Esquire Türkiye Eylül 2018'de neler var?

Esquire Türkiye'nin Eylül sayısında sizleri neler bekliyor?

Giriş Tarihi: 28.08.2018 17:26 Güncelleme Tarihi: 03.10.2018 10:04

Bir Keşif ve Arınma Hikâyesi

İLKER KALELİ

HAKKINDA NET BİR YORUMUNUZ OLMASA DA ÇOĞUNLUĞUN KATILDIĞI GİBİ 'COOL' TANIMINI SONUNA KADAR HAK EDİYOR. KARARLI DURUŞU, SAKİN TAVRI VE MUZİP BAKIŞLARI BUNU DESTEKLEYEN DİĞER BAŞLICA ÖZELLİKLERİ. BU ARALAR GÖZLERİN ARADIĞI İLKER KALELİ'DEN BAHSEDİYORUM… KENDİ DEYİMİYLE ŞU SIRALAR 'DEVRE ARASI'NDA OLAN KALELİ İLE KENDİNİ KEŞFETME ÇAĞINI KONUŞTUK.

RÖPORTAJ SEDA KARAN

FOTOĞRAF ÖMER FARUK GÖKALP

MODA EDİTÖRÜ DUYGU ALTIPARMAK

Öncelikle belirteyim; onunla buluşma amacımız herhangi bir projeye dayanmadığı gibi yaptığımız sohbetin içeriği de çocukluğuna kadar uzanmadı. Konu başlıkları bir amaç değil bir araç oldu, diyebilirim. Hâlihazırda internette herhangi bir arama motoruna adını yazdığınızda hayatı hakkında ayrıntılı bilgiye ulaşmak mümkün zaten. O da tekrardan hoşlanan biri değil; tıpkı oyunculuk kariyerinde olduğu gibi. Hâlihazırda yazılan, çizilenleri bir kez daha konuşmak yerine 'farklı' bir şeyler yapmanın peşinde. Kendi tanımıyla bu sıralar hayatının 'devre arasını' yaşıyor. Deniyor, kendini dinliyor ve dinleniyor. Bir yandan da keşfediyor.

Sohbetimize belki de bugün bulunduğu noktada olmasına vesile olan, o 13 yaşındayken anne ve babasının boşanma süreciyle başlıyoruz. Sonuçta hayatlarımızda yaşadığımız her şeyin bir sebebi var ve daha sonraki satırlarda da okuyacağınız üzere…"Bizimkilerin yollarını ayırma kararından dolayı biraz dağınık büyüdüğüm sert zamanlardı… O yaşta açılan bir çatlak bugünlere başka hassasiyetlere sahip bir 'sen' olarak gelmene neden oluyor. Ve hayal gücün o noktada çok çalışmaya başlıyor galiba. Ama bunun iyi bir tarafı da var; bugün geldiğim yerden baktığımda aslında iyi bir şey olmuş diyebiliyorum."

Kendi deyimiyle 'sert' geçen o dönemi atlatma sürecini soruyorum. Ailede hiç örneği olmamasına rağmen oyuncu olmaya karar vermesi ve bu uğurda yaşadıklarına odaklanıyorum: "İnan bunun nasıl geliştiğini halen ben de merak ediyorum! Çocukken müzikle çok ilgiliydim. Piyano çalıyordum, kendi kendime gitar çalmayı öğrendim… Adeta müziğin içine saklanıyordum. Bütünün neresinde olduğumu, kim olduğumu, ne hissettiğimi çok sorguladım. Alışkanlık yaptı herhalde, hâlâ da böyledir. Bence birçok insan kafasındaki soru işaretine yanıt bulamayınca sanata yöneliyor. Hayattaki handikaplarımdan biri de çok fazla ilgi alanımın olması. Şu anda da, devre arası dediğim bugünlerde aslında kendime çocukluğumda vermiş olduğum sözleri tutmaya çalışıyorum. Piyano çalmaya tekrar başladım, yelkene çıkıyoruz. Şimdi düşünüyorum da; okul yıllarında, arkadaşlarımın üç aşağı beş yukarı ileride ne iş yapacağı belliydi. Birden fazla hobiyle uğraştığım için nenim hiçbir zaman belli olmadı. Maymun iştahlılık da değil; içinde yaşadığımı dışarıya bu şekilde vurmaya başlamıştım. Rutinin olduğu bir düzende hiçbir zaman başarılı olamam. Maymun iştahlılık da değil bu; sadece kendinden çok çabuk sıkılan biri oldum her zaman. Sürekli aynı noktada aynı şeyi yaparak bir rutin içinde bulursam kendimi, ölmeye başlıyorum. O ölümün gerçekleşmemesi için bir şeyleri değiştirmem, hareket etmem, dikkatimi dağıtmam gerekiyor. Rutinin olduğu bir düzende hiçbir zaman başarılı olamam. Çocukluğumda bir şeylere sığınma diye anlattığım o dönem sanırım yıllar içinde demlenip harmanlanarak merak ettiğim, ilgilendiğim her şeyi bir yerde birleştiren ve rutinsiz yapabileceğim tek iş, yani oyunculuğun içimde doğmasına yol açtı."

  • Kapak yazısının tamamı Esquire Eylül 2018'de.



HAYATTAN NE ÖĞRENDİM?

VEDAT MİLOR

YEMEK ELEŞTİRMENİ, ÖĞRETİM ÜYESİ, 62

RÖPORTAJ ÖZGE DİNÇ

FOTOĞRAF KORAY IŞIK

Yemek eleştirmeni olacağım hiç aklıma gelmezdi. Milliyet'in yayın yönetmeni, eskiden beri tanıdığım Sedat Ergin'in teklifiyle yazmaya başladım. Okunacağımı zannetmiyordum, yazmaya başladıktan bir ay sonra Sedat Ergin "Sen marka olmaya başladın," dedi, "Gillette gibi falan mı?" dedim.

Yemek yazıları yazmaktaki amacım, belli bir kültürü yaşatmak, gastronomiyi tüm boyutlarıyla ele alıp onu kültür ve yaşam biçiminin ortasında tutmak.

Batı'da genç, yakışıklı, dövmeli, yıldız şefler ortaya çıkmış durumda; artık eleştirmenler güç dengesinde onların çok altında ve restoranlarda iyi muamele görmek için onlara iyi şeyler söylemek zorunda. Artık şefe yemekle ilgili kötü bir şey söylediğinizde epeyce tepki görüyorsunuz. Eskiden böyle değildi; şef daha anonimdi, mutfaktaydı, tanıtım yapmazdı.

Bana göre iyi bir şef, çok iyi bir zanaatkâr olmalı; en büyük sakatlık yemeği bir sanat kolu olarak görmekte başlıyor. Yemekte her zaman yaratıcılık vardır, ama Picasso değilsin.

Kısa yoldan ünlü olmak isteyen şefler, sunumun yemeğin önüne geçmesi ve bilgi kirliliği yüzünden geleneksel mutfak çok azaldı. Soruyorum, İstanbul'da iyi kuzu kapama nerede kaldı? Geçenlerde L'Ambroisie'nin ve Fransız mutfağının son büyük şeflerinden Bernard Pacaud hakkında bir paylaşım yaptım, Pacaud hakkında hiçbir şey bilmeyen biri "Tasarım sıfır." diye yorum yapmış. Beni kaygılandıran bir şey bu.

Bir yemek eleştirmeninin hesabı ödemesi şart. Yalnızca Anadolu'da, hesabı sormamın bile restoran sahibini rencide edeceği lokantalarda, yazmayacağıma eminsem ödeme yapmadığım oluyor; ama değerlendirme yazacaksam mutlaka hesabı ödüyorum ve rezervasyonu başkası adına yaptırıyorum. Hesap almamak için aşırı ısrar ettiklerinde açık açık söylüyorum: "Siz bu durumda benim haysiyetimi rencide ediyorsunuz, bunu anlamanız lazım."

Restoranlarda bana özel ilgi gösterilince çok utanıyorum. Bir keresinde yan masamdaki müşteri "Ben Vedat Milor değilsem başım kel mi?" dedi, yerin dibine geçtim. Ama bunu engellemenin imkânı yok; dünyanın her yerinde iki tip kategori özel ilgi görür: Eski müşteriler ve bir şekilde tanınan insanlar.

Ben gurme değilim. Zaten dünyanın hiçbir yerinde bu kelimenin kullanıldığını görmedim; Fransa'da hiçbir ciddi yemek eleştirmeni kendisine gurme demez. Bizde o kadar kullanıldı ki anlamını yitirdi ve antipati yarattı. Eğitimini almadığım için bunu kendi mesleğim olarak görmüyorum. Daha çok bir zevk alanım olarak düşünüyorum.

Türk mutfağının en güçlü tarafının çok etnik kültürden beslenmesi, bol sebze ve tencere yemeği, çok zengin hamur işi olması, küçükbaş hayvan ve zeytinyağlılar olduğunu söyleyebilirim. Ama mutfağın çeşitliliği lokantalara yansımıyor, emek yoğun yemekler ancak evlerde yapılıyor ve kaybolmak üzere; iyi malzeme bulunmuyor. Av eti geleneğinden kopmuşuz, adada bile balık bulamıyorum. Deniz ürünleri açısından belki son sırada geliyoruz dünyada. Ama buzdağının altında bu kadar rezalet olmasına rağmen mutfak hâlâ yaşıyorsa demek ki Türk mutfağı güçlü bir mutfak.

Türkiye'de fine dining bana Tanpınar'ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü'ndeki Doktor Ramiz'i hatırlatıyor. Psikanaliz okumuş, ama tam anlamamıştı ya.



YEMEK

MEKSİKALI ÜÇÜNCÜ EVİNDE

Kökleri Aztek ve Mayalar'a uzanan Meksika mutfağının temsilcisi Ranchero, Suadiye ve Nişantaşı'ndan sonra üçüncü şubesini Ataşehir Watergarden'da açtı. Bize de yeni mekânı yerinde ziyaret etmek düştü.

YAZI SEDA KARAN

FOTOĞRAF ERKİN ÖN

Bu Temmuz ayının başında açılan üçüncü Ranchero, Ataşehir'de konuşlanan Watergarden bünyesinde yer alıyor. Daha kapıdan içeri girer girmez, sıcak ve samimi atmosferi ile karşılaşıyorsunuz. Mekânın duvarlarını süsleyen Aztek takviminden renkli graffiti'lere, Meksika şapkası 'Sombrero'dan kaktüs şeklindeki kokteyl bardaklarına kadar göreceğiniz her şey Meksika'dan özel olarak getirilmiş. Oldukça zengin ve bol alternatifli olan menüsü de son derece titiz bir şekilde hazırlanmış. Mesela 40'a yakın sos ve özellikle tortilla ekmekleri hazır alınmıyor aksine Meksika'dan özel olarak getirilen tortilla makinesinde pişiriliyor. Meksika mutfağı için bir nevi acıya oldukça düşkün Güneydoğu mutfağı diyebilirim. Tabii Tanyeri ailesi Meksika mutfağını sıradan Türk damak zevkine göre bir parça değiştirmişler. Aslında çok acılı olan bu mutfağın bir iki yemeği dışında acı biber miktarını biraz azaltmışlar.

Bu arada Ranchero 'Meksika yerlisi' anlamına geliyor. 180 kişi kapasiteli ve öğle yemeği servisiyle kapılarını açan restoran iş çıkışı kafasını biraz dağıtıp rahatlamak isteyenlere de; şöyle keyifli ve lezzetli bir akşam yemeği yemek isteyenlere de hizmet veriyor gün boyu. Bu arada sohbetimiz sırasında Rıza Tanyeri'den Meksikalıların sabah saat 10:00'da et ve fasulye püresi ağırlıklı kahvaltı yaptıklarını öğreniyorum. Öğle yemeği de saat 15:00 gibi yenirmiş. Akşam yemeği de son derece hafif geçiştirilirmiş. "Sabah kral akşamsa bir fakir gibi yemek ye!" öğüdüne tam oturan bir alışkanlıkları olduğu bir gerçek. Tanyeri'nin sadece bir işletmeci olduğunu düşünmeyin bir de. Kendisi mutfakta oldukça başarılı ve yemek yapmaya da düşkün. Hatta her yıl Meksika'ya gidip oradaki restoranları tek tek gezerek mutfaklarına girmesi de ayrı bir özelliği.



SPORUN 'ÖZEL' İSİMLERİ

Kimi dalgalarla dans ediyor, kimi karşısındaki rakibiyle. Kimi uçsuz bucaksız bir havuzda şampiyonluk için yüzüyor, kimi ise zorlu doğa koşullarında birinciliği kovalıyor. Farklı spor dallarında elde ettikleri başarılarıyla dikkat çeken Taner Aykurt, Tuba Yakan, Viktoria Zeynep Güneş ve Alper Dalkılıç'ın ortak noktası ise zorlu çalışmalar sonrasında isimlerini tarihe yazmış olmak.

HAZIRLAYANLAR SEDA KARAN, KAAN SANCAR

FOTOĞRAF ŞEREF YILMAZ

ALPER DALKILIÇ

Kendi projesi #7kıta7ultramaraton'la dünya çapında ultra maratonlara katılan Alper Dalkılıç, 2012 yılında 'Grand Slam' kazanan ilk ve tek Türk sporcu.



VIKTORIA ZEYNEP GÜNEŞ

Henüz 20 yaşında olmasına rağmen yaşının çok üzerinde başarılara imza atan bir yüzücü.



TANER AYKURT

11 yaşındayken windsurf ve ardından kitesurf yapmaya başlayan sporcu, bugün dünya çapında ödüllere sahip.



TUBA YAKAN

Azmi ve kararlılığı ile Türk sporunu güçlendiren bir milli karateci ve bir anne.



MODA ÖLDÜ!

Dünyanın en ünlü trend kâhini tam üç yıl önce böyle demişti.

YAZI ÖZGE DİNÇ




"Bildiğimiz anlamıyla MODA öldü." Bu sözleri söyleyen, dünyanın en tanınmış trend kâhini –hatta belki de bu işi başlatan kişi– Lidewij Edelkoort.

Edelkoort, modanın bittiğini hepimize 2015'te Cape Town'daki Design Indaba'da sunduğu '10 maddede modanın modasının geçmesinin sebepleri' altbaşlıklı 'Anti-Fashion Manifesto'sunda duyurdu. Manifesto, çok ses getirdi; dergilerde, bloglarda sayfalarca tartışıldı, ki tartışılması da doğaldı; çünkü karşımızdaki kişi, modayı belirleyen kişiydi.

Kendisine trend kâhini değil, 'gelecek arkeologu' diyen Edelkoort'un işi geleceği ve geleceğin trendlerini koklamak. "Tıpkı arkeologlar gibi," diyor Edelkoort; "Onlar kazıda buldukları bir buluntuyla geçmişteki insanların nasıl yaşadığını, ne yiyip içtiklerini, toplumdaki hiyeraşiyi ortaya çıkarır. Ben de aynısını gelecek için yapıyorum." Bunun için her sabah Paris'teki ofisine gitmeden önce televizyonu açıp haberleri izliyor; dünyadaki gelişmeler, politik gündem, ülkelerin iç meseleleri, hatta teknolojiyi çok yakından takip ediyor, sonuçlar çıkarıyor. Çünkü geleceği öngörmek, bugünü çok iyi okumaktan geçiyor. Bu yol doğru olmalı ki Edelkoort, yıllardır çok az yanılma payıyla trendleri yönlendiriyor.



FUTBOL

BİR MAÇ BİN KAVGA!

Balkan topraklarında kavga hiç bitmedi. Hayatın her alanında olduğu gibi bu toprakların yeşil sahalarında da ne yazık ki hiç bir zaman barış ya da kardeşlik adıyla çizilen mutlu bir tablo yer almıyor. Yeşil sahadaki kavganın son adresi, Dünya Kupası oldu. Sırbistan ile İsviçre arasındaki maçta, Balkan topraklarından iki ülke karşı karşıya gelmediği halde, İsviçre Milli Takımı'ndaki Arnavut/Kosova kökenli oyuncular Xherdan Shaqiri ve Granit Xhaka'nın attıkları gollerden sonra elleriyle 'Büyük Arnavutluk'un sembolü olan 'çift kartal' yaparak sevinmeleri, maçın önüne geçti. Bu arada, maç bitti ama kavgası hâlâ sürüyor!

YAZI GÖKHAN İLKER

MODA

DOĞAYLA BULUŞMA ANI

SICAK YAZ GÜNLERİYLE VEDALAŞMAYA HAZIRLANDIĞIMIZ BUGÜNLERDE YENİ SEZON KOLEKSİYONLARI DA GÖRÜCÜYE ÇIKMAYA BAŞLADI. İLK ALDIĞIMIZ SİNYALLERE GÖRE SONBAHARDA DOĞANIN TÜM TONLARIYLA EN RAHAT KESİMLER İÇİNDE BULUŞMAYA HAZIRLANIN DERİZ. KİREMİT, KAHVE, BORDO VE TOPRAK TONLARININ YEŞİL VE BEJLERLE HARMANLANDIĞI TASARIMLAR AYNI ZAMANDA RAHATLIĞI VE COOL'LUĞU BERABERİNDE GETİRİYOR.

MODA EDİTÖRÜ DUYGU ALTIPARMAK

FOTOĞRAF ÖMER FARUK GÖKALP



MODERN DÜNYA SAVAŞI

Doğu ve Batı arasındaki klasik mücadele kaldığı yerden devam ediyor. Toprağa gömülen savaş baltaları yerini gümrük vergileri ve ticaret açığına bıraktı. ABD ve Çin arasında yaşanan münakaşa küresel çapta etki yaratmaya hazırlanırken, bugünün dünyasında küreselleşmenin raf ömrünü doldurduğunu görüyoruz. Modern dünya savaşı, 'ticaret' başlığıyla çoktan başladı!

YAZI BARAN ALIŞKAN

BİZE ULAŞIN