Derin ve içten: Kerem Bürsin
Derin ve içten: Kerem Bürsin
Röportaj: Seda KARAN
Fotoğraflar: Mehmet Erzincan
Moda Editörü: Duygu Altıparmak
Bazı insanları sadece görünüşü dolayısıyla beğenir, severiz. Bazısını da karakteri ve insanlığıyla takdir ederiz. Her iki özelliği 'gerçekten' barındıranına rastlamak ise günümüzde bir parça zor. Ama arada da denk gelmiyor değil; tıpkı bu aralar Atv'de yayımlanan 'Bu Şehir Arkandan Gelecek'in yıldızı Kerem Bürsin gibi… Sohbetimizden size düşen kısmı okuyunca siz de çok farklı bir adamla karşı karşıya olduğunuzu anlayacaksınız. Hayatı basite indirgemiş, beklentileri belli, derdi kendisiyle… Konuşurken enerjisini ve o saf heyecanını hemen alıyorsunuz zaten. Tanıdığım kadarıyla Kerem, benden tam notu aldı. Ne diyeyim, hayalleri gerçek, yolu açık olsun!
Derin ve içten: Kerem Bürsin
Bu toprakların kazandığı isimler arasında belki de en 'Türk' tipi olmayan o. Bu toprakların kazandığı diyorum, çünkü daha bundan üç yıl öncesine kadar ne biz onun farkındaydık ne de o bizlerin. Sadece farklı tipi değil, sempatik aksanı ve sevimli tavırlarıyla da bu aralar özellikle kadınların 'hayran' listesinin başında gelen Kerem Bürsin'den bahsediyorum. Avrupai yüz hatları, kızıl saçı ve yeşil gözleriyle rakiplerinin arasından hemen sıyrılan Kerem, benden bir artı puanı da rahat tavırları ve komplekssiz karakteriyle aldı. Nasıl biri olduğu konusunda az çok bir fi krim vardı, elbette. En azından enerjisinin oldukça yüksek olduğu konusunda şüphem yoktu. Yanılmadım da… Kapak çekimini yapacağımız stüdyonun kapısından girer girmez, pozitif enerjisini hemen yayması yetti. Zaten birazdan okuyacağınız satırlardan sonra hayatla olan derdini çözmüş, tüm enerjisini olumlu yönde kullanmaya çalışan, tek derdinin işiyle ve 'insan' kalmakla ilgili olduğunu siz de anlayacaksınız.
Derin ve içten: Kerem Bürsin
Daha 10 aylıkken babasının işi dolayısıyla önce Avrupa, ardından Orta Doğu ülkeleri ve en sonunda da ABD'de yaşayan Kerem Bürsin; 1987, İstanbul doğumlu. Bir petrol şirketinde üst düzey yöneticilik yapan mühendis bir baba ve hayatını ağırlıklı olarak sosyal yardım projelerine adamış bir annenin ikinci çocuğu. Kendisinden üç yaş büyük bir ablası var. Anlayacağınız klasik bir çekirdek aile. Hem de birbirine öylesine bağlı, birbiriyle öylesine ilgili. Henüz 10 aylıkken yurt dışı yüzü görmüş. Önce Norveç, ardından İskoçya Bürsin Ailesi'nin ilk durakları olmuş. Birkaç yıl Jakarta ve Medan gibi Uzak Doğu şehirlerinde bulunduktan sonra ilkokul birinci sınıfı okuduğu Ankara'ya gelmişler. Ankara'nın ardından, Dubai ve Abu Dhabi… 2000 yılına gelindiğinde ise en çok etkilendiği ve hayatının şekillendiği yer olan Teksas'a taşınmışlar. Zira en çok burada vakit geçirmişler. Ortaokul ve liseden sonra, Kerem Bürsin, üniversite için Boston'a gitmiş. Üniversitenin son yılını da Los Angeles'ta okumuş.
Derin ve içten: Kerem Bürsin
Böylesine renkli ve hızlı bir yaşam çerçevesinde yıllarca yurt dışında yaşamanın kendisine neler kattığını, hayatın ona neler öğrettiğini soruyorum. Cevabı, şu şekilde: "Tabii yaş ilerledikçe daha iyi anlıyorsunuz ki, aile her şey demek. Çünkü gittiğiniz her yerde, çevrenizdeki insanlardan içinde bulunduğunuz yaşam kültürüne kadar her şey değişiyor. Dolayısıyla sadece ailenizle baş başa kalıyorsunuz. Zamanla en yakın arkadaşlarınız onlar oluyor. Böylece her şeyi birlikte yapmaya, hayata birlikte adapte olmaya ve birbirinize bağlanmayı öğreniyorsunuz."
Hayatında bu kadar etkili olan anne ve babasından karakter olarak neler kazandığını merak ediyorum: "Annem ev hanımı olmasına rağmen her zaman yoğun ve meşgul bir kadın olmuştur. Sürekli olarak sosyal sorumluluk projelerinde yer alırdı. Bizi de bu projelerine dâhil ederek genellikle kimsesiz ve hasta çocuklara yardımda bulunup ailelerine destek olurdu. Teksas'ın en büyük kanser hastanesinde çalışırdı. Hele ki Türkiye'den birileri gelmişse, onlara hem moral verme açısından destekte bulunurdu hem de Teksas'ta rehberlik ederdi. Dolayısıyla maddi ve manevi olarak durumunuz ne olursa olsun, insanlara yardım etmeyi öğretti annem. Ablamla bana ne konumda olursak olalım ilk görevimizin insanlara yardım etmek olduğunu öğütlerdi. Dolayısıyla marka giyinmemeyi ya da marka düşkünü olmamayı küçük yaşta öğrenmiş oldum. Kimsesiz bir çocuk için bir oyuncağın değerinin ne kadar fazla olduğunu görüp yaşadım ben. İşin daha çok maddi değil de manevi tarafındayım. Daha 'küçük' yaşamak taraftarıyım. Çevrenizde farklı farklı örnekler gördükçe yaşamınız da bu yönde şekilleniyor zaten."
Derin ve içten: Kerem Bürsin
Tıpkı annesi gibi babasından da ihtiyacı olanlara yardım etmenin ne kadar önemli olduğunu ve en çok da dürüst olmayı öğrendiğini belirtiyor, genç oyuncu: "Sadece maddi yardım yeterli değil. Biri için zamanınızı ayırmak ya da onun için emek sarf etmek bile bir yardımdır. Ailemden gördüğüm örnekler sonucunda ben de çok küçük yaşlarda yardım etme sorumluluğunu omuzlarıma aldım. Lisede haftanın üç günü, şiddet görmüş ilkokulda okuyan çocuklarla vakit geçirirdim. Onlarla sinemaya giderdik, birlikte yemek yerdik, hayatlarına bir nebze olsun pozitif bir katkıda bulunmak için onlarla konuşurduk. Çok küçük yaşlarda, insanlara ya da hayvanlara yardım etmenin ne kadar önemli olduğunu öğrendim. Hayatta çok gereksiz şeylere kafayı takıyoruz, kendimize dert ediniyoruz. Sosyal sorumluluk projelerinde yer almak, yardıma ihtiyacı olanların yanında olup onlara destek olmak ve insanların hayatını pozitif yönde etkileyebilmek açısından çok önemli."
"Hayatta çok gereksiz şeylere kafayı takıyoruz, kendimize dert ediniyoruz. Sosyal sorumluluk projelerinde yer almak, insanların hayatını pozitif yönde etkileyebilmek açısından çok önemli."
Derin ve içten: Kerem Bürsin
Bu arada ablası, oyunculuğun senaryo kısmıyla ilgileniyor. Kendisi New York'ta yüksek lisans eğitimi aldıktan sonra Kanada'ya yerleşmiş. Aslında fotoğrafçı olmasına rağmen bu aralar ağırlıklı olarak kamera arkası ve senaryo işleriyle ilgileniyormuş. "Ailenin asıl sanatçısı ablamdır. Müthiş yeteneklidir, yaptığı işlere bir fark mutlaka katar. Hakkını da vermem gerek; profesyonel meslek olarak oyunculuğu seçmeye karar verdiğimde, anne ve babamdan çok ablam beni destekledi." diyerek ablasına olan düşkünlüğünü anlatan oyuncu, anne ve babasından da disiplinli, organize olmayı öğrenmiş: "Babam organizasyon yeteneği çok gelişmiş bir adamdır. Hayata karşı kendine has bir duruşu vardır. En çok bu huyu bana geçmiş sanırım. İkimiz de İkizler burcuyuz, oradan kaybediyoruz bence; kararsızızdır."
Farklı kültürlerin içinde yıllarca yaşayan biri olarak, yurt dışında yaşamanın kendisine ne kattığını soruyorum… "İnsanların fi kirlerine her türlü saygı duymayı öğreniyorsunuz. Aynı zamanda farklı fikirlere karşı açık olmayı da. En başta da her türlü olumlu ve olumsuz eleştiriye karşı %100 açık yetişiyorsunuz. Tabii bu da dünyamızın aslında ne kadar zengin olduğunu gösterdi bana. Ufkunuz genişliyor... Fikri, inancı ya da kültürü ne olursa olsun sizden farklı olanlarla bir arada yaşamayı öğreniyorsunuz. Mesela bugüne kadar yaşadığım ülkelerde eğitim aldığım okullardaki sınıf arkadaşlarım ve onların ailelerinin sosyal durumu genellikle aynıydı.
Derin ve içten: Kerem Bürsin
Özel okula gidiyorsunuzdur ve sınıfınızdaki 20 çocuğun durumunda çok farklı değildir. Ama Teksas'a taşındığımızda durum bambaşka oldu. Beni bir devlet okuluna yazdırdılar. Birbirinden farklı sosyal olanaklara sahip tam 4.000 kişilik bir okuldu. Ve dolayısıyla her profilden arkadaşım vardı. Mesela en yakın arkadaşımın babasının nerede olduğu belli değildi, annesi de bir süpermarkette kasiyerdi. Ya da tam tersi durumlar da oluyordu. Babası büyük bir şirketin CEO'su olan bir arkadaşım, okuldan sonra pizzacıda çalışırdı. Kimin ne olduğu önemli değil! O yüzden kim nereden gelirse gelsin; onu olduğu gibi kabul etmeyi ve en başta da karşımda öncelikle bir insan olduğunu öğrendim bu sayede." Bunun üzerine, Türkiye'ye geldiğinde bir bocalama yaşayıp yaşamadığını soruyorum…
"Maalesef buraya ilk kez geldiğimde bunun tam tersine şahit oldum. Sınıfsal ayrım yapılıyor, biri garson ise ona sırf garson olduğu için kötü davranılıyor. Halbuki o anda karşında sana garson olarak hizmet veren kişi, o restorandan çıktığında seninle aynı kaldırımda yürüyecek ya da seninle oturduğun sokağı paylaşıyor..."
Derin ve içten: Kerem Bürsin
Oyuncu olmaya çocukluğunda karar vermiş aslında. Spor, hayatında önemli bir yer kaplamış. Hem okulun hem de eyaletin yüzme takımındaymış. Ancak gerek sabahın çok erken saatlerinde katılması gereken antrenmanlar gerek derslerinin yoğunluğu yüzünden yüzmeyi bir müddet sonra bırakmış. Zaten o günlerde kendisine göz kırpan oyunculuk, artık onu en çok heyecanlandıran unsur olmuş: "Aslında bireysel değil de takım halinde bir şeyler yapmayı daha çok sevdiğimi fark ettim. Tam da o günlerde tiyatro ilgimi çekiyordu. Oyunda başrol olsan bile ekip halinde çalışmak çok güzel." diyerek tiyatroya olan düşkünlüğünü anlatan Bürsin, ekip halinde çalışmayı hep tiyatro sayesinde öğrenmiş. O dönem müzikle de çok ilgiliymiş. Bir müzik grupları bile varmış, kendisi basgitar çalıyormuş. "O dönemde, hayatımın en büyük aşkı müzikti. Okuldan sonra arkadaşlarla buluşur deliler gibi çalar, konserler verirdik. Bir ara hayatım boyunca sadece müzikle ilgilenmek istemiştim. Tabii ailem çok sıcak bakmamıştı bu fikre."
Derin ve içten: Kerem Bürsin
Yurt dışında özellikle oyunculuğun daha rahat koşul ve ortamlarda yapıldığına dair bir yorumda bulunuyorum. Tam aksini savunuyor: "ABD'de bir şey yapabilmek ve başarıyı elde etmek Türkiye'ye göre daha zor. Lisedeyken seçmeli olarak oyunculuk dersi alıyordum. Ve öğretmenim benden bir oyun için deneme çekimi yapmamı istemişti. O deneme çekiminden sonra başrolü kapmıştım." Ancak bir yandan sıkı bir şekilde yüzerken bir yandan da tiyatroyu bir arada götürmek onu bir hayli zorlamış. Bunun üzerine tercihini tiyatrodan yana kullanmış. İyi ki kullanmış o zaman. Çünkü kendisinin ABD sınırları içinde bir de ödülü var. Liselerarası düzenlenen bir yarışmada Kristof Kolomb rolüyle 'En İyi Oyuncu' ödülünü kazanmış. O tecrübe ve ödül ile tiyatroya 'devam' demiş. O dönem kendisini tiyatro ile tanıştıran öğretmeninin de bu kararı almasında büyük etkisi olmuş tabii: "Tiyatronun insanın hayatına neler kattığını, karakter psikolojisini belirlemesini gördükçe tiyatroya karşı daha da heveslenmiştim. Filmlerde izlediğim karakterlere karşı daha farklı bir gözle bakmayı öğrenmiştim artık; hayatın detaylarını sorgulamaya başlamıştım."
Derin ve içten: Kerem Bürsin
ABD'den çok Türkiye macerasının nasıl başladığıyla ilgileniyorum… Hayatı boyunca her yaz tatilinde anneannesinin yazlığına gelse de işler güçler derken Kerem bir dört yıl Türkiye'ye gelememiş. Son gelişinin üzerinden geçen dört yılın ardından baba topraklarına dönmesi, kuzeninin düğünü vesilesiyle olmuş. Bu son gelişinde İstanbul'dan çok etkilenmiş, en çok da 'evde' olduğunu hissetmiş: "İnsanlara Kerem nasıl telaffuz edilir diye beş bin kez anlatmak zorunda kalmamak çok güzel bir histi. 'Kreyymm, Kıriyymm ve Keriyym' den sonra bir defasında 'Kerem'i duymak çok hoşuma gitmişti. Bir deneme çekimi hikâyesi anlatmak istiyorum… Bir ajansa kayıtlıydım. Bir gün beni arayıp 'Afgan Çiftçinin Oğlu' adlı bir film olduğunu söyledi. Rolü sordum hemen, adı Mohad olan bir rolden bahsetti. Tamam; adım Kerem ama tip olarak Afganistanlı bir adamla alakam yoktu. Bana tipimim önemli olmadığını söyleyip beni deneme görüşmesine yolladı ısrarla. Bir yandan da beni kapıdan kapıdan almayacaklarından adım gibi eminim. Neyse gittim görüşmeye… Türkiye'ye yeni gelmiş, İngilizce'den bihaber biriymişim gibi davrandım; nasıl olsa rolü alamayacaktım. Tabii ki olumsuz yönde bana teşekkür ettiler ve bunun üzerine ben de onlara İngilizce olarak düzgün bir aksanla teşekkür ettim. Şaşırıp kaldılar; bunun üzerine, nasıl olsa rolü alamayacağımı ama en azından akıllarında bu şekilde kalabileceğimi söyledim."
Derin ve içten: Kerem Bürsin
"ABD'deki evimizde her zaman Türk gibi, Türk kültürüne bağlı yaşayıp konuşsak da uzun yıllar yurt dışında yaşadığım için İngilizce'ye en az onlar kadar hakimdim. Bu yüzden de insanlar Türk olduğumu söylediğimde bana inanmıyordu." diyerek buraya dönmesinin asıl sebebini anlatıyor. Hazır evdeki yaşamlarından konuyu açmışken ona hemen evde en çok hangi Türk yemeklerinin yapıldığını soruyorum. Evlerinde klasik bir Türk ailesi olduklarını, annesinin dolmadan kuru fasulyeye kadar her türlü yemeği yaptığını söylüyor, bunun üzerine. "Bu konuda İstanbul'da büyümüş gibi hissediyorum kendimi." diyerek yemek konusunda da şanslı olduğunu belirtiyor.
"O dönem bir kimlik karmaşası da çıktı ortaya. Bir yandan ABD'de bir proje çıksa da bir Türk olarak oyunculuğumu konuşturayım diye bekliyordum. Bir yandan kanının son damlasına kadar Türk'sün ama hayatın boyunca yurt dışında yaşamışsın, Türkiye'de seni kabul edecekler miydi? Hayat bir şekilde gitmen gereken yola doğru sizi yönlendiriyor. Tabii o günlerde Türkiye'ye yerleşmek aklımın ucundan bile geçmiyor... Oyunculuk üzerine bir müddet daha deneyip en kötü ihtimalle marangozluk yaparım diye düşünüyordum." diyen Kerem Bürsin, marangozluk konusunda tıpkı babası gibi oldukça yetenekli olduğunu da belirtiyor hemen. Bir atölyesinin olmasını çok istermiş... "Oyunculuk yapmasam ne olacaktı ki? Deniz kıyısında bir evim olur, evlenir çoluk çocuğa karışır yaşarım diye düşünüyordum." diyerek hayatında gerçekten basit şeylerden mutlu olduğunu da belirtmiş oluyor. Garaja kapanıp bir şeyler yapmak, daha lise yıllarından beri babasıyla edindiği bir hobi: "İnsanın kendi elleriyle bir şeyler yaratması çok güzel bir his, 'Ne güzel bunu ben yarattım,' diyorsunuz." Bu tür şeylere eli de son derece yatkınmış. Bu konuda babasından 'Başkası yapabiliyorsa neden biz de yapamayalım?' mottosunu bir hayat dersi olarak çıkarmış kendine: "Babamdan kaptığım en iyi özelliğim sanırım bu."
Derin ve içten: Kerem Bürsin
Türkiye'ye kesin dönüş yapma kararına geri dönersek; acı bir hayat deneyimi buna sebep olmuş. En yakın arkadaşını bir trafi k kazasında kaybetmesi, hayatı daha genç yaşta sorgulamasını sağlamış: "O kazadan sonra kendimi ve hayatımı bir kez daha sorgulamaya başladım. Kaybettiğim arkadaşımla daha dün konuşuyorduk ve bugün yok, bu olay yarın öbür gün benim başıma da gelebilir. Aslında ne kadar değerli olduğumuzu düşündüm. Evet, oyuncu olmak istiyordum, sevdiğim işleri yapıyordum ama hayatım da bir şekilde hızlıca elimden kayıp gidiyordu. Hızlıca Türkiye'ye gelme kararı aldım. Türkiye'ye gelip üç gün sonra Burdur'da askere gittim." Bedelli askerlik yaptığı için askerlikte çok fazla bir şey yapamadığını ancak çok güzel dostlar edindiğini anlatıyor. Askerlik bitiminde oyunculuk yapıp yapmama konusunda kararsız kaldığını belirtiyor. İstanbul'daki evlerinde yalnız yaşamış, o dönem. Gecenin bir yarısı sokağa çıkıp şehri yaşadığını, kendi kendini dinlediğini anlatıyor…
O günlerini hiç unutamıyor zaten: "Evet, Los Angeles'ta sanatın dibine vuruyorsunuz ama etrafınız kocaman bir hiç ile çevrili. Her şey yapay! Ama İstanbul gibi bir yere gelince dopdolu bir depo ile karşılaşıyorsunuz. Şehrin insanından binalarına kadar her şeyde bir yaşanmışlık var." ABD'deyken başta Galatasaray olmak üzere Türkiye ve İstanbul ile yakından ilgili olduğunu ve takip ettiğini de belirtiyor: "Bir şeyi okumakla onu hayal etmekle onu gerçekten yaşayıp hissetmek bambaşka şeyler."
"Los Angeles'ta sanatın dibine vuruyorsunuz ama etrafınız kocaman bir hiç ile çevrili. Her şey yapay! Ama İstanbul gibi bir yere gelince dopdolu bir depo ile karşılaşıyorsunuz."
Derin ve içten: Kerem Bürsin
Ünlü olmakla ilgili derdi yok, kafama şapkamı geçirip dolaşıyorum nasıl olsa diye gülerek anlatıyor. Açıkçası halen rahatlıkla kendi market alışverişini yaptığını belirtiyor bunun üzerine. Artık kafasına göre hareket etme alanı azalsa da oyunculuk ve ünlü olma konusunda öyle büyük dertleri yok. Sadece farklı farklı karakterleri izleyici ile rahatlıkla buluşturmak yerine biraz daha izole bir hayat sürüyor olmayı kafasına bir parça takıyor, o kadar. Her şey bir dersten ya da metottan ibaret değil, yaşamak da lazım: "Gönül ister ki, rahatlıkla bir evsizin yanına oturayım ve onunla vakit geçireyim ama olamıyor maalesef. Bu yüzden kız arkadaşımla daha çok yurt dışına çıkıyoruz. Çünkü yurt dışında daha rahatız. Bazen bir kafede oturup hiç konuşmadan sadece hayatı ve insanları gözlemliyoruz. Bu da bizi bir nebze besliyor."
Derin ve içten: Kerem Bürsin
Hemen her yerde söylediği gibi kendini kesinlikle yakışıklı bulmuyor. Enteresan bir adam! Ya bizim gözlerimizde bir bozukluk var ya da göz zevkimizde. "Sizin gördüğünüz Kerem; ışıkçının, makyözün ya da fotoğrafçının yarattığı bir adam." Yakışıklı olup olmamakla ilgili bir derdi kesinlikle yok. Bir insanın enerjisinin, karizmasının ve ışığının olması ona göre daha önemli. Hatta aslolan insan olabilmek ona göre. Lafın arasında bir Al Pacino ya da Robert De Niro'nun da aslında yakışıklı olmadığını ama karizmatik olduklarını da belirtiyor. Bir de, babasına benzediğini ve onun kendisinden daha yakışıklı olduğunu da söylüyor hemen.
Derin ve içten: Kerem Bürsin
Biraz da kişisel zevklerine değiniyoruz. Eski ve yaşanmışlık hissi veren parçalara oldukça düşkün. Rahat ve spor bir tarzı var ancak vintage tasarımlar da kendisinde merak uyandırmıyor değil. Titiz, düzenli ve temiz bir adam: "Evimde de, işimde de temiz bir ortamda bulunmalıyım, aksi taktirde kesinlikle çalışamam, konsantre olamam." Yemek yapmayı çok seviyor. Guacomole en iyi yaptığı şey. Bu arada tarife göre yemek yapmaktan hiç hoşlanmıyor, mutfakta serbest stilci. Bütün bunlardan özetle; tek başına kalsa, başının çaresine rahatlıkla bakabilecek bir adam. Bilindiği üzere kendisinin iki yıla yakındır süren bir ilişkisi var; şu anda dışarıdan baktığımızda son derece âşık bir adam. Ancak hayatta tek başına kalamamakla ilgili bir sorunu da yok: "Hayatımın hiçbir döneminde yalnız kalmak gibi bir endişem olmadı. Yalnız kalmayayım diye de atmadım adımlarımı... Her zaman tek bir tercihim oldu; o da yaşadığım ilişkinin gerçek olması." Kalabalık aileler tam ona göre, çocukları çok seviyor. "Bu arada illa kendi kanımdan canımdan olmasına da gerek yok, evlat da edinebilirim. O kadar çok kimsesiz çocuk var ve dünya da zaten yeteri kadar kalabalık ki, seve seve evlat edinebilirim." diyerek bir gün baba olmayı çok istediğini söylüyor.
Derin ve içten: Kerem Bürsin
Bu sıralar Atv'nin yeni projelerinden biri olan ve hikâyesinin altyapısını ablası ile birlikte oluşturduğu 'Bu Şehir Arkandan Gelecek'in Ali Smith'i olarak izlediğimiz Kerem Bürsin, bugüne kadar canlandırdığı karakterlerden çok farklı bir tipe hayat verdiği için son derece mutlu. "İnsanların her hafta evine girip misafir oluyorsun... Dolayısıyla merak ediliyorsun. Bu rolüme kadar hep şımarık ve kötü rolleri canlandırdım. İzleyici için olumlu yönde de etkili olacak rollere hayat vermekten yanayım. Anlatmak istediğimiz hikayenin alt metninin bir başarı için mücadele veriyor olması, oyuncu için ayrıca heyecan verici bir şey. Dolayısıyla da şu anda hayat verdiğim karakter Ali Smith'in özgür olması ve daha sonra göreceğimiz travmalı karakteri çok ilgimi çekiyor." diyerek yeni karakterini anlatan Bürsin, bir oyuncu olarak kendisini zorlayan karakterleri canlandırmayı çok seviyor, zira bu rol için de bir yılı aşkın bir süre çalışmış. Son olarak yurt dışında oyunculuğu denemek isteyip istemediğini soruyorum; elbette istiyor. Şu anda en önemli hedefl erinin başında geliyor. Ne diyelim; dışı kadar içi de güzel olan bu adama biz de yolu açık olsun diyelim…