Giorgio Armani Japonya'da!

Japonların bahar aylarında kiraz çiçeklerini izleyerek gerçekleştirdikleri “hanami” ayinine sahne olan Tokyo’daki huzur dolu Ueno Parkı’nda, Mayıs ayının son günlerinde sıcak bir öğle vakti.

Giriş Tarihi: 11.11.2019 13:51 Güncelleme Tarihi: 12.11.2019 15:15

Yazı Alex Bilmes

Sanat koleksiyonları ve eski eserlerin sergilendiği beş binadan oluşan Tokyo Ulusal Müzesi'nin yer aldığı parkın patikasında, şık giyimli kadınlar ve belirli bir yaşın üzerindeki erkekler amaçsızca dolaşıyor ve onlardan önceki birçok neslin de yapmış olabileceği gibi kendilerini güneşten korumak için güneş şemsiyesi taşıyorlar. Yakınlarda, belki yüzyılı aşkın süre önce de görülebileceği gibi, parlak beyaz üniformalar giymiş bir çift öğrenci yavaş adımlarla ilerliyor.

Ortama daha az uyumlu görünen cılız kadın ve erkekler de mevcut. 1909 yılında gerçekleşen bir kraliyet düğününü kutlamak amacıyla inşa edilmiş, ismi "tebriklerini sunmak" anlamında gelen Hyokeikan binasının girişine doğru turna benzeri vücutlarını sürüklüyorlar. Bu bina aynı zamanda Japonya'nın kendini Batı etkisine açtığı Meiji Dönemi mimarisinin mükemmel bir örneği niteliğinde.

Koyu siyah takım elbiseye bürünmüş güvenlik görevlileri tarafından yönlendirilen bu cılız kadın ve erkekler yalpalayarak yürüyor, elektronik sigaralarını içiyor ve telefonlarına bakıyorlar. Sürmeli gözleri, düzleştirilmiş saçları ve beyaz laboratuar önlükleri ile çoğu son derece narin stajyer kimyagerlere ya da şaşırtıcı şekilde karbonhidrattan uzak kalmayı başarabilmiş genç fırıncılara benziyor. Böyle dediğime bakmayın; bu kişiler aslında Giorgio Armani'nin İlkbahar/Yaz 2020 Cruise koleksiyonu için podyumda yürümeye hazırlanan modeller. Üzerlerinde taşıdıkları laboratuar önlükleri, defile öncesi kıyafetlerinin görünmesini önlemek için seçilmiş.

Hyokeikan'daki büyük döner merdivenlerin ayağında yer alan yüksek tavanlı balo odası, özenle hazırlanmış kilise hollerinden çok da farklı değil. O gün defile için sahne arkası olarak tahsis edilmiş. Hâlâ hazırlıklar sürüyor; çoğu model daha elbiselerini giyiyor, makyajlarının tamamlanmasını bekliyor, ayakkabılarını bağlıyor ya da saçlarını yaptırıyor. Prodüksiyon ekibi, ses ve ışık görevlileri, kameramanlar, fotoğrafçılar, stilistler, yardımcılar, pazarlamacılar, basın danışmanları, catering görevlileri, davetsiz misafirler ve ben de dâhil olmak üzere birçok kişi orada.

O anda görünmeyen, yerden tavana kadar uzanan ekran, podyumun da bulunduğu sahne alanını oluşturuyor. Müzenin içi, podyumun iki tarafına da geniş banklar konulabilecek boşluğa sahip, büyük beyaz bir odaya dönüştürülmüş. Birazdan bu banklara etkinliği izlemek veya kaydetmek için Tokyo'ya gelen dünyanın sayılı moda basını mensupları, önemli uluslararası perakendeciler, yerel mevki sahipleri ve Uma Thurman oturacak.

Ama bu kişilerden hiçbiri daha alana giriş yapmadı. O anda odada birkaç set görevlisi ile Giorgio Armani S.p.A'nın tasarımcısı, genel müdürü, yönetim kurulu başkanı ve tek hissedarı olan kişiden başkası yok. Giorgio Armani, kolları önünde bağlı, ağzı kapalı, tanıdık yüzü tam konsantre şekilde, mavi gözleri çelik gözlüklerinin arkasından parıldayarak podyumun ortasında tek başına duruyor.

Bay Armani (yanlarında değilken bile herkes onu öyle anıyor) beyaz gömlek, koyu renkli kravat, parlak siyah ayakkabılar ve siyah kadife takım elbise giymiş. Ona bu parçaları nereden aldığını sormaya gerek yok elbette. Açılış öncesi provayı izlemek için ön koltuklardan birine oturuyor. Müzik başlıyor ve birden ışıklar sönüyor. Defileyi açacak, Amedeo Modigliani'nin çizimlerini andıran model Agnese Zogla podyumda beliriyor ve pozunu veriyor. Vücudu birkaç üçgenin aranjmanı gibi olan model kalçalarıyla vücudunu yönetiyor ve uzun adımlarla ileri doğru yürüyor.

Modelin üzerinde drapeli gri bir elbise, gri pantolon ve ona Asyalı bir aristokrat görünümü veren şapka var. Bay Armani, eli çenesinde, modelden daha sofistike bir duruş sergilemesini istiyor ve ona İtalyanca, "Korkma!" diyor.

Model yeniden podyuma çıkıyor. Bana göre, son derece dengeli ve muhteşem. Bay Armani ise birkaç düzeltme daha yapmasını istiyor. Anladığım kadarıyla istediği, teknik detaylardan çok duruşta yapılacak bir değişiklik. Modelden bir nevi "sessiz özgüven" sergilemesini bekliyor; yumuşak bir güç gösterisi…

Model üçüncü kez podyumda yerini alıyor. Bu defa oluyor. "Açılışı yapan, podyumda ilk boy gösteren kız defilede sunulacak tüm hissiyatı verir" diyor tasarımcı ve sahne arkasına dönüyor. O sahne alanındayken 96 modelin hepsi; 62 kadın, 34 erkek, oda içinden merdivenlere, oradan da dışarıya spiraller çizecek şekilde, öğle yemeği sırasına girmiş öğrenciler gibi tek sıra halinde dizilmişler. Bay Armani her modeli baştan aşağı inceleyip, elbiselerinde küçük ve dikkatli düzeltmeler yaparak sıra boyunca ilerlemeye başlıyor. Bir cepten bir mendili alıyor ve yeniden katlıyor. Bir gömleğin yakasını düzeltiyor. Bir ceketin klapasını düzleştiriyor. Bir düğmeyi kapatıp bir eşarbı bağlıyor, bir yeleği ilikliyor. Defile öncesi birkaç görünümü de yeniden şekillendirmeye karar veriyor; topuklularla Armani tarzında rahat ya da hükmedici görünmeyen bir kıza düz ayakkabılar veriyor. Bir çocuğun beresi çıkarılıyor, yeniden şekillendiriliyor, tekrar takılıyor, tekrar çıkarılıyor, giymemesine karar veriliyor, giymesinde karar kılınıyor, katlanıyor ve sonunda çocuğun eline tutuşturuluyor. Taşıması takmasından daha iyi olacak. Bay Armani bu süreçte asla yalnız değil ama bütün kararları da kimseye danışmadan veriyor. Ne aradığını biliyor sonuçta. Oy birliğinin yeri ve zamanı vardır. Ama o an bunun ne yeri ne de zamanı.

"Benim için bir şeyi yapmak yaptırmaktan çok daha kolay" diyor defile sonrasında ona bu yakın kontrol hassasiyetini sorduğumda. "Herkesin 'her şeyi tek başına yapamazsın' dediğini biliyorum ama yapmak istiyorum ve elimden bir iş gelmeyene kadar da hep bunu gerçekleştirmeye çalışacağım."

Modellerin sahne arkasını sahneye bağlayan karanlık koridordan geçip podyum ışığına çıkmadan önce son gördükleri kişi Giorgio Armani. Bunun onları rahatlatmak mı, yoksa korkutmak için mi olduğunu çözemedim. Belki ikisinden de bir parçadır.

Defile sona erdiğinde Bay Armani'ye gidişattan memnun olup olmadığını soruyorum. Omuz silkiyor. "İyi bir konumdayız" diyor. "İyi modeller var. Kıyafetler mi? Onlar da idare eder." Sonra gülümsüyor. Bu, muzip bir ifade. Belki de esrarengiz derecede mükemmeliyetçi bir ünlüden beklemeyeceğiniz düzeyde…

Bay Armani'nin güçlü bir mizah anlayışı var. Kaşlarını kaldırır, gözlerini devirir, çalışanlarına şaklabanlıklar yapmaktan çekinmez. Bir keresinde bir basın toplantısında İtalyanca söylediği kısacık bir cümlenin bitmek bilmez Japonca tercümesi karşısında bana, "Bu ne yahu?" der gibi bakmıştı. Başka bir etkinlikte de beni üst düzey kişilerle tanıştırırken birden kendine has görünümlü, takım giymiş gri saçlı birine yönlendirmişti. "Bu, Bay Bertelli" demişti biz el sıkışırken. Ben de nezaketen başımı sallamıştım. Kiminle el sıkıştığımı anlamam birkaç saniyemi almıştı. Karşımdaki Prada'nın genel müdürü ve belki de Bay Armani'nin en büyük rakibi Miuccia Prada'nın eşi Patrizio Bertelli'ydi. Bir Giorgio Armani defilesinin sahne arkasında görmeyi bekleyeceğim belki de en son kişiydi.

Hepimiz gülüyoruz. Biri gülmeye başladı mı asla duramam. Ama bu öyle değil, yanlış anlamayın. Bay Armani ortamı nasıl yumuşatacağını iyi biliyor ama üzerinde her daim yoğun bir ciddiyet var. "Hayatım hep yaptığım işle ilgili oldu" demişti bir keresinde, "Şirketinizi yönetmediğiniz zamanlarda ne yaparsınız?" diye sorduğumda. O gece, hepimiz onun ev sahipliğinde yiyip, içip dans ederken o, Giorgio Armani ve Emporio Armani erkek hazır giyim koleksiyonları üzerinde çalışmak üzere eve, Milano'ya uçacacaktı. Milano'da gerçekleşecek defileye yalnızca üç hafta kalmıştı. Oradan da Temmuz'da düzenlenecek Armani Privé Couture koleksiyonu için Paris'e gidecekti. Sonra da Eylül'de tanıtacağı kadın hazır giyim koleksiyonu için yeniden Milano'ya dönecekti.

Temmuz ayında, tüm bu seyahatler, iş, toplantılar, röportajlar ve alınan kararlar arasında Bay Armani 85 yaşına bastı.

Billboard'lara asılmadan ya da binaların üzerine giydirilmeden önce; ipek kıyafetlere, kırmızı halı elbiselerine, kot pantolonlara, ayakkabılara ya da çantalara dikilmeden önce; tişörtlere basılmadan ya da parfüm şişeleri, kozmetik ürünleri, güneş gözlükleri, saatler, mücevherler, mobilyalar ve ev eşyalarının üzerine işlenmeden önce; otel, restoran, cafe ve gece kulüplerinin kapılarının üzerine yazılmadan önce; tüm dünyada herhangi bir noktada stil sahibi ve sofistike bir yaşam sürmek isteyen ya da olduğundan daha şaşaalı ve kaygısız görünmek isteyen kişilerin satın aldığı bir marka olmadan önce; Giorgio Armani ismi yalnızca Kuzey İtalya'da, Milano'ya 65 kilometre uzaklıkta bulunan Piacenza'da 1934 yılında bir yaz günü doğan çocuğa aitti.

O, ailenin ortanca çocuğuydu; Sergio isminde bir ağabeyi, Rosanna isminde kız kardeşi vardı. Babası Ugo Armani bir nakliye şirketinde muhasebeciyken, annesi Maria Armani ev hanımıydı ve aynı zamanda çocukların yaz kamplarını planlıyordu. Giorgio Armani'nin çocukluğu yoksulluk ve savaşlarla geçmişti. Altı yaşındayken, faşist yönetimdeki İtalya Büyük Buhran'dan sıyrılıp İkinci Dünya Savaşı'na girmiş, bu dönemde Piacenza müttefikler tarafından ağır bombardımana tutulmuştu. Dokuz yaşına geldiğinde, bu dönemden kalan barutların patlaması nedeniyle kötü derecede yanmıştı. Bir daha görüp göremeyeceği bilinmeden, 20 gün süreyle görme yetisini kaybetmişti.

Neredeyse göz önünde canlanan bu detaylar Bay Armani'nin 2015'te yayımlanan görselleştirilmiş otobiyografisine ait. Kendi kendine gelişen bir hikaye, hiçbir abartısı yok. Sadece galibiyete değil, yenilgiye de yer veriyor. Kapakta da küçük Giorgio'nun fotoğrafı var. Fotoğraf siyahbeyaz olarak yeniden renklendirilmiş fakat çocuğun peygamberçiçeği mavisi gözlerine, diğer bir deyişle Armani mavisine dokunulmamış. Ve o gözler daha o zamandan ileride kazanacağı başarılara kilitli.

Giorgio aslında doktor olmak istiyormuş. İki yıl boyunca Milano'da tıp eğitimi almış. Fakat 1955'te vatani hizmete çağırılmış. Önce Siena'da, sonra Rica del Garda'da, son olarak da Verona'daki askeri hastanede görev yapmış. Tıbbın ona göre olmadığına karar vermesinin ardından, 1957'de Milanolu ünlü bir perakende mağazası olan La Rinascente'de vitrin dekoratörü olarak işe başlamış. Mağaza hâlâ o gün olduğu yerde, Armani'nin merkezine 10 dakika yürüme mesafesinde, Via Borgonuovo'da.

1960'ların ortasına gelindiğinde, Giorgio artık İtalyan erkek modası için önemli bir isim olan Nino Cerruti için kıyafet tasarlıyormuş. Fakat bu isim, bir sonraki patronunun ismi yanında çok da büyük sayılmaz. 1960'ların sonunda, ileride hem iş ortağı hem de hayat arkadaşı olacak teknik ressam Sergio Galeotti ile tanışmış. Galeotti onu kendi işini kurması konusunda ikna etmiş ve 1975 yılında Giorgio Armani SpA Milano'da kurulmuş. O yılın Ekim ayında Giorgio 40 yaşında, biraz geç kalmış bir tasarımcı olarak ilk erkek ve kadın koleksiyonlarını tanıtmış.

Geçmişle olan bağı kırıp, giyim tarzımızı geri dönülmez şekilde değiştiren moda tasarımcılarının sayısı azdır. Coco Chanel ve Christian Dior kesinlikle bu isimler arasında. Yves Saint Laurent mi? O da olabilir. Ama Giorgio Armani tartışmasız bu listede. Zira 70'lerin sonu ve 80'lerin başında ofis stiline yeni ve liberal bir ruh kazandırdı, günlük giyime zarafet ve seksapel kattı.

Japonya'dayken. "Resmi olan daha gündelik; gündelik olan daha resmiydi. Moda, bir tasarımcının çok da uç noktalara dokunmadan hareket edebileceği aralıktaydı."

Uç noktalar Bay Armani'nin pek de ilgisini çeken şeyler değilmiş. Birçok tasarımcının aksine o, kıyafetlerde absürt anlayışlar benimsemek ve modayı bir fantezi olarak görmek yerine (defilelerde sergilenip medyada ses getiren tüm o kreasyonlar asla, ya da büyük ihtimalle diyelim, podyumdan çıkıp sokağa varamaz) sadeliği ve yıllar önce üzerinde çalıştığı siluetleri yeniden canlandırmayı tercih etmiş. Yıllardır stil sahibi ve çekici görünmek isteyen kişilerin tercihi olmasının ardında bu gerçek var.

Bay Armani'nin 1970'lerin ortasında kafasında çakan bu şimşek; ondan önce hiçbir modacının başaramadığı şekilde kadın ve erkeklerin hem gündelik hayatlarının hem de iş yaşamlarının değiştiğini, kadın-erkek rollerindeki ve iş hayatı-gündelik yaşam arasındaki çizginin belirsizleştiğini, iş hayatı için ayrı, ev için ayrı giysiler giymenin artık ne pratik ne de talep görür olduğunu anlatmasını sağladı. Astarları kaldırdı, omuz kesimlerini yumuşattı, tasarımları bedene oturacak şekilde düzenledi, katladı, kıvırdı... Açık sözlü ve yalın şekilde, "Sanırım, zamanımın epey ötesinde işler yapmışım" diyor.

Bay Armani'nin erkek giyime olan katkıları da yadsınamaz. Modern erkek takımını icat etmedi ama baştan aşağı değiştirdi; ceketten vatkayı kaldırarak bu giysiyi daha hafif, daha esnek ve daha rahat bir hale getirdi. Bu sayede, şu anda takımların içinde rahat edebiliyor, özgürce hareket edebiliyoruz ve yine Armani sayesinde artık stil sahibi iş dünyası erkeklerinin iliklenmiş ceketlerin içinde dimdik durmalarına gerek yok. Çalışan stil sahibi kadınlar için de aynısı geçerli. Artık onlar da kadınlıklarını öne çıkarma gereksinimi duymadan şık görünebiliyorlar.

"Modadaki amacım" diyerek başlıyor tasarımcı otobiyografisindeki bir cümleye, "erkekler için daha yumuşak, kalıplaşmış görünümlerin dışına çıkabilen, kadınlar içinse yapmacıklığın minimuma indirgendiği bir görünüm yaratmak. Tabii, bunlara zarafet, farklılık ve diğerlerinin seni kim olduğun için dikkate alacağı bir görünümden ödün vermeden ulaşıyorum."

Toplumun gözünde Armani için dönüm noktası, 1980 yılında Paul Schrader'ın American Gigolo filminde Richard Gere seyirci karşısına Armani'lere bürünmüş şekilde çıktığında yaşandı. Filmi sinemada izleyenler aynı zamanda ilerleyen dönemlerde "metroseksüel erkek" olarak tanımlanacak erkeğin doğuşuna da tanıklık ettiler. Bu terimin yanında film de erkek modası ve stili dendiğinde akla Giorgio Armani isminin gelmeye başlamasının miladı oldu.

Bundan kısa süre sonra Bay Armani L'Oréal işbirliğiyle parfüm üretimine başladı. Arkasından Armani Jeans, daha genç ve sportif kıyafetler sunan Emporio Armani ve A/X Armani Exchange markaları geldi. Akabinde Armani Milano'da ilk bağımsız mağazalarını açtı. Çok geçmeden aksesuar, gözlük, spor giyim, saat ve kozmetik ürünleri de satmaya başladı.

1985'te Galeotti 40 yaşında kalp krizinden hayatını kaybettiğinde, bu tasarımcının hayatının bir anda kararmasına neden oldu. Bay Armani onunla bir araya geldiğimiz akşam ceketinin yakasına göz kamaştırıcı bir pırlanta broş takmıştı. Sorduğumda Galeotti'den bir hediye olduğunu söyledi. "1985'te hayatıma yalnız devam edebileceğimden pek de emin değildim..." Ama devam etti.

Bugün Giorgio Armani'nin 10 milyar dolarlık bir serveti var. Buna Milano ve Dubai'de oteller, Bolonya, Hong Kong, Paris, Cannes, New York, Tokyo'da restoranlar ve çok daha fazlası dahil. 7 binden fazla çalışanı mevcut ve kurduğu markalar arasında Giorgio Armani, Emporio Armani, Armani Privé, Giorgio Armani Beauty, Armani/ Casa ev ürünleri, Armani/Dolci çikolataları, Armani/ Fiori çiçekleri, Emporio Armani'nin çocuk departmanı ve spor giyim markası EA7 yer alıyor.

Tokyo'daki defilede sergilenen kıyafetlerin çoğu, Armani'nin tüm bu markalarda görebileceğiniz ayırt edici özelliklerini içeriyor. Kadınlar için zarif, silueti uzun gösteren look'lar, keskin omuzlardan aşağı doğru uzanan akışkan kesimler, uzun ipek elbiseler, deriler ve desenler. Erkekler içinse kahverengi, bej, çikolata ve kahve gibi güçlü tonlara sahip yumuşak kesimli kruvaze takımlar, nefes kesici trençkotlar, şal yakalı denizci paltoları ve deri bomber ceketler.

Bay Armani, bu koleksiyonun Japon pazarı için özel olarak tasarlanmadığını belirtmekte gecikmiyor. Koleksiyon ortaya çıktığında, ilk olarak Japonya'da sergilemek gibi bir düşünceleri bile yokmuş. Ama yanlış anlamayın, Bay Armani tüm Armani koleksiyonlarının Japon tasarımları ve kültürü ile bir yakınlığı olduğunu kabul ediyor: "İnce işçilik ve kusursuz sadelik." Yakınlıktan kastı bunlar.

Kafasındaki gerçek Armani çizgisi için; "Eklemek yerine çıkarmayı tercih ediyorum" diyor ve devam ediyor, "Tasarlamak istediğim kıyafetler kişiyi özgür hissettirmeli, ne erkekleri ne de kadınları bir kalıp içerisine oturtmalı."

Moda, doğası gereği yenilik yapmayı gerektirir. Aynı zamanda tasarımcıların kendilerine de sadık kalmaları, değer yargılarını ve estetik algılarını korumaları gerekir. Tüm bunların farklı saflarda yer aldığını düşündüğümü söylüyorum. Bir modacı bunun üstesinden nasıl gelebilir?

"Oldukça zor" diyor, "Medyanın belirli bir kesimi yeni olan her şeyin iyi olduğuna inanıyor. Bunu yapmak ya da bu akımı takip etmek kolay olurdu. Ama bu doğru değil. Benim elimden çıkan tasarımları beğenmeyen birçok insan olduğunu biliyorum. Fakat bunun tam tersi de söz konusu; Armani stili için yaşayan kişiler var. Onlar değişmemi istemiyor. Bu da zor. Onları dinlersem hep aynı şeyi yaparım. Dengeyi sağlamak gerek." Bu arada, zarafetin oldukça fazla kullandığı bir kelime olduğunu fark ediyorum. Peki, bununla tam olarak neyi kastediyor?

"Zarif olmak için ceket ya da takım elbise giymeye, cep mendili kullanmaya gerek yok. Zarif olmanın anahtarı kıyafeti giyiş 'şeklinde' gizli. Duruşunla alakalı; jestlerinle ve mimiklerinle. Bunlar kişinin karakterini ortaya koyan noktalar. Bunlar kıyafeti nasıl giydiğinle ilgili, onun senin üzerinde nasıl durduğuyla değil."

Onun imzasını moda dışındaki diğer endüstrilerde de görmek mümkün. Öyle ki, Giorgio Armani ismini aynı zamanda müzikle (Eric Clapton'dan Lady Gaga'ya birçok yıldızı giydirdi), sporla (Chelsea ve Inter Milan gibi futbol takımlarını giydirdi ve İtalya'nın Olimpiyat takımı Tokyo 2020 Olimpiyatları'nda EA7 giyecek), özellikle de sinema ile ilişkilendirebilirsiniz. Robert de Niro'dan Leonardo DiCaprio'ya, son 30 yıldır ekranlarda olan büyük yıldızlardan herhangi biri kırmızı halıda Armani giymiştir. Tabii, Dokunulmazlar'dan Para Avcısı'na, oynadıkları filmlerdeki karakterler de sık sık Armani'ye bürünmüştür.

Yarattığı ve 45 yıl boyunca yönettiği bu imparatorluğa şimdi uzaktan baktığında, Bay Armani tam da olması gerektiği gibi hissediyor; başarısından memnun ama asla bunalmış değil.

"Asla plan yapmadım" diyor, "Her şey gün be gün gelişti. Sadece duygularımın peşinden gittim, sadece doğru olduğunu düşündüğüm şeylerin peşinden koştum. Pozisyonuma tutundum."

GIORGIO ARMANI CRUISE defilesinden önceki günün sabahında Bay Armani, Tokyo'nun en şaşaalı alışveriş bölgesinde yer alan ve kısa süre önce yenilenen Armani/Ginza binasının 9. katındaki kalabalık bir odada, Japon ekonomi ve moda basını için düzenlenen basın konferansında boy gösteriyor.

Smart-casual giyimli beş sıra dolusu Japon gazeteci açılır kapanır sandalyelere dizilmiş. Kalanımız ise ayaktayız. Dışarıda, cadde seviyesinde hava oldukça sıcak. Bulunduğumuz oda ise hamam gibi. Bay Armani'nin durduğu spotların altı çok daha kötü olmalı. Ben de dahil çoğu kişi belirgin şekilde canlılığımızı yitirmeye başlarken, Armani'nin alnından tek bir ter damlası bile dökülmüyor. Lacivert kaşmir tişörtünün üzerine lacivert blazer ceket, altına ise dökümlü lacivert pantolon giymiş. Boynunu süsleyen fular da lacivert. Tenis ayakkabıları ise kutup beyazı. Bu renk aynı zamanda saçı ve mükemmel dişleriyle de eşleşiyor. Teni ise yoğun bir şekilde bronz. O anda en belirgin karakteristik özelliğinin gözleri olduğunu fark ediyorum. Çok daha genç bir adamın gözleri gibi, insanın içine işliyor.

Konferansı İtalyanca doğaçlama bir konuşma ile açıyor ve kısa süre sonra tanıtacağı koleksiyonun doğuşunda etkili olan etmenleri açıklıyor. Cümleleri yanında duran, sürekli gülümseyen orta yaşlı bir kadın tarafından Japonca'ya tercüme ediliyor. Eğilerek yapılan nazik Japon selamlamalarının ardından basın mensupları Japonca sorular sormaya başlıyorlar. Ardından sorular İtalyanca'ya tercüme ediliyor, cevaplar geldiğinde de Japoncaya… Konuşmalar bu şekilde ilerliyor. Tüm bunların yanında İngilizce olarak ayrı bir tercüme ise benim kulağıma fısıldanıyor. Bunu yapan, Bay Armani'nin Uluslararası Halkla İlişkiler ve Basın Baş Sorumlusu Anoushka Borghesi.

Armani, kendi estetik anlayışını nasıl Japon estetiği ile birleştirdiğine değiniyor; "Zarif olan hiçbir şey asla gerektiğinden fazla şatafatlı değildir." Bu cümleyi defterime not ediyorum. "Gündelik fakat hâlâ son derece özel", "Armani'den çok daha Armani..." Bu cümleler Japonca yaptığı konuşmayı özetliyor. "Giyilebilirlik", "ticari" ve "kullanışlı" gibi kelimeler de kullanıyor.

Bu, Armani'nin bir cruise koleksiyonu için düzenlediği ilk defile. Tatil/seyahat koleksiyonları olarak da anılan bu koleksiyonlar, yılda iki kez düzenlenen hazır giyim defilelerinde gördüklerimize kıyasla genelde daha az gösteriş, daha fazla sadelik barındırıyorlar. İlginçtir, haklarında daha az konuşulduğu için koleksiyon parçalarının satışları daha fazla oluyor. Çoğu kişi artık giydiği kıyafetlerle dikkat çekmek istemiyor ya da dikkat çeken kıyafetler giymek istemiyor diyelim. İnsanlar artık öne çıkmak yerine giydiklerinin üzerlerinde güzel durmasını önemsiyorlar.

Diğer yandan, Chanel, Louis Vuitton, Saint Laurent gibi ünlü modaevleri son yıllarda cruise defilelerini egzotik noktalara taşıyıp, görkemli etkinlikler düzenleyerek basın ve özellikle de sosyal medyanın ilgisini çekmek için birbirleriyle yarışıyorlar. Bay Armani'nin bu rekabetin içinde olmadığı çok açık.

"Gerçekten, şu anda düzenlenen moda şovlarının amacı ne?" diyor. "Bir zamanlar, bu etkinlikleri düzenlemenin iyi bir sebebi vardı. Şimdi her şey sadece basın için yapılan bir gösteri niteliğinde. Tüm gösteriş ve aşırılık sosyal medyada söz edilebilmek için. Defilelerin asıl amacı göz ardı ediliyor. Asıl amaç satılacak ürünü sergilemek olmalı."

Basın toplantısında kendisine oldukça garip sorular da soruluyor. "Ne zaman mutlu olursunuz?" diyor biri. Cevabı; "Güzel insanların kıyafetlerimi giydiğini gördüğümde mutlu oluyorum."

50 yaşlarında bir Japon kadın, "50 yaşlarında bir Japon kadının ne giymesini önerirsiniz?" diye soruyor. Armani, "Tasarımlarımı herhangi bir yaş dilimine bağlı olarak yapmıyorum. Moda kadınlara özgürlük vermek anlamına geliyor benim için, onları sınırlamak değil" diye cevaplıyor.

"Favori yeriniz neresi?" diyor biri de. "Japonya" diye cevap veriyor Armani, "Kişiliğime ve değerlerime tam uyuyor." Birkaç cümle daha etmesi istendiğinde ise insanların güzel davranışlarına değiniyor. "Artık Batı'da bunu bulmak çok zor. Çünkü yok."

Burberry tişört giymiş genç (ve oldukça cesur) bir adam mikrofonu alıyor ve iki kısımdan oluşan bir sorusu olduğunu söylüyor. Sorunun ilk kısmı bana göre oldukça mantıklı: "Neden lacivert?" İkinci kısmı ise Perşembe günü sabahın 10'unda, boğucu sıcaklıktaki bir odada sorulmak için fazla komplike, aslında herhangi bir zamanda herhangi bir sıcaklık değerinde demek gerekirdi çünkü Burberry tişörtlü genç adam Armani'den hayatın anlamını öğrenmek istiyor!

Elbette, Japon tercümanın soruyu yanlış anlamış olması ya da benim tercümanımın tercümeyi yanlış aktarmış olması ya da benim tercümeyi yanlış anlamış olmam gibi birçok olasılık var. Gelgelelim, Bay Armani hiç istifini bozmuyor. Herkes gibi o da ilk olarak birinci soruyu cevaplıyor. "Lacivert" diyor, "kişinin kendini daha üstün hissetmesini sağlar. Olduğundan daha ince görünmesine imkan tanır ve karşısındaki kişiye belirli bir noktada durması gerektiğini belirtir. Diyelim kırmızı... Bir kişi kırmızı giydiğinde, bu onun karakteri hakkında çok şey söyler. Lacivert ise neredeyse hiçbir şey."

"Ve hayatın anlamı mı?" diye devam ediyor Armani. Tüm oda pür dikkat onu dinliyor. "Çok zor bir soru" diyor soruyu olduğundan çok daha önemsiz gösteren takdire şayan bir tavırla, "Büyük bir gizem."

Çok sonra anlıyorum, ona göre hayatın anlamı da ilk sorudaki gibi lacivert olabilir. Armani de, yaşından çok daha zeki olan bu genç gazeteci de zaten bunu biliyor. Sadece dile getirmek için fazla kibarlar.

Basın toplantısı Armani'yi alkışlayarak, biraz daha geleneksel selamlama gerçekleştirerek ve selfie çekmek isteyen birçok kişinin gölgesinde sona eriyor. Armani her birini iyi ve neşeli bir tutumla karşılıyor. Bu yolculuğu Armani'den etkilenmem için planladılarsa, planları son derece iyi işliyor.

O akşam Ginza'da katları turlayıp, gördüklerimiz karşısında şaşkına döndükten ve giysilere yakından bakıp dokunduktan sonra Armani bu defa uluslararası basın için ikinci bir konferans düzenliyor. Bu konferansın sabahkine oranla daha çetrefilli geçeceğini düşünüyorum. Ama öyle olmuyor. Cümlemizin öznesi, asıl kişi odaya alkışlar eşliğinde giriyor. En önde güzel giyimli üç İtalyan kadın gazeteci birlikte oturuyor. Dini bir töreni bekler gibi, gitgide daha fazla ilgi duydukları kahramanlarına soru sormak için hazırlar. Görünüşe göre, Armani elbiselerinin içinde birbirlerinin üstesinden gelmek için de sabırsızlanıyorlar.

Armani maruz kaldığı tüm soru ve sorgulamaları alışılmış ağırbaşlılığı ile karşılıyor. 1981'de hazırladığı bir koleksiyonla ilgili gelen soru karşısında bir süre şaşırıp kalması hariç. Sıra bana geldiğinde, ilk ne zaman Tokyo'ya geldiğini soruyorum. Üstadın tasarım vizyonunu etkileyen bu kültüre ilk defa ne zaman maruz kaldığını öğrenip, bununla ilgili anekdotlar duymayı umuyorum. İtalyan kadın yardımcıları detayları hatırlamasında ona yardımcı oluyor.

Japonya'ya ilk defa emsali tasarımcılarla birlikte bir ödül kabul etmek üzere 1982 yılında geldiğini öğreniyorum. Karl Lagerfeld ve Perry Elvis de oradaymış. "Zandra Rhodes!" diyor etrafındakilerden biri. "Ve Zandra Rhodes" diyerek ona katılıyor Bay Armani.

"Karl benim danışmanımdı" diye devam ediyor, "ve John Fairchild… (moda basınından tanınmış bir isim.) Bana chopstick kullanmayı öğrettiler. Çok utanmıştım. Ama bu ülkenin ileride benim için bir şeyler ifade edeceğini o an anlamıştım."

Paris'ten gelen, moda üzerine yazılar yazan güler yüzlü bir İrlandalı olan Godfrey Deeny, Japonya'nın bu kadar uzun süre Armani'yi kendine çeken ne gibi özellikleri olduğunu soruyor. Armani, Japon geleneklerinin yalınlığından ve rafineliğinden bahsediyor. Japon tasarımlarının ise saflığına ve ince işçiliğine değiniyor.

Sonra cruise koleksiyonu hakkında konuşmaya başlıyor. Koleksiyonu nasıl ve neden bölümlere ayırdığına, klasik mavi, bej ve kahvelerden daha cüretkar kırmızılara doğru neden ve nasıl renk kodlaması yaptığına değiniyor. Koleksiyonu nasıl hem modern hem de geleneklerden ilham alan bir çizgide tasarladığını anlatıyor. "Sanırım başarımın arkasında yatan sır denge. Farklı bir şey yapmaya çalışsan da, hatta alışılmamışın peşinden koşsan da bir noktada kendini frenlemen, bir çizgi çizmen lazım. Asla gerektiğinden fazla açılmamalısın."

Avrupa için ümit ettikleri ve korktukları soruluyor. "Avrupa değerlerini yeniden keşfetmeli" diyor. "İnsanlar çok görgüsüz."

Instagram'ın tasarım sürecini ya da yöntemini değiştirip değiştirmediği soruluyor ardından. Cevabı net bir şekilde, "Hayır" oluyor.

İyimser mi, yoksa kötümser biri mi? "Hiçbiri."

Zarif ve sofistike giyinmek isteyenlere tavsiyeleri neler? "Aynaya bakın. Kendi eleştirmeniniz olun. Sınırlarınızı bilin."

Daha fazla alkış ve daha fazla selfie'nin ardından yine ortalıktan kayboluyor. 10. kattaki Armani Ristorante'ye yönlendiriliyoruz ve orada lüks bir akşam yemeği yiyoruz. Menü Japonca değil, İtalyanca. Bu nedenle neredeyse hiç tercüme gerektirmiyor.

LONDRA'YA DÖNDÜKTEN SONRA, Anoushka Borghesi bana Japonya'da sushi servis edilen muhteşem bir öğle yemeğinde bahsettiği belgeseli gönderiyor. Çok zekice. Bunu sadece yemek yemeyi ya da belgeselleri seven biri olduğum için söylemiyorum. Aslında belgeseli izledikçe anlıyorum. Jiro Dreams of Sushi, dünyanın en iyi sushi şefi kabul edilen Jiro Ono'yu konu alan 2011 yapımı bir film. Ginza'daki Sukiyabashi Jiro isimli üç Michelin yıldızlı küçük restoranı, çiğ balık ve pirinç fanatiklerinin mabedi gibi.

Jiro, film çekildiğinde 85 yaşındaymış. Tam da Armani'nin şu anki hali gibi, tek bir gayesi olan alçak gönüllü bir adam. Mesleğinin zirvesine, becerileri, yeteneği ve asla taviz vermediği kişisel disiplini sayesinde ulaşmış. Detaylar söz konusu olduğunda öylesine sert ve takıntılı ki, çoğu kişiye patolojik bir vaka gibi görünebilir.

Yalınlık ve minimallikten yana ama aynı zamanda çok fazla gülüyor, espri yapmaya bayılıyor ve ilginç bir mizah anlayışına sahip. İşini fazla ciddiye alıyor, kendini değil. Usta bir görev adamı ama aynı zamanda kendini geride tutan biri. Bu, onunla ilgili değil; işiyle ilgili.

"İşime aşık oldum ve sonra hayatımı ona adadım" diyor Jiro. Nedeni sorulduğunda da yaşlılığında ayaklarını uzatıp çalışanlarının getirdiği meyveleri yemeyi tercih etmediğini belirtiyor. "Emekli olacak gibi hissetmiyorum."

Ayrıca ekliyor, "Her zaman geliştirilecek bir şeyler vardır." Doğru, mükemmel balık dilimi henüz servis edilmediği gibi mükemmel elbise de henüz tasarlanmadı, mükemmel takım da dikilmedi.

Bir keresinde bir sushi ustası, "Seksenlerindeki hiç kimse Jiro gibi gecesini gündüzüne katarak çalışmıyor" demişti. Ama aynen bunu yapan biri var ve onun da yakın zamanda emekli olmaya pek niyeti yok.

Jiro'nun filmindeki asıl hikaye, filmin olay örgüsünü oluşturan hadiseler serisi, filmi bir azizin hayat öyküsünden çok daha fazlasına dönüştürüyor ve konuyu veliaht meselesine getiriyor. Jiro'nun iki oğlu var ve ikisi de kendi alanlarında dünya standartlarında başarılı sushi şefleri. İkisi de şu anda orta yaşlı ve oldukça deneyimliler. Büyük oğlu Jiro'nun sağ kolu. Yaşlı adam gün gelip dünyaya veda ettiğinde restoranın işletmesini devralacak kişi o. İkinci oğlunun ise yakınlardaki Roppongi Tepeleri'nde Suliyabashi Jiro'nun bir şubesini açma yetkisi var. O, Jiro'nun mirasından daha az pay alan ve sorgusuzca seviyesinin daha düşük olduğunu kabul eden evladı. Ben bunu yazarken, Jiro Ono 93 yaşında ve hâlâ çalışıyor.

Japonya'yı ziyaret ettiğimizde, bir veliahtın ülkenin yönetimini devraldığı gazetelerin ilk sayfalarının manşetlerini süslüyordu. Mayıs ayında, Armani Cruise defilesinden kısa süre önce babası İmparator Akihito'nun 85 yaşında tahttan feragat etmesi üzerine Japonya tahtına veliaht Naruhito çıkmıştı. (Bu metinde Son İmparator analojisini kullanmayı reddettim çünkü o meşhur filmin ismi Japonya'yı değil, Çin Hanedanlığı'nı işaret ediyordu. Yine de bahsetmeden duramadım.)

Veliaht meselesinin Bay Armani'nin de çevresinde konuşulmaya başlandığını duyuyorum. Sonuç olarak; Jiro ya da Akihito'nun aksine ortada kesin bir varis mevcut değil; herhangi bir çocuğu yok. Yeğeni Roberta Armani şirkette önemli bir role sahip, özel müşteriler ve ünlüler ile çalışıyor ama bir tasarımcı değil. Şirkette Roberta gibi yönetim için adı geçen birçok kişi var ama tüm dünyanın bildiği üzere şu anda kimse kesin bir şekilde şirketin veliahtı değil. Bay Armani'nin tüm görevlerini tek bir kişinin üstlenebileceğine inanmak da pek mümkün değil zaten. Moda endüstrisinin öğrenmek istediği ise onun yerine kimin baş tasarımcı, kimin genel müdür olacağı. Acaba, bir gün yapılması gereken görüşmeleri
yapmayı şimdiden kabul ediyor mudur?

Tokyo'daki defileden kısa süre önce ben, Giorgio Armani ve Anoushka Borghesi sahne arkasında, içinde bir kahve masası ve rahat koltukların bulunduğu loş ışıklı özel bir odada bir araya geliyoruz. Ses kayıt cihazımı açıp ona soru sormaya başlıyorum.

Karşımdaki 80'lik bir milyarder. Tabii ki, kanıtlayacak bir şeyi kalmamış. Neden bugünlük yeter deyip kendini farklı uğraşlarla şımartmıyor? Gülüyor. "Ne yapmalıyım? Söyle bana! Benim yaşıma geldiğinde yeni bir hayata başlamak çok zor. 40 yaşında olsaydım belki bu çok daha kolay olurdu. Ama 85 yaşındayım. Sadece bildiğim şeye sıkıca tutunuyorum."

Giorgio Armani markası Giorgio Armani olmadan devam etmeli mi? "Tabii ki devam edecek" diyor bu sorum üzerine. "45 yıl bunun için çalıştım. Sona ermesini istemem. Ve ne olacağını görmeyi heyecanla bekliyorum."

Bu onun çizgisi ve değiştirmeye hiç niyeti yok. Kendisinin göremeyeceği bir gelecek olduğunu biliyor ve yine de bu geleceği görmek için sabırsızlanıyor. Ona nasıl biri olarak hatırlanmak istediğini soruyorum. "Dürüst biri olarak" diyor, "Hem iyi hem de kötü yönlerimle."

Basın konferansında birinin çok daha ilginç bir soru sorduğunu hatırlıyorum: "Şans verilse hangi süper güce sahip olmak isterdiniz?" demişti Armani'ye. Armani de hiç çekinmeden, "Ölümsüz olmak" demişti. Sanırım, bu her şeyi özetliyor.

BİZE ULAŞIN