Remake: İnsanlar cehenneminden kaçış
02 Nisan 2019
1 / 5
Remake: İnsanlar cehenneminden kaçış
Yazı Tolga ÜYKEN
Hava sıcak olunca, insan ne kadar uykusuz olursa olsun sabahın köründe uyanıveriyor. Bütün gece kitaplara gömülmüş, kafa patlatmış, sabahı sabah etmiş ve kendimi yatağa ancak gün aydınlanınca atıvermiştim. Fakat ne yazık ki birkaç saat geçmeden uyandım. Gözlerimi açmamla yanımda yatan Sezai'yi fark etmem bir oldu. "Oğlum kaç kere dedim, yatma yanımda diye… Zaten terden çarşafa yapışmışım, bir de kıllı kıllı seni çekemem Sezai!" diye bağırdım. Bağırmamla, Sezai'nin çevik bir şekilde yataktan kalkması bir oldu. Uzun kollarıyla önce kapı kirişine, oradan da gardırobumun kenarına tutunarak masanın üzerine sıçradı. Muhteşem fizyonomisinin hakkını veriyordu Sezai. Zira kendisi bir şempanzeydi.
Sezai'yle nasıl tanıştım, beraber yaşamaya nasıl başladık? Bunların hepsine sonra geleceğim. Önce kendimi tanıtayım. Ben, Veli Rahman. 24 yaşındayım. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Mühendisliği Bölümü'ne birincilikle girdim. Fakülteye girdiğim yıllarda, gazetelerin hafta sonu eklerinin dönemsel olarak hazırladığı 'Geleceğin Meslekleri' listelerinde genetik mühendisliği her zaman zirveye oynardı. Onun gazıyla, aldığım çok yüksek puanı, bu bölümü seçerek değerlendirmeye karar verdim. Pişman olmam, uzun sürmedi.
2 / 5
Remake: İnsanlar cehenneminden kaçış
Genetik mühendisi olmak için yanlış coğrafyada doğmuştum belki de… Bayram zamanları, sülalenin büyükleri "Sen şimdi ne okuyordun Veli?" dediklerinde "Genetik." cevabını vermem hiçbir zaman yeterli olmuyordu. "Tıp gibi bir şey mi?" rastladığım en masum soruydu, öyle söyleyeyim. "Veliciğim akşamları turşuyu fazla kaçırınca midemde bir yanma oluyor." gibi, doktor görünce sorulan kilit soruların hepsini "Benim bölümüm daha teorik." diye geçiştirmeye çalışıyordum. Kimse ne yaptığımı anlayamazken ailenin Veli'si olarak, çok yüksek puanını yakmış bir deli muamelesi görüyordum. Yine de genetik okumanın havalı bir eylem olarak yorumlandığı ortamlarda da bulundum. Zor olsa da, o ortamları aradım ve buldum. Sezai'nin hayatıma girmesinin sebebi olan Aylin'le de böyle tanış- > tım. Son sınıfta, hayatın acımasız şartlarıyla yüzleşmeme ramak kala kılıç bileylerken, Twitter'da güzelce bir kız karşıma çıktı. "Genetik, insanın hapishanesidir. Hangimiz genlerimizin mahkumu değiliz ki?" yazmıştı, bu güzel kız. Derhal takip ettim. Aylarca, hatta yıllarca küçücük fotoğrafına bakıp, doğru bir zamanlamayla ilk mesajı atacak anı kolladım. Sonunda bu fırsatı, hiç ummadığım bir şekilde binlerce kilometre uzaktaki bir üstat sayesinde yakaladım. O üstadın adı Aziz Sancar'dı. Sayın Sancar, DNA'nın onarılması ve bu süreç içerisinde genetik bilgiyi nasıl muhafaza ettiğiyle ilgili bilim dünyalarını sarsan bir araştırma yapmıştı. Bu araştırma, Sancar'a '2015 Nobel Kimya Ödülü'nü, bana da Aylin'imi getirdi.
Herkes Sancar'ın muhteşem başarısıyla gururlanırken Aylin "Aziz Sancar'ın çalışmaları niçin bu kadar önemli? Keşke çevremde bu konularda bilgili birileri olsaydı. Anlamasam da tebrikler #AzizSancar" diye bir tweet atmıştı. Bunu görünce, ilk uçağa atlayıp Texas'a gitmeyi ve Aziz Hoca'nın ellerinden öpmeyi düşündüm. Sonra hemen cevabı yapıştırdım; "@aylinella_00 Sancar'ın bütün çalışmalarını okudum. Dilersen bir kahve eşliğinde üzerine konuşabiliriz. DM bekliyorum. : )"
3 / 5
Remake: İnsanlar cehenneminden kaçış
Aylin'le kısa süre sonra sevgili olduk. Hayatımın en umutsuz dönemine bir güneş gibi doğdu Aylin. Arkadaşlarımın çoğu yurt dışına gitmişti. Bir kısmı, özel sektörde genetik mühendisliğiyle zerre alakası olmayan işlere girmiş, bir kısmı da girmemek için dirense de benim gibi biçare haldeydi. Aylin, ilk Sevgililer Günü'nde hayatımı alt üst edecek hamleyi yapacaktı.
Millet, sevgilisine Golden Retriever alır, chinchilla alır, ne bileyim hiçbirisini bulamazsa gider hamster alır. Aylin, attığı saçma sapan tweet'lerden de anlayacağınız üzere enteresan bir tipti, gitti şempanze aldı. Sevgililer Günü gecesi, o yağmurlu 14 Şubat akşamı kapıyı açtığımda karşımda Aylin'in elinden çocuk gibi tutmuş Sezai'yi gördüğüm anı hiç unutamıyorum. Sırılsıklamdı Sezai. Tüyleri, tiftik tiftik olmuş, yaşaması gerektiği coğrafyadan binlerce kilometre uzakta, aynı benim gibi kaybolmuştu. Aylin'i ve Sezai'yi içeriye buyur ettim. Aylin, "Düşündüm, taşındım ve genetik olarak bize %99 yakın olduğu için sana şempanze almaya karar verdim. Yalnız tek bir şartım var, Sezai'yi nereden bulduğumu bana asla sormayacaksın." dedi. Aylin'i düzeltmek zorundaydım. Pan troglodytes yani şempanze türünün, homo sapiens ile benzerliğinin %86 ila %98 arasında değiştiğini, genom haritası çıkarılmış türlerin genom büyüklüğünün yani toplam gen sayısının farklılık gösterebildiğini, nükleotit karşılaştırmaları yapıldıktan sonra farklı yorumlar yapıldığı için benzerlik yüzdeleri noktasında farklı sonuçlar çıkabildiğini uzun uzun anlattım. Sezai de, Aylin gibi beni dinledi.
Ankara'daki bekâr evimde, beş yıldır yalnız yaşıyordum. Artık yabancı bir ev arkadaşım vardı. İlk gece, Sezai huzursuzlanmasın diye yatak odasının kapısını kapatmadık. Ancak o, salondaki kanepeye kıvrılmayı tercih etti. O kadar sakin, o kadar muhlis bir canlıydı ki Sezai, her şeyin farkında gibiydi. Sabah uyandığımızda, gözleri açık şekilde kanepede yatarken bulduk Sezai'yi. Bir kez bile yatılı misafi rlikte salonda uyumuşsanız, Sezai'yi anlayabilirsiniz. İnsan, ev ahalisi uyanmadıkça o yataktan kalkmak istemez. Boş boş, yabancı duvarları, yabancı eşyaları, yabancı halıları falan izleyerek öylece bekler. Sezai de bu bilince erişmişti daha ilk gecesinden.
4 / 5
Remake: İnsanlar cehenneminden kaçış
İlk zamanlar, bir şempanzeyle yaşamak sandığımdan daha zor oldu. Genetik olarak birbirimize çok yakın iki tür olduğumuz için özellikle hijyenik koşullara çok önem veriyordum. Her an, Sezai'den bir hastalık kapabilirdim. İşsizlik ve gelecek kaygısıyla mücadele ederken, bir yandan da adı sanı duyulmamış milyonda bir rastlanan bir hastalıkla cebelleşmek istemiyordum. Ne mutlu ki, Sezai kendisine çizilen sınırları zorlamıyordu. Eğer susadıysa, benim bardağımdaki suyu içmez, mutfağa gidip çeşitli hareketlerle susadığını belli etmeye çalışırdı.
Tuvaleti geldiyse, aynı şekilde tuvalet kapısının önünde belirirdi Sezai. Klozete oturmayı, sifonu çekmeyi ve hatta küçük tuvaletini yaparken klozetin kapağını kaldırmayı bile öğrenmişti tüylü dostum. Sadece, buzdolabındaki yiyeceklerle ilgili sorun yaşıyorduk. Buzdolabında kalan son çikolatayı, son elmayı veya son salam dilimini yediğini görünce çıldırıyordum. Buna da çözüm bulduk. Her şeyden iki tane alıyor, üzerine ismimizi yazıyorduk. Sezai'nin okuma yazması olmadığı için, Sezai yazmak yerine ozalitçide bastırdığım şempanze sticker'larını kullanıyordum. Benim yemeklerime bulaşmıyordu böylece.
Özel hayatıma da saygı gösteriyordu Sezai. Artık Aylin geldiğinde geceleri yatak odasının kapısını kapatabiliyorduk. Hatta üçümüz beraber fi lm izlerken, gözleri kapanıveriyordu bazen Sezai'nin. Eğer uyuklayan ben veya Aylin'den biriyse Sezai bizi dürtükleyip uyandırıyor, yatak odasının kapısında zıplamaya başlıyordu. Sanırım bu, onun lisanınca "Kalk da yerine yat." demekti.
Tabii zorlandığımız zamanlar da oldu. Parasız kaldığım dönemlerde – ki işsiz olduğum için hayatımızın çoğu böyle geçiyordu – eve muz girmiyordu. Muzlu puding, muzlu süt hatta muzlu gofret gibi suni, katkı maddeli gıdalarla Sezai'yi zehirlediğim için içim içimi yiyordu. Elimde bir salkım muzla eve girdiğimde, yüzümde muzaffer ve gururlu bir baba ifadesi oluyordu. Sezai, hem dostum hem arkadaşım hem de çocuğum gibiydi artık.
Günler günleri, aylar ayları, yıllar yılları kovaladı. Bir sabah, telefon sesiyle uyandım. Arayan babamdı. İşlerinin kötü gittiğini, bir yıllık kirayı denkleştirip ev sahibine yolladığını ancak önümüzdeki sene için umutsuz olduğunu söylüyordu. Sezai, durgun halimden bir şeylerin kötü gittiğini anlamıştı. Muzlu sütüne pipeti geçirip derin bir fırt çekti. Bir açıklama beklercesine yüzüme baktı. Sonra yatağın üzerine basıp hışımla masanın üzerine fırladı. Ehliyetimin üzerinde tepindi. "Otomobile mi binelim? Sezai bizim otomobilimiz yok ki?" dedim. Sinirlendi. Bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Sandalyenin üzerine astığım pantolonumu tutup havaya kaldırdı. "Ne oldu para mı istiyorsun Sezai? N'apacaksın parayı?" diye sorduysam da, elbette bir yanıt alamadım. Pantolonu sallayıp arka cebimdeki nüfus kağıdımı düşürdü. "Ehliyet? Nüfus kağıdı? Resmi evraklarla senin ne işin var Sezo? Delirdin iyice." dedim. Tam kafamı çeviriyordum ki, Sezai ilk sözlerini söyledi: "Kapesese".
5 / 5
Remake: İnsanlar cehenneminden kaçış
"Kapesese mi? Sen konuşabiliyor musun?" Betim benzim attı. Sezai, önce ehliyeti sonra nüfus kağıdını göstererek "Devlet dairesinde çalışmak, memuriyet, garanti iş, salla başını al maaşını vb." gibi ifadeleri kullanmadan beni KPSS'ye yönlendirmeye çalışmıştı. Ben anlamayınca, hayvan bilinçlenmiş, dillenmişti. Doğanın mucizesine tanık oluyordum. Şu parasızlık insana, afedersiniz hayvana bile neler yaptırıyordu.
Aylin'e Whatsapp'tan "Aylin çabuk bana gel." diye mesaj attım. Arkasından da ağzını kapatan ve açan maymun emojileri gönderdim. Anlamadı ama "Geliyorum cnm." yazdı. Aylin gelene kadar, ne kadar zorladıysam da Sezai'nin ağzından KPSS dışında başka bir kelime çıkmadı. Ancak mesajı almıştım. Aylin gelince Sezai'yi de alıp kitabevine gittik, KPSS hazırlık kitapları aldık. Genetik mühendisliği belki de geleceğin mesleği değildi ama memurluk her çağın mesleğiydi. Şansımı deneyecektim.
İşte yazının başında bahsettiğim o sabahın gecesi, harıl harıl KPSS'ye çalışmıştım. Ancak ne kadar çalışırsam çalışayım, genetik mühendisliği gibi girmesi zor bir bölüme giren 'ben'den bir eser bulamamıştım. Artık bu işler benden geçmişti, sınavlara hükmeden Veli'nin vadesi dolmuş, velisi çağrılıp kulağı çekilecek Veli gelmişti yerine. Ter içinde uyandığım o sabah, Sezai'ye patladım. "Sen bulaştırdın beni bu işlere!" dedim. "Kiralar uçmuş, muzun kilosu 10 lira olmuş, , sen hala beni başka bir sınava teşvik ediyorsun Sezai." Haksızlık ettiğimin farkındaydım ama insan bazen sinirini birisinden çıkarmak istiyor.
Sezai, duyduklarına çok kırılmıştı. Aylardır ağzından sadece "KPSS." sözü çıkan Sezai, bir anda dile geldi. Mağrur bir şekilde başını kaldırdı, gözlerimin içine bakarak: "Siz ormanda böyle mi gördünüz? Siz de bir zamanlar ormandaydınız Veli! Ne kıyafetleriniz vardı, ne marketleriniz, ne de kira derdiniz… Bana 'Neden buradasın?' diye sorma Sezai, bana 'Git.' de deme. Ancak neden buradayız Veli? Doğamızdan uzakta, yaşanması imkânsız bir hayatın ortasındayız. Veli, insanlar, 'kendileri olabilmek' ya da 'farklı olabilmek' için önce isimler üretti. Ancak, kaç tane farklı isim üretilebilirdi ki? Ayrıca isim aptalca bir şeydi, herkes her ismi alabilirdi. Bundan sonra bana 'Tufi ' diyeceksiniz desem, başka şansınız kalmaz ki! En fazla arkamdan Sezai diye konuşup yüzüme karşı mecburen Tufi dersiniz. İsimler kadar aptalca bir başka şey de kıyafettir. Çıplakken zaten birbirimizden yeterince farklıyken neden renk renk kıyafetlerle daha da benzer olmaya çalışırız ki? Kıyafetler bizi farklılaştırmaz, sadece birbirimize benzer kılar. En fazla kendine özel bir kıyafet yaparsın ki, terzilik çok arzuladığım bir meslek olmadı hiç Veli. İsimler seçtik, farklı olamadık. Kıyafetler seçtik, farklı olamadık. Rumuzlar, zaten prova edilmiş isim seçme hezimetinin zayıf bir tekrarıydı. Teknolojik aletler aldık, daha çok sosyalleştik ama hep aynı kaldık. Şimdi geriye tek bir çare kalıyor Veli."
Sezai'nin cümleleri birer tokat gibi yüzüme çarpıyordu. Mutsuzluğum azalmaya başlamış, şaşkınlık vücudumdaki tüm sinirleri kaplayıp başka bir duygu yaşamamı engelliyordu. "Tek bir çare mi? Neden bahsediyorsun Sezai?" diye tutuk bir şekilde sordum.
Yüzüme baktı. Maymunca bir hareketle kafasını kaşıdı ve "İnsanlar cehenneminden kaçış." dedi, "Ormana dönüyoruz!".