Yılmaz Vural

Teknik direktör, 59

Giriş Tarihi: 10.08.2012 17:21 Güncelleme Tarihi: 21.01.2014 10:22

Röportaj ZEYNEP ŞEKER

Aile büyükleriyle aynı evde yaşamanın, insana çok şey kattığını öğrendim. Şimdilerde insanlar, aile büyükleriyle aynı evde yaşamayı pek onaylamıyor; fakat ben, küçüklüğümde, bunun pek çok faydasını gördüm. Zira babaannemden, çocukluğum boyunca çok şey öğrendim.

Babaannem, benimle, tıpkı büyük bir adammışım gibi oturup konuşurdu. Bilirsiniz; Türkiye'de, konuşma sırası, size ancak büyüdüğünüzde gelir. Eğer küçükken çok konuşursanız, bunu saygısızlık olarak adlandırırlar. Oysa ben; daha küçük yaşta, babaannemden, çocukların da fikirleri olabileceğini öğrendim. Kendi çocuklarım olduğunda da, bu gerçeği aklımdan hiç çıkarmadım.

Bir gün Almanya'daki bir restoranda yemek yerken, bir masada tek başına oturmuş, ağlayan bir kadın gördüm. Kadının yanına gidip, ne olduğunu sorduğumda; kadın, o gün "Ölüler Günü" olduğunu ve çocuklarının, babalarının mezarını ziyarete gelmediklerini anlattı. Bense, dürüst davrandım ve kendisine, hatayı kendisinde araması gerektiğini söyledim. Öyle ya, Avrupalı ebeveynler; çocukları 18 yaşına geldiğinde, onları "özgürlük" adı altında başıboş bırakıyor. Oysa çocuklara özgürlüklerini verirken, bazı gelenekleri unutmamaları tembihlenmiyor. Şahsen ben, buna çok dikkat ediyorum.

Eskiden, mahallemizdeki zengin insanlar, sırf bizleri mahcup etmemek için; bizimle aynı şeyleri giyer, aynı yemekleri yerdi. Ayrıca onlar, evlerinde pişenden size de getirirdi. Yani dışarıdan bakıldığında, zenginle fakirin arasındaki farkı çok zor anlardınız. Şimdi ise herkes, sahip olduklarını gösterme peşinde... Bu nedenle de eskiyi çok özlüyorum.

Hayattan, mutlu olmak için yalnızca kendinizle uğraşmanız gerektiğini öğrendim. Çünkü mutluluğu bir başkasında aradığınızda, mutlu olmanız çok zor. Yaşım 59 ve hâlâ kendimi tanımaktan, kendimle uğraşmaktan vazgeçmiş değilim. Başkalarıyla işim yok; benim derdim, kendimle. O nedenle de, Ömer Hayyam'ın şu sözünü çok severim: "Dokunmasınlar bana, deyyusluk etmesinler. Herkes kendi oturduğu kazığa baksın."

İnsanın kendi karakterine uygun mesleği seçmesinin, onu başarıya götüren en önemli etken olduğunu öğrendim. Ben, hep özgürlüğüne düşkün bir adamdım. Belirli mesai saatleri içerisinde çalışmayı sevmeyen ve kendi yaptıklarıyla başarılı olmayı hayal eden biriydim. Bu nedenle, teknik direktör oldum.

Dünyanın en önemli işini yapıyor olabilirsiniz. Fakat doğru zamanda doğru yerde olmadığınız ve sizi mesleğinizle ilgili doğru noktaya taşıyacak insanlarla tanışmadığınız takdirde, başarılı olmanız pek mümkün olmayabilir. Yani başarılı olmak için, işin içinde, illaki biraz da şans faktörü olduğunu öğrendim.

Futbol camiasında, çok farklı işler yapabilirdim. Bu camia, benden daha iyi yararlanabilirdi. Bu konuda, hâlâ eksiklik hissediyorum. Fakat suç, bende değil.

Çok istediğiniz bir şeye ulaşmak için, yalnızca çabalamanın yeterli olmadığını öğrendim. Ben her zaman, üç büyüklerden birinin başında olmayı hayal ettim. Fakat çok yakın bir dönemde, bir kulüp başkanımızla konuşurken anladım ki, benim üç büyüklerden birinde teknik direktör olarak görev almam, imkânsız. Çünkü başkan bana, üç büyüklerin kendi camialarından yetişmiş çok sayıda teknik direktörü olduğunu ve dolayısıyla, dışarıdan yetişmiş birini takımın başına getirmenin, her üç kulüp için de pek mümkün olmayacağını söyledi. Çok üzüldüm… Aldığım onca eğitim, 33 yıllık tecrübe boşunaymış!

Yine de hayal kurmayan insanın, kendi çizgisini aşamayacağını öğrendim. Babam, fabrika işçisiydi ve bugün geldiğim nokta, benim için bir hayaldi. Çok şükür, kurduğum pek çok hayalim gerçek oldu. Şimdi ise, en büyük hayallerimden biri, bir gün Türk Millî Takımı'nın başına geçmek. Ölene dek, bu hayalimden vazgeçmeyeceğim.

Bu ülkede ne kadar çalışırsanız çalışın, yalnızca sonuca bakıldığını öğrendim. Yıllar önce, üç ay boyunca, Bank Asya Ligi'nden düşmek üzere olan bir takımı çalıştırdım. Başka kim başarmıştır bilmiyorum ama o dönem, takım düşmesine rağmen, süper lige dört-beş oyuncu gönderdi. Beş oyuncu da, millî takıma gitti. Yani ben, bu ülke futbolu için çok adam yetiştirdim. Fakat sizin takımınız, ligde birinci sırada değilse, diğer başarılarınız kimsenin umurunda olmuyor.

Hayattan, kader diye bir şeyin gerçekten var olduğunu öğrendim. Siz ne kadar debelenirseniz debelenin, belki anı yönlendirebiliyorsunuz; fakat anları yönlendirmeniz, mümkün değil. Böyle anlarda, var olan bu güç karşısında kendimi çok zayıf hissediyorum.

Özellikle bu ülkede, idealist olmanın aptallık olduğunu öğrendim. 1989 yılında, Şenez Erzik Türkiye Futbol Federasyonu başkanıyken; bana, millî takımda yardımcı teknik direktörlük yapmam için teklif geldi. Ben ise, sık sık millî takımın başında yabancı teknik direktör olmaması gerektiğini savunduğum için; tükürdüğümü yalayıp, yabancı bir teknik direktörün yardımcılığını yapmayı kendime yediremedim. Dolayısıyla da, teklifi reddettim. Belki de o gün o teklifi kabul etseydim, bugün Fatih Hoca'nın geldiği noktada ben olacaktım. Sizin anlayacağınız; bu ülkede, bu kadar da idealist olmanın bir getirisi yokmuş!

İş hayatında, kimi zaman, politik davranmak gerektiğini öğrendim. Ben bugüne dek, gerek saha kenarında gerekse ekran başında, hep içimden geldiği gibi davrandım; gerçekten doğru olduğuna inandığım şeyleri söyledim. Kimileri bana şovmen dedi kimileri kendimi sırf gösteriş için yerden yere vurduğumu söyledi kimileri ise sempati duydu. Ama biliyorum ki, tüm taraftarlar beni çok sevdi. Fakat bir yerden sonra, bunun çok da yeterli olmadığını gördüm. Neden mi? Çünkü sizi, yöneticilerin de sevmesi gerekiyor. Diplomat olmadığım, onların her dediğine kafa sallamadığım için; yöneticiler tarafından sevilmiyorum. Bu nedenle de, iki yıldır işsizim ve zor günler geçiriyorum.

BİZE ULAŞIN