Lifestyle

Efsanenin Adı - Carl Lewis

Efsanenin Adı - Carl Lewis

Kariyeri boyunca, olimpiyatlarda dokuzu altın 10; dünya şampiyonlarında sekizi altın 10 madalya kazanmış bir isim, o. Atletizm bugünkü ticari hacmine ve popülaritesine ulaşmışsa, bunda Carl Lewis’in büyük payı var. Ve o efsanenin, siz Esquire okurlarına anlatacak da çok şeyi var...

11 Nisan 2012

Röportaj OKAN CAN YANTIR

Fotoğraflar ULUÇ ÖZCÜ

1988 yılının sıcak bir Eylül günü. Öğleden sonra, Güney Kore'nin başkenti Seul'deki olimpiyat stadının pistine, sekiz adam ip gibi diziliyor. Tek hedefleri, önlerindeki 10 saniyede, o stadyumdaki en hızlı insan olmak. Dünya medyasının gözü, aralarından ikisinin üzerinde. Üçüncü kulvarda, bir önceki olimpiyatların dört altın madalyalı çocuğu Carl Lewis var. Kendinden emin; daha önce hiç kimsenin yapamadığını yapmak ve olimpiyatların bu en önemli yarışında unvanını korumak istiyor. Beş numaralı kulvarda, atletizmin son iki yıl içinde Carl Lewis efsanesinin karşısına diktiği en önemli rakip, Ben Johnson var. Son dönem formlarına bakılırsa, yarışın mutlak favorisi o. Kimse, 10 saniye sonra ne olacağını bilmiyor. Bilinen tek bir şey var; o gün, Seul'de 35 derece sıcağın altında, dönemin en hızlı sekiz adamı, tarihe geçmek istiyor... O gün; 10 saniye sonra olanları, atletizme dair ilk anım olarak, dün gibi hatırlıyorum. Tam 23 yıl sonra, o hikâyenin kahramanlarından biri, Carl Lewis, kanlı canlı karşımda oturuyor. Aradan geçen yıllar, kendisinden bir şey götürmemiş. Hâlâ filinta gibi. Sporculuğu zamanındaki o sakinliği, biraz da yaşını almasıyla, bilgeliğe dönmüş. Tane tane, hiç kendini yormadan konuşuyor. Ve yüzünden, o bildiğimiz gülümsemesi hiç eksik olmuyor...

ESQUIRE: Küçük bir çocukken hedefin neydi? Ve ilk defa, ne zaman gerçekten "Carl Lewis" olacağını anladın?

CARL LEWIS: Aslında, çok büyük hedeflerim yoktu. Annem ve babam öğretmendi; bu yüzden, ailemizde eğitim hep ilk sırada yer aldı. Bu, sadece benim için değil, tüm kardeşlerim için de böyleydi. Mahalledeki çocuklardan çok da farkım yoktu. Annem ve babam da sporcuydu. Ama herkes, sırf bu yüzden, tüm çocukluğumun sporla iç içe geçtiğini düşünüyor. Evet, sporla haşır neşir bir çocukluk yaşadım ama ilk çocukluk yıllarımda, hiçbir zaman; sabah kalk antrenmana git, öğlen uyu, akşam tekrar çalış gibi bir tempom olmadı. Yaşıtlarım nasıl yaşadıysa, ben de aynı şekilde yaşadım çocukluğumu.

ESQ: Ama yine de, sırf böyle bir aileden gelmiş olmandan dolayı, antrenmanların senin için görece erken başladığını söylemek mümkün...

CL: Tabii ki ama şunun bilinmesini isterim; ben küçükken, atletizm pistine, bir gün olimpiyat şampiyonu olacağım diye gitmiyordum. Spor yapıyordum; çünkü bizim orada, tüm çocuklar bunu yapardı. Büyüdükçe ve başarılı olduğumu gördükçe, sporla ilgili bir kariyer yapabileceğimi düşünmeye başladım. Yoksa ilkokulda hedefim, her çocuk gibi iyi bir eğitim almak ve iyi bir işe girmekti. Spor, bu isteğimin paralelinde gelişen bir kariyer oldu.

ESQ: Sportif anlamda başarılı bir çocukluğun oldu. O yaşlarda başarılı olmak, yaşıtlarına iletişimini nasıl etkiledi? Aranızda sırf bu yüzden bir mesafe olduğunu, hiç hissettin mi?

CL: (Gülüyor ve bunun kendisine daha önce hiç sorulmadığını söylüyor.) İşin doğrusu, çocukların düzenli olarak spor yaptığı bir ortamda büyüdüm. Atletizm, basketbol veya beyzbol... Bizim oranın çocukları, bunlardan birini mutlaka yapardı. O yüzden, ilk çocukluk yıllarımda, sadece spor yaptığım için özel bir çocuk olduğumu hissetmedim. Arkadaşlarımdan ayrışmam, onların biraz önüne geçmem için 15 yaşına gelmem gerekti. Aynı şekilde, kardeşlerimle ilişkim de hiç anormal olmadı. Onlar da sporun içimdeydiler. Hatta belli bir yaşa kadar, ailede en başarılı sporcu sıralaması yapılsa, muhtemelen ben en sonda yer alırdım.

ESQ: 1980 Olimpiyatları'na gelmek istiyorum. Aslında, olimpiyat barajını geçmiş bir sporcuydun ama ülken, Moskova'da düzenlenecek oyunları boykot etti. Bir Amerikan vatandaşı olarak değil ama bir sporcu olarak ne düşündün o anda? Henüz 18 yaşındaydın çünkü...

CL: 18 yaşındaydım ve bir olimpiyata gidememenin ne demek olduğunu kavrayacak kadar bile olgulaşmamıştım. O yaşta, tüm fırsatların tekrar geleceğini düşünüyor insan. Hatta karar alındığında, Afganistan'da yaşayan insanlar adına da sevinmiştim; çünkü bir şekilde, onlara destek olduğumu hissettim. Bu durumla, 18 yaşında değil de 30 yaşında yüz yüze gelseydim, aynı şekilde mi hissederdim; pek emin değilim. O dönemde, olayları birkaç yönden değerlendirecek kadar olgun değildim. Şu an dönüp baktığımda, kaçırdığım tek şeyin, beş olimpiyata katılmış olma unvanı olduğunu görüyorum.

ESQ: Kariyerinde, ilk kez ne zaman "Süperstar" olduğunu hissettin? 1984 Los Angeles Olimpiyatları sonrası mı?

CL: Üniversiteye girmeden, ülkemin bir numaralı atleti olmuştum bile. Üniversitenin birinci sınıfında, dünya sıralamasında beş numaradaydım. Yani özel bir yeteneğimin olduğunun farkındaydım. Henüz birinci sınıftayken, olimpiyat takımına seçilmiştim. İkinci sınıftayken, 100 m ve uzun atlamada dünyanın bir numaralı ismiydim. Tabii dünyada yarattığı etki açısından, 1984 yılında kazandığım dört altın madalyanın çok büyük etkisi var. İnsanların beni ilk kez o olimpiyatlarla hatırlıyor olması normal ama ben ondan önceki üç sene boyunca da hep zirvede oldum. "Süperstar" değil ama zirveye yakıştığımı, 19 yaşındayken, Sebastian Coe'nun arkasından yılın en başarılı ikinci atleti seçilmemle anladım.

ESQ: 1988 yılına gelelim. Çok sağlam bir Carl Lewis markası vardı ve bir anda Ben Johnson çıktı ortaya. Atletizm dünyası, özellikle atletizm medyası bu rekabeti çok sevdi. Hayli gerilimli bir süreç sonunda, Seul'de, olimpiyatlarda seni geçti ama sonradan yasaklı madde kullandığı ortaya çıkınca, birincilik sana verildi. 23 sene sonra, o gün yaşananları nasıl değerlendiriyorsun?

CL: Ben, bu rekabetten hiçbir zaman rahatsız olmadım. İnsanların bu rekabetten hoşlanmasını da hep anlayışla karşıladım. Çünkü Ben, Kanadalıydı; bir dönem ABD'nin domine ettiği sprint yarışlarında zirveye çıkabilecek bir potansiyele sahipti. Spor dünyası, bu tip figürleri sever. Benim, bu dinamikle hiçbir zaman problemim olmadı. Zaten kişilik olarak da, spora bakış açısı olarak da Ben Johnson'la taban tabana zıt iki figürdük. Olimpiyat finalinde yaşananlar ve sonrasında, birtakım insanlar benim aşırı tepki gösterdiğimi düşündü ama öyle değildi. Herkes onun yasaklı madde kullandığını biliyordu ama kimse bir şey yapmıyordu. Yasaklı madde kullandığını bile bile onla rekabet etmeye devam ettim.

ESQ: O finali hatırlıyorum. Yarıştan sonra yaptığın ilk şey, Ben Johnson'ın elini sıkmaktı...

CL: Evet. O, sonuca hangi yollardan ulaşmış olursa olsun; benim inandığım sporculuk anlayışında, her yarış sonrası rakibini tebrik etmek vardır. Bunun, yaşanan rekabetle veya pist dışındaki tartışmalarla bir alakası yoktur. O gün de, yarış bitince doğrudan yanına gittim ve elini sıktım. Böyle yaptım; çünkü yapmasaydım, bana sporculuk ruhunu aşılayan ve o gün tribünde oturan anneme açıklama yapamazdım. Bu hareket, daha çok onun kim olduğuyla değil, benim nasıl bir sporcu olduğumla alakalıydı.

ESQ: Kariyerin boyunca, hangisinde daha çok zorlandın; zirveye çıkmak mı, orada kalmak mı?

CL: Hayatta, hiçbir zaman öncelikli amacım zirveye çıkmak olmadı; inan buna. Amacım hep, yapabileceğimin en iyisini yapmak oldu. Henüz 19 yaşındayken, alanımda dünyanın en iyisi olmuştum bile; bu yüzden, zirveye odaklanmak gibi bir davranış sergilemedim hiçbir zaman. Hiçbir yarıştan önce, bu yarışı mutlaka birinci bitirmeliyim diye de düşünmedim. Düşündüğüm tek şey, o gün çıkıp, yapabileceğimin en iyisini yapmaktı.

ESQ: Genç bir atlet olsam ve sana gelip, "Carl, bir öğüde ihtiyacım var. Sence rekabete mi, yoksa sonuca mı odaklanmam gerekir?" desem, ne cevap verirdin?

CL: Kesinlikle, rekabete odaklanmanı tavsiye ederdim. Ben, kariyerim boyunca sonuca odaklanmadım. Bunun, temel sebepleri vardı; ailem, beni o şekilde büyütmedi, antrenörlerim o şekilde çalıştırmadı. Sonucun bir şekilde geleceğini, önemli olanın düzgün rekabet edebilmek olduğunu öğrettiler bana. Sana, sistemli çalışman gerektiğiyle ilgili bir öğüt de verirdim ve derdim ki, "Okan, kariyerine ilişkin A, B ve C planlarını çıkar. Bu planların altını, en iyi olmak için nasıl dolduracağını düşün. Ve o plana, harfiyen uy. Çalışman gerekiyorsa, çalış; dinlenmen gerekiyorsa, dinlen; sosyal hayattan fedakârlık yapman gerekiyorsa, yap... Ama çizdiğin hedeften, kesinlikle şaşma. Ve her zaman, yapabileceğinin en iyisini yapmak için çabala!" Unutma ki olimpiyatlarda yapabileceğinin en iyisini yapmaya çalışmak, olimpiyat şampiyonu olmayı planlamaktan daha sağlıklıdır... Ben, kariyerim boyunca yılın en iyi derecelerimi, hep olimpiyatlarda ve dünya şampiyonalarında yaptım.

ESQ: Ben Johnson, Tim Montgomery ve Justin Gatlin... Hepsi dönemlerinin en hızlı atletleriydi ama hepsi de doping kontrollerinden pozitif çıktı. Bu bağlamda, Usain Bolt'u ve şu anki performansını nasıl değerlendiriyorsun?

CL: Usain Bolt'un durumunu, saydığın isimler perspektifinde değerlendirmeyi doğru bulmuyorum. Şu anki dünya rekortmenidir ve gayet de başarılı bir performansı var. Ama ıskaladığımız bir ayrıntı var; Usain Bolt, aslında spor ve atletizm dünyası içinde küçük bir nokta. Asıl büyük problem, özellikle son 10 senedir atletizmde büyük bir düşüş var. 1980'li ve 1990'lı yıllardaki heyecanı yakalayamıyoruz. Bence tek bir isme konsantre olacağımıza, atletizme büyük pencereden bakmamız gerekiyor.

ESQ: Birkaç gündür Türkiye'desin. Ülkemizle ve atletizmimizle ilgili bir fikir edinebildin mi?

CL: Türkiye'ye daha önce de gelmiştim ve birçok sporcunuzu da tanıyorum. Mesela Nevin Yanıt'ın son dönemlerdeki performansını, gayet başarılı buluyorum. Bu ülkenin, müthiş bir potansiyeli olduğunu düşünüyorum. Tek yapmanız gereken, bugünün çocuklarına örnek olabilecek sporcular yetiştirmek. Çünkü çocukların, televizyonda büyüklerini izleyip, "Biz de bir gün onlar gibi olacağız." dediği gün, sporun geleceği garanti altına alınmış olur; gerisi teferruattır. Bakın bundan 30 sene önce, Afrikalı atletler, bir elin parmağı kadardı. Bugün o kıta, atletizm dünyasını domine ediyor.

ESQ: İstanbul, 2020 Olimpiyatları için en güçlü aday şehirlerden biri. Yöneticilerimize, olimpiyat hazırlıkları kapsamında, iyi bir sporcu nesil yetiştirmek konusunda önerilerin var mı?

CL: Şunu net olarak söyleyebilir ki; İstanbul, olimpiyat düzenlemek için harika bir şehir. Tarihi, kültürü, iklimi ve enerjisi buna çok müsait. Benim tek önerim, bu hazırlıklara halkı dâhil etmek için planlı bir çalışma yürütülmesi olur. Çünkü olimpiyat ruhu, ülkenin o projeye topyekûn destek vermesiyle güçleniyor. Olimpiyat, sadece bir spor organizasyonu değil; bir toplumu tam anlamıyla dönüştürebilecek, onların yaşam kalitesini arttırabilecek bir kırılma noktası aynı zamanda.

ESQ: Sporun tarihi yazıldığında, orada ismin çok önemli bir yerde olacak ve tarihin en hızlı adamlarından biri olarak anılacaksın. Ama günün sonunda, seni insanların nasıl hatırlamasını istersin?

CL: (En güzel soruyu, en sona saklamışsın diyor ve gülüyor.) Yarattığım değişimle hatırlanmak isterim. Ben başladığımda, atletizm çok farklı bir yerdeydi; bıraktığımda, artık daha profesyonel ve kocaman bir endüstri olmuştu. Bunun öncüsü olan biri olarak hatırlanmayı çok isterim.

Ben Johnson, o sıcak Eylül günü, 9,79 koşarak altın madalyayı kazandı. Yarışı 9,92'lik derecesiyle ikinci sırada tamamlayan Carl Lewis, rakibinin yanına gitti ve onun elini sıktı. Başlıkta da söylediğimiz gibi, haksız bir şekilde geçildiğinin farkındaydı ama aksi bir davranışta, onu tribünden izleyen bir çift göze hesap veremezdi. Evelyn Lewis, kariyeri boyunca oğluna tek bir öğüt vermiş; şartlar ne olursa olsun, kazananı tebrik etmesi gerektiğini söylemişti. Carl Lewis, o gün de öyle yaptı; rakibinin elini sıktıktan sonra tribüne döndü, annesiyle göz göze geldi. Annesi, "kalbimdesin" işaret yaptı. İki gün sonra, hak yerini bulmuş, altın madalya Carl Kewis'e verilmişti. Ama onu efsane sınıfına sokan, bu madalya değil, annesiyle kurduğu o duygusal bağdı...

Daha Fazlası

Tersane İstanbul Winter Town: 2026’ya Kadar Sürecek Büyülü Kış Festivali Başladı

Güven inşa etmek, en kalıcı başarı!

Tohum Otizm Vakfı, Otizmli Çocuklar İçin İyiliği Festivale Dönüştürüyor…

Peugeot E-5008 “Art On Cars” İle Sanatın ve Teknolojinin Buluşma Noktasında