2025’in (Şu Ana Kadarki) En İyi Bilimkurgu Filmleri
İnsansı robotlardan klonlara… 2025’in bilimkurgu filmleri, gerçek hayatla ürkütücü şekilde paralel ilerliyor.
13 Mayıs 2025
Yazı Eric Francisco
Çeviri Zeynep Dallı
Kapak Fotoğrafı Alamy
2025 itibarıyla bilimkurgu, artık yalnızca sinema perdesine ait değil. Hepimiz biraz da olsa distopya yaşıyoruz sanki. Üretken yapay zekâlar, otoriter rejimler, bizi bizden iyi tanıyan "akıllı" cihazlar… Hayatımız, bir Huxley romanının ilk 200 sayfası gibi ilerliyor. Ama yönetmenler, her zaman çubuğu biraz daha bükmeyi başarıyor: Bize "daha iyi" ya da "çok daha kötü" bir dünyanın mümkün olduğunu hatırlatıyorlar.
2024, "Dune: Part Two", "Furiosa: A Mad Max Saga" ve "The Substance" gibi birkaç sağlam örnek dışında bilimkurgu açısından çok da verimli değildi. Ama 2025 bu açığı kapatmakta kararlı. Bu yaz vizyona girecekler arasında "Jurassic World Rebirth" (merhaba yine Isla Nubar!), "M3GAN 2.0" (yeni scream queen şimdi kurbanlarını koruyor) ve "Superman" (DC Evreni yeniden başlıyor) var. Sonbaharda "Tron: Ares" ile Grid'e geri dönüyoruz; yılın sonunda ise James Cameron'ın "Avatar" serisine devam edeceğiz: "Avatar: Fire and Ash".
Peki şimdiye kadar neler izledik? İşte 2025'in şu ana kadarki en iyi bilimkurgu filmleri:
"The Shrouds" (Kefenler)
Usta yönetmen David Cronenberg'in belki de en kişisel filmi. "The Shrouds", hem görsel anlamda hem de fikirsel olarak beden-korkusu türüne kusursuz bir katkı. Vincent Cassel, filmde toprağa gömülü sevdiklerimizin çürüme sürecini canlı izlemeyi mümkün kılan bir yazılımın mucidi Karsh'ı canlandırıyor. Evet, biraz rahatsız edici. Film ilerledikçe bu teknoloji bir komplonun merkezine oturuyor; Karsh ise ölen eşi (Diane Kruger) için duyduğu yasla boğuşuyor. Neredeyse günümüzle aynı görünen yakın gelecekte geçen bu film, Cronenberg'in son yıllardaki en vurucu işi olabilir. Bu kez sadece beden değil, ruh da çıplak.
Sinemalarda.
"Love Me"
Önce insan makineyi yaptı. Sonra insanlık yok oldu. Ve geriye sadece makineler kaldı. "Love Me", yapay zekânın duygusallıkla kesiştiği yerden doğan sıra dışı bir aşk hikâyesi. Kristen Stewart ve Steven Yeun, okyanusta başıboş kalan bir uydu ve bir şamandıra olarak (!) karşımıza çıkıyor. Bu iki yapay varlık, insanlığın yok olmasından çok sonra "yaşamak" nedir öğrenmeye çalışıyor. Çoğu bilimkurgu filminde yapay zekâ tehditkâr bir yöne evrilir ama "Love Me", insandakinin hâlâ en ileri bilinç biçimi olduğunu savunuyor.
"Companion"
Daha önce televizyon dünyasında iz bırakan Drew Hancock'un ilk uzun metrajı "Companion", hem bilimkurgu hem kadın-bot filmleri cephesinde parlıyor. Sophie Thatcher, erkek arkadaşı Josh'la (Jack Quaid) bir arkadaş grubuyla hafta sonu kaçamağına çıkan Iris'i oynuyor. Her şey güzel giderken Iris bir şey öğreniyor: O aslında bir "yapay sevgili." Yani tam anlamıyla programlanmış bir partner robot. "Metropolis", "Her" ve "Ex Machina" çizgisinde ilerleyen film, bu geleneğe kanlı bir bıçakla dahil oluyor.
"Mickey 17"
"Snowpiercer" ve "Okja"dan sonra Bong Joon-ho'nun üçüncü İngilizce filmi olan "Mickey 17", 2054 yılında geçiyor. Robert Pattinson, uzayda sömürge kurmak için kullanılan, tekrar tekrar ölen ama hafızası kalan bir işçi klonunu oynuyor. Mickey her seferinde ölüyor… ama sonra yine geri geliyor. Ve bu döngüde güvenlik görevlisi Naomi Ackie'ye âşık oluyor. "Parasite" kadar alkışlanmadı belki ama "Mickey 17", absürt mizahı ve sert sistem eleştirisiyle Bong Joon-ho'nun damgasını taşıyor.
"The Assessment"
Elizabeth Olsen'ın canlandırdığı Mia ve eşi Aaryan (Himesh Patel), yakın gelecekte çok özel bir teste tabi tutuluyor: 7 günlük bir ebeveynlik değerlendirmesi. Alicia Vikander'ın oynadığı gizemli Virginia karakteri tarafından yürütülen bu testte çiftin, çocuk sahibi olmaya uygun olup olmadığı belirleniyor. Yönetmen Fleur Fortuné'nin ilk uzun metrajı olan "The Assessment", minimalist set tasarımı ve maksimum oyunculuk performanslarıyla felsefi bilimkurgu türüne güçlü bir katkı sunuyor. Sessiz sedasız geldi ama gözden kaçıran pişman olabilir.
"Thunderbolts*"
Üzerine biraz Kevlar siyahı dökün, "Guardians of the Galaxy" tarzında bir ekip oluşturun veee karşınızda "Thunderbolts*". Marvel Studios'un bu yazki sürprizi, her şeyin tıkır tıkır işlediği o eski günleri hatırlatıyor. Florence Pugh, 2021 yapımı "Black Widow" filmindeki Yelena rolüne dönüyor ve bir grup uyumsuz kötü kahramanı liderlik ederek ortak bir düşmana karşı birleştiriyor. Marvel formülü belli: Büyük bütçeli aksiyon, ara sıra espriler ve finalde sarılmalar. Ama formül ne zaman bayatlamaya yüz tutsa "Thunderbolts*" gibi işler sinemaya taze kan getiriyor.
Sinemalarda.
"The Gorge"
Scott Derrickson'ın yönettiği "The Gorge", tür sınırlarını zorlayan bir hibrit: Biraz aksiyon gerilim, biraz canavar filmi, biraz da trajik aşk. Başroldeki Miles Teller ve Anya Taylor-Joy, dünyanın en gizli görevinde yer alan iki elit keskin nişancı olarak karşımıza çıkıyor. Görevleri, devasa bir yarıkta yaşayan yaratıkları gözlemek. Konuşmaları yasak, temas yasak… ama elbette aşka engel olamıyorlar. Yaratıklar zincirlerinden kurtulmak üzereyken ikili, birlikte savaşmak zorunda kalıyor. Sevgililer Günü'nde Apple TV+'da sessizce yayına giren "The Gorge", karanlık tonu ve duygusal derinliğiyle gizli bir hit olabilir.
"Ash"
Ünlü hip-hop sanatçısı Flying Lotus'un ilk uzun metraj filmi olan "Ash", izleyiciye hem görsel hem işitsel olarak sarsan bir bilimkurgu-korku deneyimi sunuyor. Eiza González, Ash gezegeninde görev yapan bir ekibin hafızasını kaybetmiş ve hayatta kalan tek üyesi Riya rolünde. Ona yardım etmeye gelen Brion'ı (Aaron Paul) ne kadar tanıyabilir? Ona güvenmeli mi, hayatta kalmalı mı? Bu ikilemler arasında sıkışan Riya, izleyiciyi de paranoya dolu bir yolculuğa çıkarıyor. David Cronenberg'in etkilerini taşıyan film; yüksek kontrast renkler, agresif kurgu ve yankılanan bir ses evreniyle tam anlamıyla bir gezegenler arası kâbus.