Kültür

Kocamustafapaşa'nın en güzel abisi: Can Yılmaz

Kocamustafapaşa'nın en güzel abisi: Can Yılmaz

06 Temmuz 2017

Kocamustafapaşa'nın en güzel abisi: Can Yılmaz

1 / 14

Kocamustafapaşa'nın en güzel abisi: Can Yılmaz

Yıllarca durduğu perde arkasından çocukluğundan beri hayalini kurduğu kitapları için çıktı.

Yazı: Özge DİNÇ

Fotoğraf: Arda GÜLDOĞAN

'Cennet Sineması'ndaki gibi başlıyor ve tamamlanıyor hikâye. Bu kez İtalya'da değil, Türkiye'de, İstanbul'un eski semtlerinden birinde, Kocamustafapaşa'da bir sinemanın önünde… Ona yakın sinemanın olduğu küçük bir mahalle. Onlardan biri de, bahçe sineması. İki çocuk, kapının önüne çöp diye atılan filmleri alıyor, evde makara yapıp ufak bir perdeye el feneriyle yansıtarak kendi sinemasını yaratıyor.

Biri devamlılığı olmayan kesilmiş film sahnelerine dublaj bile yapıyor. Diğerinin en büyük hayali ise, yazar olmak ama sinema da ona uzak değil. Büyüyünce bir ara oyuncu olmayı da düşünecek. İki çocuk, yıllar sonra 'Cennet Sineması'nın Salvatore'sinin mahallesine yönetmen olarak dönmesi gibi, 2017'nin İstanbul'unda ülkenin en çok gişe yapan filmlerini ('G.O.R.A.', 'A.R.O.G.', 'Yahşi Batı', 'Pek Yakında', 'Ali Baba ve 7 Cüceler' ve şimdi de 'Arif v 216') çeken kişiler oluyor; biri yazıyor ve oynuyor, diğeri de filmlerin yapımcısı, beyni oluyor. Artık raflarda kitapları da var.

Hikâyeyi şöyle anlatıyor, Can Yılmaz: "O günlerden bugüne geldik. Küçükken merak ettiğin şeyleri şimdi profesyonel olarak yapıyorsun ve para kazanıyorsun. Bu, güzel bir şey."

Can Yılmaz'ı bu ayki konu toplantımızda önermemin sebebi, bütün yaptıklarıyla birlikte, yayımlanan iki kitabıydı. İnkılâp Yayınları'ndan çıkan ilk kitabı Yeni Başlayanlar İçin Can Yılmaz'ın ilk öyküsünü okuduğumda onunla hemen tanışmak istedim. Çocukluğunun geçtiği Kocamustafapaşa, yazı yazmakla ilgili düşünceleri ve çocukken kendisini yazar sanma halleri benim macerama çok benziyordu, bana dokunmuştu. İki farkla: O ünlü olmuştu, ikincisi de benim gibi ufak kardeş değil, abiydi. Bir abi, hayatı boyunca abidir. Nedenini, nasılını herkes bilir.

Kocamustafapaşa'nın en güzel abisi: Can Yılmaz

2 / 14

Kocamustafapaşa'nın en güzel abisi: Can Yılmaz

"Maraton koşmaya Cem'in düğününde karar verdim. Düğünde herkes halay çekerken 'Cem, ben maraton koşacağım' dedim."

Kuş sesleriyle dolu CMYLMZ Fikir Sanat'a ulaştığımda kafamda bu konularla ilgili soruları dolaştırırken yazıda yer verebilmek için etrafı da incelemekle başlayacağım işe: Birkaç katlı yapının ikinci katında Cem Yılmaz'ın tablolarla dolu, yeşil kadife koltuklu odası var; karşı tarafta 'A.R.O.G.' ya da belki 'Yahşi Batı' afi şi altında bir pisuvar (Çağdaş sanat!), odada Cem Karaca'nın 'İşçisin Sen, İşçi Kal' şarkı sözünün tabloya dökülmüş eseri, üst katta bilgisayarlar, pencere yanında yüz maskeleri ve balkonuyla Can Yılmaz'ın ofisi… Bir de YouTube videolarından da gördüğümüz geniş bahçe...

Can Yılmaz'ın üst kattaki ofisinde ise üç farklı köşede ufak kütüphaneler, ahşap bir masa, spor ayakkabıları, ikili koltuk, turuncu bir daktilo, duvarda asılı madalyalar ve arkasında film afişleri bulunuyor. Yani odasına bakıp soru çıkaracak olsam yine edebiyat, sinema ve spor üzerine olur.

Birbirimize ısınalım diye önce en genel konuyla, sporla söze başlıyorum: "Hem koşup hem yazan bir Murakami'yi biliyorum, bir de sizi.", "Murakami kadar koşsak iyi de," diyor; "Başımızın tacı abimiz bayağı koşuyor. Ben ise maalesef bir iki senedir koşmadım." Koşmak, yazmaya etki ediyor mu? "Murakami bunun kitabını yazdı biliyorsun: Koşmasaydım Yazamazdım. Aslında doğru. Koşarken kafan berrak oluyor, koşmaya odaklanıyorsun. Aklına absürt şeyler geliyor, o da yazar adam için iyi bir şey. Bambaşka bir kafa açıyor sana, o kafayla ilginç şeyler yazılabilir. Ben tabii koşarken can derdine düştüğüm, 42 km'yi nasıl bitireceğim diye düşündüğüm için bir şey yazmış değilim."

Can Yılmaz bu zamana kadar 42 km maratonu dört defa bitirmiş. Sekiz defa yarı maraton bitirmiş. İki defa da maratonu yarıda bırakmış. Bıraktıklarının birisi, 26 km'de Helsinki, diğeri de 28 km'de Barcelona Maratonu. Barcelona'daki maratonu bırakmasının sebebi ise çok güldürüyor bizi: "Zafer abi bir gece evvelden çok yedirdi, gezdirdi. Zaten otel odasına döndüğümde tabanlarım ağrıyordu." Zafer Algöz daha sonra kara propagandasını sürdürmüş o günle ilgili, "900 gr et yediği için koşamadı," demiş herkese.

Kocamustafapaşa'nın en güzel abisi: Can Yılmaz

3 / 14

Kocamustafapaşa'nın en güzel abisi: Can Yılmaz

2016 "Motorla "Bir imza gününden" Yunanistan turu"

"Koşmak nereden aklınıza geldi?" diyorum, benim aklıma gelmeyecek bir cevap veriyor: "Cem, ne zaman evlendi, 2012 mi? Evet, 2012'de başladım." Kardeşim evleniyor, ben de koşayım mı dediniz, diye latife yapayım diyorum ama o da ne, Can Yılmaz "Evet," diyor. "Cem'in düğününde karar verdim. Düğünde herkes halay çekerken 'Cem, ben maraton koşacağım,' dedim, tabii düğünü bırakıp bana döndü: 'Ne alaka abi, koşamazsın!' dedi. Koşarım koşamazsın. Düğünde bayağı tartıştık, sonunda iddiaya girdik."

İddianın ardından Avrasya Maratonu'na katılmış ve maratonu tamamlamış. "10 bin dolarını aldım," diyor; "Cem bu kez 'Tamam o zaman, yurtdışında bitir de görelim,' dedi. Talihsiz bir açıklamaydı, çünkü ben Paris Maratonu'na yazılmıştım. Ardından Helsinki'ye gittim, saatten midir soğuktan mıdır nedir, bitiremedim." Aslında belki de asıl sebep, koşu alanına yanlış saatte gitmesi. Yarışı bırakmak için el ettiğinde UPS otomobili gelip onu almış ve başladığı noktaya bırakmış. Barcelona'daki maratonu bırakırken de öyle olacağını zannetmiş, oysa: "Eski bir otobüs geldi, bir bindim, içeride beş kişi falan var. Maratonun sonundaki kişinin arkasından gidiyoruz, ama en arkada saatte 1 km ile koşan Miguel Dede var. Dedim, bu yolculuk bitmez."

Avrasya Maratonu'nda da komik bir anısı var. Koşu Alman Çeşmesi'nin orada bitiyor ve birisi boyunlarına madalya takıyormuş. Koşmayı bitirdiğinde madalyasını alıp çökmüş bir yere: "Aslında bir müddet oturmamak lazım; dolaşmak, esnemek, kasları gevşetmek gerekiyor. Ben oturunca çöktüm kaldım. Karşılamaya gelen arkadaşlarla Sultanahmet Köftecisi'ne gidelim dedik. Onlar beni bırakıp gittiler, ben ayağa kalkamadım." Sonunda arkadaşlarının kollarında gidebilmiş köfteciye. Ama çile bitmemiş. İçeri girince bir de bakmış ki kendi madalyası küçücük, herkesinki nal gibi. "Kardeş bu neyin madalyası?" diye sormuş birine ve ona yanlış madalya verildiğini anlamış. Yarış alanına tekrar yürüyemediği için yazışmalar sonucunda alabilmiş yeni madalyasını.

Kocamustafapaşa'nın en güzel abisi: Can Yılmaz

4 / 14

Kocamustafapaşa'nın en güzel abisi: Can Yılmaz

"Bir imza gününden"

Can Yılmaz, aslında 80'lerden beri koşuyormuş. Daha kimselerin Belgrat Ormanı'nı keşfetmediği dönemlerde arkadaşlarıyla gidip 6 km'lik parkuru tersten (geri geri) koşuyormuş. Artık tersten koşamadığını anlatıyor, zira 4 km sonra karşısına çıkan zorlu yokuş, şimdilerde bir hayli yıpratıcı oluyormuş.

Kapıda bir sürü renkli motor var. Motora da mı meraklı? "Bizim hayat hikâyemiz alma üzerine kuruludur. Bir şeyi önce alır, sonra bakarız. Motor aldık, ders aldık falan. Ama ben iki tekerlekli motorun bana göre olmadığını çok kısa sürede anladım. Meğerse motor bir denge işiymiş, gidersen bir manası varmış ve durunca düşüyormuşsun." Sözlerinden de anlayacağınız üzere motor üzerinde dururken düşmüş, Can Yılmaz. Birkaç motordan sonra Honda Goldwing alıp üç tekerlekli hale getirmiş. Bundan Türkiye'de beş veya altı adet varmış. Trafi kte de görülsün diye motorları kendi deyişiyle 'cart kavuniçi ve 'cart sarı'ya boyatmış. Ama motorcular onun motorunu ciddiye almıyormuş: "Goldwing'ciler bizi motorcu olarak görmez. Onların 'İki Tekerlek Üzerine Rüzgâr Yüzümüze Essin' falan fi lan gibi grupları var. Sen üç tekerlekliyle arkasından gittiği zaman bir çocuk onları takip ediyor gibi oluyor."

Laf lafı açıyor, konu Can Yılmaz'ın iştahına geliyor. Avrasya Maratonu'ndan sonra arkadaşlarının koluna girip gittiği köftecide dokuz porsiyon köfte yemiş. Biz şaşırma nidaları çıkarınca o da bize şaşırıyor: "Dokuz porsiyon köfte nedir ki ya? 42 km koşmuşum; vücudumda enerji kalmamış." Eskiden beri saçma sapan bir yeme düzenleri olduğunu anlatıyor. Bütün gün aç kalıp akşam yemek söyledikleri oluyormuş, bu sefer de gece acıkıyorlarmış. Yemek konusunda en sevmediği şey ise, ortaya gelen yemekler ve salata. Hani Cem Yılmaz'ın 'ortaya yemek' kültürünü yurtdışında anlatmanın zor olduğunu tarif etmek için "Little little, into the middle" diye çevirdiği durum…

Bu, Can Yılmaz'a göre değilmiş. Cem Yılmaz'la aralarındaki en büyük atışma da kilo mevzusundanmış: "Aramızda her hafta, kilo atışması olur. İkimiz de kendimizin daha zayıf olduğunu iddia ederiz." E diyorum, tartı sonuçta nesnel bir sonuç veriyor, bunun tartışılacak bir yanı var mı? "Sen öyle zannediyorsun," diye yanıt veriyor; "Tartı bize bir şey ifade etmez. Tartının bozuk olduğunu söyleriz, giysiyle tartıldık deriz… Yan yana tartılsak ve ben fazla çıksam bile yine ondan zayıf olduğumu iddia ederim."

Kocamustafapaşa'nın en güzel abisi: Can Yılmaz

5 / 14

Kocamustafapaşa'nın en güzel abisi: Can Yılmaz

"Kardeşlerim Cem ve Özge'yle eskiye dair pek çok şeyi özenle hatırlarız; uyduruktan hatırlamayız yani. Ayhan Işık'ın bir filminde Sami Hazinses'in sözünü ezbere söyler, Nubar Terziyan'ın bütün filmlerinde kolları kapalı durduğunu biliriz."

Zafer Algöz'le röportaj yaptığımda en iyi setlerin Cem Yılmaz filmlerinde olduğunu, Bulgarların daha önce çekilen Hollywood filmi setinde bile böyle konfor görmediklerini söylediklerini anlatmıştı. Gerçekten öyle mi, diye soruyorum. "Bizim setlerimiz, Türkiye'nin en iyisidir," diyor; "Yemek kalitesi olarak da, oyuncunun rahat etmesi açısından da. Biz nasıl bir ortamda olmak isteriz diye düşünerek hareket ederiz. Ben kendime kebap söyleyip setteki arkadaşlara zeytin ekmek söyleyemem. Adam gece gündüz işimizi yapıyor.

Şehir dışına çıktığı zaman en iyi otelde kalır, uçakla seyahat eder. Belki adam başı bir karavan veremeyiz ama iki kişiye bir karavan veririz. Onun için doğal olarak bizim filmlerimiz maliyetli oluyor." Gerçekten de Bulgarlar, "Siz bayağı konforlu çalışıyorsunuz, ABD'lilerle bile böyle konfor yok," demiş. "Ama," diye ekliyor Can Yılmaz, "Bu biraz da yapımcının cebindeki parayla ilgili. Herkes ister iyi şartlarda çalışmayı; ama yapacağı filmden beklediği gişe de önemli. Biz şimdi büyük bütçeli işler yapıyoruz ve karşılığını da görebileceğimizi varsayarak rahat davranıyoruz."

Kocamustafapaşa'nın en güzel abisi: Can Yılmaz

6 / 14

Kocamustafapaşa'nın en güzel abisi: Can Yılmaz

2001 "Anadol ile nostalji turu"

Her filmden sonra "Gişe beklediğimiz gibi olacak mı?" diye bir gerginlik oluyor mu diye soruyorum. "Aslında her zaman bir gerginlik oluyor," diye cevap veriyor; "Film, izleyici için 90 dakika, ama bizim için öyle değil. Mesela 'Arif v 216'ya biz altı ay evvel başladık. Öncesinde de belki iki üç senedir konuşuyorduk bunu. Altı ay önce ekipler toplandı; dekor, kostüm, mekân ve oyuncular için çalışmalara başlandı. Diyelim ki Mayıs'ın 29'unda başlayacağız. Çekimler de 30 Ağustos'ta bitecek. Sonraki altı ay da montaj, renk, ses, ışık, afi şle geçecek. Film, Ocak 2018'de çıkacak ama biz birkaç yıldır onun için uğraşmış oluyoruz. Bu süre boyunca sen neredeyse her hafta bunu düşünüyorsun. Filmine her ilaveye bunun karşılığını seyirciden alacak mıyım diye, her espriye bu acaba fark edilir mi diye bakıyorsun."

Bir film çekmeye nasıl karar verdiklerini merak ediyorum, bu kez. "Biz hep hikâyeler kurarız," diye anlatıyor Can Yılmaz; "Muhabbet olur, komik ulan bu hikâye deriz, onu geliştiririz; bazen unutur, yeni bir hikâye geliştiririz. Bir gün gelir, 'Bu sene film yapalım,' deriz. O zaman da senelerce heybeye attığımız şeyler içinde hangisini yapacağımıza karar veririz. 'Arif v 216'yı neredeyse 'G.O.R.A'dan beri düşünüyorduk."

Kocamustafapaşa'nın en güzel abisi: Can Yılmaz

7 / 14

Kocamustafapaşa'nın en güzel abisi: Can Yılmaz

Yıl 1989 "Karabük 1/125 Jandarma Er Eğitim Taburu 3. Bölük Yazıcısı Can Yılmaz"

Cem Yılmaz, filmi kafasında yazıyor, sonra tartışmaya açıyormuş. Hep beraber üzerinden geçiyorlar; fikirleri, diyalogları, karakterleri damıta damıta en steril hale getiriyorlar ve yazmaya başlıyorlarmış. Son filmin senaryosu bir buçuk ay önce bitebilmiş. Bir yerde nokta konmazsa akla sonsuza dek fikir gelebileceğini anlatıyor, Can Yılmaz. Ama sette de doğaçlama yapıldığı olabiliyormuş: "Sette onu öyle yazmıştık ama adam oradan değil, buradan gelsin de diyebiliriz. Değişmeyecek bir şey değil."

Film zamanları epey yoğun oluyorlarmış. Bunu "Eğlenceli bir hayatınız var gibi görünüyor." cümleme bir yanıt olarak söylüyor, Can Yılmaz ve ekliyor: "İş zamanları o kadar eğlenceli olmuyor ama Allahtan o iş zamanı çok fazla yok bizde. İki üç senede bir film çekiyoruz. Çok iş olmadığı için eğlence zamanları daha çok."

En çok görüştüğü insanlar, tahmin edebileceğiniz gibi Ozan Güven, Zafer Algöz, Özkan Uğur ve Mazhar Alanson. 'Hep aynı adamlar' cümlesi onu öfkelendirdiği için ben daha sözünü etmeden savunmaya geçiyor: "Herkes gibi bizim de üç dört arkadaşımız var, ama ne yapalım ki adamlar ünlü. Onun için de hep sözü ediliyor."

Şimdi en merak ettiğim konuya, Can ve Cem Yılmaz'ın çocukluğuna geliyorum. 'Cennet Sineması'nın sinemayı çok seven Salvatore'sinden bahsetmiştim girişte, fantastik Türk filmlerinin yaratıcısı Cem Yılmaz da çocukluğunda kılık değiştirmeye epey meraklıymış. Bayağı haşarılarmış, abi kardeş: "Cem, çocukken yüzüne yara yapar veya hamurdan maske yapıp onu boyardı. Sadece çocukken değil ama, geçen hafta da yaptı (Üst kattaki maskelerin sırrı açıklandı böylece.). Bu konuları çok iyi bilir ve makyaj yapılırken makyöze de yol gösterir." Çocukken bu maske ve makyaj teknikleriyle çok can yakmışlar. Cem Yılmaz makyajla burnunu kırılmış gibi yaparmış, sokaklarda öyle gezerken Can Yılmaz da tepkileri kameraya alırmış. Bu şakalardan nasibini anneleri de alırmış tabii. "Annemi birkaç defa bayıltmışlığımız var. Cem burnu kırılmış, kemik yandan çıkmış halde kapıyı çalıyor, annem açıyor ve bayılıyor falan. Ben de bunu kameraya çekiyorum. Yapılacak iş değildi evet," diyor.

Kocamustafapaşa'nın en güzel abisi: Can Yılmaz

8 / 14

Kocamustafapaşa'nın en güzel abisi: Can Yılmaz

1989 "Büyük seyahatin Kuşadası ayağı. Yaş 22, kolda altın künye dönemi"…

Can Yılmaz ise okuma yazma öğrendiği günden beri bir şeyler yazsın, rafta kitapları olsun istemiş. Bu yazarlık merakı ailede bir tek onda varmış. Onu iki kitap yayımladığı bugüne getiren süreci şöyle anlatıyor: "Şöyle düşünürüm: Bir şeyler okur, heybeni doldurursun ve bunlar mutlaka bir gün sana lazım olur. Ben takvim arkasını bile okurum, çünkü bir gün bir hikâye yazarken, bir karaktere laf söyletirken onlar bana lazım olur. Okumaya merakım çok eskiye dayanır. 10 yaşındayken Milliyet Çocuk dergisine aboneydim mesela.

Dergiyi alan ilk kişi olmak için cumartesi günleri gidip kapıda beklerdim. Kitap kulüplerine üyeydim. Meraklıydım; meraklı olduğum için de hep kenara attım. Kenara atınca da bazılarının ilham dediği şey, otomatik olarak her zaman oldu bende. Boş kâğıdın başında bekleyip 'Bugün de ilham gelmedi' denebileceğine inanmıyorum. İlham diye bir şey yok. Sen istemsiz olarak biriktirirsin, bilgisayarı açtığın zaman hemen aklına gelir o."

Kafa dergisindeki yazılarını da, kitaplarını da nerede ise orada yazmış. Evde, ofiste, hatta otomobilde. Dergideki yazılarını otomobilde yazıyormuş (Dikte ettirip sonra düzeltiyor.). İkinci kitabını da yapımcısı olduğu 'Deli Aşk' filminin yoğunluğunda, ofiste yüzlerce adam varken yazmış. Herkes şaşkınlıkla kitabı hangi arada yazdığını sormuş ona.

İlk fotoğrafta göreceğiniz turuncu daktiloyu paylaşmıştı, geçenlerde, Instagram hesabında. Kitabında da bu daktilodan bahsediyor; onu çocukken vitrinde görüp nasıl almak istediğini ama alamadığını anlatıyordu. Daktilosuna yıllar sonra bir tesadüfl e kavuşmuş. Pelin Akat, Çeşme'deyken bu daktiloyu görmüş; fotoğrafını Cem Yılmaz'a göndermiş. O da "O abimin daktilosu, hemen al," demiş. Böylece turuncu Silver Reed 200, yıllar sonra ait olduğu yere gelmiş, baş köşeye kurulmuş.

Kocamustafapaşa'nın en güzel abisi: Can Yılmaz

9 / 14

Kocamustafapaşa'nın en güzel abisi: Can Yılmaz

1986 "Kimseye gösterilmeyen bir öykünün yazılma anı… Daktilo ile bir adım öndeyim duygusu.."

"Çocukken yazdıklarımı daha çok insan okusun diye karbon kâğıdıyla çoğaltırdım. Karbon kâğıtları çok kötü olduğu için ellerim simsiyah olurdu. Sık sık Cağaloğlu'na giderdim, bir gün vitrinde bu daktiloyu gördüm. Elle yazıyorum ya, sanki çok acayip şeyler yazıyormuşum gibi daktiloya geçmem gerektiğini düşünüyorum falan. Sonradan satın almaya gittiğimizde turuncusunu bulamayıp yeşilini aldık."

Teyzesi Almanya'dan bir dolmakalem getirdiğinde de epey mutlu olmuş. Ancak bir sıkıntı varmış ortada; dolmakalem kartuşluymuş ve teyze başka kartuş getirmemiş. Kartuş bitince dolmakalemi tekrar kullanmak için teyzesinin geleceği iki yıl sonrasını beklemek zorunda kalmış.

Bahsettiğimiz bu konular, aslında Can Yılmaz'ın ilk kitabı Yeni Başlayanlar için Can Yılmaz'da da yer alıyor. Kitaptaki diğer öyküler ise birer kısa film gibi. Beyaz eşyacıda çalışan bir elemanın, bir halı saha takımının, en büyük hayali bir balıkçı açmak olan bir adamın başından geçen olayları okuyoruz. Çok bizden, sanki mahallemdeki eskicinin, sucunun ses kayıtları yazıya geçmiş gibi… Hepsinin ruhu 80'lere ait, trajikomik olaylara (Can Yılmaz, başından geçen kötü olayları anlatırken de mizaha dönüştürüyor. İlk kitabın önsözünde Cem Yılmaz'ın abisi için "Amatörler arasında en güldüğüm komedyen" demesi boşa değil.) gülseniz mi, kahramanlara üzülseniz mi bilemiyorsunuz. Ama sadece gülseniz ya da sadece hüzünlenseniz eksik kalır gibi.

Bütün öyküleri kurgu diye okudum, ama bazıları gerçeğe dayanıyormuş. Mesela ilk kitaptaki 'Maç Kaç Kaç' öyküsü. Tek izin gününde, çocuklarının ısrarı ve annelerinin "Çocukların adını futbolcu adı koydun, bir maça götürmedin," serzenişleriyle onları son parasıyla maça götüren bir adamın yaşadıklarını anlatıyor öykü. Maç sırasında çocuklar bir acıkıyor, bir sıkışıyor; maçı izlemiş olsalar da hiçbir golü göremiyorlar. Baba Nihat şöyle diyor: "3 gol attık, tek gol göremedik ama kazandık."

Kocamustafapaşa'nın en güzel abisi: Can Yılmaz

10 / 14

Kocamustafapaşa'nın en güzel abisi: Can Yılmaz

1984 "İstanbul Bahçelievler, mahallede paylaşılamayan bisiklet"

İlk kitapta anneannenin öyküsü ve ikinci kitaptaki 'Sakal' da gerçeğe dayanıyor. Can Yılmaz'ın anneannesi, Olimpiyatları izlemeyi çok seviyor, atletleri isim isim biliyormuş. 'Sakal' da ofisin hemen dışında oturan 'elinden her iş gelir' çalışanın ismi. Biz çıkarken Can Yılmaz, "Bu çocuğa bak, 'Sakal' öyküsünün kahramanı o." diyecek sonra. "Anneannemle üç tane Olimpiyat'ı seyredebildik. Olimpiyat gelince kadın bambaşka bir neşeye bürünüyordu." Tam 80'ler öyküleri dedim ya, Olimpiyatları seyrederken çok ısınan TV'nin kapatılması ve kaç gündür bekledikleri ödül töreni esnasında elektriklerin kesilmesi o yılların hepimizin hatırladığı gerçekleri. Ama artık onları bile güzel hatırlıyoruz.

"Hayatın içinde denk geldiğim karakterler de var kitapta," diyor, Can Yılmaz; "Denk geldiğim karakterleri adamın aslında yaşamadığı bir hikâyenin içine koyuyorum. Bazısının kendisi gerçek, bazının da hikâyesi."

Beyaz eşyacıda çalışan, müşteri ağırlamayı, senet vermeyi öğrenen elemanlar da aslında tanıdık değiller, ama hikâye gerçek: Can Yılmaz, üç yıl kadar babasının Tophane, Boğazkesen Caddesi'ndeki beyaz eşya mağazasında çalışmış: "Çekilecek çile değildi," diye anlatıyor o dönemi, "Çalıştık, ona çalışmak denirse… Babamla ticaret hayatında hiç anlaşamayız. Ama orada bir sürü şey de biriktirdim. Her işi yaptım; gelen müşteriye 'Hoş geldiniz' de dedim, muhasebede de çalıştım, senet de yazdım. Hızlı yazıyorum ya, orada da kopya var; dört beş kopya senet yazıyordum. İcraya verilmiş adama 'Seni icraya vereceğiz abi' de dedim."

Orada çalıştığı sigortalı dönem sayesinde 50'sinde emekli olacak ki bu da onun daha önce çalıştığını bilmeyenleri şaşırtıyormuş. Bu mağazada çalışma sebebi, Almanya'ya gitmeden önce bir ara dönemi orada geçirmek istemesi: "Teyzem Almanya'daydı. 1986'da ben de Almanya'ya gitmiştim. Çok güzel geldi bana, oraların tertipli düzenli olması. 'Ben burada çok güzel yaşarım,' dedim."

1986'da Almanya'ya gitme öyküsü de çok komik. Ama her komik şey gibi yaşanırken o kadar da komik değil: "O sıralar Berlin Duvarı hâlâ vardı. 89'da yıkıldı. Teyzemler Batı Berlin'de yaşıyor; o zaman Batı Berlin bileti diyelim 60 mark, Doğu Berlin 40 mark. Daha ucuz diye Doğu Berlin bileti almışlar bana."

Kocamustafapaşa'nın en güzel abisi: Can Yılmaz

11 / 14

Kocamustafapaşa'nın en güzel abisi: Can Yılmaz

1973 "Kocamustafapaşa Mehmet Akif İlkokulu, okuma bayramında bir Rond… Elini tuttuğum kız Lale belki…"

Teyzesi, 16 yaşındaki Can'a uçaktan indikten sonra otobüse binip Batı Berlin'e gelmesini, orada onu karşılayacaklarını söylemiş. Hayatında ilk defa uçağa binen ve yurtdışına giden Can, bir şekilde uçağa binme inme işini halletmiş; ama inince yolcuları uçaktan terminale taşıyan otobüsü Batı Berlin otobüsü zannetmiş. "'Teyzemin dediği otobüs bu mu? Peki, bavulum nerede?' dedim.

Almancam yok, İngilizcem çok az, Doğu Almanya'dakilerin İngilizce bildiğinden de şüpheliyim zaten. Otobüsten indik. On metrede bir asker var. Baktım otobüs geri gidiyor, peşinden koştum. Askerler bakıyor bana. Cahil cesaretinin de üstünde bir şey. Adam bir şey dese, ateş etse yandık yani."

Otobüsün Batı Berlin otobüsü olmadığını bir şekilde anlamış, pasaporttan geçip bavulunu almış ve dışarıdaki otobüslere binmiş. Otobüse önce askerler, duvarı geçince de polisler eşlik etmiş. Tek tek pasaportları topluyorlarmış. Sonunda teyzesine kavuşmuş ama 20 mark için çektiği eziyet yanına kâr kalmış.

Üç dört aylık Almanya macerasından sonra arkadaşlarıyla amatör tiyatro yapmaya başlamış, ama oyunları prova düzeyinde kalmış. Müjdat Gezen Sanat Merkezi açıldığında, ilk yazılan o olmuş. İmtihan için 17 Eylül'e gün vermişler, o da arkadaşlarıyla prova yaptıkları Gezi Parkı'nda bir araya gelmiş. Kendilerinden o kadar eminlermiş ki "Biz aykırıyız, acaba anaakım tiyatro bize hazır mı, sınava girmen gerekiyor mu?" diye tartışmışlar.

Hezeyanla sonuçlanan sınav gününü şöyle anlatıyor, Can Yılmaz: "Bir dram, bir komedi, bir şiir metnine hazırlanmam gerekiyordu. Çıktım sahneye; jüride Müjdat Gezen, Mustafa Alabora, rahmetli olan Savaş Dinçel var. Var oğlu var. Adını söylesen mucize yani. 'Buyurun,' dedi Müjdat Hoca. Ben bir şeyler yapıyorum kendi kendime. Dram kötü olunca 'Komediye geçebilir miyim?' dedim. Müjdat Hoca dedi ki 'Deminki komedi değil miydi?' Sonuçlara bakmaya bile gitmedim."

Yıllar sonra Dümbüllü Ödülleri'nde karşılaşmış Müjdat Gezen'le. Cem Yılmaz, "Müjdat abi, abimi niye almadın?' demiş, onun da cevabı 'Gelsiinn,' olmuş. "Gelsin mi, dedim. 20 yıl olmuş!"

Kocamustafapaşa'nın en güzel abisi: Can Yılmaz

12 / 14

Kocamustafapaşa'nın en güzel abisi: Can Yılmaz

1971 "İstanbul Zeytinburnu. Teyzemin kızı Aylin ile; arkada annem, teyzelerim; pantolon özel dikim..."

Ondan sonra çeşitli televizyon işlerinde metin yazarlığıyla, 'Komedi Dükkânı'nın yazarı ve Cem Yılmaz filmlerinin yapımcısı olarak geçmiş yılları. İki çocuğu olmuş. Cem Yılmaz giderek ünlenirken o arka planda kalmayı tercih etmiş ve bundan da çok memnunmuş. "Çocukluk hayaline erişmek hasbelkader oldu. Cem o gün Leman'da sahneye çıkmasaydı, belki karikatürist olarak kalacaktı. Ben de TV'de bir şeyler yazan adam olacaktım. Cem Yılmaz'ın abisiydim ve bilinmeyen bir adam olmaktan da memnundum açıkçası. Güzel bir hayatım vardı. Dergi yazıları ve kitaplardan sonra biraz ortaya çıkmış oldum."

Üç adet çocuk oyunu da kaleme alan Can Yılmaz, metin yazarlarının dünyada da isim isim bilinmediğinden bahsediyor. Bu kitaplardaki öyküleri ne zaman yazdığını sorunca da yıllardır yazıp köşeye attığını söylüyor. Yani kitabı çok daha önce de yayımlayabilirmiş: "Her şeyin bir zamanı olduğuna inanıyorum. Şimdi zamanının geldiğini düşündüm."

Kitap yayımlanmadan evvel çocukluktan kalma bir alışkanlıkla hemen öykülerin kopyasını çıkarmış ve kendisi için bir kitap hazırlamış. Sonra da "Vay be!" demiş. Ardından da imza günleri ve ikinci kitap gelmiş. Üçüncü kitap da bu iki kitapla benzer formatta çıkacak. "İçinde 25 öykünün bulunduğu bir kitap olacak. İlk iki kitabın ismini Ozan Güven buldu. Yeni Başlayanlar İçin Can Yılmaz, Yeni Alışanlar için Can Yılmaz'dan sonra üçüncü kitabın adı Vazgeçemeyenler İçin Can Yılmaz ya da Nefret Edenler İçin Can Yılmaz olabilir diye düşündük. Sonra da bir roman yazmak istiyorum."

Nostaljiyi çok seviyorsunuz, diyorum. Onaylıyor: "Eski plak dinlerim, eski film seyrederim, eski kitap okurum. Eskiyi anlatan şeyleri çok severim. Demode gelebilir, ama üzülerek söylüyorum ki eski daha güzeldi. Şimdi 48 yaşındayım, ama ben hâlâ Fakir Baykurt'u, Refi k Halit'in 30 ve 40'lardaki mahalle yaşamını anlatan yazılarını okuyorum. Seviyorum o yılları. İyi bir dönemdi."

Şimdiki çocukların nostalji olarak anlatabileceği hiçbir şey olmadığını düşünüyor ve eski güzel günleri anlatmaya devam ediyor: "Herkesin sevdiği Arzu Film fi lmlerini ben sinemada seyrettim. Ailece sinemaya giderdik. Anneannemle dedem, her yıl bir ay İzmir Fuarı'na giderdi. Annemin teyzesinin evi de bir bahçe sineması ile bitişikti, evin penceresi sinemanın içine açılıyordu, harika bir misafi rlikti bizim için."

Çocukluğunda orta sınıf olmalarına rağmen hiçbir şeylerinin eksik kalmadığını anlatıyor: "Şimdi çok özenerek 'Ah eski günler!' dediğimiz bütün her şeyin tam ortasındaydım. 'Vah vah, şunu kaçırdık!' diyebileceğim hiçbir şey yok. Orta sınıftan bir aile olarak, hadi orta alt sınıf diyelim, gazinolara, kadın matinesine giderdik. Gar Gazinosu'nda, Maksim'de Bülent Ersoy'u, Zeki Müren'i de izledik; Gazanfer Özcan'ın ve Nejat Uygur'un bütün oyunlarını da. Ailem, 1923'te, Selanik'ten mübadeleyle gelmiş; demek ki öyle bir görgü varmış, buraya geldiklerinde devam ettirmişler. Düşünürsen, anneannemin Olimpiyatları bu kadar sevmesi absürt bir şey. İyi ki sanatla, sporla ilgilenen bir ailede büyümüşüm ve o dönemi de güzel güzel yaşamışım. Şimdi de o nostaljiyi seviyorum."

Cem Yılmaz, Sadri Alışık sevgisini ara ara dile getirir, hatta fi lmlerinde Yeşilçam'a göndermelerde bulunur. Bu da bir aile geleneğiymiş. "Kardeşlerim Cem ve Özge'yle eskiye dair pek çok şeyi özenle hatırlarız; uyduruktan hatırlamayız yani. Bir fi lmin içindeki yan karakteri de hatırlarız mesela. Ayhan Işık'ın bir fi lminde Sami Hazinses'in sözünü ezbere söyler, Nubar Terziyan'ın bütün filmlerinde kolları kapalı durduğunu biliriz. Kimsenin ilgilenmediği ayrıntılarla çok ilgileniriz. Tevazu göstermeyeceğim, sinema tartışıldığı zaman, özellikle de Türk sineması, tartışmam yani, mahvederim."

Kimleri sevdiğini sorduğumda ayırt etmeden herkesi sevdiğini anlatıyor: "Sadri Alışık'ı da severim, Ayhan Işık'ı da, Ediz Hun'u da, Filiz Akın'ı, Münir Özkul'u da." Ocak 2018'de vizyona girecek 'Arif v 216' da da sinema sevgilerini gösterdikleri bir bölüm olacakmış.

Kocamustafapaşa'nın en güzel abisi: Can Yılmaz

13 / 14

Kocamustafapaşa'nın en güzel abisi: Can Yılmaz

1970 "Yaş 2. Yorucu bir yaşam…"

Türk sinemasını konuşunca onların hep aynı kişileri oynattığını söyleyenlere de kızıyor yeniden: "Arzu Film'in en az beş filminde Münir Özkul ve Adile Naşit karı koca. Kızları Ayşen Gruda, onun sevgilisi de Şener Şen. Bu blok hep aynı. Ama TV'ye çıktığı zaman kanalı değiştirmezsin, değil mi? Eski filmleri bu kadar severken bizim eleştirilmemiz mantıklı gelmiyor bana. Bizim çalıştığımız insanlar, iyi oyuncular. Zafer Algöz, son filmde kadını oynadı. Hamur gibi yumuşak oynayabileceğin insanlar varken yeni bir arayışa gerek var mı? Hem bu adamlar kasap değil ya, oyuncu."

Dünya sinemasını da takip ediyor, ama 'Yüzüklerin Efendisi' gibi fantastik filmler için öyle çok çıldırmadığını anlatıyor. Kuzey ülkelerinin adamı baydıran, donuk ama çok güzel işlenmiş filmlerini ve İran sinemasını seviyor.

Türk halkı sinemada ne izlemek istiyor, diye soruyorum. " Yüzde yüz komedi," diye yanıtlıyor. "Drama ve aşk fi lmlerini televizyonda izlemek istiyor. Perdede izlemek istediği şey ise komedi."

Cem Yılmaz Fikir Sanat olarak Murat-Emre Kaman Kardeşler'in 'Deli Aşk'ının yapımcılığını üstlenmişlerdi en son. Bu filmi seçmelerinin nedeni, senaryoyu beğenmeleriymiş; destek olmak istemişler. Sonra Belma Baş'ın yönettiği ve dünya festivallerinde ayakta alkışlanan 'Zefir'in yapımcılığını üstlenmişler. Onun dışında sinemaya destek vermek için beş senedir İstanbul Film Festivali Seyfi Teoman İlk Film Ödülü'nün maddi karşılığını onlar veriyormuş.

Twitter'da her gün hakaret ve küfür işitiyor. Bunlara nasıl dayandıklarını soruyorum. "Cem Yılmaz benim kardeşim," diyor. "Ve onu seven kadar sevmeyen de var. Ben ona göre daha ulaşılabilir olduğum için bana yazarak kızdırmak, canımı acıtmak istiyor olabilirler. Bazıları insanlık dışı şeyler yazıyor. Düşünüyorum; ben ya da Cem, bu ülkeye ne kötülük yaptık ki küfür ve hakaret yiyoruz? Defol bu ülkeden, denecek ne yaptık yani? Film çektik, kitap yazdık. Bence bu tepkilerin yüzde onu gerçek, yüzde doksanı gizli hayranlık. Abisi olmam insanları gıcık ediyorsa imza toplasınlar ve Cem'in abiliğinden azledileyim ve tozpembe olsun dünya. Ben doğdum, sonra Cem doğdu; adam popüler oldu. Yapacak bir şey yok."

Bu ünün en yakınındaki kişi olarak sormam gerek: "Sizce Cem Yılmaz'ın getirdiği şey neydi?" Dünyada o ana kadar stand up'ın olduğunu, ama bize uzak bir kavram olduğunu anlatıyor, Can Yılmaz. Hâlâ da Cem Yılmaz dışındaki isimlerin çok yoğun kitlelere çıkamadığından bahsediyor. "Bizde meddahlık vardır, ama Dümbüllü'de bırakmışız. Cem 94, 95'te bunu hatırlayıp sahnede iyi şeyler anlatmaya başlayınca gençlik üzerinde büyük etki yaptı, bugüne kadar da taşındı etkisi. Ama o dönem öyle bir dönemdi. 90'lı yıllarda Tarkan, Mustafa Sandal çıktı. Sonra da duraklama dönemine girildi. Sanki 94, 95, 96'da herkes çıktı ve bu konu kapandı gibi."

Kocamustafapaşa'nın en güzel abisi: Can Yılmaz

14 / 14

Kocamustafapaşa'nın en güzel abisi: Can Yılmaz

Onların daha çok işi var; artık kayıt cihazını kapatma vakti. Arda ofi - sinde ve bahçede Can Yılmaz'ın fotoğrafl arını çekerken ben de hızlıca etrafa bakıyorum. Teyze oğlu camdan dışarı çıkıp bir şey soruyor. Köpeklerinin isminin Cesi olması tabii ki beni şaşırtmıyor. Can Yılmaz yirmi yıldır olduğu gibi, daktiloyla poz verirken deneme olarak yine "Artık bu solan bahçede" yazıyor. Niye peki? "Güzel şarkı."

Bir yazar ve yapımcı olarak bundan sonra da bir sürü işin içinde olacak. Kardeşi Özge'nin ikinci kitapta yazdığı gibi onu sinemaya, saraylara götüren, 'meksefe', 'filateli' gibi kelimeleri öğreten, Cem'le Karagöz Hacivat oynatan, 'abisi olmasa yine seveceği', bir adam olarak abilik görevini de sürdürüyor. Ona "Cem Yılmaz'ın abisi" denmesi, yalnızca Cem Yılmaz'ın ününden değil, biraz da bundan.

Çünkü daha önce de yazdığım ve kendi abimden bildiğim gibi, dünyanın en başarılı adamı da olsa bir abi hayatı boyunca abidir. Nedenini nasılını herkes bilir.

Yazı: ÖZGE DİNÇ

Fotoğraf: ARDA GÜLDOĞAN

Daha Fazlası

James Cameron ile “DERİNLERDE”…

“Veni Vidi Mansi – Sessizliğin Yankısı” Ferit Yazıcı’dan Göç, Hafıza ve İnsanlık Üzerine Bir Heykel Sergisi

Dünyaca Ünlü Sanat Zirvesi İstanbul'da

No. 14, Bishop’s Stortford: Tarih ve Modernliğin Buluştuğu Ödüllü Bir Dönüşüm