Burak Aksak

Fenomen dizi ‘Leyla ile Mecnun’un senaristi olarak tanıdığımız; ilk filmi ‘Bana Masal Anlatma’ ile kamera arkasına geçen Burak Aksak ile filmi yazma sürecini ve yönetmenlik macerasını konuştuk.

Giriş Tarihi: 23.02.2015 11:16 Güncelleme Tarihi: 23.02.2015 11:49

ESQUIRE: Sizin için 'genç yetenek' diyorlar. Hep böyle çalışkan ve yazan çizen biri miydiniz?

BURAK AKSAK: Lisede çok serseri bir çocuktum. Tek defterle dönemi bitirirdim. Liseden sonra Ferhan Şensoy'un Kalemimin Sapını Gülle Donattım adlı kitabını okudum. Kendimi bu şekilde anlatabilmem gerekiyor, diye düşünerek yazmaya başladım. Ve hâlâ yazmayı öğreniyorum, yoksa hayatımda eskisine göre çok büyük bir farklılık yok.

ESQ: Nasıl senarist oldunuz?

BA: Aslında çok girişken biri değilim. Bir arkadaşımın abisi yapımcıydı. Onun vasıtasıyla senaryomu kanallara gönderdik. Kanaldan kendisine karakterlerin ('Leyla ile Mecnun' dizisindeki karakterler) inandırıcı olmadığına dair bir yanıt gelmiş. Zaten ben de çok umutlu değildim. "Üzerinde bir değişiklik yapalım mı?" diye sordular. "Yok abi, kalsın, belki ileride film yaparım." dedim. O sırada daha önce TRT'ye yaptığımız 'Ramazan Güzeldir' işi nedeniyle kanal "Buna benzer bir işiniz var mı?" diye sordu. Yeni bir şey yazmadığım için 'Leyla ile Mecnun'un senaryosunu verdim. Olmayacağını çok iyi biliyordum. Enteresan şekilde kanal, "Bu olur." dedi. Ve hikâye böylece başladı.

ESQ: Hayatınızın dönüm noktası 'Leyla ile Mecnun' mu oldu?

BA: Evet. Bu işi belki bir daha hiç yapmayabilirdim. Çünkü karar alma dönemindeydim. Bir aksakallı dedeye ihtiyacım vardı. Acaba bu işi yapmalı mıyım, yalnız mı devam etmeliyim ya da garsonluk mu yapmalıyım diye düşünürken bunlar oldu. Çünkü insan bir süre sonra kirasını nasıl ödeyeceğini düşünmeye başlıyor.

ESQ: Biraz tesadüfen gelişmiş her şey. Tesadüflere inanır mısınız?

BA: Çok inanıyorum. Hayatım tamamen tesadüfler üzerine kurulu. Asla planlı bir insan olmadım. Normal şartlarda bir insanın bırakın iş yapabilmesini, neredeyse yaşayamayacak düzeye getirecek kadar plansız programsız biriyim. Ama tabii şöyle bir tesadüf oluyor: Hiç kimse beni yolda görüp hayatımı değiştirmedi. Tabii ki yazıyorum. Ama o yazdığım şeyin pazarlama kısmını hiç beceremiyorum. Neredeyse beş senedir bu piyasanın içindeyim, beni tanıyanlar var. Ama hâlâ bir senaryo yazdığımda hangi yapımcının kapısını nasıl çalabilirim, kiminle konuşabilirim, inanın bilmiyorum.

ESQ: Peki, film çekme fikri nereden çıktı?

BA: Bir film senaryosu yazmıştım. Ve yakın zamanda film çeken kuzenim (Selçuk Aydemir) "Senaryoyu mutlaka Necati Abi'ye (Necati Akpınar) götür." dedi. O şekilde gittim.

ESQ: Yönetmenlik zor muymuş?

BA: Zorlanacağımı tahmin ediyordum. İnsanlarla ilişki kurmak konusunda çok iyi değilimdir. "Nasıl yapsam?" diye endişelerim vardı. Ama sette kaygılandığım hiçbir şey olmadı. İlk filmini çeken adam durumu da oldu. Bazen alttan aldılar, bazen kafamızdaki olmadı.

ESQ: Bir bağımsız film çekecek olsanız bu nasıl bir film olur?

BA: Bir apartman hikâyesi var kafamda. Beş dairelik orta sınıf bir apartmanının hikâyesi. O apartmanda yaşanan ilişkiler, ölen komşuluk, hepsinin birer birer varoluş hikâyesi... Böyle bir hikâye var ama ne zaman yaparız, olur mu, bilmiyorum. Her şeyi zaman gösterecek.

ESQ: Bundan sonra sadece yönetmenlik yaparak mı yola devam edeceksiniz?

BA: Plan ve program konusunda çok kötüyüm. Şu an hiçbir şey için bir motivasyonum yok. Belki bir daha film çekmeyebilirim, belki senaryo yazmayabilirim, belki de yeni bir diziye başlayabilirim. Bu; hayatın bana neler getireceğiyle ilgili. Çok fazla kitap isteniyordu yayınevlerinden. Belki kitap yazabilirim. Belki de şu an sadece çok yorgun olduğum için böyle konuşuyorumdur.

ESQ: Üzerinde çalıştığınız bir kitap var mı?

BA: Yazacağım kitap, yazdığım bir dizi ya da film senaryosu gibi komik olmaz. Bir senedir Ot dergisinde yazıyorum. Çok komik olmayan öyküler yazıyorum. Aslında belki de bu nedenle dizi ve film kaleme alıyorum. Hiçbir şey yapmadığınız zaman televizyon size dünyadaki tüm kötü haberleri getiriyor. Sokak zaten öyle... Dünya bir delirmeye doğru gidiyor. Buradan kendinize başka bir dünya yaratmaya çalışıyorsunuz ve orada kalıyorsunuz.

ESQ: Belki de delirmemek için…

BA: Belki de delirdik bile! Bilmiyoruz.

ESQ: 'Leyla ile Mecnun' üzerinizde bir yük oluşturdu mu? Bundan sonra yapacağım işler daha iyi olmalı, diyor musunuz?

BA: Evet, oluyor. Yani insanlar tarafından takdir görmüş, iyi iş yapmışsanız bir sonrakinde onun biraz daha üstüne çıkmaya çabalıyorsunuz. Ama kendime verdiğim tavsiye şu: Alt tarafı bir dizi yaptık ve dizide de kendimden parçalar vardı. Bundan sonra da bir şeyler yapacaksam kendi hikâyemi anlatmalıyım. Onun dışında ne yapmaya çalışırsam, ne kadar daha iyi olmaya çalışayım dersem daha kötü şeyler çıkıyor.

ESQ: 'Leyla ile Mecnun' çok izlendiği dönemde kendinizi şımarmış hissettiğiniz oldu mu hiç?

BA: Bunun çok farkına varmıyorsunuz ya da daha sonra farkına varıyorsunuz. Ama öyle ufak bir şımarma dönemim oldu. Şu an bakınca bunu söyleyebiliyorum. Ne yazarsak olur, diye düşünmeye başlayabiliyor insan. Meseleye bakışınız değişebiliyor. Artık şöyle düşünüyorum: Sonuçta buna bir dizi olarak başladın, hayatını kolaylaştırmak, para kazanmak ve derdini anlatmak istiyordun. Bu kadar! Buna daha fazla şey yüklemek seni aşağı çekebilir. İnsanları kendinden uzaklaştırabilirsin.

ESQ: Twitter'da melankolik, aşk acısı çekmiş, gündüzlerle arası pek iyi olmayan bir insan profili çiziyorsunuz… Öyle biri misiniz?

BA: Twitter hesabımı kapatayım eğer böyle görünüyorsa. Çok sağlıklı bir şey değil… (Gülüyor.) Melankoliğim, evet. Yazmak için dışarıyla iletişiminizi koparıyorsunuz ve yazmaya başlayınca ister istemez o melankoli size geliyor. Onunla ilgili olabilir o durum. Yoksa dışarıda neşeliyimdir.

ESQ: Yüz binlerce takipçiniz var Twitter'da. Mesela "Geçmiyo…" diye bir tweet atmışsınız ve yüzlerce kez retweet'lenmişsiniz…

BA: Sonradan bakınca insana saçma gelebilir ama o hafta dizimiz yayınlandı ve dizideki karakterlerden İsmail Abi, "Bu acı geçiyor mu?" demişti. Ama diziyle alakası olmayanlar şaşırabiliyor. Dizide geçen repliğe yönelik bir cevaptı o.

Röportaj: Türkan Doğan

Fotoğraf: Burak Teoman

BİZE ULAŞIN