20. Yüzyıl Filmlerinde Stillerin Hikayesi
Erkek stilinin en güçlü sahneleri beyazperdede yazıldı.
Ece Şahan
10 Eylül 2025
Erkek giyimi, 20. yüzyıl boyunca sinema aracılığıyla hem evrildi hem de ikonlaştı. Kıyafetler yalnızca stil unsurları değil, karakterlerin çözümlemesini de gösteren sessiz bir görsel dile dönüştü. Kimi gücü kimi isyanı anlattı. Her kostüm tasarımı karakterin psikolojisini, dönemin kültürel ve toplumsal kodlarını yansıtmak için özenle seçildi.
James Dean’in kırmızı ceketi, asi gençliğin evrensel sembolü olurken; Tony Montana’nın pastel ipek takımları, 80’lerin sınıf atlama simgesi olarak gösteriş ve güç takıntısını, Joel Barish’in soluk gri kazakları ise içine kapanık bir erkek ruhunu gözler önüne serdi.
1950’lerden 2000’lere uzanan 20. yüzyıl erkek karakterlerinin stil kodları, erkek giyiminde hem karakterin hem de kıyafetin dilini yeniden şekillendirdi. Takımlar, montlar, kazaklar ve aksesuarlar… Sinema tarihinin unutulmaz karakterlerinin stil kodlarını, hem estetik hem de psikolojik bir mercekten inceleyerek, kıyafetler ve anlatı arasındaki bağı yeniden keşfedelim.
1 / 10
Dövüş Kulübü (Fight Club) (1999): Bireyselliğin Kıyafeti
David Fincher’ın Fight Club’ında Brad Pitt’in canlandırdığı Tyler Durden, yalnızca tüketim toplumuna meydan okuyan bir karakter değildi; aynı zamanda dönemin erkek stilini altüst eden bir ikon haline geldi.
Tyler’ın kırmızı deri ceketi, alışıldık isyankar maskülen tarzın tam tersiydi. Renkli desenli gömlekler, retro büyük güneş gözlükler, postallar ve jöleyle dikleştirilen saçlar… Tüm bu asi görünüm 90’ların erkeklik simgelerini bambaşka bir noktaya taşıdı. Erkek modası Tyler Durden ile birlikte sadece serseri bir tarz olarak değil, vintage ve anarşiyle harmanlanan yepyeni bir form aldı.
Sabah beş akşam altı döngüsünde sıkışan bir hayata karşı Tyler’ın kıyafet seçimleri bir mesajdı. Kırmızı deri ceket ve desenli gömlekleri yalnızca bir stil detayı değil bireysel kimlik arayışı, kaotik yaşam döngüsüne görsel bir manifesto, retro ve kullanılmış görünüm ise tüketim çılgınlığı ve marka kavramına bir eleştiri, ikinci el pazarına bir göz kırpmaydı. İlk bakışta rock yıldızlarıyla anılabilecek bu parçalar, Fight Club’da sistem karşıtı bireyliğin sembolü olmuştu.
2 / 10
Trainspotting (1996) – Grunge Stili
Danny Boyle’un Trainspotting filmi, Edinburgh’un soğuk ve kasvetli sokaklarındaki gençlerin hikayesini renkli stilleriyle birlikte sunuyordu.
Müzik ve moda aynı anlarda altın çağını yaşıyordu. 90’larda Nirvana, Pearl Jam gibi rock gruplarının moda karşıtı zahmetsiz ucuz imajı modanın tam kendisi olmuştu; Birkaç beden büyük, eskimiş renkli tişörtler ve kazaklar, bomber ceketler, kirli converseler, yırtık jean pantolonlar ve yataktan yeni kalkmış dağınık saçlar…
Ewan McGregor’un canlandırdığı Renton karakteri, turuncu tişörtü, dar jean pantolonu ve deri ceketiyle döneminin gençliğini yansıtırken, aynı zamanda karakterin içsel boşluğunu ve sisteme karşı olan öfkesini görselleştiriyordu. Özgür sokak modası film boyunca Renton ve arkadaşlarının giyiminde birbirinden uyumsuz renkler ile kombinleniyordu. Bu kostümler, 90’ların ortasında yükselen grunge kültürünün bir yansımasıydı. Kıyafetlerin bu salaşlığı, gençlerin işsizliği ve gelecek kaygısını asi ama umursamaz bir tavırla yansıtıyordu.
3 / 10
Yaralı Yüz (Scarface) (1983): Tony Montana Stili
Brian De Palma’nın Scarface filmi, yalnızca bir suç imparatorluğunun yükselişini anlatmıyor, 80’lerin erkek stilinin en çarpıcı örneklerini de sunuyordu. Al Pacino’nun canlandırdığı Tony Montana karakterinin beyaz, kırmızı ve siyah geniş yakalı gömleklerini tamamlayan renkli takım elbiseleri ve altın zincirleri dönemin güç figürlerini görselleştiriyordu. Özellikle akıllarda hala tazeliğini koruyan kırmızı gömlek üzerine giyilen açık renkli takım elbisesi, sinema tarihinin en unutulmaz stil kodlarından biri haline geldi. Bu parlak kıyafetler yalnızca suç dünyasının parıltısı değil aynı zamanda sınıf atlamanın simgesiydi.
Montana’nın stilini 80’lerin sosyoekonomik atmosferine bakarak yorumlarsak; Amerika, neoliberal politikalarla güçlenmiş, bu durum erkek stilini de etkilemişti. Lüks, ihtişam ve gösteriş, gücün yansıması haline gelmişti.
Tony Montana’nın bu gösterişli kıyafetleri, onun bir göçmen olarak gelip en tepeye oturan bir karakter olduğunu yansıtıyordu. Bu abartılı stil 90’larda hip-hop kültürünün yükselişiyle birlikte yeniden ortaya çıktı; Geniş yakalı takım elbiseler, parlak gömlekler ve gösterişli altın aksesuarlar varoşların yükselişi olarak ifade edilen rap videolarında güç göstergesi olarak sahne aldı.
4 / 10
Matrix (The Matrix) (1999): Modern Pelerinin Doğuşu
The Matrix, yalnızca bilimkurgu sinemasını değil, moda anlayışını da değiştirdi. Neo, Trinity ve Morpheus’un uzun deri paltoları, ince kesim siyah takımları ve aynalı güneş gözlükleri, 20. yüzyıl sonunun en ikonik giyim kodlarından biri oldu. Sokaklarda uzun deri trench coat’lar adeta bir üniforma haline geldi.
Karakterlerin kostümleri detaylarıyla mesajlar veriyordu. Neo’nun ince kesim, minimal siyah takımı, dijital dünyada insan kimliğinin silikleşmesini temsil ediyordu. Trinity’nin vücudu saran parlak tulumları, kadın bedeninin yalnızca cinselliğin değil, zeki ve savaşçı bir figür olduğunu hatırlatıyordu. Morpheus’un ise geleneksel tarzdaki yeşil kravatı bilgeliği ve rehberliği simgeliyordu.
Tasarımcı Kym Barrett, trench coatların çıkış fikrini ise şu şekilde anlatıyor; “Filmin süper kahramanlarıydı, yerçekimine meydan okuyacak şekilde hareket edebiliyorlardı. Binaların üzerinden atlayabiliyorlar; neredeyse uçabiliyorlardı. Pelerin gibi hareket edebilen bir şeyin modern bir versiyonunu bulmak istedim, bu yüzden paltolar böyle doğdu."
Matrix estetiği, 90’ların sonunda moda ve sinema arasındaki ilişkinin ne kadar geçirgen olduğunu gösteren en güçlü örneklerden biri oldu. Runway’lerde siyah deri paltolar, aynalı gözlükler ve vücuda oturan kesimlerin artışı tesadüf değildi.
5 / 10
Asi Gençlik (Rebel Without a Cause) (1955): Sıradanlığın Karizması
1955 yapımı Rebel Without a Cause, erkek giyiminde bir dönüm noktasıydı. James Dean’in canlandırdığı Jim Stark karakteri, beyaz tişört, kot pantolon ve ikonik kırmızı bomber ceket üçlüsüyle bir stilden fazlasını yarattı. O dönem Hollywood’da erkek karakterler klasik maskülen kalıplarla tasvir ediliyordu; takım elbiseler, şapkalar... Dean’in canlandırdığı Jim karakteri gündelik ve ulaşılabilir stiliyle genç izleyicileri kendine çekti.
Dean’in kırmızı ceketi, gençliğin öfke ve tutkusunu sembolize ediyordu. Beyaz tişörtü, gençliğin saflığını ve başlangıcı, kot pantolon ise hayatın sıradanlığını yansıtıyordu. Dean’in stilinde çarpıcı olan, bu kadar sıradan parçalarla “asi gençliğin üniforması” olabilmesiydi. Gelecek 10 yıl bu kombin ve türevleri “cool” imajın simgesi olacaktı.
6 / 10
Taksi Şoförü (Taxi Driver) (1976): Yalnızlığın Üniforması
Martin Scorsese’nin Taxi Driver filmi, sinema tarihine unutulmaz bir karakter kazandırdı: Travis Bickle. Robert De Niro’nun hayat verdiği Travis, New York’un karanlık sokaklarında öfke ve yalnızlıkla dolaşan bir figürdü.
Travis’in gardırobuna bakıldığında, geleneksel erkekliğin sembollerini görmek mümkündü. Vietnam gazisi kimliğini vurgulayan askeri yeşil tanker ceketleri, onun sert ve disiplinli yanını ortaya koyuyordu. Western tarzı gömlekler, kot pantolonlar, kemerler ve botlar ise karakterin dirençli ve sert duruşunu pekiştiriyordu.
Ceketi ise yalnızca bir kıyafet değil, Travis’in ruh halinin bir yansımasıydı. Askeri ceket, düzen ve sertlik çağrışımı yaparken, karakterin hiçbir düzene ait olmayan tavrıyla ironik bir kontrast oluşturuyordu. Filmden sonra bu ceket, yalnızca bir stil simgesi olmaktan çıkıp yabancılaşmayı, sisteme duyulan öfkeyi temsil eden bir ikon hâline geldi. Travis Bickle’ın stili, ilk bakışta “cool” görünse de, içinde büyük bir yalnızlık ve topluma yabancılaşma mesajını taşıyordu.
7 / 10
Baba (The Godfather) (1972): İtalyan Şıklığı
Francis Ford Coppola’nın The Godfather filmi, erkek giyiminin otorite ve saygınlık sembolüne nasıl dönüşebileceğini gözler önüne seriyordu. Marlon Brando’nun canlandırdığı Don Vito Corleone ve Al Pacino’nun Michael Corleone karakterlerinin koyu renk takımları, ipek kravatları ve beyaz gömlekleri, yalnızca şıklığı değil, aynı zamanda güç göstergesini de simgeliyordu. Kıyafetler ne kadar temiz ve keskinse, mafya kültüründe o kadar güçlü bir sınıfı ve disiplini temsil ediyordu.
Don Vito’nun siyah smokini ve göğsündeki kırmızı gül, hem saygınlığını hem de ölümün kıyısında bir figür olduğunu simgeliyordu. Michael’in aile işine adım attıkça takımları daha sert ve koyu tonlara dönüşmesi ise karakterin evrimini yansıtan en klasik çözümlemelerden biriydi.
The Godfather, hala İtalyan terziliğinin sinemada doruk noktası olarak kabul edilir. Filmin etkisi, 1970’lerde erkeklerin tekrar koyu renk takımlar ve zarif kravatlar tercih etmesine yol açacak kadar güçlüydü.
8 / 10
Sil Baştan (Eternal Sunshine of the Spotless Mind) (2004): Sessiz Stil
Jim Carrey’nin canlandırdığı Joel Barish içe dönük, çekingen ve kendi dünyasına kapanmış bir karakterdi. Film boyunca çoğunlukla soluk tonlarda, gri, kahverengi ve mavi kazaklar giyerdi. Rahat kesimli, keskin hatlardan uzak bu kıyafetler, Joel’in duygusal izolasyonunu gösteriyordu.
Joel’in koyu renkli montları ve kabanları ise, karakterin monoton, rutin yaşamını ve içine kapanık yapısını anlatırdı. Bu sade tarz, 2000’lerdeki indie ve minimal erkek modasının sinemadaki yansımalarından biriydi. Joel’in gardırobundaki sade parçalar, bir erkeğin şıklığı abartıya kaçmadan, karakter ve ruh hAliyle uyumlu bir şekilde inşa edilebileceğini gösterdi.
9 / 10
Titanik (Titanic) (1997): Özgür Ama Prangalı Tulumlar
James Cameron’ın Titanic filmi, erkek giyiminin sınıfsal kodlarını gözler önüne seren adeta bir moda arşiviydi. Leonardo DiCaprio’nun canlandırdığı Jack, bol pantolon, gömlek ve askılardan oluşan işçi sınıfı giyimiyle alt sınıfın sadeliğini yansıtırken; Billy Zane’in canlandırdığı Cal, keskin dikilmiş smokinleri, parlak yelekleri ve baston gibi aksesuarlarıyla üst sınıfın ihtişamlı zevkini temsil ediyordu.
Sinemografik açıdan bakıldığında, Jack’in giyim tarzı Leonardo DiCaprio’nun genç, yakışıklı ve gözü kara yüzüyle birleşerek özgürlük ve bohem bir ruh çağrıştırıyordu; bu, romantize edilen fakir estetiğini yansıtıyordu. Cal’in kusursuz smokinleri ve özenle seçilmiş kravatları ise statü takıntısını ve kontrol arzusunu simgeliyordu. Filmden sonra yelekli takımlar ve uzun kabanlar popülerleşerek moda dünyasına nostaljik yorumları yeniden kazandırdı.
10 / 10
Sıkı Dostlar (Goodfellas) (1990): Saygınlık Üniforması
Martin Scorsese’nin Goodfellas filmi, kıyafetler aracılığıyla statü, aidiyet ve güç gösterisinin nasıl kurulduğunu gözler önüne seren bir yapımdı. Filmdeki takım elbiseler, kaliteli kumaşlar ve özenle seçilmiş aksesuarlar, mafya üyelerinin yalnızca şiddet adamları olmadığını; aynı zamanda dış görünüşe önem veren, şatafatlı karakterler olduklarını gösteriyordu. Burada verilen mesaj oldukça netti: iyi giyinmek, güçlü görünmenin bir yoluydu.
Bu pahalı takımlar, yalnızca stil tercihi değil; aynı zamanda bir aidiyet ve güç sembolüydü. Robert De Niro’nun canlandırdığı Jimmy Conway, pastel tonlarda ipek gömlekleri, kusursuz ütülü takım elbiseleri ve altın aksesuarlarıyla otoritesini sessiz, ağır ve net biçimde ortaya koyuyordu. Dışarıdan bakıldığında saygın görünen bu kıyafetler, karakterin şiddetle dolu iç dünyasını gizliyordu.
Goodfellas, retro İtalyan-Amerikan stilini yeniden moda sahnesine taşıdı. 1990’ların başında dar kesim takımlar, geniş yakalı gömlekler ve gösterişli kravatlar tekrar popüler oldu. Film, erkek giyiminin yalnızca şıklık değil, aynı zamanda statü, korku ve saygı uyandırma aracı olabileceğini gösterdi.