Murat Serezli

Fenomen olmuş reklam filmleriyle tanıdık onu. Sonra dizi ve sinema filmleri geldi ve şimdi de yönetmenlik... Oysa, işin mesleki kısımları bir kenara bırakıldığında, Murat Serezli’nin gülmeyi ve güldürmeyi gerçekten çok sevdiği görülüyor. Japonbalığına dönüşme kâbusu yaşamak, canlı canlı morga girmek ve zifiri karanlıkta tıraş olmak gibi serüvenlerinden bahseden Serezli oyunculuk yolunda da farklı tatların peşinde...

Giriş Tarihi: 11.03.2015 12:50 Güncelleme Tarihi: 11.03.2015 14:11

Murat Serezli, sürpriz yumurta gibi bir adam. İçinden sadece türlü şaka ve eğlence değil; âdeta bir puzzle gibi birbirine bağlı ve birbirini bütünleyen kabiliyetler de çıkıyor. Öyle ki, röportajımız bittikten sonra çekimler sırasında fotoğrafçımız Arda Güldoğan ile fikir alışverişi yaparken görüyorum onu. Mekândaki spot ışıklarını kendisine 'kontur' yaratmak için kullanıyor, pratik çözümler üretiyor. Yıllarca sürmüş ve kısa zaman önce yönetmenlik de dahil olmak üzere kamera arkasında birçok görev almış olması sayesinde bir anda Arda'yla başka bir dilde konuşmaya başlıyorlar. Ben, bir süre sonra bir uzay mekiği kapsülü gibi olaydan ayrılmış buluyorum kendimi.

İşin 'Demir Leblebi' kısmına gelirsek, bir komedyen olarak aslında Murat Serezli'nin hayatı ve iç dünyası Demir Leblebi'lerle dolu. Yıldız oyuncular Metin-Nevra Serezli'nin oğlu olarak, kendi tabiriyle 'armudun dibine düşmesi' beklenirken, kamera önüne geçmek için bir hayli beklemiş olsa da, iyi ki bizi bu meziyetinden mahrum bırakmamış Serezli.

Misafirlikte tuvalete gittin ve sifon çalışmıyor. Ne yaparsın?

Röportajının ilk sorusu bu mu yani, gerçekten?

Demir leblebi durumları konuşacağız demiştik...

Peki. Ortalıkta kova ya da benzeri bir şey varsa iş kolay da, yoktur diye soruyorsun soruyu herhalde... Bir kere gömme sifon dahil her türlü sifonu söker, üstüne de onarırım ben. Ha baktım, rezervuarın içindeki su akışını sağlayamıyorum, o zaman lavabo musluğundan sifon haznesine su aktarmak lazım. Çamaşır makinesinin hortumunu sökerim mesela. Kelepçesindeki vidayı da banyoda rahatlıkla bulabileceğim bir törpü ya da tırnak makası ile açarak. Banyoda çamaşır makinesi de yoksa diş fırçalarının içinde durduğu seramikle, o da yoksa deterjan kutusu gibi bir şeyin mukavvasından origamiyle yapacağım bardakla sifon haznesine tek tek musluktan su taşırım.

Sular da akmıyor?

Nereye varmaya çalışıyorsun? Neyin peşindesin sen, anlamadım ki!

Cidden, elinden tamirat işleri gelir mi? Evde yapar mısın?

Basit ve orta zorluktaki her tamiratı yaparım. Özellikle elektrikle ya da elektronik cihazlarla ilgili arızalarda daha ustayımdır. Sıhhi tesisatta da önceden bir kere gördüğüm ya da kolay çözebildiğim şeyleri yapabilirim ama hem aletlerim olmadığı için hem de ustalıkla yapılmazsa kısa zamanda tekrar aynı sorunu daha beter bir şekilde çıkarabileceği için işin ustasını çağırırım. Ama bak; ustanın başında durup merakla izleyerek bir yandan da öğrenirim. Velhasıl 'biraz' üşengecimdir. Bir girişsem pırıl pırıl ve özenle işi çok temiz bitiririm de, başlayabilsem işte. Bir ampulü kaç Murat değiştirir? Dört. Biri bilgisayarından başını kaldıramaz, öbürünün izlediği diziler bitmez, biri eşine sürekli "Yapacağım merak etme." bağlaması çeker, diğeri de odaya girdikçe fener kullanır. Ancak fenerin pili bitince sonunda ampulü değiştirir. Çünkü pil almaya gitmek daha uğraştırıcıdır.

Hiç beğenmediğin bir hediye aldığında ne tepki verirsin?

Aslında veren kişiye göre davranışımın şekli değişir. En resmi durumdayken bile hediyeye bayılmışım gibi davranmam bir kere dürüstlüğüme sığmaz. Ama nazik davranmanın da zararı yoktur hayatta. Eğer hediyeyi veren yakın bir arkadaşımsa, o zaman gırgır geçmek için bol espri malzemesi de çıkmıştır ortaya. Elbette ölçüyü kaçırmadan... Hediye konusu açılmışken 'altın' bir tavsiye vereyim. Eşinize evlilik yıldönümünüzde ütü hediye etmeyin. İlk ay boyunca 'ütülenen şey' gömlekleriniz olmayacak çünkü.

Çocuğunun nasıl biri olmasını istemezsin?

Öğrenmekten zevk almayan, araştırmayan, bilime inanmayan ve dürüst olmayan biri olmasını asla istemem. Saygısız, ilkesiz, ukala ve güce tapan biri de olmamalı. Açık fikirli, insancıl, âdil ve erdemli olmalı.

Bizzat gördüğün ilk ünlü kimdi?

Arkamda annem, önümde babam; doğduğum an... Annemle babamı saymazsak ilk gördüğüm ünlünün kim olduğunu gerçekten hatırlamıyorum. Tüm ilk doğum günlerimin 8mm filmlerinde hep evde onların oyuncu arkadaşları var. Kendi hatırladığım anılardan en eskisi, en belirgini 'Hisseli Harikalar Kumpanyası' müzikalinin İzmir turnesine annem babamla gittiğim yazdır. Adile Naşit, Erol Evgin, Mehmet Ali Erbil ve Ayşen Gruda. Aynı otelde kalıyor, her gece oyunlarının kulisinde oyun oynuyor ve piyesin bitmesini bekliyordum. Ardından topluca çıkılan yemekleri de net hatırlıyorum.

"Bu çocuk ileride kesin oyuncu olacak." denen bir tip miydin?

Zaman zaman bu yorumla karşılaştım tabii ki. Enerjik bir çocuktum. Biraz utangaçtım ama bir kere samimiyeti kurduktan sonra akıllı muhabbetler eden mülayim bir velettim. Gülmeyi ve güldürmeyi de hep çok sevdim. Üniversiteyle birlikte muhabbetimin pek leziz olduğu bir dönem başladı. Üzerimdeki çekingenliği de attım. Etrafımdaki kişilere hoş vakit geçirtmek, güldürmek ya da düşündürücü sohbetlere girmek benim için hep sosyalleşmekten en çok zevk aldığım anları oluşturdu. Bence hangi alt kolu ile uğraşıyorsa uğraşsın, bir 'eğlendirici'nin sahip olması gereken bir arzu olmak zorunda bu.

Görünmez olsaydın, yaşayacağın en büyük sıkıntı ne olurdu?

Çok basit; sunuculuk ve oyunculuk yapamazdım. Yapmaktan en zevk aldığım şey. Reklam dublajları beni tek başına tatmin etmezdi. Tıraş olmak da çok zor olurdu diyeceğim ama kapkaranlık bir banyoda, elektrikler kesikken tıraş olmuşluğum var. Hem de sadece üç dikiş atılmıştı. Hoş, görünmez birisiysen ne tıraşı zaten. Bak avantajlı yanları da var aslında. Mesela giyinme, kıyafet seçme derdi yok, sokağa saç baş hırpani bir şekilde istediğin gibi çık. Görünmez olmanın getireceği etik olmayan avantajlardan yararlanır mıydım? Pek zannetmiyorum. İnsanları dinlemeye, gözetlemeye hiç meraklı olmadım ama bir süre sonra ayartıcı da olabilir görünmezlik. Ve bir gün caddede karşıdan karşıya geçerken ezilip ölürdüm herhalde.

Bir sabah uyandın ve bir başkasının bedenindesin. Bilincin yerinde... Kimin yerinde olsan hayat senin için 'çekilmez' olurdu?

Bir Japonbalığı olmak çekilmez olurdu mesela. Hayır, bir de üç saniyede bir hafıza siliniyor. Düşünsene, uyandım ve… "Hii balık olmuşum." Üç saniye sonra; "Anam, balık olmuşum ya." Sonra yine; "Eyvah, balık olmuşum ben." "Balık olmuşum be." "Hay… Bu ne lan? Balığım!" Sonsuz döngü, üst üste aynı şok.

Beş yaşındaki halinle karşılaşsan ona ne derdin?

"Seni bir yerden gözüm ısırıyor kerata… Kimlerdensin bakayım? Ha dur, sen bensin! Bu ya bir rüya ya da bir röportaj fantezisi olsa gerek. Peki, kulak ver oğul: Oyunculuğa daha erken başla. Kaçma şundan onca yıl; nasıl olsa 35'inden sonra armut olup dibine düşeceksin. Mimarlık eğitimin ile hiç zaman harcama, yapmayacaksın. Bilgisayar programcılığı, 3D animasyon ve özel efekt yılların, onlar tamam. Yap yine, çok keyifli ve çok bilgilendiriciydi. İşine de hep yarayacak. Yüzlerce VHS kasete tüm ortaokul lise hayatın boyunca filmler biriktirmek için binlerce saat aktarma yapmaya zaman harcama, hem DVD/BD hem de İnternet çıkacak. Dinliyor musun? Buraya bak. Lan koşma, gel buraya, daha bitmedi. Nereye?"

Çocukken VHS kaset mi biriktiriyordun?

Hem de nasıl! Bir tek sinema ve video dünyası var, âşık olduğum fimler âlemi içinde kaybolmak için. Sene boyunca izlediğim flmlerden not aldıklarımı 15 günlük sömestr tatili sırasında tekrar kiralar ve babamın arkadaşının evine bizim video cihazını her sabah taşıyıp, günde beş film kopyalardım. Hepsini de baştan sona izleyerek... Ve hesap yapardım; tatilde 75 film kopyalayabileceğim sadece, "Ne yapsam da hangilerini elesem ya da yaza ertelesem?" diye. Tabii ki her film, filmin süresi kadar zamanda kopyalanıyordu. Şimdiki gibi şimşek hızında değildi.

65 yaşındaki halin sana gelip ne söylese sevinirdin?

"Aslan, bi' bak bakayım buraya? Hı hı, yine ben. Evet; beş yaşındayken gelmiştim ya yanına. Haklısın, biliyorum uzay-zaman devamlılığının içine biraz su kaçırdık ama malum fantastik bir röportörümüz var. Şimdi dinle delikanlı: Sağlığımız son derece yerinde. Bak 65 yaşı göreceğin de garanti şimdiden. Her bakımdan mutlusun, sevdiğin işi yapıyorsun ve huzurlusun. Eşin, çoluğun çocuğun herkes sağlıklı." Biraz beklerdim. "Gerçi bir tek neredeler onu bilmiyorum. Çünkü bunadık biz." Son iki cümle şaka tabii.

Sence paranın satın alabildiği en güzel şey nedir?

Bilgisayar. Her türlü eğlenceme yarıyor. Film-dizi izleme, oyun, İnternet, bilgilenme, iletişim, animasyon yapma, video montaj ve grafik sanatlar. Ha ama çok miktarda paranın satın alabileceği şeyleri soruyorsan; o büyüklükteki paraların satın alabileceği klasik şeyler hiç umurumda olmamıştır benim. İtalyan otomobil, kat kat villa ya da upuzun bir kotra mutluluk veremez bana. Ama özgürce harcayarak, büyük bütçeli fantastik veya bilimkurgu sinema filmleri çekmek olabilir.

Atv ekranlarında başarılı bir yarışma sundun. Uzun bir serüvendi, senin için nasıl geçti?

'Kapanmadan Kazan' müthiş bir sınavdı benim için. En büyük kanallardan birinin, en değerli saatlerinde, haftanın beş günü yarışma programı sunmak, bir sunucu olarak rüştümü ispat etmemi sağladı. İlk 45 bölüm, reyting sıralamasında ilk 10'dan düşmedik. Beni bilinen TV sunucuları arasına yerleştirdi bu yarışma ve profesyonellerden de övgüler aldım. Ardından gelen sunuculuk tekliflerinde seçici olmamı da gerektirdi.

İnsanların hayallerini yoğun bir şekilde yaşadığı böyle bir yarışmada, illa ki ilginç bir olay gelmiştir başına…

Neler olmadı ki! Bir bölümde evli bir çift tek taş yüzük için yarışıyordu. Ve hepimiz biliyorduk ki, o adam eşine 15 yıldır tek taş alamamıştı. Kazandılar. Yüzüğü 15 yıl sonra eşinin parmağına final coşkusu ile taktı. Duygusu çok yüksek bir andı. Bir başka bölümde ise genç bir adam kız arkadaşı ile katıldı. Yüzüğü kazansa evlilik teklif edeceğinden haberdardık, ama kıl payı ile kaçırdı. O gün de duygusal anlar yaşandı.

Farklı karakterlere bürünmek, farklı deneyimler yaşamak beraberinde çok ilginç hikâyeler getiriyor olmalı. Dizi veya film çekerken "Bu ne biçim iş?" dediğin bir an oldu mu?

Oyunculuğun saatlerce bekleme kısmı, günde 15 saat çalışılması ya da sabahlanması dahil her türlü anından mutluluk duyarım. "Bu ne biçim iş!" demem ama şimdi anlatacağım olay fenomen bir durum bak… Bir dram dizisinin çekiminde gerçek bir morgun içine ve hatta o morgdaki çekmecenin içine girmem gerekti. Kapağı da kapattılar üstüme. Düşünsene hangi iş kolunda canlı canlı bir morgun içine girip yatman icap edebilir? Bir tek morg tamirciliğinde herhalde.

Nasıl yani, morg dolu muydu peki?

Evet, sol yanımda bir naaş vardı, sağ yanımda ise ampute edilmiş, yani alınmış tek bir bacak.

Onu da mı morga koyuyorlarmış?

Evet, ne bileyim. Herhalde usulen gömülüyor o da. Kabrini aldıysa adam, mezarına konuluyordur sanırım. Bak, adım adım mezara girmek böyle bir şey olsa gerek.

Çoğunlukla komedilerde izliyoruz seni ama 'Av Mevsimi', 'Devrim Arabaları', 'Senin Hikâyen' gibi drama filmlerinde de rol aldın. Komedi bizzat kendi tercihin mi?

Bu sene de 'Seni Seviyorum Adamım' ve 'Böyle Bitmesin' gibi dramatik sinema ve televizyon projelerinde yer aldım. Komediyi her zaman severim ve özel hayatımda mizah konusunda faalimdir. Ama rol ve proje seçimlerimde kendimi hiçbir zaman komedi ile sınırlamadım. Biraz da gelen tekliflere ve onların arasından kaliteli oldukları için seçtiklerinin tesadüfi içeriğine göre şekilleniyor yaptığın işler. Komediyi başarılı aksettirdim, oynadığım reklamlar da yıllarca dikkat çekti. Ama televizyonda daha çok drama dizilerinde oynamak istiyorum.

'Aşk Olsun'dan bahsedelim biraz da… Yönettiğin ilk sinema filmiydi, çekim süreci nasıl geçti?

Oldukça yorucu. Kısa bir hazırlık sürecinin üstüne oldukça kısa bir sürede 100 sayfalık bir romantik komedi filmini çekmek ve gündüzü bol bir senaryoyu havanın erken karardığı Kasım ayında çekmeye çalışmak gerçekten zorlayıcıydı. Çok erken saatlerde sette olmayı, sürekli koşturur şekilde çalışmayı gerektirdi ve günler, saat 15.00'te gün ışığı bitmeden gerekli planları çekmeye çalışmakla ve hava muhalefeti ile boğuşmakla geçti. Ancak Neslihan Alak ile birlikte sıkı bir işbölümü yaparak yönettik filmi ve beraber her şeyin üstesinden geldik.

Röportaj: Tolga Üyken

Fotoğraflar: Arda Güldoğan

BİZE ULAŞIN