Kültür

Sosyallik Bu(Mu)Dur(?)

Sosyallik Bu(Mu)Dur(?)

04 Şubat 2019

Sosyallik Bu(Mu)Dur(?)

1 / 6

Sosyallik Bu(Mu)Dur(?)

Yazı Gökçecan YÜREKLİ

Önce farklı kültürlerden oluşan milletlerdik. Birbirimizle savaştık, kültürel sürüklenmelere neden olduk. Savaşlarla göçler yaşandı. Farklı kültürler, göçlerle başka milletlere enjekte oldu. Sonra globalleşme adına kültür çeşitliliğini tek tip olmaya zorladık. Şimdi globalleşmenin belki de tam tersini yaşıyoruz. Birlikler dağılıyor, herkes evine dönüyor. Tüm bunlar içinde bir şey unutuluyor. Sosyal olan ve sosyalleşmesi gereken insan...

Söz konusu 'millet' kavramı olduğunda, her toplum kendini farklı tarif eder; örneğin Almanlar soy esasını baz alırken, Fransızlar ve Çinliler kültürü, Araplar dili esas alır ve iç yapılarına göre kendi kendilerini tanımlar. Her toplumun özgün birer değerlendirme biçimi ve temayülü söz konusuyken, sosyal olayları, fi zik ve matematikte olduğu gibi kesin ve net kurallar çerçevesinde değerlendirmek mümkün olmuyor.

Kendi tarihimize kısaca göz gezdirdiğimizde, milliyetçilik fi krinin henüz kuramsal boyutta ortaya çıktığı dönemlerden bu yana, toplumbilimci, 'Türk milliyetçiliğinin babası' olarak görülen Ziya Gökalp'in öncülüğünde bir 'millet' tarifi yapıldığını görüyoruz. Bu tarif öylece süregelmiş; millet, "aynı kültürü paylaşan toplum, sosyal biri" olarak tanımlanmış. Biz Türkler, her ne kadar bu tanımı dile dökmekte geciksek de, aslında milliyetçilik duygumuz çok eskilere dayanıyor. Zamanında, kültür tarihçimiz Bahaeddin Ögel'in, Hunlar'ın Türk kültür birliğini kurduğunu kabul edebileceğimizi söylemesi, bu duygunun çok eskilere dayandığını teyit eder nitelikte. Hatta bu duygunun ortaya çıkışı konusunda yeterince bilgiye de sahibiz; ama konumuz o değil.

Konuyu çekmek istediğim yere getirmeden önce kültür kavramını da hatırlatmak istiyorum. Kültür, bir milletin yaşama biçimidir; akla gelebilecek bütün maddi ve manevi unsurların oluşturduğu bir yaşama biçimi. Din, dil, mimari, tarih, bayrak, damak tadı, sevinçler, mutsuzluklar… Saydıkça genişleyen bu unsurların hepsi milli kültürü meydana getiriyor. Buradan yola çıkarak, tüm dünya toplumları için sosyolojik geçerliliği olan şu durumdan söz edebiliriz; bir toplumun paylaştığı unsurlar ne kadar çoksa, o millet o kadar sağlıklı ve güçlü olur. Öyle ya, ortak özellikler arttıkça dayanışma, paylaşma duygusu o kadar fazla, birlik duygusu o kadar kuvvetli oluyor.

Sosyallik Bu(Mu)Dur(?)

2 / 6

Sosyallik Bu(Mu)Dur(?)

Konuyu çekmek istediğim yere getirmeden önce kültür kavramını da hatırlatmak istiyorum. Kültür, bir milletin yaşama biçimidir; akla gelebilecek bütün maddi ve manevi unsurların oluşturduğu bir yaşama biçimi. Din, dil, mimari, tarih, bayrak, damak tadı, sevinçler, mutsuzluklar… Saydıkça genişleyen bu unsurların hepsi milli kültürü meydana getiriyor. Buradan yola çıkarak, tüm dünya toplumları için sosyolojik geçerliliği olan şu durumdan söz edebiliriz; bir toplumun paylaştığı unsurlar ne kadar çoksa, o millet o kadar sağlıklı ve güçlü olur. Öyle ya, ortak özellikler arttıkça dayanışma, paylaşma duygusu o kadar fazla, birlik duygusu o kadar kuvvetli oluyor.

Kültüre değinmişken, kültür endüstrisinden de bahsetmeden geçmeyelim. Bireyselliği tehdit eden, bireyi edilgen bir kültür tüketicisi durumuna getiren, sanat ve eğlence gibi yaşam pratiklerini tüketim eylemine dönüştüren bir kavramdır kültür endüstrisi. İlk küresel kültür biçimlerinden olan moda ise, hem homojen kültür eğilimini hem de toplumsal farklılaşma güdüsünü aynı anda somutlaştırır. Moda olan giysiler, geçmiş yıllarda farklılık yaratan, kişiye özel ve seçkin olarak düşünülürken; günümüzde seri üretim, taklit tasarımlar ve teknoloji sayesinde duyduğumuz erişim kolaylığı neticesinde her şey ulaşılabilir hale geldi. Bu durum, ihtiyaçlarımızın manipüle edilerek birer arzu nesnesi haline getirildiği tüketim toplumunda modanın, kültür endüstrisinin karşı konulamaz gerçeği haline geldiğinin bir göstergesi. Bu konuyu, ileriki paragrafl arda tekrar açmak üzere noktalayabiliriz.

Duruma biraz da psikolojik açıdan yaklaşacak olursak; 'güdü'lerimize de değinmek isterim. Güdüler, davranışlarımızı başlatan ve bu davranışlara yön vererek sürekliliğini belirleyen içsel bir güçtür aslında. Davranışlarımızın hangi hedefl ere yöneleceğini güdülerimizin türü belirler, aynı davranışların sürekliliğini ve yoğunluğunu ise, güdülerimizin kuvvet derecesi belirler. Çok susayan bir kişinin susuzluk güdüsü, fazla susamayan birininkine göre daha kuvvetlidir. Tıpkı öğrenme yoluyla sonradan kazanılan sosyal güdülerin, sık sosyalleşen insanlarda daha yoğun olması gibi… Sosyal güdülerimiz ise iki önemli temele ayrılır; bağlanma güdüsü ve başarı güdüsü. Sosyalliği bir kavram olarak incelemeye gerek duymadığımızda keyfi bir durum olarak görünse de; diğer insanlarla bir arada bulunmak, bizler için önemli bir doyum kaynağı ve ihtiyaçtır aslında. Bu ihtiyaç bizi, birilerine veya bir gruba bağlanmak için güdüler. Bir de bu güdülerimizin evrensel hiyerarşisi söz konusu… Abraham Maslow'a göre öncelik sırası en alttan başlayarak; beslenme, su gibi fi zyolojik ihtiyaçların yol açtığı güdüler ve güvenlik ihtiyacından doğanlar ilk iki basamakta yer alır. Bağlanma, sevme ve sevilme gibi ihtiyaçların yarattığı güdülerimiz ise, dördüncü basamakta bulunan kendine güven, başarı, itibar, statü gibi durumlarla ilgili olanların önünde yer alıyor. Son basamakta ise, kendini gerçekleştirme olarak adlandırılan, kişinin mevcut potansiyelini sonuna kadar kullanabilme ihtiyacının yarattığı güdüler bulunuyor. Yani, aidiyet duygumuz, sosyalleşme isteğimiz, tek başımıza olmamız gereken duygularımızdan önce geliyor. Bireysellik, psikolojik terimler arasında da geri planda kalıyor. Tabii bu durum böyle kabul edilse de, tıpkı toplumların fazla sosyalleşmeye verdiği olumsuz tepkiler gibi buna da karşı çıkan görüşler var. Neher, özellikle az gelişmiş toplumlarda, temel ihtiyaçlardaki zorlukların daha üst düzeydeki gereksinimleri elde etmeyi kolaylaştırdığını savunuyor. Örnek olarak da geçim derdi olan toplumlarda birbirine yakınlaşan insanları gösteriyor. Birbirini eleştiren her iki görüşü de teyit edebilecek nitelikte özelliklere sahip insanlar var aslında çevremizde.

Sosyallik Bu(Mu)Dur(?)

3 / 6

Sosyallik Bu(Mu)Dur(?)

Ve sosyal olmak. Nedir bu sosyalleşme? Kimine göre sokakların, semtlerin, şehirlerin, hatta ülkelerin fatihi olmak, kimine göre derneklerde, etkinliklerde sorumluluk duygusunu pekiştirip 'networking'in dibine vurmak. Kimine göreyse -ki özellikle Z kuşağı bu seçeneğin altını dolduruyor- teknolojiye ayak uydurmak yetiyor da artıyor. Gerçek anlamıyla sosyallik ise, içinde yaşanılan toplumun üyesi olma sürecidir. Doğumdan itibaren başlar, çok yönlü ve karmaşık bir hal alarak devam eder. Kişinin kendi değerleri doğrultusunda yaşayabilmesi için, toplumun ondan beklentilerini temsil eder aslında. Tam da bu noktada sosyal olmanın yükümlülükleri ve onun getirisi kaygılar devreye girer. Beklentiler arttıkça sosyallik artar, bireysellik azalır. Sosyallik arttıkça topluluklar çoğalır, ortak fi kirler güçlenir. Bireylerin sosyal güdüleri tüm toplumu etkiler, toplumların kültürlerini yönlendirir. Şekillenen kültürler, milletlerin kaderini çizer. Sonrası kelebek etkisi...

Tüm bu tanımlardan sonra, geçtiğimiz 10 yıllar boyunca küreselleşme merakı zirveye çıkan dünya ülkelerinin, günümüzde, neden geri adım atarak yerelleşmeye, kendi içlerine kapanmaya ve hatta o çok önem verdikleri birliklerden ayrılıp tek başlarına hareket etmeye önem verdiklerini daha iyi anlayabiliriz belki de. Tüm dünya ülkelerinde 'dünya vatandaşı' olmanın önemi artarken, kendi içlerinde paylaştıkları ortak özellikler azalınca duruma uyanan gelişmiş ülkeler.

Milli ve ortak kültürden bahsederken, yerel toplumlara ait alt kültür kümelerini görmezden gelemeyiz. Söz konusu sosyolojik konular olduğunda ağza yapışan kalıplardan biri olan 'toplumsal mozaik', bu konuda yine başrolde. Yazarların, siyasetçilerin, tarihçilerin yıllardır tartıştığı, herkesin kendine göre farklı cevaplar verdiği ve asla ortak bir cevapta buluşamadığı "Türkiye mozaik bir ülke mi?", "Mozaikliği savunmak bölücülük mü?", "Mozaik olmak kötü bir durum mu?" soruları burada devreye giriyor. The Big Black Book sayfalarında bu konuları tartışacak değilsek de, bir yandan insanın aklını kurcaladığı bir gerçek. Milli duyguları bir kenara bırakalım; tüm dünyayı ele aldığımızda gerçek bir bütün oluşturabiliyor muyuz? Dünya gerçek bir mozaik mi? Mozaik eserlerde parçalar düşmeye başladığında eser zarar görmez mi peki? Bir ahenk, bir bütün oluşturan taşlar yerinden oynadığında eser bozulmaz mı sizce? O zaman bu karşılaştırmaya göre, 2017 yılında artık dünyanın çivisinin çıktığını kabul edebilir miyiz? Ben ediyorum.

İleri uygarlıkların geleceğinden bahsederken kültürlerin homojenleşecek olması kulağa romantik gelirken, bahsi geçen kültürlerin kendi içinde paylaştığı ortak özelliklerin azalmasından kaynaklanan, başta yerel sorunların, sonra tüm dünya sorunlarının bizzat içinde olmak pek de güzel gelmiyor. Önce bireysel, sonra toplumsal sosyalleşmeye odaklanmamız gerektiğine inandırılmışken, geliştirip erginleştirerek sorunlarını arkada bıraktığımızı sandığımız konuların milletleri yönetenler tarafından tekrar tekrar öne sürülmesi medeniyete yakışmıyor. Şu bahsi geçen modernleşme, yüzeysel kalıyor çoğu zaman. Farklı kültürlerin, en azından aynı toplum içinde, bir arada yaşaması fi kri kulağa basit ve kolayla gerçekleştirilebilir gelse de, çoğu zaman uygulamada o kadar kolay olmuyor. Tabanında azalan ortak duyguların ve güç kaybeden birlik hissinin yattığı savaşlar yüzünden kendi kültürlerinden sürülen insanların, 'millet'i tanımlarken farklı unsurları esas alan toplumlarda kabul görmemesinin başka izahı olamaz zira. Yıllardır sosyal olmanın önemini savunurken, yalnızca işimize geldiği şekilde sosyalleşmek makul mudur sizce? Çok çeşitlilik bu kadar popülerken ve azınlığa değer vermek bu kadar revaçtayken sosyalleşiyormuş gibi davranmak makul mudur peki? Cevabın hayır olduğuna inanıyorsanız, bunun kendimce kalıplaştırdığım 'yüzeysel sosyalleşme' olduğu konusunda da hemfi kiriz diye düşünüyorum.

Sosyallik Bu(Mu)Dur(?)

4 / 6

Sosyallik Bu(Mu)Dur(?)

Günümüz dünyasında, toplum bilincini henüz kaybetmemiş her şanslı bireyin kendine sorma potansiyeli olan soruları bir kenara bırakıp, sosyal olmak konusuna biraz daha 'sosyal' bir açıdan bakmak isterim. Başta sosyalliği tanımlarken kimilerinin benimsediğini söylediğim, hani şu ortaokul, lise yıllarımızda önem verdiğimiz açıdan bir sosyallik tanımından bahsediyorum. Küçük yaşlarda hafta sonları dışarı çıkmakla yetinerek altını fazlasıyla doldurduğumuz tatlı sosyallik, büyüyüp kendi kendimize yetecek konuma geldiğimizde ucu dünyayı gezmeye kadar varan istekler silsilesi… Toplumun bize bakışını şekillendirmek için listelediğimiz 'To do'larımız; bazen herkesin sahip olduğuna ulaşma isteği, şimdilerde azınlık kalma merakı ve devamında gelen merak edilme duygusu…

Bazen çok büyük anlamlar taşıyan küçük bir simge, bazense sadece maddi yeterlilik. İçinde bulunduğumuz zaman dilimine göre çoğu zaman farklılaşabilen listelerimiz ve bu bitmek bilmeyen listelerin yarattığı sosyalleşme araçları… Hayatımıza, birlikte uyum içinde yaşamamızı kolaylaştıracağını iddia ederek giren, bizi birbirimize daha hızlı ulaştırmayı amaçlayan, iletişimi basit bir kavram olmaktan çıkarıp tüm dünyayı o kavramın içine sokan cihazlar… Şikayet ediyormuşum gibi algılanmasın, zira bu mozaik, sosyalleşme, farklı kültürler vs. konularına artık pek de değinmeyerek küreselleşen(!) ve modernleşen(!) mutlu dünyamızda kimi zaman mutsuzluğa kapılabiliyorum.

Şu cihazlara geri dönecek olursak… Birbirimizle dünyanın bir ucundan diğer ucuna iletişim kurabilmek, hatta tanımadıklarımızla tanışabilmek, eğlenebilmek, akla gelecek her türlü şeyi planlamak ve hayata geçirmek için, neredeyse sayısı her geçen gün artan bin bir çeşit platformun yaratılmasını sağlayan şu akıllı(mı akıllı) cihazlar… Yüzeysel sosyalliği sonuna kadar yaşamamıza neden oluyorlar, hatta yeri geldiğinde o yüzeyselliği unutturup hayatımızın ortasında kendilerine ciddi yerler ediniyorlar. Şimdi size kalkıp Steve Jobs'un evinin garajında kurduğu markayı anlatmayacağım tabii; 2-3 yaşındaki çocukların ellerinden düşmeyen telefonlar ve bilumum iletişim araçları zaten kelimelere ihtiyaç duymadan her şeyi anlatıyor. Ebeveynlerin çocuklarını bazen çıplak gözle mi, yoksa kamerayı tuttukları ekrandan mı daha sık gördükleri konusunda şüpheye düşsem de; o nesil bir büyüsün, sosyal olmak konusunu o zaman tekrar tartarız. Şu an bizim 'ileri teknoloji'nin içine doğmuş çocuklara herhangi emsal gösteremiyoruz. Bırakın sosyalleşsinler…

Sosyallik Bu(Mu)Dur(?)

5 / 6

Sosyallik Bu(Mu)Dur(?)

Peki bu müthiş uyum içinde sosyalleşen dünyada kamuya mal olan sektörler nasıl etkileniyor dersiniz? Ülkesini yeniden açık ara dünya lideri yapmak isteyen agresif bir başkanın, savaştan kaçan insanlara yakar top oyunundaki top muamelesi yapan ve 'birlik' içinde yaşayan ülke liderlerinin, o birlikten koşarak uzaklaşan milletlerin, batık ülkesini kurtarmaya çalışan yönetimlerin bir arada olduğu dünyada, ekonomiye kan veren sektörler neler yapıyor? Onlar da sosyalleşebiliyor mu? Yarattıkları sosyal platformlarda amaçlarına ulaşabiliyorlar mı? Ben, globalleşme adına tek tip olmaya zorlanan kültürlerde üreten sektörlerin her zamankinden daha fazla sosyalleştiği görüşündeyim. Kültürleri unutturmamak, alt kültürleri tüketmemek, bazen de milliyetçi duyguları yitirmemek adına sosyalleşmek zorundalar çünkü. Bunun illa bir isyan yöntemi olduğunu savunmuyorum, ama o isyanların, baskıların getirdiği özgürleşme isteği, özgürlüğü elde etmek için duyulan sosyalleşme ihtiyacı ve ardından gelen yeniden bireyselleşme evrelerinden oluşan döngüye girmek zorundalar.

Tam da bu noktada çok ilginç bir örnek vereceğim. Söz konusu olduğunda birçoğumuzun aklına iç savaşı, çatışmaları, intihar bombaları, siyasal sorunları getiren bir ülkeden bahsedeceğim; Irak. Ama akla gelen ilk konulara değil, ülkenin modaya düşkün gençlerinin yarattığı bir gruba değineceğim. Irak'ın karanlık imajını biraz olsun değiştirebileceklerine inanan, başlattıkları moda hareketinin sosyal bir değişimi beraberinde getirmesini planlayan bir grupla karşı karşıyayız. Erbil'de kurulan ve 'Mr. Erbil Gentleman Club' olarak hitap edilen grubun başlattığı akım, sosyal medyada giderek artan bir takipçi kitlesi edindi kendine. Dijital basının yanı sıra, yazılı basın da büyük ilgi göstermeye başladı. Grubun paylaştığı fotoğrafl ar, Pitti Uomo zamanındaki sokakları aratmayacak şekilde. Mr. Erbil grubu, ilk görüşte batının hipster'larını andırsa da, bölgenin yerel kültürünü modernize ederek giyindiklerini söylüyorlar.

Tarzlarını belirlerken, kendi bölge kültürlerinde 'Efendi' olarak hitap edilen, şehirde gezerken en iyi kıyafetlerini giyen toprak sahibi insanlardan esinlendiklerini anlatıyorlar. İngilizce konuşuyorlar, internetten alışveriş yapıyorlar. Model ajansı, kulüp evi, terzi, berber ve butik açmayı planlıyorlar. Her hafta Instagram hesaplarından, bölgenin kadınlara yaklaşımını değiştirebilmek adına, toplumsal değişime öncülük edebilecek nitelikte kadınları paylaşıyorlar; tabii çok şık kombinlerinin içerisinde fotoğrafl ıyorlar onları. Yani yıllardır süregelen siyasal sorunların yarattığı kötü imajı değiştirebilmek ve farkındalık yaratabilmek için bu gençler, seslerini dünyaya duyurmaya çalışıyorlar, varlıklarını bizlere hatırlatmak istiyorlar. Uzun süre maruz kaldıkları kötü rejimden sonra, batı ülkelerine seyahat edebilmenin, küreselleşmenin, internetin ve sosyal medyanın getirilerini arttırmak ve onlardan sonuna kadar yararlanmak istiyorlar. Ülkenin dibe vurduğu halinden sosyalleşerek çıkabileceklerini biliyorlar.

Sosyallik Bu(Mu)Dur(?)

6 / 6

Sosyallik Bu(Mu)Dur(?)

Bir başka örnek olarak da; ülkelerinde memnun olmadıkları politik durumu, tüm dünyanın bütün yıl merakla beklediği Oscar töreninde dile getirmekten çekinmeyen bir Hollywood gerçeği var ABD'de. Akademi'nin 'En İyi Film' ödülünü verdiği, izlediyseniz hakkında 'Oscar'ı hakeden çok daha iyi fi lmler vardı!' cümlesini kurduğunuzdan emin olduğum 'Moonlight', sinema ve televizyon dünyasının ağır fi kir ayrılıklarından doğan politik olaylara karşı isyanını net bir şekilde kanıtlamış oldu. Tarihte ilk defa Müslüman bir oyuncu 'En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu' kategorisinde ödül aldı, siyahi adayların ve ödül alanların çokluğu herkesin içini rahatlatmışa benziyordu. 'En İyi Yabancı Film' ödülü, dünya gündemindeki olaylara tepkisini fi lmiyle çok net ortaya döken İranlı yönetmen Asghar Farhadi'ye verildi; ama Farhadi, trajikomik şekilde, Müslüman ülkelere uygulanan vize yasağından dolayı törene katılamadı bile! Yani ülkelerindeki çeşitliliği korumak adına, Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği'nin mavi kurdelesiyle meşhur kırmızı halı kıyafetlerini tamamlayan, medyaya mal olmuş insanların fazla sosyalliğin verdiği güven ile sessiz, yeri geldiğinde çok sesli isyanları söz konusuydu.

Doğasında sosyallik yatan moda sektörünün ise her zamankinden fazla gündem konusu var; ekonomik zorlukların getirdiği yeni plan, program ve modellemeler, halka inmeyi her geçen sezon daha iyi öğrenen markalar ve tasarımcılar, modanın Amerika ve Avrupa'dan ibaret olmadığını çoktan kavrayıp Üsküdar'ı geçen akıllılar, tüm dünyaya oranla Orta Doğu'ya iki kat fazla satış yapabilen lüks satış siteleri, ülkeleriyle ilgili şikayetlerini, sevinçlerini, mutsuzluklarını yaratma ve üretme güçleri aracılığıyla anlatan moda insanları... Bu ve bunun gibi tek tek incelenmeyi hakkeden birçok konu, son yıllarda sıkça gündeme geliyor. İnsanlar yüzeysel sosyalleşmenin zararlarını yaşasalar da, yine sosyal olmanın getirdiği bağırarak dert anlatabilme haklarını kullanıyorlar. Defi lede bağırıyorlar, televizyonda bağırıyorlar, sosyal medyada bağırıyorlar. Hatta bunları yapanlar sadece bireyler de değil artık. Birkaç sezon önce kendini yenileyerek hâlâ algılamakta güçlük çektiğimiz tasarımlarıyla zirveye oturan Gucci, Instagram'da saat serisini tanıtmak için ilginç bir yola başvurdu örneğin.

Internette popülerleşen, olayları karikatürize etme kültürünü, yani 'meme' akımını kullanan Gucci, 15 yaşındaki bir genç kız edasıyla paylaşımlar yaptı ve beğeni sayıları fırladı. Mango'nun son projesi sosyal medya ünlüleriyle oldu. Eşsizlik ve çok çeşitlilik üzerine kurguladıkları 'Bir Benzersizlik Hikayesi' isimli kampanyada 20-63 yaş arası 7 kişi yer aldı. Bunlardan biri de hem müzisyen hem model olan, doğduğu Londra'da Amerikalı çocuk olarak tanınan, sonradan taşındığı Los Angeles'ta İngiliz çocuk diye çağrılan Misha Lindes, sosyal olduğunu, çok kültürlülüğe ve çeşitliliğe açık olduğunu kanıtlamak isteyen markanın sosyal, çok kültürlü yüzü oldu. Hugo Boss'un 90'larda takım elbise algısını değiştiren isyancı markası Hugo, yeni sezon kampanyasında modellerle yetinmeyip dansçılardan, aktrislerden Instagram'ın 'kanaat liderleri'ne kadar birçok farklı isimle çalıştı. Amaçları, çok çeşitliliğin varlığını kabul ettiklerini, hatta markanın DNA'sında bu çeşitliliğin yattığını müşterilerine hatırlatmaktı.

Daha Fazlası

James Cameron ile “DERİNLERDE”…

“Veni Vidi Mansi – Sessizliğin Yankısı” Ferit Yazıcı’dan Göç, Hafıza ve İnsanlık Üzerine Bir Heykel Sergisi

Dünyaca Ünlü Sanat Zirvesi İstanbul'da

No. 14, Bishop’s Stortford: Tarih ve Modernliğin Buluştuğu Ödüllü Bir Dönüşüm