Susmayanlar: Satyagraha
Susmayanlar: Satyagraha
Yazı Özge DİNÇ
Onlar haksızlığa karşı savaşırken şiddetten uzak durmayı seçtiler.
Haksızlık resmi tarihin konuları arasında değil, ancak birisi işaret ettiğinde (hayatını ortaya koyduğunda!) görünür oluyor. Tarihte haksızlık yapandan daha az sayıda kahraman var.
Paul Auster'ın 4 3 2 1 adlı romanı geliyor aklıma; geçen yıl yayımlanan bu romanda bir aileyi merkeze alarak ABD'nin yarım yüzyıllık tarihini anlatmıştı sevdiğim yazar. Bu tarihin içinde siyahilerin anlatmakla bitmeyecek büyük mücadeleleri ve suikastler vardı.
Siyahilerin ve kara derililerin uğradığı sistematik haksızlık bugün akıl almaz geliyor ki dünyanın her yerinde azınlık olmak, beyaz ve varlıklı olmamak bir çeşit cezayı hak etmek anlamına geliyor hâlâ. Bu sistematik haksızlıkları da, inanılması güç ama yaşadığımız hayat içinde değişmez sandığımız kabuller oluşturuyor. Senin, benim, bizim kabullerimiz. Bir siyahinin neden otobüste arka tarafta oturmak zorunda olduğunu hiç sorgulamayıp öyle yaşıyor olabiliriz örneğin, özellikle de biz önde oturanlardan biriysek.
Susmayanlar: Satyagraha
Ama herkesin taşımak zorunda olduklarını bazıları o kadar sindiremiyor; 18'imizden sonra değişmeyeceğine emin olduğumuz dünyanın gidişatını değiştiren şey de bu gurur ve inat oluyor. 1955'te akşam yorgun argın bindiği otobüste bir beyaz gelince zorla kaldırılmak istenen siyahi Rosa Parks örneğindeki gibi. O yıllarda toplu taşıma araçlarında beyazların ön kısımda, siyahilerin arka kısımda oturduğu, beyazlarla asla aynı hizadaki koltuklarda duramadıkları, hatta otobüse de arka kapıdan bindikleri dönemleri düşünmek bugün bize inanılmaz geliyor. Siyahiler doğumlarından itibaren yaşadıkları görmezden gelinme halini kabullenmiş olsalar da, bir gün aralarından biri, Rosa Parks bunu kaldıramadı ve otobüsteki yerinden kalkmadığı için tutuklandı, yıllarca tehdit edildi derken yaptıkları diğer siyahilere de örnek oldu: 40 bin kişi, 382 gün boyunca otobüsleri kullanmadı, çok uzaklardaki işlerine bile yürüyerek gitti. Rosa Parks'ın da içinde olduğu grup Montgomery Improvement Association adında bir birlik kurdu, bu birliğin yöneticisi ise o zaman 20'lerinin ortasında olan Martin Luther King'di. 1955'te bir akşam haksızlığı kaldıramamanın ve ısrarcı olmanın sonucu 1964'te ırk ayrımcılığını yasaklayan Sivil Haklar Yasası'nın kabul edilmesi oldu. (Yıllar sonra Barack Obama, sergilenen bu otobüste Rosa Parks'ın yerinde oturarak fotoğraf verecekti. İlk siyahi ABD Başkanı olarak simgesel değeri yüksek bir fotoğraftı.)
Susmayanlar: Satyagraha | Martin Luther King
Bugün ırk ayrımcılığına karşı savaşın en büyük kahramanlarından biri olarak andığımız (ve bir Avrupa şehrinde bir kiliseye asılı fotoğrafını görünce selam durduğum, aslen papaz) Martin Luther King, başta Rosa Parks'ın direnişinin başarıya ulaşmasının ardındaki isim olarak tanınmıştı. Direnişin başarıya ulaşıp otobüslerde siyah-beyaz ayrımının kaldırılmasından sonra da siyahilerin uğradığı ayrımcılıklar üzerine çalışmaya devam etti: Siyahiler, beyazlarla aynı işlerde çalışamıyor, çalışsa bile aynı ücreti alamıyor; eğitim hakkına sahip olamıyor, oy kullanamıyor, yoksul mahallelerde zor şartlarda yaşıyordu. King'in liderliğini üstlendiği ısrarcı eylemler karşısında gerçekten bir devrim olan Sivil Haklar Yasası çıkarıldı, King de şiddete başvurmadan insanlık için çalıştığından Nobel Barış Ödülü'nü alan ilk siyahi oldu.
Martin Luther King'in Washington'a Yürüyüş sırasında, tarihler 28 Ağustos 1983'ü gösterirken 200 bin insana yaptığı "Bir Hayalim Var" konuşması, çok meşhurdur, çünkü dünyanın en güzel konuşmaları arasındadır. Luther King'in hayal ettiği dünya çok basitti, gerçek olamayacak kadar güzeldi, çünkü insanoğlu akıl almayan birçok haksızlığın mucidi ve savunucusudur aynı zamanda. "Bir hayalim var," diye başladı konuşmaya Luther King, "Gün gelecek, bu millet ayağa kalkıp kendi inancını gerçek anlamıyla yaşayacak. 'Şunu gerçek kabul ederiz ki, bütün insanlar eşit yaratılmıştır.' Bir hayalim var: Gün gelecek, eski kölelerin evlatlarıyla eski köle sahiplerinin evlatları, Georgia'nın kızıl tepelerinde kardeşlik sofrasına birlikte oturacak. Gün gelecek, dört küçük çocuğum, derilerinin rengine göre değil, karakterlerine göre değerlendirildikleri bir ülkede yaşayacak."
Susmayanlar: Satyagraha | Martin Luther King
Martin Luther King, şiddete karşıydı; şiddete başvurmadan doğru yöntemlerle ve ısrarla direnilirse haksızlıkların son bulacağını düşünüyordu. Bunda hem bir papaz olarak yetiştirilmesinin hem beyazların siyahileri maruz bıraktığı sistematik kötülüğe aynı yöntemle cevap vermek istemeyişinin hem de Gandi'den ve Nelson Mandela'dan etkilenmesinin etkisi büyüktü. Martin Luther King'in Selma şehrinden başlayan yürüyüşünün anlatıldığı 'Selma' filminden bir sahne geliyor aklıma: Siyahiler oy kullanabilmek için adliyenin önünde dururken polisler gelip bu hiçbir şey yapmayan insanları dövüyor, hatta öldürüyordu. King ise önyargılı insanlar da eylemlerinin haklılığını anlayabilsin, bahane bulamasın diye karşı koymamayı savunuyordu. Ne kadar dövülürsen dövül, hatta öldürülsen bile ses çıkarma ki haklı olduğun ortaya çıksın. İşte bu sahnede dövülüp yerlerde sürüklenen bir siyahi dostu yanında sessiz durmak için kendini zorlarken görülüyordu.
Martin Luther King, sadece 39 yıl yaşadı ve Nobel Barış Ödülü'nü almasından dört yıl sonra uğradığı suikast sonucunda hayatını kaybetti; otopsi raporuna göre kalbi, hayatı boyunca çok yorulduğu için 60 yaşındaki bir adam ait gibiydi.
Susmayanlar: Satyagraha | Martin Luther King
Martin Luther King'in örnek ve ilham aldığı Mahatma Gandi, Hintli şair Tagore'un tanımıyla "yüce ruh", biyografisiyle şiddete başvurmadan direnmenin en ilham verici örneğini sundu bize. Gandi'nin hayatı bir roman gibi, Siddharta gibiydi; Bu Hintli aktivist, temeli Hinduizm'e dayanan satyagraha (gerçeğe bağlılık) olarak adlandırılan felsefeyle pasif eylemlere başvurarak Hindistan'ın bağımsızlığını kazanmasını sağladı. 'Hindistan'ın babası' olarak anılan Gandi'yi bir aktivist olmaya götüren yol ise Rosa Parks'taki gibi kaldıramayacağı bir haksızlıkla karşı karşıya kalması olmuştu: İngiliz hakimiyetindeki Güney Afrika'da birinci mevki bir tren bileti olmasına rağmen üçüncü mevkide yolculuk etmeye zorlandı, trenden atıldı, yetmedi; bindiği araçta da beyaz biri gelince yerinden kaldırılmak istendi, hatta siyahi olduğu için bazı otellere alınmadı. Güney Afrika'da avukat olarak görev alacağı yere ulaştığında da "Güney Afrika'da siyahi biri avukat olamaz." alayıyla karşılandı. Gandi'yi İngiliz hakimiyeti karşısında savaşmaya iten de bu oldu.
Susmayanlar: Satyagraha | Gandhi
Kendisi kast sisteminde tüccarlar (vrişnaya) sınıfında, yani üst sınıflardan biri olmasına rağmen en alt seviyede olup toplumda hiç tanınmayan paryalar için de savaştı, tuvalet temizlemek gibi kimsenin yapmak istemediği işleri yapan ve öldürülen kişinin ceza bile almadığı paryalar onun için en önemli konulardan biriydi. Kendisi de onlar gibi yaşayarak bu soruna dikkat çekti ve başarıya ulaştı, ki kast sistemi Hindistan'ın tabu konularından biri olagelmiştir.
Hayatı hakkındaki tek filmde Gandi'nin Batılı eğitiminin ardından ülkesine ilk seyahatinde Batılı kıyafetlerini atıp geleneksel Hint kumaşıyla örtündüğünü görürüz. Bu, onun Batılı zihniyetten de arınmasını temsil ediyordu; onun için artık yalnızca bağımsız Hindistan vardı. İnşa ettirdiği küçük bir aşramda 'en az'la yetinmek üzerine bir hayat süren Gandi, her fotoğrafında gördüğümüz beyaz örtüden oluşan giysisi dhoti'yi çıkrıkta kendisi dokuyordu.
Susmayanlar: Satyagraha | Gandhi
Hayatı boyunca et yemedi, sonradan beslenmesini sadece meyveyle sınırlı tutmaya başladı, aylar boyunca oruç tuttu, cinselliğe uzak durdu. Haftada bir gün konuşmuyor, konuşmamanın iç huzuru getireceğine inanıyordu. O kadar sade yaşıyordu ki, hapse atıldığında hayatında hiçbir değişiklik olmuyordu. Bir kahraman, bir aktivist olduğu gibi hayatı ilham veren bir dervişti de.
Martin Luther King'in "Şiddet ya da şiddetsizlik arasında bir seçim şansımız yok, ya şiddetsiz olacağız ya da var olmayacağız." sözünün çıkış noktası da Gandi'ydi, özellikle de dünyanın en akılda kalıcı pasif direniş eylemi olan Tuz Yürüyüşü'yle. Martin Luther King'in "Bir Hayalim Var" konuşmasını yaptığı Washington Yürüyüşü de Gandi'nin Tuz Yürüyüşü'ne dayanıyordu. Gandi'nin şiddetsizlik hakkındaki en meşhur sözü şuydu: "Uğrunda ölmeyi göze alacağım birçok dava var ama uğrunda öldüreceğim hiçbir dava yoktur."
Susmayanlar: Satyagraha | Gandhi
Gandi, İngiltere'nin Hindistan'a uyguladığı ve halkın baş edemediği yüksek vergilere ve tuz tekeline şiddetsiz ve ses getirecek bir yolla tepki vermek için bir yürüyüş yapmaya karar verdi. Bu kanunlar, Hintlilerin tuz üretmesini yasaklıyordu. Gandi ve yoldaşları 12 Mart 1930'da yola çıktılar, 6 Nisan'a dek 400km yol boyunca yürüdüler ve tuz gölüne ulaştılar. Buraya geldiklerinde Gandi, eğilip eline bir avuç tuz ve çamur karışımını aldı, "Bununla Britanya İmparatorluğu'nu temellerinden sarsıyorum," dedi. Tuzu deniz suyuyla karıştırarak tuz üretmiş, böylece yasaları çiğnemiş oldu. Onunla birlikte yürüyenler de yasayı onunla birlikte çiğnedi. Bu eylem çok ses getirdi, İngiliz askerleri ayaklanan 60 bin kişiyi tutukladı; İngiliz hükümeti ilk kez Gandi'yle görüşmeye karar verdi ve bir pakt imzalayarak tutuklananları serbest bıraktı. Bu eylem, İngiliz hükümetinin Gandi'yi ve Hindistan'ı tanımasını sağlamıştı.
Gandi, eylemleri şiddete dönüştüğünde onları durdurmak için ona 'bapu' (baba) diyen halkının sevgisine sığındı: Şiddet duruncaya dek ölüm orucu tuttu, bu yöntemi her seferinde işe yaradı. Ancak ne yazık ki Martin Luther gibi suikaste uğrayarak hayatını kaybetti.
Susmayanlar: Satyagraha | Nelson Mandela
Einstein'ın "Gelecek nesiller, etten kemikten böyle bir adamın yaşadığına inanamayacak," dediği Gandi, 20. yılın efsanevi diğer bir ismine de kılavuz oldu: Nelson Mandela. Geçenlerde Esquire arşivlerini karıştırırken Mandela'nın91 yaşında dergiye verdiği röportajda şöyle bir cümleye rastlamıştım: "Kimse rengi, kökeni veya dini farklı insanlara doğuştan nefret duymaz. Nefret, öğrenilen bir duygudur. Nefret etmeyi öğrenen, sevmeyi de öğrenebilir. Sevmek, insan gönlüne çok daha yakın bir duygudur."
Nelson Mandela da Gandi'nin Hindistan'da, Martin Luther King'in ABD'de yaptığına benzer şekilde ülkesi Güney Afrika'daki ırk ayrımcılığını ortadan kaldırmak için savaştı. Onun hikâyesi, bütünde değil ama detayda diğer iki isimden biraz farklı; çünkü onun şiddete dayalı eylemleri de olmuştu. Ama zamanla şiddetsizlik ('Pasif direniş' de şiddetsizlik yöntemleri arasında yer alır.) yolunu seçti. Bu konuda şöyle diyecekti: "Uluslar bağımsızlıklarını genelde savaşarak kazanır. Ancak geçici zaferler bir yana dursun, hiçbir zaman kalıcı barışı getirmez." Mandela, bütün hayatını Güney Afrika'nın bağımsız olması, tamamen beyazlardan oluşan bir parlamentoyla temsil edilmemesi, yoksulluktan kurtulması yolunda feda etti. Bir adada ömür boyu hapis cezasını çekerken dünya çapında ün kazandı. Öyle ki, hapisten çıkması için siyahiler yanında beyazlar da savaşmış, 1988'de Londra'daki Wembley Stadyumu'nda verilen The Special A.K.A. konserinde 70 bin insan 'Free Nelson Mandela (Nelson Mandela'ya Özgürlük) şarkısını söylemişti. Nelson Mandela, 27 yıl sonunda, sürdürülen uluslararası kampanya sayesinde serbest bırakıldı, ömrünün sonlarına doğru da Güney Afrika Cumhuriyeti'nin ilk siyahi devlet başkanı oldu. Hâlâ da 'Güney Afrika'nın babası'.
Rosa Parks, Martin Luther King, Mahatma Gandi ve Nelson Mandela'yla ilgili en dikkat çekici nokta, kurşun atmadan tüm dünyada yankı uyandıracak ısrarlı eylemler gerçekleştirmeleriydi. Bu bazen otobüste kalkmamak demekti, bazen ölüm orucu tutmak bazen uzun yollar boyunca yürümek bazen de "Bir hayalim var." diyerek insanlara hayal kurdurtmak. Dev ülkelere karşı savaşı kazandılar. Çünkü haklılardı.