Hoş gelişler ola

Son yılların en başarılı bilimkurgu filmlerinden sayılan 'Geliş'; görsel efektlerden yoksun sade sinematografisi ve oyunculukları ile insanı, evrenle ve kendisiyle ilişkisine dair sorgulamaya yönelten, ilginç bir hikaye anlatıyor.

Giriş Tarihi: 09.06.2017 11:11

Yazı: Ege GÖRGÜN

"Geleceği görebilme ve değiştirebilme şansımız olsaydı, sonucunu bile bile bazı seçimleri yine de yapar mıydık?", "Konuşmak her şeyi çözer mi?", "İletişim kurmak anlaşmaya yeter mi?"… Bunlar her babayiğidin cevap veremeyeceği kadar ağır sorular olsa gerek. 2017 Akademi Ödülleri'nde 'En İyi Ses Kurgusu' Oscar'ını kazanan 'Geliş' (Arrival) ise, katıksız görselliğinin yanı sıra, İsveçli müzisyen Jóhann Jóhannsson'un insanın ruhuna işleyen müzikleri eşliğinde izleyicinin bu soruları sorarak kendisiyle ve insan tabiatıyla yüzleşmesini sağlıyor.

Senaryosu Ted Chiang'in 'Stories of Your Life and Others' isimli kısa hikayesinden uyarlanan 'Geliş', gereksiz bir aksiyon sahnesine ya da bazı büyük bütçeli Hollywood filmlerinde olduğu gibi aşırı derecede görsel efekt kullanımına gerek duymadan da bilimkurgu filmi çekilebileceğinin dersini veriyor. En basit ifadeyle uzaylı istilasını konu alan film, insan denen yaratığın dünya üzerindeki sınırlı zamanında yaptığı seçimleri ve sonuçlarını derin bir duygusallıkla mercek altına alıyor. Uzaylılar alışılmadık tasarımlı uzay gemileriyle dünyanın çeşitli bölgelerine indiğinde, ülkeler uzaylıların niyetini anlamak, dünyaya istila etmek için mi, yoksa barışçıl nedenlerle mi geldiklerini öğrenmek için ortak bir politika yürütmeye başlıyor. Amerikan ordusu da, uzaylıların niyetini anlayabilmek için, bir dilbilim profesörü ile uzay fizikçisini uzaylılarla iletişim kurmakla görevlendiriyor. Onlarla birlikte tüm dünyada benzer ekipler oluşturulup çalışmaya başlanıyor.

Anlaşılacağı üzere herkesin tek derdi, bir an önce ortak bir dil bulup uzaylılarla iletişim kurmak ve geliş nedenlerini öğrenmek. Tabii ondan sonra da sıra uzaylılara saldırıp saldırmamak konusunda bir karar verilmesine geliyor. Tüm dünyanın gözü Dr. Louise Banks ve fizikçi Ian'dayken onlar, ortak bir dil bulmanın zorluğuyla ve uzaylılarla temas edecek olmanın duygusal yüküyle karşı karşıya kalıyor. Üstelik dünya devletleri, insanların ortak geleceği söz konusu olduğunda bile kolay kolay ortak bir paydada buluşacağa benzemiyor. Bu açıdan da filmin son derece gerçekçi bir yaklaşıma sahip olduğunu söylemek mümkün. Buraya kadar anlatılanlar hikayenin sadece görünen yüzü. Hikaye derinleştikçe bunun klişe bir uzaylı istilası filmi olmadığını anlıyorsunuz. Filmin tek problemi belki de dilbilim uzmanının iletişim kurmak için kullandığı ortak dilin yaratım sürecinde izleyiciyi işin bilimsel kısmına fazla dahil edememesi olabilir. Buna ve benzeri bir iki konuya daha fazla takılmadan izlerseniz filmi beğenmeniz daha kolaylaşır.

Yönetmenliğini 2010 yapımı 'İçimdeki Yangın' (Incendies), 2013 yapımı 'Tutsak' (Prisoners) ve 'Düşman' (Enemy) filmleriyle tanıdığımız Kanadalı yönetmen Denis Villeneuve'nin üstlendiği filmde dilbilimci Louise Banks'i Amy Adams canlandırıyor; uzay fizikçisi Ian Donnelly rolünde ise Jeremy Renner'ı izliyoruz. Albay Weber rolünde Forest Whitaker, Ajan Halpern rolünde de Michael Stuhlbarg yer alıyor.

BİZE ULAŞIN