Sinema İçin Atan Bir Kalp - Agah Özgüç
Onunki, bir aşk hikâyesi... 80 yaşındaki emektar sinema yazarının, bir ömür boyu ateşini harlı tuttuğu bu aşk uğruna yaptıkları, âdeta dağları delen namlı meftun Ferhat’ınkine denk. Yüzlerce dergi ve gazete ekinde yayımlanan haberler, makaleler; yazılan onlarca sinema kitabı ve kronolojik sözlük; inşa edilen ucu bucağı sonsuz bir arşiv ve hâlâ sinema dendiğinde atışları hızlanan bir kalp!
Yazı EGE GÖRGÜN
BİR BAŞKA Yeşilçam siması Suphi Kaner ve dönemin pek çok çocuğu gibi, o da çocukluğunda bir tablaya serdiği Abdülvahit Turan Yeni Hayat karamelalarını satıyordu. O yıllarda okuduğu Binbir Roman çizgi romanlarıyla gelişen hayal gücü ve körüklenen macera duygusu; kâh çikletlerden çıkan kovboy resimleri kâh annesiyle gittiği Beyoğlu'ndaki Santral Sineması'nda izlediği "lastik ağızlı" Joe E. Brown filmleri sayesinde sinema tutkusuna dönüşecekti. Tek başına sinemaya gidebilecek yaşa geldiğinde ise, favorisi, Pangaltı'ndaki Tan Sineması'nda seyrettiği Randolph Scott'lı kovboy filmleriydi. Bu filmlere gitmek için, babasının cebinden para aşırmaya kadar vardıracaktı işi üstelik. Babası, oğlunun bu yaramazlığının iyi şeylere vesile olacağını; hatta onu bir meslek sahibi yapacağını bilemeden, gözlerini hayata yumdu ne yazık ki.
BABASIZ pek çok evlat gibi, Agah Özgüç'ün de okul hayatı, yatılı okullarda geçti. Süreyya Sineması'nı, sık ziyaret edenlerdendi. O dönem, "grand tuvalet" müdavimlerle, yeni ve bir önceki filmden hatırlanan yüzlerle dolu olduğu için salon; merhabalaşmanın gayet doğal bir davranış olduğunu söylüyor, Özgüç.
KADIKÖY'DEN Unkapanı'na taşındıklarında; Beyoğlu'ndaki Alkazar Sineması, önemli bir yere oturuyordu, genç Agah'ın hayatında. "31 kısım iki devreli tekmili birden" filmlerin gösterildiği bu sinemaya giderken, elinden iğnesini eksik etmezdi. Kulamparalardan kendilerini kollamak için, gençlerin sinemaya, toplu bir iğneyle gitmesi âdettendi o zamanlarda. Daha ucuz biletle yer satılan ikinci balkondan; "Yılmayan Şeytanlar", "Hazine Korsanları", "Maskeli Beşler", "Maskeli Beşlerin Dönüşü" ve "Fu Manchu" gibi o döneme damgasını vuran aksiyon filmlerini izledi.
1950'Lİ YILLARIN devamında, daha çok taşrada çıkan edebiyat dergilerinde, şiirleri ve denemeleri boy göstermeye başlar, Agah Özgüç'ün. Çok sevdiği şair Atilla İlhan'a öykünerek kaleme aldığı bu şiirler, sinemaya tutkusuna gem vurmamaktadır ama. Yıldız dergisinin artist yarışmasına bir fotoğraf bile göndermeyi ihmal etmez. 1960 yılında, kendisini "şiirde para olmadığını" konusunda uyandıran gazeteci arkadaşı Enis Olcayto'nun tavsiyesiyle, gazeteciliğe başlar. Sinema gazeteciliği yapacaktır artık. Olcayto'nun motosikletiyle, röportajlara gitmeye başlarlar. Tek başına yaptığı ilk röportajını ise, geleceğin "Sultan"ı olacak Türkan Şoray'la gerçekleştirir. Yıllar içinde, imzası, sayısız yayımda insanların karşısına çıkacaktı: Artist, Sinema 65, Pazar, Ses, Hafta Sonu, Gelişim Sinema, Antrakt, Hafta Sonu, Haftanın Sesi, Beyaz Perde, Popüler Tarih, Erkekçe, Kadınca, Ekspres, Öküz, Milliyet Sanat ve çok daha fazlası... Bunlara, Berna İlhan takma adıyla yazdıklarını da eklediniz mi; bugüne dek aldığı Emek Ödülleri'ni ne kadar hak ettiği ortaya çıkıyor, Özgüç'ün.
BEYAZ PERDEDE gördüğü kadınlara âşık olur; bazen Fred Astaire'e bazen Gene Kelly'ye eşlik eden Cyd Charisse, bunlardan en önemli olanıdır. Dans etmeyi çok sevdiği için, danslı filmlere de ayrı bir düşkünlüğü vardır, Agah Özgüç'ün. 1955 yılında İstanbul Hilton'un açılışına gelen Ann Miller ve tabii Ava Gardner da, karşılık beklemeden sevdiği diğer kadınlar olmuştur.
1932 YILINDA Kadıköy doğan Agah Özgüç'e, bugün bile, Beyoğlu veya Kadıköy'deki sahafları dolaşırken; arşivinde eksik olan bir dergiyi, bir set fotoğrafını ya da bir film afişini ararken rastlamanız mümkün. Onca kitaba, onca bilgi birikim tecrübeye, onca üne ve onca yaşanmışlığa rağmen hâlâ "alçakgönüllü bir beyefendi" olarak; çok daha azını başarmış insanların şişinerek, caka satarak arşınladığı İstanbul sokaklarında sıradan bir adammış gibi yürüyüp gidiyor, Agah Ağabey. Ve onun arkasından bakarken; şöhretin, paranın ve gücün arenası olan Yeşilçam'ın içine bu kadar sokulup da, kendini bir nebze bile bozmamış, hayat denen ipin üstünde en usta cambazları kıskandıracak nispette bir denge kurmuş nadir insanlardan birinin gidişini izlediğimizi fark ediyoruz.