Savaş Esirinden Madalyalı Efsaneye - Bert Trautmann

Bert Trautmann adı, bugünün futbolseverleri için pek bir şey ifade etmiyor olabilir. Ancak, onun Nazi ordusunda paraşütçü olarak başlayan macerası, “düşman” diye kendisini yuhalayanların efsanesi olarak sonlandı. Bugün 87 yaşında kurduğu vakıfla, genç Alman ve İngiliz çocuklarını eğiten Trautmann; bir düşmanın nasıl onur madalyalı bir vatandaşa dönüşebileceğinin en canlı örneği...

Giriş Tarihi: 08.03.2012 14:21 Güncelleme Tarihi: 19.03.2012 19:04

Yazı GÖKHAN İLKER

BERNHARD CARL TRAUTMANN, 22 Ekim 1923'te, Bremen yakınlarındaki Walle'de yaşayan Heinz ve Frida çiftinin evlerinde dünyaya gözlerini açtı. Baba Heinz, Walle limanında bulunan suni gübre fabrikasında işçiydi. Ancak küçük "Berni" büyürken, dünya, 1929 ekonomik kriziyle sarsılmaya başlamıştı. Aile, bunun üzerine evlerini satarak, işçi nüfusunun daha yoğun yaşadığı Gröpelingen'de küçük bir apartman dairesine taşındı. Bernhard'ın, dikkat çeken bir atletik yapısı vardı. Bu kasabada, sporla ilgilenmeye başladı. Genç Hıristiyanlar Derneği'nde hentbol oynuyor ve Blau und Weiss (Mavi-Beyaz) kulübünde de futbol topunun peşinde koşuyordu. Çok iyi bir fiziğe sahipti. Uzun boyluydu, çok koşuyordu ve iyi bir orta saha oyuncusuydu.

BABASI NAZİ PARTİSİ üyesi olan Bernhard Carl Trautmann; doğal olarak, Hitler'in yükseldiği dönemde "Jungvolk (Hitler Gençliği)" adlı paramiliter grubun öncüsü olan, çocuklara spor yaptırılan ve beyinleri birçok askerî düşünceyle yıkanan birliğe dâhil oldu. 1934 yılında, yerel organizasyonlarda bir atlet olarak gösterdiği başarıları nedeniyle, Almanya Başkanı Paul von Hindenburg tarafından imzalanmış bir sertifika aldı. 2. Dünya Savaşı kapıya dayandığındaysa, bir motor atölyesinde tamirci çırağı olarak çalışıyordu.

BİRÇOK ALMAN GENCİ GİBİ, savaş zamanı, o tamirci çırağı da orduya katıldı. "Berni"yi, Luftwaffe (Alman Hava Kuvvetleri)'de telsizci yaptılar. Ancak durağan bir hayatı sevmediği için, oradan naklini istedi. Yeni görev yeri, tam aradığı gibi, macera dolu bir birlikteydi. Onu operasyonel paraşütçü birliği Fallschirmjäger'e gönderdiler. Eğitimden sonraki ilk görev yeri, Almanya'nın işgal ettiği Polonya oldu. Ancak bu sırada yaptığı bir şakada çavuşunun kolunu yakınca, askerî mahkeme tarafından üç ay hücre cezasına çarptırıldı. Şans denir mi bilinmez ama imdadına, apandisti yetişti. Patlayan apandisti yüzünden ameliyata olunca, hücre günlerini askerî hastanede geçirdi. Sonrasında Ukrayna'da görevlendirilen "Berni", burada, Rus ordusunun ikmal yollarına düzenlenen sabotaj görevlerinde üstün başarı gösterdi. Bu başarılar, ona onbaşı rütbesi ve beş savaş madalyası getirdi.

ARTIK ÇAVUŞTU ve doğu cephesinden kurtulan diğer deneyimli askerlerle Fransa'ya geçti. Bu arada, hem Rusya hem de Fransa'da iki kere yakalandı. Rus askerleri ve Fransız direnişçilerinin elinden, becerisiyle, kolayca kaçmıştı. Hep şanslıydı. Çok az Alman'ın hayatta kaldığı, müttefiklerin Kleve bombalamasından da kurtuldu. 1944 yılında, cephe yakınlarında, iki Amerikan askeri tarafından yakalandı. Öldürülmeyi beklerken, kendini sorgulayan askerlerin elinden bir kez daha kurtulmayı başardı. Kaçarken, sığınmak istediği bir evin bahçesine girdiğinde, İngiliz askerleriyle burun buruna geldi. Bu kez, şansı yaver gitmemişti.

UZUN SÜRE sorgulandı ve Belçika'nın Ostend bölgesinde bulunan bir kampta tutuldu. Savaşın sonuna doğru, İngiltere'ye, Essex bölgesindeki bir kampa gönderildi. Buradaki sorgusunda, "Tam bir Nazi." denilerek, "C" sınıfı askerlerle aynı yerde tutuldu. Ancak bir sonraki esir kampında, statüsü "B"ye düşürüldü. Yeni kampı, St. Helens ile Wigan arasındaki küçük bir kasaba olan Lancashire yakınındaydı. 1948 yılına kadar burada kaldı. Esir kampında futbol maçları yapılıyordu ama o, genellikle maçlardan uzak duruyordu. Bir gün, kamp yakınlarındaki Haydock köyünün amatör takımıyla yapılan bir maçta, orta sahada oynuyorken sakatlandı. Bu sırada arkadaşları, ona, takımın kalecisi olan esir Alman askeri Gunther Luhr'un yerine geçmesini söyledi. O da kaleye doğru yürümeye başladı. İşte, efsane de o ağır aksak yürüyüşle başladı.

O MAÇTAN SONRA, bütün maçlarda kamp takımının kalecisi oldu. 1949 yılında yapılan anlaşmaya göre, Alman savaş esirleri, lağvedilen kamplardan ülkelerine yollanmaya başladı. Bernd, o sırada, St. Helens'te bir çiftlikte çalışıyordu. Ülkesine dönmeyi reddetti. Çünkü Almanya yerle bir olmuş ve ailesinden kimse kalmamıştı. Kasabanın takımında oynamaya başladı. Kariyeri, St. Helens Town futbol takımında başlamış oldu. O kadar başarılıydı ki, adı, çevrede giderek duyulmaya başladı. Burada, ilk aşkı olan ve sonradan evleneceği, kulüp sekreterinin kızı Margaret Friar'la tanıştı. 1948-1949 sezonunda İngiltere 3. Ligi'nde oynayan St. Helens Town'daki performansı o kadar etkileyiciydi ki, yerel düzeyde oynanan Mahon Kupası'nın finalinde, onu izlemeye yaklaşık 9.000 kişi geldi.

SEZON SONA ERDİĞİNDE, ünü Manchester'a kadar ulaşmıştı. 7 Ekim 1949'da, kendisini profesyonel yapan imzayı atarak, Manchester City'ye transfer oldu. Emekli olan ve takım tarihinin o zamana kadar en iyi kalecisi olarak gösterilen Frank Swift'in yerine geçecekti. Ancak bir Luftwaffe üyesinin takıma katıldığını duyan yaklaşık 20 bin kişi, şehirde bir protesto yürüyüşü düzenledi. Kulüp, Bernd'in kovulmasını isteyenler tarafından mektup bombardımanına tutuldu. Taraftarların bir kısmı, kombine biletlerini iade ederek takımı boykot ediyordu. İngilizler, ülkelerine bomba yağdıran Alman ordusunun bir üyesini aralarında görmek istemiyordu. Ancak bu sırada, ilginç bir destek, Nazi Almanyası'ndan canını kurtarmayı başaran Manchester hahamı Alexander Altmann'dan geldi. Altmann, kulübe yazdığı mektupta, barış adına Bernd Trautmann'ın oynatılması gerektiğini belirtiyordu. Kulüpten içeri adım attığı ilk gün, takım kaptanı ve Normandiya gazisi Eric Westwood'dan büyük destek gördü; kaptan, taraftarlara, "Soyunma odasında bir savaş yok." demişti.

19 KASIM 1949'DA, Bolton Wanderers maçında onu protesto etmeye gelenler, yeteneği karşısında donakaldı. Bu arada, deplasman maçlarında hakaretlere maruz kalmaya devam ediyordu. Aynı yılın Aralık ayında çıktığı Derby Country maçında, %100'lük yedi gol pozisyonu kurtarınca, tepkiler değişmeye başladı. 1950 yılında, ilk defa Londra'ya gitti. Fulham maçı için kadroya girdi ama bir Nazi olarak, basının yoğun ilgisiyle karşılaştı. Zor durumdaki Manchester City, ligden düşmemek için savaşıyordu. Çok üstün oynayan Fulham'a karşı yaptığı müthiş kurtarışlar sayesinde, maçı sadece 1-0 kaybettiler. Parmak ısırtan performansı yenilgiyi önleyemese de, nefreti kırmaya yetmişti. Maç öncesi "Nazi" diye aşağılandığı tribünlerden, maç sonu alkışlar yükseliyordu. Fulhamlı futbolcular bile, kendisini tebrik ediyordu. Ancak takımı, sezon sonunda küme düşmekten kurtulamadı.

MANCHESTER CITY, tekrar birinci lige döndüğünde, artık yeni bir taktik anlayışla sahaya çıkıyordu. Topu iyi kullanan, derinlemesine oynayan ve forvetleriyle gole giden bir takım vardı artık. Bu sistem, elleriyle muhteşem paslar veren Bert'in daha da sivrilmesine yol açtı. O, libero gibi oynayan kalecilerin öncüsüydü. Bu arada İngilizler, ona artık Bernhard'ın Almanca kısaltması olan "Bernd" demek yerine, adının İngiliz versiyonu olan "Bert" demeye başladı. Manchestert City'e geldikten sonra, beş yılda, takımın oynadığı 250 maçtan sadece beşini kaçırdı. 1952 yılında, Schalke 04, Manchestert City'e 1.000 paunt teklif ederek Bert'i almak istediğinde; kulüp, ret yanıtını şöyle verdi: "Bert, bu paradan en az 20 kat daha fazla eder."

1954 DÜNYA KUPASI ya da Almanlar'ın "Bern Mucizesi" olarak adlandırdıkları turnuva için, millî takıma çağrılmadı. Teknik direktör Sepp Herberger, bu koca adamı unutmuştu. Futbol otoritelerine göre, Herberger'in tek hatası, onu takıma çağırmamasıydı. O dönemde, İngilizler Bert'i, Macaristan'ın "Altın Takımı"nın kalecisi Gyula Grosics'le kıyaslıyordu. 1955 FA Cup finaline çıktıklarında ise, karşılarında, 1951 ve 1952'nin kupa sahibi Newcastle vardı. Uzun süre 10 kişi oynadıkları maçın sonunda, 3-1'lik mağlubiyete razı olmak zorunda kaldılar. Bu, onlara gümüş madalya getirdi. Ancak bir sonraki yıl, Wembley'de işler çok farklı olacaktı.

MANCHESTER CITY, dördüncü olarak, yine etkileyici bir sezon geçirdi ve arka arkaya; Liverpool, Everton ile Tottenham Hotspurs'u eleyerek, FA Cup finaline kadar geldi. Bu sefer rakip, Birmingham'dı. Kupa finalinden önce gelen iyi haber, Alman kalecinin moralini daha da yükseltti; İngiliz Futbol Yazarları Birliği, Bert'i, 1956 yılında "Yılın Futbolcusu Ödülü"ne layık gördü. Ödülü, ilk defa bir kaleci ve bir yabancı kazanıyordu. Wembley'e geldiklerinde, takımın üstünde ciddi bir baskı vardı. 5 Mayıs 1956, saat 15.00'da, Fulhamlı hakem Alf Bond düdüğü çaldığında; bu baskıyı üstünde hissetmeyen tek isim olan Joe Hayes, daha üçüncü dakikada Manchester City'i öne geçirdi. Ancak 14. dakikada Noel Kinsey, Birmingham adına eşitliği sağladı. Bu şekilde sona eren ilk yarının ardından, 62. dakikada, Bobby Johnstone; 64. dakikada ise Jack Dyson, attıkları gollerle Manchester City'3-1 öne geçirdi. Bundan sonraki 10 dakikalık periyotta, Birmingham, Manchester City kalesini ablukaya aldı. Ancak Bert, bu tehlikeli atakların hepsini savuşturdu.

MAÇIN 73. DAKİKASINDA, Peter Murphy, Birminghamlı takım arkadaşı Dave Ewing'in ceza sahasına bıraktığı derin pasa hareketlendi. Ancak Bert, pozisyonu önceden sezmiş ve öne çıkmaya başlamıştı. Bert topa atladığı sırada, Murphy'de hamlesini yaptı. Bu sırada Murphy'nin sağ dizi, Bert'in boynuna sert bir şekilde çarptı. Bert, yerde yatıyordu. Durumu kötüydü ama ayağa kalktı. Devamlı boynunu tutuyordu. Kaptan Roy Paul, adam değiştirme kuralı olmadığı için, defans oyuncusu Roy Little'ı kaleye geçirmek istedi. Ancak Bert kupayı o kadar çok istemekteydi ki, bu teklifi reddetti. İşte bu 17 dakikalık süreçte sakatlığı fark eden rakip oyuncular, sağdan soldan yüklendi, Bert'in kalesine. Eddy Brown ve Peter Murphy, iki çok net pozisyon buldu. Ama Bert, maçın başındaki golün dışında yememeye kararlıydı. Maçın son anlarında, yine tehlikeli bir atakta, kendi arkadaşı Dave Ewing'le çarpıştı ve oyun yine durdu. Tedavisinin ardından, maçı acı içinde tamamladı. Kupa töreninde, eli hep boynunda olan Bert'in kötü durumunu, seremonide bulunan Prens Philippe bile fark etmişti.

BERT, MAÇIN ARDINDAN, acı içinde şampiyonluk kutlamasına katıldı. Gece yattığında, acısından dolayı uyuyamadı. Sabah, Londra'daki St. George Hastanesi'ne götürüldü. Doktor, bir incinme olduğunu söyleyip geri gönderdi. Ancak, acısı geçmedi ve üç gün sonra Manchester Kraliyet Kliniği'ne ikinci bir muayene için gitti. Burada çekilen röntgende, bütün İngiltere'yi şaşırtan bir sonuçla karşılaşıldı. Bert'in boynundaki beş kemik, çatlamıştı. Bunlardan ikincisi iki yerden kırılmış ve diğer kırık olan üçüncü kemikle iç içe geçmişti. Doktorlar, Bert'in ayakta nasıl durduğuna ve maçı nasıl oynadığına şaşıp kaldı.

MUAYENEDEN SONRA, Bert, aylarca futbola dönemedi. Belden başlayarak boynuna kadar çıkan zırh gibi bir korumayla yaşamak zorunda kaldı. Kötü günler, bununla kalmadı. Kupa finalinden üç hafta sonra, üç oğlunun en büyüğü olan beş yaşındaki John, kendisine bir otomobilin çarpmasıyla hayatını kaybetti. Sakatlıkla boğuşan Bert, bu olaydan sonra iyice içine kapandı. Bu zor günler, büyük aşkla evlendiği Margaret'le kopmalarına neden oldu ve evlilikleri sona erdi. Margaret için hayat, aslında, ilk oğlu John'u kaybettiğinde sona ermişti.

YAKLAŞIK 1,5 YIL SONRA, Bert, 1957 yılında Wolverhampton Wanderers maçında oynadı ve üç gol kurtardı. 1957-1958 sezonunda, 104 gol atıp 100 gol yiyen Manchester City'nin kalesinde yine o vardı. Ancak eski performansına, hâlâ ulaşamamıştı. Bert, tüm sezonda oynadığı 34 maçın sadece ikisini gol yemeden kapattı. 1964 yılına kadar, takımın kalesini yine Bert korudu; 15 yıl oynadığı Manchester City'de, tam 545 maç oynamıştı. 1964 yılında, 41 yaşındayken futbolu bırakmaya karar verdi. Sezon sonunda yapılan jübilesinde, Manchester'ın diğer takımı Manchester United'ın karşısına çıktı. Manchester City'ye imza attığı gün 20 bin kişi tarafından "Nazi" diye protesto edilen adamın jübilesine, yaklaşık 60 bin kişi geldi. Tribünler, ona olan sevgilerini, yaptıkları tezahüratlarla gösterdi. Gözü karalığıyla tanınan Bert Trautmann'ın yaptığı en iyi şey, gol olması beklenen şutları çıkarmak ve penaltı kurtarmaktı. Kariyeri boyunca, atılan penaltıların %60'ını kurtardı. Bu etkileyici istatistik ve inanılmaz yeteneğiyle, İngiliz golcülerinin kâbusu olmuştu. Manchester Unitedlı oyuncular, efsanevi menajerleri Matt Busby'nin, takımıyla yaptığı maç öncesi konuşmada şöyle dediğini anlatır: "Durup şut atmadan, Trautmann'ı aklınıza getirin. Düşünmeden, ilk anda topa vurun. Eğer durup ona bakarsanız, aklınızdakileri okur ve şutunuzu kurtarır."

1965 YILINDA, Stockport County Başkanı Victor Bernard, takımını Bert'e emanet etti. Ancak; küçük kulüp, mali problemler ve takımın kötü imajı Başkan Bernard'la yaşadığı fikir ayrılığıyla birleşince, Bert, sezon sonunda görevi bıraktı. Daha sonra, Almanya'da, Preusen Münster ve Opel Rüsselsheim'i çalıştırdı. 1970 yılında, 12 yıl birlikte yaşayacağı ikinci eşi olan, Alman vatandaşı Ursula Van der Heyde ile evlendi. İki yıl sonra, Alman Futbol Federasyonu'nun, futbolu geliştirme projesi kapsamında Uzak Doğu'ya yollandı. 1972-1988 arası; Burma, Tanzanya, Liberya, Pakistan ve Yemen millî takımlarını çalıştırdı. 1972 yılında, Burma'yı olimpiyatlara götürdü. Bir yıl sonra, yine Burma'yla Asya ülkeleri arasında oynanan Başkanlık Kupası'nı kazandı. 1977 yılında, Tanzanya'nın başındayken, Afrika Kulüpler Birliği tarafından "Yılın Teknik Direktörü" seçildi. 1988 yılında, teknik direktörlüğü bırakıp, İspanya'ya yerleşti. İki yıl sonra, 67 yaşındayken, İspanyol sevgilisi Marlis ile evlendi. Bert ve Marlis, evlendikleri günden beri, Valencia yakınlarındaki küçük ama sevimli bir bahçeli evde yaşıyor. Bert Trautmann'ın bundan sonraki işi, kendi adıyla kurduğu vakıf oldu. Bütün zamanını Trautmann Foundation adlı vakfa ayıran Bert; burada, Alman ve İngiliz çocuklarına futbol eğitimi verilmesini sağlayarak, iki ülkenin ilişkilerini geliştirmesine ve yakınlaşmasına yardım ediyor.

Bert Trautmann'ın bu sıra dışı öyküsü ve iki ülkenin yakınlaşmasına yaptığı katkı, İngiltere Sarayı'nın da gözünden kaçmadı. İngiltere'ye bir Nazi savaş esiri olarak gelen Bert, 2004 yılında, Kraliçe Elizabeth tarafından "Britanya İmparatorluğu Nişanı (OBE)"na layık görüldü. Ancak Bert, kendisini en çok duygulandırılan unvanı, taraftarlardan aldı. 1998 yılında, İngiliz futbolunun en efsane 100 isminin belirlendiği organizasyonda; Manchester City taraftarları, kulübün efsanesi olarak onu seçti. Listeye; Stanley Mathews, Bobby Moore, Bobby Charlton, George Best, Geoff Hurst gibi ünlü isimlerin yanında, Bert'in de aralarında bulunduğu; Cantona, Schmeichel, Ardiles ve Bergkamp'tan oluşan sadece beş yabancı girebildi. Bunun ardından, Manchester City'nin müzesine heykeli dikildi. Bert Trautmann; son olarak, 2005 yılında, İngiltere Ulusal Futbol Müzesi'nin "Onur Listesi"ne girerek, efsaneler arasında yerini aldı.

BİZE ULAŞIN