İkinci el beşik arayan adam: Fırat Tanış
08 Ağustos 2014
1 / 4
İkinci el beşik arayan adam: Fırat Tanış
En ‘Demir Leblebi’ durumlar içinde sakin bir adam Fırat Tanış. Bu ay yönetmenliğini yaptığı ilk filmi vizyona giriyor. Birkaç ay sonra ilk albümü çıkacak. Ancak her şeyin ötesinde, yakında baba oluyor! Tüm bu debdebe içinde malda mülkte de gözü yok; doğacak çocuğu için bile kullanılmış beşik arıyor!
DEMİR LEBLEBİ durumları, yani erkeklerin düştüğü zor durumları paylaştığımız bu bölümde; bu ay dert yanmayan, anlamaya çalışan ve hayli dingin bir adam var: Fırat Tanış. Ona göre, herkes onun ‘çılgın’, ‘olumlu manada kaçık’, ‘militan’ olduğunu düşünüyor; oysa o, bu etiketlerin hiçbirini kabul etmiyor. Hatta, onunla yaptığımız ve birazdan şahit olacağınız kısa muhabbetten sonra bile, bu sözlerine hak vermek mümkün. Üstelik, üzerindeki bu dinginlik, şu an içinde bulunduğu süreç de göz önünde bulundurulursa bir kat daha şaşırtıcı geliyor. Çünkü bu ay, ilk kez yönetmenlik yaptığı filmi ‘Karınca Kapanı’ vizyona giriyor, ilk albümü yakında çıkacak ve birkaç ay içinde de baba olacak. Tüm bu debdebe içinde, hayata belki çok kafa yorduğundan belki de başka bir pencereden baktığından sakinliğini muhafaza etmiş bir adam Fırat Tanış. “Meşhur bir insan, isminin yanlış yazılması nedeniyle uçağını kaçırır mı?” demeyin, oluyor işte.
En ‘Demir Leblebi’ durumlardan biri baba olmak. Baba olmakla ilgili en büyük korkun ne?
İlk anda “Hiçbir korkum yok.” diyecektim ama elbette var.
Gelecek kaygısı gibi bir şey mi?
Geçmiş veya gelecek gibi bir durum yok. Benim çocuğumun geleceği, onun çocuğunun geçmişi olacak sonuçta. Benden sonra, bensiz ya da ben varken yaşamına bana veya bir başka kişiye bağımlı şekilde devam etmesi en büyük korkum.
Sen babanın başına hiç bela oldun mu?
Eve geç gittiğim ve gitmediğim, onu çıldırttığım, kudurttuğum, sokaklara döktüğüm zamanlar oldu. Bir de çok pimpirikli bir adamdır, eskiden daha da öyleydi.
Sen aynı şeyi yaşasan, aynı tepkiyi verecek misin?
Bilmiyorum. Bir şey söylemek için erken. Babalığın ilk 60 yılı çok zor diyorlar.
2 / 4
İkinci el beşik arayan adam: Fırat Tanış
Bir insanın dünyaya gelmesini beklemek nasıl bir süreç?
Benim dünyaya bakışımda şöyle bir değişiklik oldu: Çevremde gördüğüm her şey doğdu ve doğurabilir. Öncelikle bu, farkındalığı ayağa kaldırıyor. Bu sürecin içinde meseleyi görünce,bunun normal değil, anormal de değil ama mucizevi bir şey olduğuna tanıklık ediyorsun. Herkesin doğduğunu bilmek, onun farkına varmak; herkesin b.kunu silen bir anne-babasının olduğunu ve herkesin özünde şefkate muhtaç bir özle büyüdüğünü bilmeye sebep oluyor. Bu noktada, şu an karşımda sen varsın ama senin bir anne baban da var. Dolayısıyla bu bakış açısıyla sen de benim bir çocuğumsun. Bütün çocuklar bizim çocuğumuz. Anne-babanın önemini fark ediyorsun.
Kadınlarla ilgili yapılan en yanlış genelleme nedir?
Kadınların erkek dünyasında av malzemesi, erkekler tarafından kadının bir av olarak tespit edilmesi yanlışı. Çünkü av, erkektir. Kadın bir av değildir. Hatta kadın yüzünden, farklı erkekler birbirlerinin avı haline de dönüşür.
İnsanların senin hakkındaki en yanlış önyargısı ne olabilir?
Benim bir çılgın ve olumlu anlamda bir kaçık olduğum önyargısı. Halbuki fazlasıyla tedbirliyimdir. Bu da büyük bir önyargı. Militan olduğum düşünülür; bu, büyük bir önyargıdır. Militan değilim. Örgütlü olduğum düşünülür; siyasal anlamda örgütlü değilimdir. Sosyalist olduğum düşünülür; değilimdir. Sosyalist argümanı bilmem, ekonomi politiğinden haberim yoktur. Kişisel bir adalet duygum vardır, o kadar.
‘Çılgın olmak’, yaptığın mesleğe dair bir önyargı mı?
İki örnek verebilirim. Birincisi; dilin ne kadar önemli olduğuyla ilgili. CERN deneyinde herkes Tanrı parçacığı aranıyor.” diye tepki gösterdi. Halbuki basit bir çeviri hatasıydı, bu. Orada aranan ‘Tanrı’nın belası parçacık’; yani, bulması çok zor parçacık manasındaydı. Bunun, dinle ilgili hiçbir yanı yoktu ancak ifade önyargı yarattı. İkinci söyleyeceğim şey, çılgın olmak ve çıldırmış olmak arasındaki farkla ilgili. Bu işle, ‘sanat-sepet’ diye özetleyebileceğimiz işle uğraşırken çıldıran birçok insan gördüm.
Ama tam tersine insanı çıldırtmaktan öteye, farkındalıklarını geliştiren ve insanı iyileştiren bir yanı olduğunu düşündüğüm bir şey sanat. O yüzden, çılgınlığın bu meslek için doğru bir sıfat olduğunu düşünmüyorum. Herkesin bakmadığı taraftan bakmak, insanlara garip gelebiliyor.
Bu işi yaparken, planlı mısındır?
Çok planlı biriyimdir. Ne kadar kolay dağılabileceğimi çok iyi bildiğim için planlı davranmaya çalışıyorum.
Uyanmak için alarm kurar mısın?
Ben her zaman sabah 06.30’da uyanıyorum.
Kendiliğinden mi?
Evet, kendiliğinden.
O zaman alarmı erteleme gibi bir durumun yok... Geç yatmam.
3 / 4
İkinci el beşik arayan adam: Fırat Tanış
Bu da mesela bir önyargı. Gece çalıştığın düşünülmüyor mu?
Yahu kesinlikle önyargı! Ben gece 00.00’ı geçirmem. Sabah da güneş doğmadan uyanırım. Güneşe göre uyanma alışkanlığım var. Gece hayatım yoktur. Mesela büyük önyargılardan birisidir ama alkol kullanmam. Öyle keyiften bir duble içmek falan da değil, hiç kullanmam. Sigaranın çok zararlı olduğunu düşünüyorum ve hayattaki en büyük pişmanlığım bu konu.
Sırf tanındığın için başına gelen en saçma şey neydi?
Bir gün Kadıköy’de yürüyordum. Akşam saatleriydi ve o dönem, bir dizide oynuyordum. O gün, dizinin yayınlandığı gündü. Adamın teki koşarak yanıma geldi ve saatini göstererek, “Ama Fırat Bey, diziniz başlıyor.” dedi. Bu, herhalde tanındığım için başıma gelen en saçma şeydi. Adam, koşarak evindeki televizyonun içine falan girmemi bekliyordu sanırım.
9 Mayıs’ta ‘Karınca Kapanı’ vizyona giriyor, sen de ilk kez yönetmenlik yaptın. “Hiç bulaşmasaydım.” dediğin oldu mu?
Böyle radikal bir söz söyleyeceğim bir durum olmadı. Burada önemli olan şeyin öğrenmek olduğunu gördüm. Bilmediğim bir şeyin içindeyim ve karşıma çıkacak şeylere hazırlıklıyım. Fakat büyük ve tatlı sıkıntılar bize sürpriz yapmayı çok severler. En bilmediğimiz yerden çıkarlar ve “Sobe!” derler. Bir saniyenin 24 kareden oluştuğu ve o 24 kareden üç tanesinin olmasının ya da olmamasının bile çok şeyi değiştirebildiğini ve aslında bir yönetmen olarak neye kafa tuttuğumu o kadarcık bir yerde, o aralıkta gördüm. Bu kızılacak bir şey değil; bir mucize. Bu, aklın nimeti, ışığı. Buna kızamazsın, buna boyun eğersin ve bunu öğrenmek için ne gerekiyorsa yaparsın. Ama öğrendim ki, sinema, fizikmiş.
Saniyenin 24’te birinin bu kadar önemli olduğunu görünce sokağa çıktığında neyi fark ettin?
İnsanlar ‘trim’ atıyordu, hızlı hızlı yürüyordu. Sokakta hayat çok hızlı geçiyor ve an, çok önemli. Bir de kurgu masasında Yücel Kurtul gibi tipler var. Bunlar için, sinema refl eks olmuş. Bir şeyi izliyor “İki kare kaldı abi.” diyor. Nasıl ayıkladın onu? Öğrenecek çok şey var, neyapacağız biz?
Hassas noktaların artık dibine kadar girdikten sonra izleyici olarak, sinemaya olan yaklaşımın değişti mi?
Sadece izleyici olarak değil, oyuncu olarak da farklı düşünüyorum artık. Yararını gördüm.
Sinemada konuşan, gürültülü bir şekilde patlamış mısır yiyen tipler seni artık daha çok geriyor mu?
Hayır. Yeter ki gelsinler, onlar bizim canımız. Fakat bir gün, korsan CD satan bir elemanla karşılaştım. Nereden bulduysa, ‘Tramvay’ filmini indirmiş İnternet’ten.
Çünkü DVD’si yok. Afişi de bastırıp CD kapağı yapmış. “CD var, CD, CD!” diye bağırırken benimle göz göze geldi. “Oluyor mu ya?” dedim.
‘Karınca Kapanı’nın merkezinde kocasını öldürmek isteyecek noktaya gelmiş bir kadın var.
Tabii burada kadının kocasının kim olduğu da çok önemli. Kadın, bir aile içi şiddet mağduresi. Kocası da ülkede hayırsever ve başarılı görülen bir işadamı.
Aslında kendi dünyasında nasıl bir vahşiye dönüştüğünün önemi var. “Sistem nasıl değiştirilir?”in bir fantezisini kurduk. Birdenbire, filmde “Ayakkabıyı yapan yürüyüşü belirler.” gibi fi kirler ortaya çıkıyor. Bildik, tanıdık aşk hikayesini aşan bir hale geliyor.
Peki, bildiğimiz aşk hikayelerinden ilerlersek, kadının veya adamın bu kadar hiddetleneceği şeyler nelerdir?
Birbirinden farklı şeyler. Kadın, güven duymak ister. Yine türün devamıyla ilgili; burada aşk meşk yok. Aşk, zannedersem, aklımızın kimyamızı harekete geçirmek
için yazdığı bir senaryo. Ama bir kadın güven duymak istiyor erkeğe. Güvenini sarsacak bir şey yapması, en önemli nokta. Ya da, onun türünü, çocuğunu tehlikeye atacak bir şey yapması, son nokta. Bir erkek içinse... Bu arada doğadan bahsediyorum; ben insanı erkek dişi diye ayırmıyorum. Biz, doğadan, doğamızdan ne kadar ayrılırsak o kadar rahatsızız bana göre. İki tekerleği, bir ateşi bulduk diye artistlik yapmanın alemi yok. Sümerler’deki yazı şeyinin adı da tabletti, bugünkü cihazların adı da tablet. Biz, hâlâ doğanın çocuklarıyız, onun dilinden konuşursak aydınlanırız. Erkek ise, özgürlüklerikısıtlandığı noktada beklentilerini tatmin edemiyor. Başka dişilerle üremesine engel olacak bir dişi aslan, herhalde bir erkek aslan için büyük bir tehlikedir.
Oturup da kontrat yapmaz herhalde dişi aslanla?
Yapmaz. Ama biz medeni hayatta, sadakati ve tekeşliliği kabul etmişiz ve bir hak olarak tanımlamışız. Bu, bence makul ve yerinde bir tespit olmuş insan türü için. Çünkü insan, beklentileri karşılanmadığı zaman hayvandan daha vahşi bir varlık. O zaman kan gövdeyi götürürdü.
Madem doğadan bahsediyoruz. Doğaya atılsan, hayatta kalabileceğine inanıyor musun?
%100.
4 / 4
İkinci el beşik arayan adam: Fırat Tanış
Avlandın mı mesela daha önce?
Borç istedim yahu! Bu kadar basit! Ya da çalıştım! Hiçbir kişinin nüfuzuna, onun tanıdığı imtiyaza bağlı kalmaksızın çalıştım!
Bu da bir avlanmaydı... Belki aynı oranda değildir ama ıssız bir adada kalsam, orası benim için ıssız bir ada olmaktan çıkar.
“Bu film gereksiz yere amma övüldü.” dediğin film var mı?
Olmaz mı!
Türk ya da yabancı bir örnek verebilir misin?
Düşüneyim...
Türk filmlerinden örnek vermek istemeyebilirsin belki, kimse alınmasın diye...
Niye yahu? Elin yabancısı Esquire okuyup “Bize burada geçirmişler!” diyemez mi? Onların ne suçu var?
Yok, onlar eleştiriye daha açık diye söyledim.
Evet. Aslında çok önemsediğimiz kötü filmler var. Çok tırt olduğunu düşündüğümüz iyi filmler de var. Sadece şunu söyleyeyim, hak etmediği saygıyı gören bir yabancı film aklıma gelmiyor.
Öncülük yapan dilin sahibi olduklarından mı bilmiyorum; mesela ‘Bulut Atlası’ filmine harcanan 200 milyon doların her kuruşuna helal olsun. Eğer elimizden gelen bir şey vardı da yapmadıysak da, bize yazıklar olsun. Fakat bir yandan mesela ‘Nuh:
Büyük Tufan’ filmine harcanan paraya da acıdım. Anladığım kadarıyla öyle bir amacı da yoktu. Yerli filmlerden örnek verecek olursam, “Çok ağladık.” denen film iyi sayılıyor. Kendi filmlerine ağlasın diye insan götürenler var. Sonra o insanlar, yalnızlık içinde ağlayarak öldü ve kimse yanlarında değildi.
Çocuk konusuyla hayatına giren sektörler neler oldu?
Doğumla ilgili sektörlerin hepsinin yalan dolan olduğunu gördüm. Mesela, en çakalcalarından biri ‘Hamile Manavı’. Anne, bir şey aşerdiğinde 24 saat ulaşılabilir ve mevsim dışı ürünleri de temin eden bir teşebbüs. Bunun dışında, çocuğun giyeceği her şeyin dönüşümlü olarak paylaşıldığını gördüm. Çünkü hepsi hızla değişiyor; çocuk büyüyor. Bir bebek mağazasının önünden geçtiğin zaman, seni hemen en ilkel yönünden yakalıyor. Pembeli yatak, fırfırlı bir şey falan, “Ah canım!” diye girdin mi içeri yandın. “Ne var canım, bebeğime bir beşik alamayacak mıyım?” diyorsun ama sonra çocuk büyüyor ve beşiği ya atıyorsun ya başkasına veriyorsun. Sonra, “Keşke ben de birisinden kullanılmış alsaydım.” diyorsun. Ayrıca, bu tür bebek malzemelerini paylaşan gruplar, sadece mal paylaşımı değil, tecrübe paylaşımı da yapıyor.
Sen, “Çocuğuma bir yatak da almayacak mıyım canım?” kafasında değil misin?
Bu dünyaya bir çocuk beşiği daha almayacağım. 5 bin çocuk daha getiririm ama bir çocuk beşiği daha almam.
Yanlış kişiye mesaj gönderdiğin oldu mu?
Bursa konserinden dönüyorduk. Eşime bir mesaj atayım dedim. “Aşkım yola çıktık. Dönüyorum, merak etme.” yazdım. Mesaj, ‘Karınca Kapanı’nın müziklerini birlikte yaptığımız Reşit Gözdamla’ya gitmiş. “Fırat’ım yanlış mesaj attın herhalde...” diye yanıt verdi. Ben de “Hayır.” deyip sonuna gülücük ekledim.
Ayna takıntın var mıdır?
Tabii ki, herkes gibi benim de ayna takıntım var. Bu gerçeği kendinden saklar ama park eden otomobillerin camları bu işe yarar. Vitrinler bu işe yarar. Kendimizi oradan ayıklarız. Hem de bunu aynanın karşısında geçirdiğimiz mesaiye yazmayız ve orada daha kıymetli sonuçlar alırız. O yüzden park eden otomobillerin camları çok önemlidir.
Adının yanlış yazıldığı oldu mu?
Bunun en büyük sıkıntısını havaalanında çektim. Fırat Danış’a zaten alıştım. Herhalde ‘danışmaya’ daha müsait buluyorlar. Ama ismimin yanlış yazılması nedeniyle bir gün uçak kaçırdım. İçeride Fırat Kamış isimli birisinin olmadığı konusunda ikna edene kadar uçak kaçtı.
Hafızanda kaç kişinin telefonu var?
10’dan fazla.
Şarjın biterse birilerine ulaşabilir misin?
Ulaşılabilir olmak gibi bir derdim yok. Ulaşmak isteyen ulaşır. Bizim de kendimize göre bir ‘connecting’ olayımız var.
Peki rahatça borç alabileceğin insanlar var mı etrafında?
Var, çok şükür.
Rahat borç verir misin?
Ooo! Hem de nasıl!
Karşındaki kişi unuttu diyelim. Ne yaparsın?
Yanaklarından öperim.
Niye hatırlatayım ki?
Tabii, işle ilgili bir alacaktan bahsetmiyorum. Arkadaşıma verdiğim borcu hatırlatmam. Hatta o borç değildir. İlişkimizin kasasındandır.
Para konusunda “Cebimde bozuk para olsun, dolmuşa falan binerim.” gibi temkinlerin var mıdır?
Hiç yoktur. Parasız da yaşanır. Para için öldürülebilir, para için ölünebilir; asıl, parasız yaşanır. Benim için ekmeğin fiyatı 20 bin lira, 10 bin lira değil ki! Zaten merkezi bir yaşamım var. Tanıdığım insanlarla birlikteyim. Kadıköy, öyle bir yer. Fakat şunun da hakkını vereyim. Bu ülkede, parasızlıktan ölünür de.
“BÖYLE DÜŞÜNÜYORSANIZ, BU İŞİ YAPMAYIN!”
Fırat Tanış, yanlış beklentiyle ‘oyuncu, müzisyen, sanatçı’ olmak isteyenleri, yol yakınken uyarıyor.
“Eğer oyunculuk, müzisyenlik yapmanın; yaşamın her alanında bir imtiyaz sahibi olmak anlamına geldiğini düşünüyorsanız ve bunu seviyorsanız, bu mesleklere böyle bir istismarla yaklaşmak derdindeyseniz bu işi yapmayın. Oyunculuk sadece insan ilişkileri üzerinden fikrini ifade etmenin; resim yapmak gibi, müzik yapmak gibi bir yoludur.”
Esquire Dergisi'nin Mayıs 2014 sayısından alınmıştır.