İlkel görünümlü alimler: Dogon Kabilesi

Afrika’nın ıssız topraklarında yaşayan bir kabile düşünün. Aklınıza hemen kendilerine özgü gelenekleri, dilleri, etnik dansları ve ilkel yaşantıları ile kıtanın klasiklerini üzerinde taşıyan bir topluluk geldi, değil mi? Ancak konu ‘Dogonlar’ olunca iş biraz değişiyor. Kimi araştırmacılara göre, konu ‘Dogonlar’ olduğunda bu tanımlamaya bir de ‘astronomi bilgini’ ifadesini eklemelisiniz.

Giriş Tarihi: 01.09.2018 10:55
Yazı Kaan SANCAR

"İlkel bir toplulukla karşılaştığınızı anlamanın en iyi yolu modernliği yeniden solumaktan geçiyormuş, sanırım. En azından benim için bu böyle oldu. Batı Afrika'da yer alan Mali Cumhuriyeti'nin doğu kesiminde yaşayan Dogon Topluluğu ile geçirdiğim bir haftanın ardından uçağa bindiğimde hiçbir şey aynı değildi, çünkü. Ekonomi sınıfında oturduğum koltuk aşırı derecede lüks ve rahat bir nesneydi o anda bile gözümde. Yolculuğumu tamamlayıp şehre geri döndüğümde ise..." diyerek başlamak isterdim bu yazıya ben de. Fakat ne yazık ki bu yazıyı metropol İstanbul'da, gerek kapitalist yaşantının uğrak noktası ismini vermek istemediğim bir kafede gerekse kent trafiğinin merkezinde yer alan ofisimizde etnik içecekler yerine soğuk kahve çeşitleri eşliğinde yazdım. Ha yok, yanlış anlamayın. Bulduğum uçak biletlerinin tarihleri iş rutinimle uyuşmadı sadece. Zira Dogon Kabilesi'yle yüz yüze 'tanışamamamın' başka bir nedeni yok, tabii ki.

Şimdi, "Dogonlar mı? Nereden çıktı bu?" diyebilirsiniz. İsterseniz, Afrika'ya ve aralıklı olarak Sirius Yıldızı'na (Evet, yanlış okumadınız.) yapacağımız yolculuk öncesinde kısaca bahsedeyim. Mayıs ayının son günlerinde klasik bir bahar akşamıydı. Dogonlar'ın varlığından bihaber evde bir arkadaşımla oturmuş, öncesinde arkadaşıma önerdiğim 'Lele Pons' isimli komedyenin videolarını arkadaşımın 'YouTube' hesabından TV'ye yansıtarak izliyorduk.

Bir, iki, üç derken birkaç videoyu 'sonraki videoyu otomatik oynat' seçeneği açık vaziyette izledik. Birden 'The Unsolved Mystery of the Dogon' (Dogon'ların Çözülemeyen Sırrı) isimli bir video açıldı. Arkadaşım, "Ha, pardon. Bunu geçen gün izlemiştim. Değiştireyim hemen." dedi ve ben "Nedir bu?" diye sorunca ekledi, "Birkaç gün önce, Mali'nin Dogon ve Fulani isimli iki kabilesi arasında bir gerginlik çıkmış ve Mali devlet başkanı da bu olayların 'DAEŞ' ile ilgisi olduğunu ima eden açıklamalar yapmış. Yayımlanan haberlerin hepsinde de Dogonlar'ın da astronomi konusunda ilginç bir şekilde bilgili olduğundan da bahsetmişler. Bu nokta ilgimi çekti, ben de birkaç video izledim." Açıkçası, benim de ilgimi çeken kısım kabile savaşı değil bu nokta olmuştu.



Sonrasında ise, tahmin edebileceğiniz üzere, içimdeki gizli antropoloğun ortaya çıkması, arkadaşımı soru bombardımanına tutmam ve bu yazı için araştırmalara başlamam şeklinde ilerleyen bir süreç izledi. 'Modern' dünyadan Dogon'ların 'ilkel' dünyasını tanımaya geçişim ise çok uzun sürmedi. Sonuçta ne gibi bilgiler mi edindim? Durun, bu açıklaması o kadar da kolay bir konu değil! Dogonlar'ın gizemini tam olarak algılayabilmek adına, öncelikle, size hap bilgiler halinde Dogon Kabilesi'ni tanıtmam lazım.

KABUĞUNDA İLKEL BİR KABİLE

Afrika'nın çorak topraklarında yeşeren bir kabileden bekleyeceğiniz üzere Dogon Kabilesi de kendilerine özgü gelenekler, dini inançlar, diller ve yaşam tarzlarına sahip. Bu noktada, Dogonlarla ile ilgili en fazla öne çıkan nokta ise, bence, sürdükleri medeniyet ve teknolojiden uzak yaşam tarzı. Mali'nin 'Bandiagara Kayalıkları' bölgesinde yaşayan, tek kelime ile ifade edersem son derece 'ilkel' olduklarını söyleyebileceğim bu kabilenin yaşamlarında internet, akıllı telefon ve motorlu taşıt gibi üstün teknolojileri bir kenara bırakın; elektrik ağı ve su sistemi gibi en basit modern uygarlık sembolleri bile yer almıyor.

Büyük Kanyon'u andıran derin vadilerde, uçurumların kenarına toprak ve ahşap kullanarak inşa ettikleri oldukça küçük, kulübeyi andıran ilkel evlerde yaşayan topluluk; benzer olarak avcılık, toplayıcılık, tarım ve hayvancılık gibi basit işlerle uğraşıyor. Kabilenin ana geçim kaynaklarını ise el yapımı halatlarla yüzlerce metrelik kayalıklara tırmanarak edindikleri güvercin gübresiyle verimini artırdıkları darı tahılı ile tarım ya da toplayıcılıktan elde ettikleri sebze, meyve ve tahılları sattıkları semt pazarları oluşturuyor. Ayrıca, ağaç ve deri işçiliği yoluyla ortaya çıkardıkları putlar, giysiler, heykeller ve maskeler de kabilenin diğer uğraşları arasında bulunuyor.



Kabilenin demografik yapısına baktığımızda etnik grubun kimi kaynaklara göre; yaklaşık 250 bine yakın bir nüfusa sahip olduğunu görüyoruz (Nüfus sayımı yapılmadığı için net bir rakam verilemiyor.). Çoğunlukla nüfusu 500'ü geçmeyen 700'ü aşkın köy ile yaklaşık olarak 200km2'lik bir alana yayılan kabilenin yönetimi her köyde farklı yerel liderler tarafından üstleniliyor. Hem siyasi hem de dini sorumluluklar taşıyan 'hogon' isimli bu yöneticilerin ise belirlenmesi ise saltanata benzer bir şekilde babadan oğula aktarılmasına dayanıyor.

Yüzbinlerce insanın bir araya geldiği kabilenin dili ise köyden köye değişiyor. Nijer-Kongo dil ailesine mensup bu alt diller birbirinden gerek kelime gerekse yapı olarak farklılıklar gösteriyor. Yazılı bir dili ve alfabesi de bulunmayan topluluğun gelenek ve diğer bilgileri gelecek nesillere aktarma yöntemi ise sözlü gelenek ve mağara duvarlarına çizdikleri hiyeroglife benzer resimlere dayanıyor.

Yazılı herhangi bir kaynağı bulunmadığı için kökeni de tam olarak saptanamayan kabilenin 13. ila 16. yüzyıllar arasında Mısır'dan şu anda bulundukları Mali'ye göç ettikleri düşünülüyor. Topraklarda gerçekleştirilen karbon izi araştırmaları da bunu destekler nitelikte veriler ortaya koyuyor. Kabilede ayrıca, İslamiyet ve Hristiyanlık'a inanan bir kesim bulunsa da büyük bir kısmı kabileye özgü, Antik Mısır Uygarlığı'ndakine benzer animizm kökenli tek yaratıcının bulunduğu bir dine tapıyor. Kabilenin tanrısı ise 'Amma' ismini taşıyor.


İnanışa göre, Amma isimli bu tanrı İslamiyet'tekine benzer şekilde, evreni tek bir zerreden yaratır. Ardından bu zerre ikiye bölünür ve bir rahim oluşturur. Rahimde, her yumurtada bir erkek ve bir dişi çocuk bulunacak şekilde dört çift ikiz yumurtası oluşur. Kabuğundan önce çıkan 'Ogo' isimli erkek diğer yumurtaları çalarak evrene hükmetmek üzere rahmi terk eder. Bu olay da evrende kaosa neden olur. Sonrasında ise Antik Mısır mitolojisindeki 'Çakal'a benzer, ruhsuz bir varlık olan Ogo'nun yarattığı kaosu durdurmak adına aynı yumurtada geliştiği dişil ikizi kurban edilir. Kurbanı gerçekleştiren diğer yumurtadan çıkan kardeş ise sonrasında kötülüklerden arınması adına Amma tarafından göbek bağı kesilerek sünnet edilir. Bu olaylar sırasında akan kanlar ise çeşitli gezegen ve gök objelerinin oluşmasına neden olmuştur. Dogonlar bu nedenle kadınların yaşadıkları aylık regl döngüsünün evrenin yenilenişini temsil ettiğini ve bu nedenle kutsal kabul edilmesi gerektiğini savunur. Kabilenin yeni doğan üyelerinin ise Ogo'nun kötülüğünden arınması adına erkek- kız fark etmeksizin sünnet edilmesi gerektiğine inanırlar ve bunu uygularlar.

Dogon inançlarında ilk insanın yaratılışı ile ilgili ise öne çıkan iki mit var. İlki şu şekilde: Amma tarafından, rahmi olan, Sirius Yıldızı'nın da bulunduğu galakside tohum olarak yaratılan dört çift (dört dişi ve dört erkek) Dünya'ya gönderilir. Yolculuk esnasında farklı gelişim dönemlerinden geçen tohumlar Dünya'ya vardıklarında insan olarak gezegene ayak basan canlılar gezegendeki yaşamı başlatır. İkinci mit ise Sirius Yıldız Sistemi'nde yaşanan tufan sonucu burada yaşayan kimi canlıların Dünya'ya gönderilerek Dünya'daki yaşantıyı başlattığı yönünde.

Dogonlar, ayrıca, insanoğlunun Dünya'daki yaşantısının başlamasından yüzyıllar sonra 'Nommo' isimli hem karada hem de suda yaşayabilen, vücudunun üst kısmı insanı alt kısmı ise bir balığı andıran çift cinsiyetli Amma'nın çocuklarının gezegeni uygarlaştırmak amacıyla Dünya'yı ziyaret ettiğine de inanıyorlar. Kimi Dogon mitlerine göre ise 'Nommolar' bu esnada dünyadaki yaşama uyum sağlayabilmek adına kendi tohumları ile insanoğlununkileri karıştırarak melezleşirler de. Bu nedenle Dogonlar Nommolar'ın kendilerinin atası olduğuna da inanıyor. Bunun dışında kabilenin inançlarında her gece köylerini ziyaret ederek kendilerini ve topraklarını arındırıp onlara yaşam gücü veren kutsal varlık 'Lebe' gibi farklı mitolojik varlıklar da yer alıyor. Gelgelelim, tüm bu inançlar sözlü gelenekle nesilden nesile aktarıldığı için her mitin kabile içerisinde bile değişen farklı versiyonları bulunuyor. Bu nedenle araştırmacılar Dogon mitlerini kesin bir dille aktaramıyor.

Ölümün bedenle ruhun birbirinden ayrılması sonucu gerçekleştiğini savunan Dogonlar'ın ahiret inancı da var. Ölüm sonrası ruhların nihayetinde 'Amma' ile cennette buluşacağını düşünen Dogonlar bu buluşmanın gerçekleşmesinin ise ancak kutsal dans seremonileriyle olabileceğini savunuyor. Çeşitli anlamlar ifade eden renkli oyma maskeler ve çeşitli dans figürlerinin yer aldığı bu danslar vasıtasıyla muallakta kalan huzursuz ruhları yeniden huzura kavuşturduklarına inanan Dogonlar dans seremonilerini, ayrıca çeşitli kutlamalar için de kullanıyor.

Saydığım bu özellikleri düşündüğünüzde oldukça sıradan ve ilkel bir topluluk ile karşı karşıya olduğunuzu düşündünüz, değil mi? Bence, bu kadar peşin yargılı olmayın çünkü topluluğun öne çıkan diğer bir özelliği daha var: Astronomi konusunda sahip oldukları üstün bilgiler.



DOGON MASKELERİ
Dogon Kabilesi için imza niteliği taşıyan geleneklerden biri de dans ritüellerinde kullandıkları maskeler. Ahşap oyma tekniği kullanılarak şekillendirilen ve çeşitli boyalarla renklendirilen maskeler, Dogonlar'a göre, insanoğlu için maddi dünya ile manevi dünya arasındaki köprüyü kuran nesneler niteliğinde. Dogon mitolojisinde ölüm, ölüm yıl dönümleri ve çeşitli bayramlarda takılan maskelerin her birinin farklı bir anlam ifade ettiğine de inanılır. 78 farklı çeşidi bulunan maskelerden en yaygınları ise 'Kanaga' maskesi, 'Satimwe' maskesi, 'Walu' maskesi ve hayvan maskeleri. Dama isimli dansta taktıkları 'Kanaga' maskesi aracılığıyla Amma ile iletişime geçebileceklerine inanan Dogonlar için 'Satimbe' maskesi dişilik, doğurganlık ve verimliliği sembolize eden bir imge. Bunların yanında, Dogonlar'ın ölümü hatırlamak için yaptıkları seremonilerde kullandıkları 'Walu' maskesi mitsel antilop Walu'yu temsil ederken hayvan maskeleri ise hayvanların gerçek güçlerini ve mitolojik kişiliklerini sembolize ediyor.



ÇEKİRDEĞİNDE İSE BİLGİN

Gerek dini inançları gerek yaşam tarzlarıyla pek de modern çağ ile uyum içerisinde olmayan Dogonlar'ın çağa ayak uydurduğu konu ise şaşırtıcı bir şekilde astronomi. Dogonlarla ilk defa iletişim haline geçen Fransız antropologlar Marcel Griaule ve Germanie Dieterlen'in 1931 ila 1956 yılları arasında kabilede yaşayarak gerçekleştirdikleri araştırmaya göre; kabilenin 'hogon' ismi verilen liderleri ve kabilenin önde gelen diğer bilginleri o zamanlar ancak teleskop ve gözlemevine sahip uygarlıkların varlığından haberdar olabildiği astronomik bilgilere sahipti.

Bunların arasında Dünya'nın yuvarlak olduğu ve Güneş'in etrafında kendi ekseninde döndüğü gibi daha basit sayılabilecek astronomik bilgilerin yanında Jüpiter'in dörtten fazla uydusunun olduğu, Satürn'ün halkasının bulunduğu, Samanyolu'nun Dünya'yı bir sarmal gibi sardığını, Ay'da kraterlerin bulunduğu gibi daha kapsamlı bilgilere de sahiptiler. Daha da ötesi, araştırmacıların iddialarına göre kabile, ayrıca Sirius takımyıldızına dair üstün alet edevata sahip gökbilimcilerin ancak o yıllarda edindiği bilgileri bile daha önceden ellerinde bulunduruyordu. Bu bilgiler arasında Sirius yıldızının en parlak yıldız olduğu, Sirius'un yanında çıplak gözle görülmeyen küçük, yoğun ve sönük bir 'cüce yıldız'ın daha bulunduğu, 'Popola' olarak adlandırdıkları bu yıldızın tam olarak bulunduğu nokta ve yıldızın bilinen tüm maddelerden daha ağır bir maddeden oluştuğu da bulunuyordu. Astronomide 'Sirius B' olarak adlandırılan bu yıldızın önceleri kızıl dev olduğunu, sonrasında içine doğru çöküp patlayarak beyaz cüceye dönüştüğünü ve evrendeki en ağır yıldız olduğunu da biliyorlardı. Hatta yıldızdan alınan bir çay kaşığı maddenin 50 ton ağırlığa sahip olduğunu da söylüyorlardı. Bunun yanında Popola ve Sirius'un birbiri etrafındaki dönüşlerini 50 yıllık bir süreçte tamamladıkları gibi yıllar sürecek araştırmalar sonucunda elde edilebilecek bir veriden de haberdardılar.

Yalnızca birkaç yıl öncesinde keşfedilen bu verilerin kabile tarafından elde edilmesi de o zaman için görünürde pek de olası değildi. Tüm bunlara ek olarak, kabile halkı Sirius sisteminde bir yıldızın daha bulunduğuna da inanmaktaydı. 'Emma Ya' olarak adlandırdıkları bu yıldızın, ataları olarak nitelendirdikleri 'Nommo'ların yaşadığı gök cismi olduğunu da iddia ediyorlardı. Bu yıldıza dair olan söylemlerinde Sirius B'den dört kez daha hafif olduğunu, yine Sirius B gibi 50 yıllık bir zaman dilimde daha geniş bir yörünge ile Sirius'le birbirleri etrafındaki dönüşlerini tamamladıklarını ve bu Popola ve Emma Ya yıldızlarının Sirius ile gerçekleştirdikleri döngüler sırasında her iki yörüngenin çaplarının dik açı oluşturduğunu da belirtiyorlardı. Emme Ya'nın, ayrıca, bir uydusu olduğunu da söylüyorlardı. O zamanlar, antropologların sadece bir mit olarak değerlendirdiği bu söylemler yıllar sonra, ancak 1995 yılında, gökbilimciler tarafından somut olarak kanıtlanacaktı.

Farkındayım; biraz karmaşık bir hikâye, belki de biraz da ütopik olgular barındırıyor. Neyse ki yalnız değiliz, bunları duyduğunda birçok etnograf ve antropolog araştırmacının aklı da en az bizimkiler kadar karışmıştı. Fakat bu akıl karışıklığı araştırma yapmak için bir engel değildi. Benim aksime Mali'ye giderek kabile ile yakın temas kurabilen araştırmacılar Dogonlar üzerinde kapsamlı araştırmalar yapıp bu bilgileri nasıl edindiklerine dair birkaç teori ortaya attılar. Bunlar neler mi?



DOGON DANSI
Dogonlar'ın dikkat çeken geleneklerinden biri de ritüel ve kutlamalarında gerçekleştirdikleri özel kabile dansları. Ölüm, düğün, ilk yağmur ve ölüm yıldönümü gibi özel günler için gerçekleştirilen bu danslarda kabile üyeleri özel maskeler takarak uzun sopalar üzerinde dans ederler. Bu noktada öne çıkan dans türleri ise 'Dama' ve 'Sigui' isimli danslardır. Dama, yaşamını yitiren kabile üyelerinin ruhunun tanrı Amma'nın cennetine rahat bir şekilde göç edebilmesini sağlamak üzere gerçekleştirilen kabilenin en önemli dansıdır. Dogon'ların 'Sigui' dansı ise Dogonlar'ın ilk atasının ölümünü anmak üzere her 65 yılda bir gerçekleştirilir. Bu dans, birçok farklı köyden geçilerek uzun sürede yapılmasıyla dikkat çeker.





FARKLI BAKIŞ AÇILARI, FARKLI TEORİLER VAR

Değineceğimiz ilk teori Dogonlar'ın bu bilgileri bir dış güç yoluyla edindiği. Daha önce belirttiğim gibi, Dogon mitolojisinde insanoğlunun Sirius takımyıldızı ile bir bağlantısı olduğuna inanılıyor. Bazı Dogon mitlerine göre, binlerce ışık yılı uzaklıktaki bu sistemden insanoğlunu uygarlaştırmak üzere Dünya'ya gelen 'Nommo'lar ziyaretleri sırasında kabileye bir takım astronomik bilgileri de 'kelam' yoluyla aktardı. Kabile büyükleri, bu noktada, bu bilgilerin kendi başlarına çözmeleri gereken 30'u aşkın kelam olarak atalarına aktarıldığını ve henüz yalnızca bir kısmının açıklığa kavuşturulduğunu da belirtiyor.

The Sirius Mystery kitabının yazarı Robert Temple, Antik Mısır Uygarlığı ile Dogonlar'ın bağlantılarının bulunduğunu öne sürerek bu bilgilerin Dogonlar'a 5 bin yıl öncesinde iletilmiş olabileceğini de işaret ediyor. Saha araştırmalarında bir Nommo uzay gemisinin gelişini ve dönerek yere inişini simgeleyen resimler bulduğunu da belirten Temple, geminin Dogon ülkesinin güneydoğusuna indiğinin ve geminin inişini tanımlarken onun toprağa inerken oluşturduğu girdap dolayısıyla bol miktarda toz kaldırdığının sözlü gelenekle bu güne kadar aktarıldığını da ifade ediyor. Antropolog Erich Von Daniken ve kabile üzerinde ilk araştırmayı yapan Marcel Griaule ve Germanie Dieterlen de bu görüşü destekleyen ifadelerde bulunuyorlar.

Dogonlar'ın astronomik bilgilerinin doğruluğuna inanan bir diğer görüş ise bu bilgileri bir dış güç yerine kendi çabaları ile edindikleri yönünde. Dogonlar'ın atalarının görüş yeteneklerinin geçmişte çok daha güçlü olabileceğini öne süren Chandra X-ray Center, Sirius Yıldızı'nın geçmişte Sirius B ve C'yi de aydınlatarak Dünya'dan çıplak gözle görülebilmesini sağlayabilecek kadar parlak olabileceğini ve Dogonlar'ın bu nedenle binlerce ışık yılı uzaklıktaki yıldızları seçebilmiş olabileceklerini öne sürüyor.



Bu görüşleri savunan araştırmacıların tam karşısında duran kesim ise Dogonlar'ın bu bilgileri kendi başlarına ya da dış dünyadan gelen bir kaynaktan elde etmedikleri ya da bu bilgilerin hâlihazırda zaten doğru olmadığını savunuyor. Dogonlar'ın bu bilgileri kendi başlarına ya da dünya dışı herhangi bir güç aracılığıyla elde etmediğini düşünen isimlerin başında Carl Sagan, Walter van Beek, Ian Ridpath ve James Oberg gibi antropologlar geliyor. Carl Sagan, yapılan antropolojik araştırmalar öncesinde Sirius'un en parlak yıldız olduğu bilgisi ile Jüpiter ve Satürn'e dair astronomik bilgilerin kabileye Batılı ziyaretçiler tarafından aktarılmış olabileceğini savunuyor. Hatta Sagan, Temple'ın kendi araştırması öncesinde kabileyi bu konularda kendi eliyle bilgilendirmiş olabileceğini de ileri sürüyor. Walter van Beek de benzer şekilde bu bilgilerin Batılı kişilerce yapılan ziyaretlerde kabileye aktarılmış olabileceği, daha öncesinde bu bilgilerin kabilede var olduğuna dair hiçbir kanıtın olmadığını vurguluyor.

Ian Ridpath ise Sirius'un yakınlarında yaşamın imkânsız olduğunun altını çizerek kabilenin astronomik bilgilerinin hâlihazırda gerçeği yansıtmadığının altını çiziyor. Sirius'un Dünya Gezegeni'nden genç olduğunu belirten Ridpath, sistemde hayatın ortaya çıkıp Dünya'yı 'uygarlaştıracak' kadar gelişmiş bir yapıya ulaşabilmesi için gerekli zamana sahip olmadığını da ekliyor. Benzer şekilde Dogon bilgilerinin gerçek olmadığını düşünen James Oberg ise Dogonlar'ın Sirius söylentilerinin garip bir şekilde 1920'lerde Avrupa'da dolaşan söylentilere benziyor olduğunu vurguluyor. Bu noktada, kabilenin bu astronomi bilgilerini tüccar, kâşif ya da din adamları aracılığı ile edinmiş olabileceklerini de iddia ediyor. Tabii bir de kabilenin bir kâşifin teleskobunu alarak yıllar içerisinde gökyüzünü kendi başlarına keşfettiklerini savunan bir görüş de var. Bunun kanıtlanamadığını da belirtmemiz gerek. Tüm bu görüşleri bir araya getirdiğimizde ise karşımıza çıkan soru ise şu oluyor:



PEKİ, HANGİSİ GERÇEK?

Açıkça belirteyim: Bu cevaplanması oldukça zor bir soru. Sonuçta eğer Dogonlar'ın iddialarını onaylarsanız, bir taraftan uzaylıların varlığına inanmış bir taraftan da insanoğlunun ya tamamen farklı bir gezegenden göç etmiş bir varlık ya da uzaydan gelen varlıklarla melezleşmiş bir tür olduğunu da kabul etmiş oluyorsunuz.

Bana sorarsanız, bu bilgiler doğrultusunda Dogonlar'ın bilgileri kendi başlarına ya da dünya dışı herhangi bir güç aracılığıyla elde etmediğini düşünen isimleri bir bakıma destekliyorum. Gelgelelim, ortada kabilenin Sirius C, ya da Dogon dilindeki adıyla Emma Ya hakkındaki, bilim insanlarının ancak yıllar sonra edinebildikleri bilgiler olduğu gerçeği de var. Neyse, şimdilik kabilenin bilgileri ziyaretçilerden topladığını düşünmek daha mantıklı geliyor. Kim bilir, belki de şimdilik uzaylılar inanmak istemiyorumdur. Ya da bir gün bizi ziyaret edeceklerine… Bu noktada aradan çekilip kararı size bırakmak en doğrusu, sanırım.

Ha, şunu da belirteyim; Dogonlar da Siriuslu gezginlerin bir gün geri döneceğine inanıyorlar ve bir yazıtlarında da şöyle bir ifade yer alıyor: "Göklerde bir yıldız belirecek ve bu Nommo'nun yeniden dirilişinin işareti olacak." Ne diyelim, bu durumda Dogonlar'ın bilgileri bu dış varlıklardan aldıklarına tam anlamıyla inanmak için oturup bu ziyaretin gerçekleşmesini beklememiz gerekecek, sanırım. Belki o zaman Dogonlar'ın iddialarına gerçekten inanırız.

BİZE ULAŞIN