“One to One: John & Yoko”: 70’lerden Ateşli Bir Kesit

Kevin Macdonald’ın, John Lennon ve Yoko Ono’nun New York günlerini konu alan belgeseli, epilepsi uyarısıyla birlikte gelmeli.

Giriş Tarihi: 09.04.2025 15:27 Güncelleme Tarihi: 09.04.2025 15:29

Yazı Henry Wong

Çeviri Begüm Şenkara

Fotoğraf © Bob Gruen / www.bobgruen.com

"One to One: John & Yoko"nun hakkını vermek lazım çünkü diğer konser filmlerine hiç benzemiyor. İster sıradan bir müziksever, ister Lennon'la yakından ilgilenen biri olun; bu müzik belgeselinin insanı çeken bir tarafı olduğu açık. İngiliz yönetmen Kevin Macdonald bu filmde, John Lennon'ın The Beatles'tan ayrıldıktan sonra tek başına verdiği konserden daha önce görülmemiş ve restore edilmiş görüntülere yer veriyor. Konserin adı "One to One"dı ve John ve Ono'nun İngiltere, Ascot'tan New York, West Village'a taşınmalarından tam bir yıl sonra, 1972 Ağustos'unda gerçekleşmişti. Şu ana kadar her şey parlak bir belgesel havasında ama Macdonald, kısa bir süre sonra daha derin ve tuhaf sulara dalıyor.

O iki odalı dairede Lennon ile Ono, sanatçılar ve aktivistlerle bir araya geliyor ve filmin de bize söylediği gibi, gerçekten "bolca televizyon izliyorlar." Macdonald bu fikri, o yıllara dair komik ve etkili bir giriş noktası olarak kullanıyor. Yaz konserinden görüntüleri, Amerikan televizyonundan dönemin favori dizileri, yarışmalar, reklamlar ve politik sokak röportajlarından görüntülerle harmanlıyor. Tempoya alıştıktan sonra belgesel, ortak yönetmen ve kurgucu Sam Rice Edwars'ın dokunuşuyla beraber çılgın, hızlı ve eğlenceli bir hale bürünerek çok işlenmiş bir konuya yeni bir yaklaşım getiriyor.

Hatta, çok etkileyici olan konser görüntülerinden bile sıra dışı olan şey, Lennon'ın önemli isimlerle yaptığı telefon konuşmaları. Bu kişiler arasında iş insanı Allen Klein, gazeteci Howard Smith ve müzisyen-hippi David Peel gibi isimler var. Bu konuşmalarda, kendi önyargınızı bulacaksınız: Yoksa Lennon sadece duygusal bir liberal miydi? Geliri yerel tutukluların kefaletini ödemek için kullanılacak olan ve iptal edilen "Halkı Özgür Bırak" (Free the People) turnesi fikri size Pollyanna kadar saf mı geldi, cesurca mı? Belki her ikisi de.

Bazı anlarda ise Lennon düpedüz komik: Mesela Yoko'nun aslında İrlandalı olduğu esprisini yapıyor. Ama kimi zaman da biraz talepkâr biri haline geliyor; bu, ünlüler için alışılmadık bir şey değil elbette ama bazen biraz sinir bozucu olabiliyor.

Belgesel boyunca çoğunlukla şahit olduğumuz şey, Lennon'ın saf ve ezici cazibesi. İster kameranın önünde olsun ister bir kalabalığın karşısında, bu cazibenin ideolojisindeki bazı eksiklikleri nasıl örttüğünü görüyoruz. Diğer rock belgesellerinde tam tersini göstermelerine rağmen Lennon'ın ABD'ye çok uygun biri olduğunu düşünmeden edemiyor insan. Amerika'nın "Yapabilirim" ruhu Lennon'ı besliyor, Lennon da Amerika'yı.

Belgeselde Ono ise biraz geri planda kalıyor ama ona dair gördüğümüz kısa anlar oldukça dikkat çekiyor. Örneğin yazar ve aktivist AJ Weberman'la yaptığı pazarlıklar... Bir diğer harika detay ise şu: Ono'nun bir sanat sergisi için sinek bulmaya çalıştığı anlar boyunca devam eden tema.

Tüm bunların arka planında ise Amerikan siyasetindeki çalkantılar var. Bu belgeselden aldığım en rahatlatıcı izlenim: İşler hep böyleymiş zaten… Nixon 1969'da başkanlığa geldi ve 1972'de yeniden seçilmek için yarıştı; bu yıllar boyunca Cumhuriyetçilerin hassas noktalarına hitap eden politikalar izledi. Siyasal yelpazenin diğer ucunda ise tabandan gelen bir hareketlenme vardı. Eylül 1971'de New York'ta Attica Hapishanesi Ayaklanması patlak verdi; bu olayda hem mahkûmlar hem de gardiyanlar dahil olmak üzere onlarca kişi hayatını kaybetti ve bu isyan, cezaevi reformu hareketinin fitilini ateşledi.

On yıl boyunca ülke genelinde başka toplumsal hareketler de oldu: zihinsel engelli çocukların kaldığı Willowbrook Devlet Okulu'ndaki korkunç koşulları ifşa eden haberler, artık ikinci on yılına girmiş olan ve Nixon için siyasi bir oyun malzemesine dönüşen Vietnam Savaşı…

Tüm bu yaşananların nereye varacağını elbette tahmin ediyorsunuzdur. Lennon'ın 1980'de öldürülmesi, kalabalığın arasına hızla yaklaşan kaçınılmaz bir tren gibi. Filmde, bu cinayeti önceden sezdiren hayran çılgınlığına dair ipuçları var ancak bizim tanık olduğumuz dönem, Lennon ve Ono'nun Manhattan'a rahat bir şekilde yaşayabildiği bir zaman dilimi. Bu belgesele göre, 1972'de Nixon'ın yeniden seçilmesi, filizlenmekte olan devrimin üzerine âdeta bir perde çekiyor. Ve sonunda geriye iki hikâye kalıyor: 1975'te Lennon'ın oğlu Sean'ın doğumu ve Lennon'ın ölümünden 14 yıl sonra, Yoko Ono'nun kızı Kyoko'yla yeniden buluşması.

Son anlarında film biraz biyografik yapım havasına bürünse de, eldeki görüntüler hâlâ büyüleyici ve bu durum sadece belgeselin geri kalanının ne kadar taze ve farklı hissettirdiğini daha da öne çıkarıyor.

BİZE ULAŞIN