Bavulsuz Capri: Limon Ağaçlarının Gölgesinde

Avrupa aristokrasisinin ve sanatçıların uğrak merkezi Capri Adası için yeme içme önerileri

Giriş Tarihi: 10.04.2025 16:32 Güncelleme Tarihi: 17.04.2025 10:33

Yazı Umut Evirgen

Fotoğraflar Esquire Türkiye, Alamy

Napoli'ye iniyoruz... ama ne iniş! Biz iniyoruz, bavullarımız adayı terk ediyor. Aslında çok rock'n-roll olabilir her şey... Napoli'den Capri'ye, oradan da gittiği yere kadar. Bir şort, bir tişört, neden olmasın? Ama sonra ilaçlarımın olmaması ve havanın 40 derece olması bu hayallere ufak ufak cevap vermeye başlıyor.

Napoli pizzası hayranı biri olarak, havayoluna notumuzu bırakıyoruz. "Hadi pizza yiyelim" diye yola çıkıyoruz. Ve tabii ki o pizza hiç yenmiyor, doğrudan feribota yetişmeye çalışıyoruz. Bir önceki durağımız Yunan adaları olduğu için, İtalya'dan geçerken herkesin dirsek, el kol teması ve yığınla insan olması bizi biraz üzüyor ve "Hadi bakalım" diyoruz. Ve sallana sallana kavrularak Capri'ye iniyoruz.

Adaya hayran olmamak için kör olmak lazım fakat önce adayı görebilmen lazım. Sonradan öğrendiğim kadarıyla, sanırım en yanlış tarihte oradayız: Yüksek sezon ve bütün insanlık buraya akın ediyor. Avrupa insanı için euro euro! Bavulumuzun olmamasını fırsata çevirelim diyoruz, harika bir Vespa kiralıyoruz. Bu, Enzo Ferrari'nin kullandığı Vespa bile olabilir, yaşımı katlayacağı kesin.

Yunan adalarında flip flop mayo dünyamızdan sonra, etrafımızda gördüğümüz herkesin keten takımları, toprak tonlarındaki kıyafetleri, içinde keten gömlekleri, çoğunun kafasında şapkalarıyla George Clooney ve Julia Roberts'ın oynadığı bir filmin yardımcı oyuncularıymışız hissine kapılıyoruz.

Öğle yemeği vakti Il Riccio'ya doğru yol alıyoruz. Türkiye'de hakkı verilmemiş bir restoran bence Il Riccio. Kapısından adım atıyor, bütün mekânı Dior'un kapladığı şezlong alanlarından geçiyoruz. Il Riccio, Capri Palace Hotel'in bir parçası olarak, mavi ve beyaz renklerin hakim olduğu, Akdeniz ahşap mobilyaları ve mozaik karolarıyla Capri'li bir atmosfer sunuyor. Terasından Capri ve Sorrento'nun turkuaz sularına bakan bu restoran, 2013'ten beri adanın en özel yemek mekânlarından biri haline gelmiş. Il Riccio'nun klasikleşen tatlı odasında kafayı yememek zor. Capri'ye gelmişken ardı ardına limoncello içiyorum.

Ertesi gün Fontelina Beach'e geçiyoruz. Yüzmek için Avrupa'da gördüğüm en etkileyici yer. Ulaşımı bir hayli dalgalı. Fontelina'ya gidince kendini ayrıcalıklı hissediyorsun. Masamız arkalarda olunca, o manzaraya arkamı dönmek istemiyorum. Türk damarım kabarıyor ve manzaraya karşı, sahilin şık şemsiyelerinin üzerinden yemeğe başlıyoruz. O sıcağın altında gnocchi söylemekten asla çekinmiyorum. Masada bizimkiler 3 çeşit makarna koymuş bile. Burada vongole öneridir, melanzane şiddetle öneridir. Sahilde içilen frozen'lar o sıcakta mecburidir.

Fontelina Beach Club, Faraglioni kayalıklarının hemen önünde yer alıyor ve 1949'dan beri adanın en popüler plaj kulüplerinden biri kabul ediliyor. Terasından Akdeniz'in derin maviliklerine bakarak yemek yemek, Capri'nin gerçek ruhunu deneyimlemek demek.

Akşam Ristorante da Paolino'ya gidiyoruz. Burası, adaya gelip de yemek yemeden dönmemeniz gereken en kült mekân. Biz içeri girerken Heidi Klum sevgilisinin kucağında limon topluyordu. Hemen özenip aynı pozu çekiyoruz. Benzer işler diye Instagram'a koyabiliriz ama koymuyoruz.

Mekânın kendisine özgü şişelenmiş limoncelloları ikram olarak geliyor. Masadaki bütün tabaklar sanat eseri gibi. Seramikler el çizimi. Bütün menü güzel; ben bruschetta ve carpaccio ile hafif takılıyorum. Ana yemekte Robespierre ve yanında sade bir makarna. Nasıl bu kadar güzel olabilir? Oradan kafamda soru işaretiyle çıkıyorum. Da Paolino, limon ağaçlarının altında yemek yeme deneyimi sunan, Capri'nin en ikonik restoranlarından biri. Misafirleri kendini özel hissetmek için burayı tercih ediyor.

Gündüz Aurora'da çarşı içinde oturuyoruz. Michelin Guide'da yer alan bir yer olmasına rağmen beklentimiz düşük. Beluga havyar ile yaptıkları makarnadan iki tabak yedikten sonra muhteşem bir tiramisu ile konuyu kapatıyorum. Aurora, 1916'dan beri hizmet veren ve ünlülerin uğrak yeri olan, Capri'nin gastronomik müzesi olarak bilinen bir restoran. Modern ve geleneksel İtalyan mutfağının mükemmel bir birleşimini sunuyor.

Yıllarca gece pizza yiyen ve yediren biri olarak bu tavsiyeyi yapmak zorundayım: Acıkırsanız pizza için 01.00'e kadar fırını açık olan Villa Verde'de mutlaka durmalısınız. Capri'nin merkezine birkaç adım uzaklıktaki bu restoran, geniş bir açık teras, samimi bir bahçe ortamı ve ahşap fırında pişirilen pizzalarıyla ünlü. Menüsünde yer alan deniz mahsulleri ve Akdeniz mutfağının diğer lezzetleri de mutlaka denenmeli.

Daha önce J.K. Place Roma'da kalmıştım ve bu otelin ana merkezi Capri diye biliyordum. Güzel mi, güzel. Peki değer mi? Beklentinize göre değişir. Ama tabii ki manzarası, butik oluşu ve konforu harika. Sanat yönetmeni film seti kurmuş gibi havalı. J.K. Place Capri, 22 oda ve 8 süitten oluşan lüks bir butik otel. 19. yüzyıldan kalma restore edilmiş bir villada bulunan bu otel, zarif dekorasyonu ve yüksek hizmet kalitesi ile dikkat çekiyor. Terasından Napoli Körfezi'nin muhteşem manzarasını sunan bu otel, konuklarını her daim şımartıyor. Ayrıca otelin kendine özgü tarzı ve detaya verdiği önem sayesinde, konuklar kendilerini özel hissetmekten geri kalmıyor. Otelin her köşesi bir film sahnesi gibi tasarlanmış. J.K. Place Capri'de film çekilip çekilmediğine dair net bir bilgim yok ancak otelin atmosferi ve estetiği, bir film setinde gibi hissettiriyor.

Yazıyı bitirmeden Capri'nin tarihine de değinmemek olmaz. 20. yüzyılın başlarında Capri, Avrupa aristokrasisinin ve sanatçıların uğrak yeri haline gelmişti. Jean-Luc Godard'ın "Le Mépris" filmi burada çekilmiş, adanın eşsiz manzaralarını sinema tarihine kazandırmıştı. Capri'nin Villa Jovis'i, Roma İmparatoru Tiberius'un muhteşem villalarından biri ve adanın tarihi zenginliğini gözler önüne seriyor.

BİZE ULAŞIN