Lifestyle

Herkes onun bir parçası olmak istiyor: Peter Dinklage

Herkes onun bir parçası olmak istiyor: Peter Dinklage

Herkes Peter Dinklage’ın bir parçası olmak istiyor. Ve etrafta ona özenen pek çok Dinklage dolaşıyor.

21 Temmuz 2014

MANHATTAN ADASI Krallığı'nda bir gece yarısı… Onuncu Cadde kaldırımlarında her türden insan geziniyor: Genç plaza kadınları, salaş giyinmiş metro yolcuları, farklı ırklara mensup çiftler, Avrupalı turistler, üzerine kan sıçramış önlüğüyle iri yarı bir adam, giysi rafını düzelten bir moda danışmanı, buldoğunun tasmasından tutmuş bir vücut geliştirmeci. Otomobil kornaları, otobüslerin ıslığa benzer sesi duyuluyor ve güneş Hudson Nehri'ne parıldasın diye ışığını veriyor.

PETER DINKLAGE en sevdiği restoranlardan birinde, bir pencere kenarında bu geçip giden şova karşı oturuyor. Yüzünü kuzeye doğru dönmüş. Restoranın ışıkları parlak, fırından yeni çıkmış ekmek kokusunun yayıldığı ortamda caz müzisyeninin doğaçlama çaldığı müzik tüm mekânı sarıyor. Birkaç işadamı da içeride; mutfak kapalı, akşam yemeği için hazırlık yapılıyor. Dinklage bir sandalye istiyor, fakat garson yemek yemekle meşgul. Dinklage buranın müdavimi. Emmy'yi, Golden Globe'u kazanan Dinklage, 'Game of Thrones' dizisinin en ünlü yıldızı diye lanse ediliyor; buna katılmamak mümkün değil.

Dinklage'ın ince ve uzun saçları bereyle örtülmüş. Her zamanki siyah kotunu, tişörtünü ve geniş kapüşonlarıyla ünlü olduğunu söylediği James Perse marka kapüşonlu kazağını giymiş. 1.40cm boyunda; dolayısıyla benden 28cm kısa. Ama otururken daha uzun görünüyor. Mavi-gri gözlerini görmek için yukarıya bakmak zorundayım. Gözleri, içinde olup bitenleri değil; dışında olanları yansıtıyor. Gözlerinin düşüklüğü onu gülerken bile kederliymiş gibi gösteriyor. Kalın kaşları dikkatli olması gerektiğini düşündüğü durumlarda çatılıyor. 25 binde bir görülen akondroplazi hastalığı onu bulmuş kemik gelişiminde anormalliğe yol açan genetik bir hastalık. Bir an, bacaklarım masanın altındaki ufak ve tarzını Beatles'tan alan Chelsea botunun ucuna değdi. Tabanıyla yer arasındaki uzaklığı gözlemleme fırsatından yararlanmak istemedim. Bundan birkaç gün önce onun boyuyla ilgili hızlıca bir araştırma yaparken bana her zaman anlatılan bir şeyi düşüncesizce söyledim. Abraham Lincoln bir zamanlar birinin bacağının uzunluğunun yere ulaşabileceği kadar uzun olmasının yeterli olduğunu söylemişti.

"Hımm, Lincoln'un boyu ne kadardı?" dedi sertçe. Bilmiyordum. 1.80cm miydi? Lincoln, gigantizm (aşırı büyüme) hastasıydı.

"Öyle mi? Tarih ve insanlık için benden çok daha önemli bir fi - gür. Fakat boyunu bilmiyoruz, öyle değil mi?"

İnternet'te bulabileceğimizden eminim.

"Bir yerde Thomas Jefferson'ın sesinin çok tiz olduğunu okumuştum."

George Washington'ın da tahta dişleri vardı, değil mi?

"Bu adamların hiçbiri bugünün dünyasında ayakta kalamazlardı. Tiz sesli bir başkan mı? İmkânı yok."

Büyük bir pencerenin arkasında aydınlatılmış bir odada oturuyoruz ve pencerenin dışında sadece karanlık siluetini gördüğümüz bir kalabalık var. İnsanlar geçiyor ve dikkatlice bakıyorlar, sonra bir daha dönüp bakıyorlar ve cep telefonlarıyla onun fotoğrafını çekiyorlar. Herhangi bir ünlüye yapılandan daha fazlası söz konusu: Bu durumda gerçek bir şaşkınlık ve beklenmedik neşeli kahkahalar var.

Dört sezondur süren 'Game of Thrones' dizisinin en önemli ve en sevilen karakterlerinden biri olan Tyrion Lannister'ı canlandıran Peter Dinklage, bir aylığına New York'ta. Spor salonuna gidiyor, bir senaryo okuyor, film yapımcılığı yapıyor, 45 kiloluk köpeğiyle yürüyüşe çıkıyor, getir götür işleri yapıyor, iki yaşındaki kızını eşi Erica Schmidt ile bakıcıdan alıyor, gerisin geri götürüyor. Brooklyn ve Manhattan'da taşınıp durduğu otuza yakın apartman dairesine rağmen şöyle diyor: "Bu yaşa kadar New York'ta yaşadım, fazla da seyahat edemiyorum; bana çılgınca geliyor." Şehrin kuzeyindeki evine dönmek için sabırsızlanıyor. Şehir boyunca yürüyor, taksi çağırıyor, köpeğine mama alıyor. Gittiği her yerde bir heyecan yaratıyor. Elbette tüm hayatı boyunca böyle olmuştur. Ünlü olmak bunu sadece birazcık artırdı. Tanınmadığı zamanlarda bile fark ediliyordu. Ufak bir avuntu: Otuza yakın sahneye çıkış ve otuzdan fazla filmde rol aldıktan (Mayıs'ta gösterime girecek 'X-Men: Days of Future Past'taki rolü de dahil.) ve bir avuç dolusu ödülden sonra kimse onu artık cüce fi lm karakteri Mini Me ile karıştırmıyor.


Dışarıda bir kadın yürümeye yeni başlayan bir çocukla duruyor, kadının burnu akıyor. Çocuğun kulağına bebek taklidi yaparak bir şeyler fısıldıyor, onun küçük pembe yanaklarını öpüyor, hayvanat bahçesini gezen bir anne gibi Dinklage'ı işaret ediyor. "Bak canım, 'Narnia Günlükleri'nin Trumpkin'i!" Dinklage'ın görmezden gelemeyeceği bir durum. Onlara kocaman bir şekilde gülümsüyor ve kraliyet selamı veriyor. Alaycı ve boyun eğen bir "Merhaba." diyor. Bariton sesi tok ve güzel bir tonda, aramızda nefesli bir çalgı gibi çınlıyor. "Merhabaaa!"

Ufak ellerini yanaklarına dayıyor ve başını sallıyor. "Bazı karşılaşmalar anlamlı olabilir." Hızla konuyu değiştiriyor.

Tıraşı gelmiş sakallarını sıvazlıyor. "Bir sabah…" diye söze başlıyor, 'Hayatın İçinden'deki rolünden sonra (2003), Los Angeles Melrose Avenue'da yürüyordum. Önümde motosikletli bir adam vardı. Şu çiçek kadar uzaktaydı, iki metre var; değil mi? Bana baktı. El falan sallamadı ama bana baktı, trafiğe girdi ve motor 'bum' sesiyle kaza yaptı, adam anında öldü."

Ve onu gören en son kişiydin, değil mi? "Evet, onu son gören kişiydim."

Ve onunla göz göze gelmiştin. "Evet, öyleydi. Sonra trafiğe girdi ve kaza yaptı. Hemen bir ambulans çağırdılar. Yolumun üstündeki bir kahve dükkânındaydım. Motosikletli adamın yanına gittim ama ölmüştü. Sabah saatleriydi, etrafta hiç kimse yoktu anlıyor musun? Los Angeles'ta yürüyen kimse yoktu. O sessiz dakikada adamın öldüğünü dünyada bilen tek kişiydim. Orada ona bakıyordum, bu korkunç olaylardan sonra gelen sakin dakikalarda, kavgadan önceki sessizlik, ambulans ve polis gelmeden önceki o gerginlik… Ve sahne başlıyordu. O dakikada onunlaydım."

"Burada ölümün farklı bir yanı var," dedi Dinklage. "Uzun zamandır hasta olan birisi olabilir. Mesela, babam kanser hastasıydı ve sonunda öldü. 70'lerindeydi. Fakat yaşlı bir adamla bu genç adamın ölümü arasında fark var. En fazla 25'indeydi. Belki de o sabah aynı yerde kahvaltı yaptık. Ve sonra o öldü. Hayatı çalınmıştı sanki."

Birkaç dakika oturduk, kahvemizi yudumladık. Biraz peynir ve elma yedi, ekmeği es geçti.

Birden aklıma geldi ve sordum: Motosikletlinin kafasını karıştırmış olabilir misin?

Dinklage'ın gözleri doluyor. Yüzünü buruşturuyor.

"Hayır, hayır, hayır!" diye bağırıyor, ellerini fi kri savuşturuyormuş gibi kaldırıyor, "Hayır! Asla böyle düşünmedim. Asla."

Sadece merak ettim…

"Aman Tanrım. Kahretsin. Nasıl böyle… Mike, daha önce hiç böyle düşünmemiştim. Doğrusu bu benimle bir yabancı arasında bir hikâyeydi. Kahretsin. Seni züppe!"

Özür dilerim. Bana öyle göründü ki...

"Yeter. Bu kadar yeter. Bu gece kabuslar göreceğim. Katolik olduğumu unuttun mu?

Greenwich village'da bir Cuma akşamıydı ve dört adam deri koltuklarda oturuyordu. "Womfy hakkında mı konuşmak istersin?" diye sordu Dinklage.İşimiz bittikten sonra ses kayıt cihazıma bağlı küçük mikrofona durağan bir sesle, "Bu arkadaşım Brendon Blake." dedi, bir muhabir gibi konuşuyordu. "Bir girişimci ve mucit. B-R-E-N-D-O-N"

"Herkes ona Brendon, demek istiyor."

"Aynı zamanda hokey oyuncusu, barmen ve metin yazarı." diye ekledi kısaca 'Sherm' olarak bilinen Jonathan Marc Sherman.

Knickerbocker Bar&Grill'in arka tarafındaki eski ve rahat kulübesinde oturuyorduk. Dışarıda yağmur yağıyordu. Odanın ortasında bir caz üçlüsü çalıyordu. Kalabalık çekilmişti, ilerimizde içinde bulunduğumuz mekânın çekici yazarlar, güzeller ve oyuncularla dolu meşhur Elaine's restorana benzer bir işlev gördüğü zamanlarını hatırlayan mavi ve gür saçlı biri vardı.

Dinklage ve ben saat 19.00'dan beri buradaydık. Saat 22.00 civarında Dinklage'ın arkadaşları gelmişti. Bu Bennington Koleji'nden mezun grubun adı 'Hamburger Çocuklar'mış, New Jersey'nin kuzey yerlisi üç arkadaş Dinklage'ın vejetaryenliğine hürmeten kendilerine 'Şekerleme Kızları' adını takmışlar. Son yedi ya da sekiz senedir, mümkünse ayda bir kez burada buluşuyorlarmış. Masada henüz kullanılmamış bir Scrabble tahtası, kek artıkları ve kirli çatallar var. İçkiler tükendi. Dinklage, Bennington Koleji'ndeyken kısaca 'Dink' diye çağrılıyormuş. Buzlu bir viski tercih ediyor. Üçüncüyü içiyor.

"Womfy'nin ne olduğunu insanlara açıkla." diyerek yeni bir konu açıyor Dinklage.

"Yastık alanında devrimci bir teknoloji." diyor Brendon. Ürünü kendisi tasarlamış. "Üzerinde kulak yeri var, böylece yan yattığında yüzün yastığa gömülmüyor."

Dink, "Şeklini şişme bebekten mi almış?" diye soruyor.

"Belki de bu sadece bir dedikodu." diyor Sherm.

Üçünün en büyüğü olan, 1990 sınıfındaki Sherm, Dink'le liseyi ziyarete geldiği zaman tanışmış. 'Evdeki Düşman'ın karanlık bir versiyonu için kafasını kazıtan öğrenci aktörlerden biri olarak Dink'le oynamış. İlk döneminde o ve Sherm 'Vişne Bahçesi'nde birlikte yer almışlar. Sherm küçük bir kampüste karakteristik vücuduyla büyük bir adam olarak oynuyormuş (Kadın-erkek oranı dengesiz bir vücut.). Kötü bir çocukluk geçirmiş ve 18'inde 'New York Genç Senaristler Festivali' tarafından çekilen bir senaryo kaleme almış. Bu senaryo sonra televizyona da uyarlanmış. 'Vişne Bahçesi'nde Sherm devrimci Trofi mov'u oynamış. Dink ise 87 yaşında Firs adlı bir kâhyayı. "Şüphesiz Vermont eyaletinin gelmiş geçmiş en iyi genç Firs'iydi." diyor Sherm.

Sherm'in yarı otobiyografik oyunu 'Knickerbocker', tiyatro festivalinden birkaç yıl önce Dink ve ilhamını Brendon'dan alan bir karakterle Massachusetts Williamstown'da ilk kez oynanmış. Sonra New York Halk Tiyatrosu'nda sahnelenmiş. "Bir düşün." diyor Sherm ve devam ediyor: "Oyunlarımdaki pek çok rol, 'Şekerlemeci Kızlar'ın en küçüğü ve tek bekârı olan Brendon'dan ilham aldı."

"Sadece uyku için geliştirildi." diyor Brendon. Bunu yapabilmek için babaannesinden kalan mirası harcamış. Sesinin bu tonu onun boş bir iş yapmadığını söylüyor.

"Bir uyku aleti." diye doğruluyor Dink, durumu kurtarmak istiyor. Son birkaç aydır film çekimi için Avrupa'da ve belki konu hakkındaki gelişmelerden biraz uzak kalmış.

"Yan tarafına yatanlar için bir yastık." diye düzeltiyor Brendon.

"Womfy'yi seveceksin." diyor Sherm.

"Şimdiden %10'unu satın aldım." diye coşkuyla anlatıyor Dink, "Şu ana kadar kaç tane sattın?"

Brendon omuz silkiyor. Bir çıkış yolu arıyor. "On?"

Dink ve 'Şekerlemeci Kızlar'ın yolu Bennington'dan New Jersey'nin ve Morristown'ın dışında kenar mahallelere düşmüş. Dink anlattığı gibi, fiziksel farklılığına rağmen kötü bir çocukluk geçirmemiş. Babası, teselliyi böcekle balık tutmak gibi hobilerinde bulan bir sigortacıymış. Annesi, oğlu keman çalsın diye okulun büyük video kaydedicisini sıklıkla eve sürükleyen bir müzik öğretmeniymiş. Ailesi onu normal insanların hayatına hazırlamak için, beş yaşında geçirdiği bacak kemiklerini uzatma ameliyatına götürmek dışında hiçbir şey yapmamış. "Asla özelmişim gibi davranmadılar. Beni olduğum gibi kabul ettiler. Herkesten biraz daha farklıydım, o kadar."

Tüm gençler gibi Katolik lisesine gönderildiğinde fi lmlerin VHS versiyonları ve büyük bir TV'si bulunan garip bir papaz sayesinde oyunculuk ve sinema aşkını fark etmiş. "John Cassavetes ve Fellini'nin filmlerini bana ilk o izletti. Kulağa çok iddialı geliyor biliyorum; ama erken yaşlarda küçük bir Antonioni (İtalyan yönetmen) gibiydim."

Dink'in okulda uzun ve dalgalı saçları varmış. "İnanılmaz saçlardı, hippie gibi görünürdü." diyor Brendon. Bennington'da sadece 600 öğrenci varmış. Dink 'ötekiliği' hissettiği bir ortamda büyümüş. "Başta soğuk, utangaç ya da çekingen görünmüştü. Ama yakınına geldiğimde görebileceğim en komik ve eğlenceli herif olduğunu anladım."

Sherm okul günlerinden sonra şehirde beraber geçirdikleri zamanı şöyle anlatıyor: "Hatırladığım tek şey, sokakta birlikte yürürken sürekli olarak diğer insanları incelediğim. Çünkü boyundan ötürü gözlerini ondan ayırmıyorlardı."

Dink, yedi yıla yakın bir zaman Profesyonel İnceleme Merkezi adlı bir yerde tam zamanlı çalışmış.

"Hâlâ o merkezin ne iş yaptığını bilmem." diyerek devam ediyor: "Bilgisayara veri aktarmak gibi bir işti. İşten ayrılmadım; çünkü çok rahattım. Aptalcaydı, küçük bir odam vardı, insanları güldürürdüm, posta odasındaki arkadaşlarla sigara içerdim. Genelde Cuma günleri hastalandığıma dikkat bile etmezlerdi. Çünkü her Perşembe dışarı çıkar ve arkadaşlarla içerdim."

"Pete boyundan ötürü biz sarhoş oluncaya kadar iki kez sarhoş olur." diyor Brendan. "Bir keresinde odamda botlarıyla sızdı kaldı. Ondan sonra onu 'bot fatihi' diye çağırmaya başladık."

Dink ayrıca Whizzy adlı bir punk-funk-rap grubuyla çalmış. Bir akşam sahneden atlamış ve yaralanmış. "Sid Vicious (Britanyalı, sahnedeki şiddet gösterileri ve kullandığı uyuşturucuyla hatırlanan punk ikonu.) gibiydim, her yer kan içindeydi. Bardan kirli bir peçete kaptım ve başıma tuttum. Ve konsere o şekilde devam ettik."

İlk planı ilhamını rock grubuSteppenwolf'ten alan Williamsburg'de Giant adlı tiyatroda çalışmakmış; yazmak ve oynamakla ilgili bir iş arıyormuş. Görüşmeye gittiğinde 'cüce cin' ve 'Elf'i oynama teklifi ni ticari açıdan kârlı bir sezon geçirecek olmasına rağmen reddetmiş. Kendisini cüce bir oyuncu olarak kabul etmeye çabalamış. Zamanla kalabalık bir oyuncu ve yapımcı kadrosu bulunan 'Hayatın İçinden' adlı fi lmde rol almayı kabul etmiş. Hepimizin bildiği fi lmin kadrosunda yapımcı Steve Buscemi ('Başımıza Gelenler' fi lmi), yönetmen Alexandre Rockwell ('13 Moons' fi lmi) bulunuyordu. Ve Tom McCarthy, yazdığı senaryoda New Jersey'de terk edilmiş bir tren istasyonunda yalnızlığı arayan bir adamı konu edinmişti. Dink, fi lmin yıldızıydı, fi rar sahnesi fi lmin en önemli sahnelerinden biriydi.

Sherm evlendikten sonra bir gün, evinde yönetmen Erica Schmidt'le gelecekteki bir film planı üzerinde tartışıyormuş. Schmidt bir ara hayatından şikâyet etmeye başlamış. Cep telefonunu çıkarmış ve parmaklarıyla arkadaşlarının numaraları üzerinde gezinmiş.

Sherm o günü şöyle anlatıyor: "Senin için doğru bir kişi tanıyorum. İstersen onu davet edeyim, Trivial Pursuit oynar ya da başka bir şey yaparız." dedim. "Pete'yi çağırmakta tereddüt ettim. Erica neden çekindiğimi sordu."

"Okul zamanları Pete'nin sevdiği biri vardı ve onunla arasına bir duvar örmüştü. Sonradan çok iyi arkadaş oldular. Bir gece partide Dink onu sevdiğini ağzından kaçırdı. Anlıyorsun ya, işler herzaman iyi sonuçlanmıyor. Erica'ya çekindiğimi, çünkü bu adamın 10 yıldır en iyi arkadaşım olduğunu anlattım. Eğer bu ilişkiyi berbat edersen dedim, sen ve ben artık arkadaş olamayız. O gece Dink, partideki kutu oyununu da kazandı ve o günden beri beraberler."

Sherm devam ediyor: "Bugün tekrar düşündüğümde onun pek çok şeyi erken yaşta çözdüğünü görüyorum. Müthiş bir başa çıkma mekanizmasına sahip. Ona yapılanlara karşı hep 'Tamam, elimde olmayan farklılığımdan ötürü bana bakıyorsunuz; ama ben size bunun yerine bakacağınız başka bir şey vereceğim, yapabileceğim şekilde kontrolü elime alacağım.' der gibiydi. Şimdi insanlar boyuna değil, yaptığı işlere bakıyor. Bu çok güzel bir şey."

Önceki takılmalara karşın masada bir sessizlik oluyor.

"Scrabble ya da başka bir şey oynayacak mıyız?" diye soruyor Brendon.

"Evet." diyor Sherm. "Burada mı oynayalım, dışarıya mı çıkalım?" Dink bir bez uzatıyor. "Önce şurayı bir sil adi herif."

Gece saat 02:00, şekerlemeci kızlar, eski New Yorklular ile savaşıp dağılıyor. Yağmur yağıyor. Oradan ayrılıp kolona dayanmış garip adamdan kurtuluyoruz. "Sandığın kadar zeki değilsin." diyen adama karşı güzel bir kumral, "Sen benim en sevdiğim ünlüsün." diyor. Dokuzuncu Cadde boyunca yürüyüp Sherm'in evine varıyoruz. İkinci katın iyi aydınlatılmış penceresinde kafes içinde bir kuş var. Sherm'e "İyi geceler!" diyoruz. Brendon Dokuzuncu Cadde'nin batısına biraz uzak bir yerde oturuyor. Brendon, Dink'ten şişman bir pitbull kadar iri olan yeni kedisini görmesini rica ediyor. Dink'le antika bir kuş kafesinin olduğu asansörle yedinci kata çıkarken konuşkan bir gece operatörünün Dink'i fark etmesine neden oluyor. Operatörün ilk söylediğiyse: "Game of Thornes."

Kediyi okşadıktan ve Womfy'ye baktıktan sonra tuhaf asansöre binmekten vazgeçerek merdivenlerden iniyoruz. Operatör Dink'i Google'lamış olmalı ki, kızarmış bir yüzle "Game of Thrones demek istedim." diyor.

Dink onu teatral bir tonla "Önemli değil dostum." diye yanıtlıyor.

Islak ve parlak sokak boyunca yürüyoruz. Trafik ışıklarının ve sokak lambalarının renk cümbüşünü izliyoruz. Manhattan'ı yağmurlu bir gecede terk ediyoruz..

Etrafta pek çok taksi var; ama hiçbiri boş değil. Su sıçratıyorlar ve karanlıkta yanan farları bizimle alay eder gibi. Otururken benden uzun görünmesine rağmen Dink ayaktayken benden ciddi anlamda kısa. Belki her yerde yazdığı gibi 1.40cm'tan da kısa olabilir. 1.40cm bir sonraki araştırmaya kadar iyi bir oyuncuya karşı nazik olmak isteyen bir ölçü. İşlek cadde boyunca yorgun argın, aç ve çamurlu ve çukurlu yollarda yürürken babacan bir içgüdüyle uzanıp elinden tutup çekmemek için kendimi zor tutuyorum.

Sessizliği bozan Dink oluyor: "O ilk konuştuğumuz gece seni bıraktıktan sonra neler olduğunu anlatmak istiyorum."

Can kulağıyla dinliyorum. "Evime yürüyordum ve benim yaşlarımda, belki de benden biraz daha büyük ve çok güzel bir kadın beni gördü, durdu ve gözyaşlarına boğuldu. Neler olduğunu sordum. 'Sizle paylaşmak istedim, erkek arkadaşım bugün öldü. 'Hayatın İçinden' en sevdiği filmdi. Seni görmem bir işaret gibi. Buna inanamıyorum. Size sarılabilir miyim?' dedi."

Dink söze, "Elbette ona sarıldım." diye devam ediyor. "Bu inanılmaz, dedi, bana teşekkür etti ve yoluna devam etti. Beni gerçekten çok etkiledi, çünkü çok dürüst, masum ve kederliydi. Erkek arkadaşının yaşlı olmadığını tahmin ediyorum. Ölüm nedenini sormadım. Fakat bundan bahsetmek istedim çünkü…" derken sesi titriyor.

Taksiler geçip gitmeye devam ediyor. Sonunda denemekten vazgeçip yürümeye başlıyoruz. Ayakkabılarımız suda ve bozuk yolda batıp çıkarken Dink'in Chelsea botları çukurlara giriyor.

Birden bir polis otomobili görünüyor. Hızlıca giderken aniden duruyor. Arka cam açılıyor ve içeriden üniformalı bir el uzanıyor. "İnanamıyorum!" diye bağırıyor ikimizi de kendimizi cüce hissettirecek kadar iri yarı bir polis. Otomobilin yolcu koltuğunda oturan başka bir polis memurunun da ağzı kulaklarında. İri yarı polis eldivenini Dink'e doğru uzatırken, "Sadece elini sıkmak istedim." diyor.

Hayranlık bildiren sözlerini Dink sakinlikle karşılıyor. Arabaya doğru kraliyet selamı veriyor. "Merhabaa, merhabaaaa..."



Esquire Dergisi'nin Nisan 2014 sayısından alınmıştır.

Daha Fazlası

Tersane İstanbul Winter Town: 2026’ya Kadar Sürecek Büyülü Kış Festivali Başladı

Güven inşa etmek, en kalıcı başarı!

Tohum Otizm Vakfı, Otizmli Çocuklar İçin İyiliği Festivale Dönüştürüyor…

Peugeot E-5008 “Art On Cars” İle Sanatın ve Teknolojinin Buluşma Noktasında