Her Şeyin Bir Şeyini de Bilen Adam - Dr. Mehmet Öz
O, dünyanın en iyi kalp cerrahlarından biri. Uzmanlığı “kalp” olsa da, tıbbın hemen her alanındaki tavsiyeleriyle de öne çıkıyor. Yani her şeyin bir şeyini bilenlerden, karşınızdaki. Tek bildiği doktorluk olsa, yine iyi; o, aynı zamanda bir iletişimci. Evet, tam da bu! İnsanlarla, özellikle, TV ekranlarından doğru ve etkili bir iletişim kurabiliyor. İzleyicinin kafasında kolayca yer edebilen önerileri, onu, her geçen gün daha da özel kılıyor. Dokunmadan temas edebilen, kitleleri her daim kendisine odaklayabilen birinin karşısındayız şimdi. Bir doktorla, bir iletişimciyle, bir televizyoncuyla; her şeyle herkes arasındaki ilişkiyi basitleştirebilenle ve bunu da ağzından dökülenleri daha iyi anlatabilmek için yapanla, Dr. Mehmet Öz’le birlikteyiz...
Röportaj TOGAN NOYAN
Fotoğraflar ULUÇ ÖZCÜ
YOL, bizi, İstanbul'un en güzel semtlerinden birine götürüyor; Yeniköy'e. Hava, kararsızlığıyla boğuşuyor. Üşütmeyen ama aynı zamanda da terletmeyen bir hava var. Yani soğuk su içsek, hasta olmayız; öyle yani. Biz dâhil, temas ettiğimiz herkesin keyfi yerinde. Galiba, her şeyin yolunda olduğu saatlerdeyiz. Semtteki huzur, zaten kendini iyi hisseden bizleri, daha bir hoş ediyor. Kapısını çalacağımız evi, zorlanmadan buluyoruz. Ev, semtin en gözde evlerinden biri; bahçesine sızıyor ve hızlı adımlarla içeri yöneliyoruz. Salonda, müthiş bir kalabalık var. Herkes, bir şeyin derdinde; kimi elindeki notları inceliyor kimi dizüstü bilgisayarıyla meşgul oluyor kimi de telefonda karşısındakine bir şeyler anlatıyor. Açıkçası, biraz ürküyoruz. Ve o an gözlerimiz, Dr. Mehmet Öz'ü arıyor...
BİZE YER GÖSTERSELER DE, içimizden oturmak gelmiyor. Zira bir oturduk mu, kalabalığa karışacağımızdan korkuyoruz. Dr. Mehmet Öz, verandada, sırtını denize vermiş şekilde otururken gözümüze çarpıyor. Yanındakiler, çocukları olmalı; kalabalığa rağmen, bir şeyler yemeğe çalışıyorlar. Bulunduğumuz yerden tam göremiyoruz ama masanın, oldukça sağlıklı yiyeceklerle donatıldığını düşünüyoruz. Kısa süre sonra, masaya davet ediliyoruz. Aç değiliz; aklımız, fikrimiz kendisiyle birazdan yapacağımız sohbetimizde. Hâl, hatır faslı çabuk bitiyor ve konu Esquire'a geliyor. O, tam bir Esquire erkeği; yemesini, içmesini, giyinmesini, konuşmasını bilen bir adamakıllı adamla aynı havayı soluyoruz. Dergimizin Amerikan edisyonuyla ilgili fikir alışverişi yapıyor, bir yandan da bizim son sayımızla ilgili değerlendirmelerde bulunuyoruz. Dr. Öz, yıllardır Esquire markasıyla çok yakın ilişkiler kurduğundan, neredeyse en az bizim kadar konuya vakıf tavırlar sergiliyor. Bu arada, içerideki kalabalığın bir kısmı, dışarı sızıyor; tam, bulunduğumuz yere! Ancak artık, bizim onlara alıştığımız gibi, onların da bize alışmış olduğu görülüyor. Yüzlerdeki sımsıcak gülümsemeler ve nazik tavırlar, bu alışılmışlığı ele veriyor.
DR. MEHMET ÖZ, biraz öteyi, salıncağın bulunduğu tarafı işaret ediyor bize. Kendisiyle konuşulacak o kadar şey var ki, nereden başlanacağı konusunda, ilk defa bu kadar kararsız kalıyoruz. Yeni kitabı mı? Elbette ama daha sırası değil. Meyveler, sebzeler; kalbe iyi gelen besinlerden mi girsek konuya? Hayır, o da olmaz; daha yeni kalktı sofradan, biraz sindirsin yediklerini. E, ne olabilir? Kalp cerrahı ama sağlığı ilgilendiren her detay hakkında bir bilgisi, iyi bir fikri var kendisinin. Yani her şeyin bir şeyini bilme durumu! Güzel. İnsanların bir doktora hemen her konuda nasıl bu kadar güvenebildiklerini, her sorunun cevabını neden onda aradıklarından mı başlasak acaba? Evet, bu daha da güzel...
ESQUIRE: Kalp cerrahısınız ama rahatsızlığı başka organlarında olan hastalar bile size danışıyor, sizden fikir alıyor. Bu güvenin sebebi nedir?
MEHMET ÖZ: İnsanların güveni, biraz da etrafa yaydığım elektrikten kaynaklanıyor. Bilgim doğrultusunda, herkese yardımcı olmaya çalışıyorum; kimseyi geri çevirmemeye, yol gösterme olarak dahi kalsa akıllarındaki soru işaretlerini kaldırmaya gayret ediyorum. Öte yandan, mesleğim icabı, önce genel cerrah oldum. Karaciğer, bağırsak, beyin, sinir sistemi gibi pek çok organdan, bölümden anlaman gerekiyor ki cerrah olabilesin. Bunun eğitimi beş sene kadar sürüyor; sonrasındaysa, üç sene kalp cerrahisi üzerine uzmanlık yaptım ve kariyerime bu organ üzerinden yön verdim. Ayrıca ben, çok meraklı biriyim. Yakın çevremden biri uzmanlık alanım dışında bir hastalığa yakalanmışsa, peşine düşerim. Araştırırım, meslektaşlarıma sorarım. Esquire'daki yazılarımı hazırlarken de aynen böyle yapıyor ve farklı alanlardaki soruları cevaplayabilmek için kapsamlı araştırmalar yapıyorum.
ESQ: İdeal doktorun tarifi böyle mi olmalı; her şeyden biraz anlamalı mı?
MÖ: Bakın, bizim erken yaşta uzman olmamızı istiyorlar. Yani mezuniyetinin hemen sonrasında, uzmanlığa yönelmen gerekiyor. Bu, çok yanlış bir strateji. Mesela göz doktoru, sadece gözden anlıyor; yazık değil mi? Tabii bu noktada, eğitim süresinin uzunluğu da devriye giriyor ama bir doktor, hâl böyle olunca, tek bir alana odaklanabiliyor. Her şeyden biraz anlaman için, genel cerrah olman gerekir. Ben çocuklarıma da söylüyorum; "Doktor olacaksanız, önce genel cerrahide birkaç sene geçirin, sonra uzman olun." diye. Bu, iyi bir doktor olmak için, çok önemli bir koşuldur.
ESQ: Farklı bir iş yapsaydınız, yine bu şekilde başka alanlarla da ilgilenir miydiniz?
MÖ: İkizler burcu olmamın da etkisi olsa gerek, birden fazla şeye odaklanmayı seviyorum. Üniversitedeyken, hem futbol hem de su topu oynuyordum. Şimdilerde de, TV programı yaparken, bir yandan dergiye yazıyorum. Kendi alanım dışında araştırmadan, okumadan yapamıyorum. Öyle ki tek bir şeyle ilgilenmek, beni fazlasıyla sıkıyor.
ESQ: Çok eskiden, yaşam süresi kısaydı; 60'ına kadar yaşayabilen bir adam, çok yaşlı olarak nitelendiriliyordu. Şimdilerdeyse, yaşam süresi uzadı ama sanki yaşam kalitesi azaldı gibi bir durumla karşı karşıyayız. Bu durumu, siz nasıl açıklarsınız?
MÖ: Dediğiniz gibi, çok eskiden, ortalama yaşam süresi 45-50 yıl gibi bir şeydi. Ayrıca, çocuk yaşta ölümlerin oranı yüksekti. Bunda, dönemine göre değişen çeşitli ince ve ağır hastalıkların rolü büyüktü. Bununla birlikte, şimdilere göre daha dinç bir yapımız vardı. Günümüzde, insanlar; şeker hastalığı, yüksek tansiyon gibi rahatsızlıklarla boğuşuyor ve bu durum, eskiye göre daha az hareket ediyor olmamızdan kaynaklanıyor. Artık, tembeliz. Modern dünyanın olumsuz etkilerinden bir olsa gerek, oturarak, daha az hareket ederek işlerimizi görüyoruz. Eskiden, daha fazla efor sarf ediyorduk. Mesela, avlanıyorduk; tüm günümüz, yiyecek aramakla, avlanmakla geçiyordu. Eğer bir yerden sonra kaslarını germek için çalışmalar yapmazsan, kasların erimeye başlar ve yaşlandığında, dirençsiz, güçsüz kalırsın. Bir yerden sonra da, kendi ağırlığını bile kaldıramamaya başlarsın. Bu nedenle de, erken yaşta kansere yakalandığında, hastalıktan kurtulman zorlaşır.
ESQ: Bu noktada, bilinçsizliğimiz de devreye giriyor galiba.
MÖ: Elbette! Mesela bir erkek, ne kadar sağlıklı olduğunu veya olabileceğini bilmiyor. Yaşam kalitesini, en fazla %50'ye kadar yükseltebiliyor. Oysa, %90'dan fazlasına yükseltebilmek mümkün. İyi bir sporcu bunu yapabilir ama ben yapamam. Tabii, %80'den de aşağı düşürmem, yaşam kalitemi.
ESQ: Sağlımızı tehdit eden yeni yeni hastalıklarla karşı karşıyayız. Bunlar da yaşam kalitemizi etkiliyor olsa gerek. Örneğin; en az iki-üç çeşit yeni grip türüyle yüzleştik, son dönemlerde. Bunların devamı gelecek mi; yeni hastalıklar, beraberinde yeni ilaçlarla karşımıza çıkmayı sürdürecek mi?
MÖ: Yeni hastalıklar, grip türleri, zaman içinde karşımıza çıkacak; ona şüphe yok. Bu noktada, şuna dikkat çekmek lazım; hayvanları yetiştirme, büyütme yöntemlerimiz çok değişti. Onları, antibiyotiklerle, çeşitli ilaç takviyeleriyle büyütmeye çalışıyoruz. Bu, çok sakıncalı bir durumdur. Zira tuhaf virüslerin, ölüm riski yüksek hastalıkların ortaya çıkması, böyle bir anlayışın sonucudur. Bir kere, daha önce bir araya gelmemiş, yan yana yetiştirilmeye çalışılmamış hayvanları aynı çatı altında barındırıyorsanız; birtakım sorunlarla karşılaşacaksınız demektir. AIDS mesela; bu virüs, bu anlayışın bir ürünü olarak, maymunlardan insanlara geçmiştir.
ESQ: Hâl böyle olunca, 100 yaşına kadar kaliteli ve sağlıklı yaşamak hayal artık; öyle mi?
MÖ: Bak, işte buna katılmıyorum. Eğer çok basit egzersizler yapılmaya şimdiden başlanırsa, mevsim yiyecekleri tüketilirse ve en önemlisi erken bunama olmazsa (Ki bu benim en büyük korkumdur.), asırlık bir ömür gayet kaliteli yaşanabilir.
ESQ: Bunamaya karşı, beyni çalıştıran egzersizler dışında, nasıl önlemler almalıyız?
MÖ: Bunama, vücutta meydana gelen bir patlamanın sonucudur. Şöyle ki, kendinize iyi bakmazsanız, sağlığınızı hiçe sayan davranışlarda bulunursanız; vücutta, bir süre sonra büyük bir patlama meydana gelir. Bu patlama, bazen kanser bazen yüksek tansiyon bazen de bunama olarak karşımıza çıkar. Elbette bu durum, biraz da genetik geçmişinizle ilintilidir. Kendinize her zamankinden daha iyi bakın, sağlığınızla daha fazla ilgilenin ve gerisini şimdilik düşünmeyin.
ESQ: Kendimize iyi bakma konusunda, bir-iki tüyo verebilir misiniz?
MÖ: Üç tüyo vereyim: Her gün "güçlü" bir egzersiz, doğal beslenme (Bu noktada, özellikle besin değeri yüksek olan yemekleri tercih etmeniz gerekir.) ve kalple iyi geçinme. Sonuncusu için şöyle bir parantez açarsak; siz kendinizi ne kadar çok severseniz, vücudunuzdan o kadar iyi geri dönüş alırsınız. Kalbinizi, gerçekten çok sevin. Sigaradan uzak durun, stres eşiğinizi zorlayacak durumlardan kaçının.
ESQ: Bugünlerde, Himalaya tuzu, altın çilek gibi ürünlerin sağlığımızı korumada yardımcı olduğu konuşuluyor. Hatta bir arkadaşım, kolundaki bir yara izine bu tuzdan sürdükten sonra o izin kaybolduğunu anlatmıştı. Sizin bu ürünlerle aranız nasıl?
MÖ: Himalaya bölgesinde eski denizler var ve oralarda biriken, ortaya çıkan tuz daha doğal. Bir kere, o tuz işlenmediğinden, vücudumuz için daha sağlıklıdır. Ancak ben, hemen hemen aynı faydayı, deniz tuzu gibi diğer tuzlardan nispeten daha doğal olanlardan da edinebileceğini düşünüyorum. Himalaya tuzunu, sinüslerimi temizlemek ve açmak için kullanıyorum.
ESQ: Geçtiğimiz günlerde ABD'de yapılan bir araştırmanın sonucunda, meditasyonun kalbe iyi geldiği vurgulandı. Sizin böyle bir araştırmadan haberiniz var mıydı?
MÖ: Evet, haberim vardı. İngiliz komedyen Russel Brand ve müzisyen Paul McCartney'le birlikte bir konferansa katılmış, meditasyonla ilgili çok ilginç verilerle karşılaşmıştım. Bu iki isim de meditasyon yapıyor ve kendilerini daha sağlıklı hissettiklerini söylüyorlardı. Meditasyon, yüksek tansiyona iyi geliyor ve nabzı düşürüyor. Kalp rahatsızlıkları, yapılan egzersizler sayesinde azalıyor. Herkese, tavsiye ederim; mutlaka deneyin!
ESQ: Bu noktada, meditasyonun stres azaltıcı yönünü de vurgulamak gerekir; öyle değil mi? Peki, kalp rahatsızlıklarının önüne geçmek için, bunun dışında başka bir yöntem var mı?
MÖ: Stresi tetikleyen etkenlerden uzaklaşmak için, meditasyon birebirdir ama bu konuda tek değildir. Mesela, şurada bir köşede oturun ve derin derin 10 kez nefes alın. Bu tür nefes egzersizlerini, arada mutlaka yapın ve etkisini kendi gözünüzle görün. Böyle yaparak, içinizin temizlendiğini hissedeceksiniz; deneyin!
ESQ: Sabah kalktınız ve kahvaltı sofrasına oturdunuz. Önünüzde neler var?
MÖ: Yoğurt ve böğürtlen. Yaz-kış, bu ikiliden vazgeçmem. Yazın, buzluğa böğürtlen stoku yaparım ve kış geldiğinde, yoğurtla karıştırıp tüketmeye devam ederim. Tabii bu, standart bir gün için tükettiğim kahvaltı besinleridir. Mesela zorlu bir egzersiz yapacaksam, öncesinde; yulaf ezmesiyle keten tohumu yağını karıştırıp yerim. Tadı, biraz tereyağına benziyor ama olsun; bana hem güç veriyor hem de beni tok tutuyor. Çok zorlu, günde üç kez falan yapacağım bir egzersiz programı söz konusuysa; üç-dört adet yumurta (Protein açısından zengindir.) ve acı biber (Metabolizmayı hızlandırır.) tüketirim.
ESQ: Türkiye'ye geldiğinizde, hangi yemeklerin özlemiyle masaya oturuyorsunuz?
MÖ: Semizotu! Yoğurt ve sarımsakla harika oluyor. Patlıcanlı yemekler ve enginar da favorilerim ve özlemini çektiklerim arasında yer alıyor. Gerçi enginar, ABD'de de var ama buradaki tazeliği ya da tadı tuzu olmuyor.
ESQ: 32 yaşındayım. Baba olmak ve doğacak çocuğumun sağlığının yerinde olmasını istiyorum. Onunla daha fazla vakit geçirmek adına, daha geç yaşlanmayı ve yaşam süremin uzamasını arzuluyorum. Bunun için, neler yapmalıyım?
MÖ: Sperm kaliteni arttırmak adına, aylar öncesinden hazırlık yapmalısın. Bir kere, sigarayı kesinlikle bırakmalısın. Alkol olabilir ama az miktarda tüketmelisin. Bir de, yaş fazla ilerlemeden çocuk sahibi olmak önemlidir. Yaşı büyük, örneğin 40 ve üstü yaşlarındaki anne-babaların doğan çocuklarında otizm riski büyüktür. Bu yaş meselesine, mutlaka çok dikkat edin. Bununla birlikte, sabah sporunu aksatmamalısın. Çocukların, daha sonraları senin yaşam modelini de örnek alacaktır; bunu unutma! Daha zinde ve kaliteli bir yaşam sürmek istiyorsan, ilk elden spor yapma alışkanlığını edinmelisin.
ESQ: Sağlıktan sonra biraz da politika konuşalım. Başkan olma hayaliniz var mı?
MÖ: Politika, beni çok heyecanlandırıyor. İnsanlara hizmet etmek, onların sorunlarını çözmek, çok güzel ve değişik bir duygudur. Neden olmasın? Ancak, eğer hizmet etme kaygın yoksa; politikada, kişisel tatminden öteye geçemezsin.
ESQ: Bu aralar, size en çok ne keyif veriyor?
MÖ: Basketbol oynamak. Cumartesi sabahları, çocuklarımla veya yaşı benimle denk komşularımla basketbol oynuyorum. Hatırlarsanız, geçen seneki NBA All-Star'ında ben de vardım!
ESQ: Peki, en çok neye kızıyorsunuz?
MÖ: Buradayken, trafiğin durumuna çok kızıyorum. Zira kontrol edemediğim şeyler, üstesinden gelemediğim problemler beni kızdırır.
Onu bu aralar kızdıran şeyle sohbetimizi sonlandırdık. Çünkü onca pozitif tavırlarının altında ne tür negatiflikler var, neye sinir oluyor onu öğrenmek istedik. Öğrendik; gayet makul bir kızgınlık onunki. Dr. Mehmet Öz, etrafına çok iyi bir elektrik veriyor. Kendisine yakın olan her kimse, bu konuda çok şanslı diyebiliriz. Mutluluk, sağlık, biraz da kişinin hayata bakışıyla da alakalı; o, hayata bakmayı, hayatı görmeyi biliyor. Peki, biz? İyi olacak hastalarız biz; tabii, kafamızı kaldırıp etrafa bakmayı sürdürebildiğimiz sürece...