Spor

Boğaların Kansız Zaferi

Boğaların Kansız Zaferi

Barselonalı matadorlar, Katalunya bölgesindeki boğa güreşlerine nokta koyuyor. Çünkü boğa güreşleri, hayvan hakları aktivistlerinin ülke çapında yürüttükleri kampanyalar sonucunda, tarihin tozlu yapraklarına karışmaya hazırlanıyor. Bugünlerde Barselona’da; güreşçiler, fanatikler, politikacılar, aktivistler ve hatta boğalar bile farklı davranıyor, büyük bir gelenek, muazzam bir finalle kapanışını yapıyor.

07 Mayıs 2012

Yazı STEPHEN SMITH

Fotoğraflar CARLOS DE SPINOLA

Derleme ELÇİN KAÇAR

Biz sıradan insanların, tembellik yapıp, sıcak bir hafta sonu geçirdiği anların birinde; şık ve zarif bir butik otelde, genç bir adam, şiddetin ve kanın bolca olduğu bir ölüm oyununa hazırlanıyor. Kazanan olmaya kararlı; kurban olmayı aklından bile geçirmiyor. Bu zorlu oyunda, olur da kurban rolünü alırsa; yaslı yakınları, 20 bin pount kazanacak. Ancak o, ölümden çok, öldüğü takdirde ardında bırakacağı kötü şöhretten korkuyor. Henüz 20 yaşında, zayıf bir genç adam; belli etmiyor olsa da, korku duyuyor. Çünkü o, bir boğa güreşçisi...

20 yaşındaki bu boğa güreşçisinin adı, Damian Castano. Hemen her matador gibi, Ernest Hemingway okumaktan hoşlanıyor. İspanya'da Hemingway okumanın tadı, elbette farklı; ancak bu aralar, ülkede, ünlü yazarın eserlerinden çok, boğa güreşleri konuşuluyor. Zira İspanya'nın doğusundaki Katalunya bölgesinin özerk yönetim parlamentosundan çıkan karara göre, bu bölgede, boğa yarışları yasaklandı. Hatta Eylül ayının son günlerinde yapılan yarışların ardından, etrafta, ne boğalar ne de izleyiciler kaldı. Ve arenalar, derin bir sessizliğe gömüldü. Medya, bu durumu, hayvan hakları aktivistlerinin bir başarısı olarak değerlendirse de; boğa güreşi düşkünlerine göre, ortada başka bir gerçeklik var. Onlara göre; parlamentonun aldığı bu karar, hayvan sevgisinden değil, İspanya'ya karşı olmaktan kaynaklanıyor. Hatta parlamentonun aldığı bu kararın, demokrasiye geçiş sürecinden sonra İspanyol kültürüne yönelik yapılan en ciddi saldırı olduğu iddia ediliyor.

Tarihin ilk boğa güreşi alanı, muhtemelen, günümüzün İspanya'sını içine alan İber Yarımadası'ndaki tapınaklardı. Ancak bu tapınaklarda, yalnızca boğalarla mücadeleye girişilmiyor; dinî inançlar gereği, hayvanlar da kurban ediliyordu. Antik Yunan ve Roma uygarlıklarının etkisinde olan bu bölgede, zamanla, boğa güreşi gelenekselleşti; at sırtındaki asilzadelerin peşinden koşan boğaları izlemek, halkın en büyük eğlencesi hâline geldi. 18. yüzyıla gelindiğinde ise, at geleneği, yerini yaya güreşçilere bıraktı ve arenalar, bugün gördüğümüz hâlini almaya başladı. Boğa güreşlerini popüler hâle getiren ise, aynı zamanda Ernest Hemingway'in de yakın arkadaşı olan matador Juan Belmonte oldu. Belmonte, 1925 yılında Time dergisine kapak olmasının yanı sıra, Hemingway'in "Death In The Afternoon", "Fiesta: The Sun Also Rises" gibi kitaplarına da esin kaynağı oldu. Yazar; kitaplarında, boğa güreşçisini bekleyen tehlikelere, ölümle mücadeleye sık sık yer verdi.

Damian Castano'nun, Barselona'daki otel odasında Hemingway okurken neler düşündüğünü, kim bilebilir ki? O, tıpkı kendisi gibi boğa güreşlerine düşkün olan kardeşiyle birlikte, İspanya'yı bir uçtan bir uca dolaşıyor. Ancak bu kez, kaldığı otel odasını, 40'lı yaşlardaki bir adamla paylaşıyor. Bu adam, Castano'nun geri plandaki savaşçısı; görevi ise, boğa güreşinde, elinde tuttuğu ucu iğneli sopaları, boğanın sırtına saplamak! Bu göreve başlamadan önce, iki kişilik yatağın bir tarafına geçiyor ve mürdüm eriği rengindeki daracık pantolonunun içine girmeye çalışıyor. Yatağın öte tarafında ise, Castano, pembe ve altın renginin bir karışımı olan kostümünü giyiyor. Bu görünümüyle, sadece bir matadora değil; bekârlık partisinde ilginçlik olsun diye kostüm giyen, çiçeği burnunda bir damat adayına da benziyor. Ernest Hemingway; kitaplarında, boğa güreşçilerinin, ölümün en karanlık tarafıyla yüzleşmek zorunda kaldıklarından bahsediyor. Haklı olabilir; ancak, birileri bu işi yapmak zorunda. Daha doğrusu, düne kadar zorundaydı!

Barselona'nın merkezinde, La Monumental adlı arenada, isimleri anons edilen boğa güreşçileri meydana çıkıyor. Boğayı elindeki kargı ile kışkırtması gereken "picadors", at üstünde; ucu iğneli sopaları boğanın sırtına saplamakla görevli olan "banderilleros" ve boğa güreşçisi "matador"lar ise yayan olarak seyircileri selamlıyor. Damian Castano, meydanın en güneşli tarafına doğru ilerlemeye başlıyor. Trompetlerin sesi yükselirken; Castano, bozulmamış, dümdüz kumların üzerinde diz çöküyor. Boğa ona doğru ilerlerken, o duruşunu bozmuyor ve elindeki pelerini, boğanın boynuzlarına doğru savuruyor. Boğayla arasında 6 m'lik bir mesafe varken, boğa kayıyor ve durmak zorunda kalıyor. Ve Castano, tekrar saldırmaya hazırlanıyor.

Damian Castano'nun adını İngilizceleştirseydik, ona, Brown soyadını yakıştırırdık. "Damian Brown", her ne kadar ikinci ligde top koşturan bir futbolcu adına benzese de, ona çok yakışırdı. Castano, büyükbaş hayvancılığın yoğun olarak yapıldığı Salamanca isimli bir bölgede yetişti. Kendisini, ailesinin çiftliğinde buzağıları güden sıradan bir çocuk olarak tanımladığına bakmayın; o, bugüne kadar tam 300 kez arenaya çıktı ve 600 boğa öldürdü. Bu yeteneğine rağmen, çok mütevazi; kendini, büyük bir matador olarak görmediğini ifade ediyor. Acemi bir boğa güreşçisinden daha fazlası olmadığının da altını çiziyor. Bu kabulleniş, daha büyük matadorlara oranla daha az para kazanmasına ve daha büyük boğalarla karşılaşmasına neden olsa da; o, bu durumu hiç umursamıyor.

Ortadaki atlı, elindeki sivri kargı ile boğanın omuz bölgesine hedef alıyor ve hayvanın yaralanmasına neden oluyor. Damian Castano'nun, elinde ucu iğneli sopa tutan oda arkadaşı ise, hızla boğaya doğru koşuyor. Son anda, hayvanın göğüs kafesine doğru yaklaşıyor; sopayı, hızla sokup çıkarıyor ve geri kaçıyor. Seyirciler, oldukça dikkatli; iyi hareketler alkışla ödüllendirilirken, kötüler de homurtularla cezalandırılıyor. Matadorlar, mertliğin doruğunda olan erkeklerdir; Ernest Hemingway'e göre ise, cesaret ve asaletin bir bileşimidir. Başarısızlık, boynuzlarla gelen ölüm; arenada seyircilerin gözünün önünde, adı sanı bilinmeyen bir boğa güreşçisi olarak ölmek, büyük bir trajedidir.

Ve arenada, trompetlerin sesi kesiliyor. Bu, sonucun, tanıklar önünde belli olacağı bir an; ya boğa ya da matador ölecek. Damian Castano'nun elinde, sadece boğayı kızdırmak için kullandığı kırmızı kumaş parçası ile zarif ama keskin kılıcı var. Ancak ne kadar keskin olsa da; böyle bir kılıç, tek başına, bir boğayı öldürmek için yeterli değil. Ernest Hemingway'in, matador ve boğa arasındaki ölüm dansını bir sanat karesi olarak nitelendirmesinin, matadorun boğaya savunmasızca ne kadar yaklaşabildiğinin ve boğa için çok üzülmesinin ya da kayıtsız kalmasının hiçbir önemi yok. Çünkü başarı ya da başarısızlığı, sonuç belirleyecek. Fakat bu süreci, süslü cümlelerle tasvir etmenin de bir zararı olmaz. Hemingway'in "Death in the Afternoon" adlı eserindeki şu cümle, bu durumu başarıyla tasvir ediyor: "Boğa güreşi, sanatçının ölüm riskiyle yüz yüze geldiği tek sanattır; kusursuz ve ihtişamlı olduğu ölçüde savaşçıyı onurlandırır."

Damian Castano, boğaya bağırıyor, onu kılıcının ucuna çekmeye hazırlanıyor. Öyle ki, sesi, arenanın dört bir tarafında yankılanıyor. Yeterince kışkırtılan boğa, Castano'nun elinde salladığı kırmızı kumaşın altına doğru girdiğinde, Castano, ölümcül darbeyi vuruyor. Kılıcını, hayvanın boğazına saplıyor. Olay, benim oturduğum yerin yakınlarında olduğu için her şeyi görebiliyorum. İğrenç bir görüntü; ancak, bu düşüncemle zavallı hayvanı aşağıladığımı düşünmeyin. Temiz bir mücadele değil, daha az kanlı ve boğanın şanına yakışır olabilirdi. Hatta o kadar kanlı oluyor ki, Castano'nun pantolonuna kan bulaşıyor. Boğa, son mücadelelerini yapıyor; son bir kez matadorun üzerine doğru şaha kalkıyor. Ancak Castano, boğanın boynuzlarından tutuyor ve solundaki oda arkadaşı, elindeki bıçakla işi bitiriyor. Castano, kalabalıkların alkışını bekliyor; fanatik izleyicileri elindeki beyaz mendille selamlıyor ve hak ettiği onurun, geleneksel bir selamlamayla kendisine verilmesini istiyor. Ancak nedendir bilinmez, arenayı, sessizlik içinde terk etmek zorunda kalıyor. Yine de, yüzünden, boğanın ölümünden duyduğu mutluluk okunuyor.

Rosa Gil, Barselona'daki boğa güreşi arenasında hayatını kaybeden son boğa güreşçisinin karısı... Portekizli kocası Jose Falcon, 1974 yılında, henüz 29 yaşındayken bir boğa tarafından öldürüldüğünde; henüz sekiz aylık evliydiler. Kırmızıya boyanmış saçları, saçlarıyla uyumlu renkteki gözlükleri ve balıketi kıvamındaki vücuduyla, Gil; El Raval bölgesindeki bir restoranda karşımıza çıkıyor. Burası, duvarlarında, boğa güreşi posterlerinin ve efsanevi matadorların fotoğraflarının sıralandığı bir yer. Gil, bu restoranın açık büfesinde çalışıyor. Öğle saatlerinde olduğundan ve İspanyollar dinlenmek üzere evlerine çekildiklerinden, restoran bir hayli tenha. Gil, sohbet etmekten hoşlanan bir kadın; ancak, kaybettiği kocasına dair anlatacağı çok fazla şey yok. Söylediğine göre, kocası Jose Falcon, Meksika'da boğa güreşlerine çıkıyormuş ve bu güreşlerin birinde, ciddi şekilde yaralanmış. Kan nakli yapılmasına rağmen kanaması durmadığı için, hayatını kaybetmiş. Rosa Gil, en çok, ölürken kocasının yanında olamadığına üzülüyor. Ancak, onu arenada kanlar içinde yere yığılırken görmediği içinse, sevindiğini dile getiriyor.

Bugün pek çok Katalan, tıpkı Rosa Gil gibi, boğa güreşlerini izlemeye katlanamadıklarını dile getiriyor. Sadece küçük bir azınlık, Damian Castano ve meslektaşlarını izlemekten keyif alıyor. Şehrin önemli arenalarından biri olan La Monumental'daki gösteriler için, çok az sayıda bilet satılmış durumda. Ancak bunda, sadece boğa güreşlerine olan ilginin azalması değil, İspanya'da futbolun yükselişte olmasının da etkisi var. Zira özellikle son zamanlarda, şehirde yeni kahramanların adı yankılanıyor; Barcelona Spor Kulübü, başarılarıyla, İspanya'nın adını tüm dünyaya duyuruyor.

İspanyollar artık, arenada matadorlara alkış tutmak yerine, yeni matadorları olarak ilan ettikleri Lionel Messi'yi alkışlıyor. Damian Castano'nun, tüm bunlara herhangi bir itirazı yok; o, sadece performansıyla ilgili olumlu eleştiriler duymak ve daha fazla para kazanmasını sağlayacak işler almak istiyor. Mesela, La Vanguardia gazetesinde boğa güreşi yorumları yapan Paco March'ın yorumlarını çok merak ediyor. Çünkü March gibi sayıları yaklaşık 20'yi bulan güreş muhabirleri, hiçbir gösteriyi kaçırmıyor ve onların yorumları; boğa güreşi piyasasını oldukça etkiliyor. Öyle ki bu yorumlarda öne çıkan matadorların yıldızı, bir hayli parlıyor. Boğa güreşlerinin ülke çapında yasaklanacak olması ise, matadorları olduğu kadar, mesleklerine tutkuyla bağlı olan boğa güreşi muhabirlerini de çok üzüyor.

Paco March, Damian Castano'nun beş yıldızlık bir matador olduğunu belirtirken; onu, Ernest Hemingway'in "Death in the Afternoon" eserinin ana karakteri Pedro Romero'ya benzettiğini de itiraf ediyor. Buna şaşırmamak lazım; çünkü pek çok yıldız matador, bu karakterden ilham alıyor. Pedro Romero'nun, sadece bir roman karakteri olduğunu düşünmeyin; o, 1754-1839 yılları arasında yaşayan, efsanevi bir boğa güreşçisi aynı zamanda. Babası ve iki erkek kardeşi de boğa güreşçisi olan Romero, 1799 yılında boğa güreşini bırakana kadar, 5.558 boğa öldürmüş. Boğa güreşiyle ilgilenmediği zamanlarda ise kurduğu matador okuluyla ilgilenen ve İspanya sahillerinde tembellik eden Romero'nun, yeteneği kadar, tembelliği de bugünün genç matadorlarına hitap ediyor. 1987 doğumlu genç ve yakışıklı bir matador olan Alejandro Talavante, boğalardan arta kalan zamanlarda, kumsalda vakit geçiriyor ve televizyondan boğa güreşlerini takip ediyor. Geçtiğimiz yıl boğayla mücadelesi sırasında büyük tehlikeler atlatarak ünlü olan Jose Thomas ise, öğleden sonralarını boğa güreşlerine ayırıyor. Özellikle, turistik ziyaretçilerin ilgisini çeken Jose Thomas; bu sayede, kazancını her gün biraz daha arttırıyor.

Ancak tüm bu başarı öyküleri bile, yüzlerce yıllık bir geleneğin, hayvan aktivistleri tarafından ilkel ve tiksindirici olarak nitelendirilmesini engelleyemiyor. Öyle ki sadece Katalanlar değil, İspanya'nın geri kalanı da, eninde sonunda boğa güreşlerinin yasaklayacağına inanıyor. "Prou (Yeter)" adlı Katalan vatandaşlık grubunun temsilcisi Helena Escoda, at yarışlarının bile yasaklanması gerektiğini düşünüyor. Yasağı eleştiren kesimin, kararın politik olduğunu düşünmek yerine, işkencenin sona ereceğinden dolayı sevinmeleri gerektiğini vurguluyor. İspanya'nın geleneksel kurallara sıkı sıkıya bağlı kaldığı dönemin çoktan geride kaldığını ve hızla modernleştiğini de sözlerine ekliyor. Boğa güreşleri, elbette ki boğalar için kötü sonuçlar doğuruyor; her yıl yüzlerce boğa, telef oluyor. Evet, buna katılıyoruz. Ancak, merak etmeden de duramıyoruz; boğa güreşleri yasaklandığında, matadorlara ne olacak?

Sorunun yanıtı, Barselona Üniversitesi profesörlerinden Norbert Bilbeny'den geliyor. Bilbeny, toplumun dönüştüğünü öne sürüyor. Ona göre, boğa güreşlerinin yasaklanması, toplumun ve hatta boğaların daha fazla saygınlık kazanmasını sağlayacak. Profesör, ülke genelinde yaşanan ekonomik krize rağmen, daha çeşitli sonuçlara ulaşabilmek için araştırmalara devam ettiklerini açıklıyor.

Damian Castano'nun yüzü, öğleden sonraki ikinci güreşte de gülmüyor; bu kez de şansı yaver gitmiyor ve boğanın ölmesi, yine zaman alıyor. Castano, istediği kadar başarılı olamadığını söylüyor. Başarısını takdir eden, alkışlayan, kendisini omuzlarda taşıyan birileri olmadığı takdirde, motivasyonunu yüksek tutamayacağını ve arenayı mutlu terk edemeyeceğini itiraf ediyor. Ancak, arenada kendini gösteremeyeceği anların yakında geleceğini asla aklına getirmiyor. Kim bilir, belki de, kararın son anda değişeceğine dair umutlarını yok etmek istemiyor.

Daha Fazlası

Bir Prestij ve Stil Hikayesi: Polo’nun Savaş Meydanlarından Spor ve Tekstile Yolculuğu

DenizBank Tersane İstanbul Rowing Cup: Haliç’te Riviera Chic Bir Regatta Deneyimi

Wimbledon 2025 Rehberi

19. Şampiyonluğun hikayesi