samimi olduğuna inandığım, filtresiz insanlarla karşılaştığım zaman enerjimi harcamaya dikkat ediyorum."

Bu cümleleri üzerine bu konuda kendisiyle hemfikir olduğumu belirtip artık enerjisi iyi gelmeyen insanları hayatımdan direkt çıkardığımı da dile getiriyorum…

"En güzeli! Ben de çok eledim öyle insanları hayatımdan. Öyle olacağına hiç olmasın daha iyi." diyerek beni destekliyor İlker.

Gerek genel tavrı ve gerekse oturup kalkmasıyla sakin bir adam olduğuna kanaat getiriyorum. Peki en çok nelere sinirlenip tepki gösterir bu adam? Beni bekletmeden devam ediyor; "Ben hep sakinim. Ama işle ilgili bir olay olduğunda, bana ya da tanımadığım birine de yapılsa haksızlığın her türlüsünün karşısında ve yalan söylendiğinde sinirleniyorum. Bir de insan kandırmaya çalışan tipler vardır, onlara sinirlenmiyorum acıyorum sadece."

İnsanlara had bildirme konusunda ne kadar başarılı olduğunu merak ediyorum.

"Öyle şeylerle eskiden uğraşırdım, artık direkt uzuyorum. Çünkü gerçekten kimseyle uğraşacak bir halim kalmadı. Kendimle uğraşıyorum o bana yetiyor."

Bir keşif ve arınma hikâyesi: İlker Kaleli

10 / 12

Bir keşif ve arınma hikâyesi: İlker Kaleli

Oyunculuk hususunda her zaman oyuncuların kendi benlikleriyle hayat verecekleri karakteri nasıl bütünlediklerini merak etmişimdir. İllaki, iki karakter arasında bir etkileşim oluyordur. Bu süreci hemen anlatmaya başlıyor İlker, "Tabii ki, İlker'den canlandırdığım karaktere bir şeyler geçiyor. Karşılıklı yapılan bir alışveriş gibi düşün. Zaten o yüzden X oyuncunun Hamlet'i oynayışıyla Y oyuncunun oynayışı farklı. Sanat dediğimiz şeyin bilimden ayrışması da bu işte. Bilim her zaman her yerde aynı sonucu veriyor olmalı. Sanat konusunda ise hiçbir şey aynı sonucu vermiyor olmalı. Okulda bir hocamız 'Hani senaryoda o sevdiğiniz yerler var ya onlara dokunmayın, onlar zaten sizsiniz. En sevmediğiniz yerler karakter.' demişti. İşte tecrübe ve bilgi kısmı buradan geliyor."

Tecrübe demişken yaş almayla ilgili bir sıkıntısı olup olmadığını merak ediyorum. Hiç yokmuş! Tam tersine yaş almak, olgunlaşmak çok da hoşuna gidiyormuş.

Bir keşif ve arınma hikâyesi: İlker Kaleli

11 / 12

Bir keşif ve arınma hikâyesi: İlker Kaleli

"İyi ki kurtulmuşum 20'lilerden! 30'lu yaşlara bayıldım, çok tatlı; şerbet gibi. Ben bu konularda çok 'doğalcı'yımdır."

Hazır cümle içinde doğal kelimesi geçmişken bu kez aklım, piyasadaki bazı isimlerin 'oyunculuk yapanlar mutlaka fit ve güzel/yakışıklı olmalı' demesine kayıyor. Bu konudaki fikirlerini sorduğumda ise; "Oyuncunun süper fit ve kaslı kaslı olması gerektiği gibi bir algı var ya, hani öyle olmayınca da yerden yere vurulan… Arkadaşlar bir durun ve kendimize gelelim. Oyuncu olmak başka bir şey, model olmak başka. Modelin işi her zaman kaslı ve fit kalmak çünkü o haliyle para kazanıyor. Oyuncunun işi; yeri geldiğinde 110kg olmak, yeri geldiğinde 45kg olmak, yeri geldiğinde gözünü düşürmek, yeri geldiğinde dişlerini sarartmak. Oyuncunun fiziksel olarak değil ruhen fit olması gerekiyor."

Yine piyasada yaygın ve acımasız bir inanışa göre özellikle başrol oyuncularının tuzu kuru. Kimine göre sadece ekrana çıkarak acayip acayip rakamlar kazanıyorlar. Para pul işleriyle ilişkisinin nasıl olduğunu merak ediyorum. Gayet dürüstçe yanıtlıyor: "Matematiğe kafam hiç basmaz. Ayrıca para pul gider, gelir. Çok özel bir anlamı yok benim için. Tabii ki yaptığım işten para kazanıyorum ama işimi para kazanmak için yapmıyorum."

Bir de bence fazlasıyla hesap kitap yaptığın zaman işler sarpa sarıyor, kafa biraz rahat olduğunda her şeyin sağlıklısı ve olumlusu geliyor… "Para pul işlerine saranların hayatta bir tanımı var: 'iş adamı'. O da ondan zevk alıyor; ne güzel. Ama ben 'business man' değilim.

Eleştirilere karşı verdiği tepkileri merak ediyorum… "Önce eleştiriye bakıyorum eleştiri mi diye, sonra eleştirene bakıyorum eleştirmen mi diye… Zaten kendi rengini belli ediyor; bir eleştiri mi yoksa zavallının biri kendine hobi mi edinmiş. Eleştiri bence çok kıymetli bir şey ki eğer dürüst bir şekilde yapılıyorsa. Gerçek ve yapıcı eleştiriye her zaman saygım var ve mutlaka dinlerim, bizim mesleğimiz için de çok önemli.

Oyunculuk eğitimini Türkiye'de almış olsaydı acaba yine böyle olur muydu diye soruyorum. "Hayır, olmazdım. Diyeceğim başka bir şey yok, netim. Bizim okuldayken sadece iki kitabımız vardı. Eleştirilerle ilgili sorduğun şeye de bir yanıt oluyor. Uta Hagen'ın Respect for Acting adlı kitabının ilk sayfasında yazıyordu: 'Neden insanlar bir piyano konçertosundan çıktıktan sonra 'Aaaa ne kadar güzeldi.' deyip konuyu kapatır da neden bir oyuncuyu izledikten sonra herkesin o oyuncu hakkında mutlaka söyleyecek bir şeyi olur, hiç düşündünüz mü?' Aslında şöyle algısal bir durum var, dünyada da olan bir şey bu. Bir piyanisti dinlerken adam sırf kendisinin çalamadığı bir enstrümanı çaldığı için piyanisti eleştirmenin haddi olmadığını düşünür. Oysa oyuncunun enstrümanı yoktur, hatta 'N'apıyorsunuz ki!' algısı da vardır. Bir de üzerine para kazanıyorsun!"

Bir keşif ve arınma hikâyesi: İlker Kaleli

12 / 12

Bir keşif ve arınma hikâyesi: İlker Kaleli

Sohbetimizin sonlarına gelmiş bulunmaktayız, bir aktör olarak mesleki görüşleri, kaygıları hakkında doya doya konuştuk İlker ile. Biraz da bilinmeyenlerinden bahsetmek istiyorum. İlker tam 10 yaşından bu yana dalış yapıyor. Hatta hayatında yaptığı en uzun şeyin dalmak ve dolayısıyla Kaş'a gitmek olduğunu söylüyor. Dalmak konusundaki duygularını kelimelere sığdıramıyor. Dalmakla paralel olarak ölüm korkusu yaşayıp yaşamadığını merak ediyorum bunun üzerine… "Yok, hiç yok hem de. Benim sigorta panelimi komple kapatan tek yer suyun altı. Bir de gitar ve piyano." Bu arada profesyonel seviyede piyano ve gitar çaldığı için günün birinde müzik işlerine profesyonel olarak girişip girişmeyeceğini soruyorum. "Oyunculuktan gelen bir tanınmışlığı 'Bakın ben bunu da yapıyorum' diyerek kullanmak istemiyorum." diyor. "Bu ülkede sadece müzik yapan gençler var ve onların ilgiye ihtiyacı var. Bir gün yaparsam da internete yüklerim, dinleyen dinler."

Saç &Makyaj MURAT AKBULUT (MAC ürünleri ile.)

Fotoğraf Asistanları ENES GÜLER, YASİR ÖZPINAR

Mekân için Sefa Okumuş'a teşekkür ederiz.

Daha Fazlası

James Cameron ile “DERİNLERDE”…

“Veni Vidi Mansi – Sessizliğin Yankısı” Ferit Yazıcı’dan Göç, Hafıza ve İnsanlık Üzerine Bir Heykel Sergisi

Dünyaca Ünlü Sanat Zirvesi İstanbul'da

No. 14, Bishop’s Stortford: Tarih ve Modernliğin Buluştuğu Ödüllü Bir Dönüşüm