Lifestyle

Modern Çağın Maskülinite Krizi: Incel Kültürü Nedir?

Modern Çağın Maskülinite Krizi: Incel Kültürü Nedir?

“Incel” kavramının ne anlama geliyor, nasıl ortaya çıktı ve arka planındaki psikolojik dinamikler neler?

22 Temmuz 2025

Yazı Uzman Klinik Psikolog Dilara Saçal

Dijital çağ, erkekliğe dair kalıpları ve ilişkilenme biçimlerini köklü şekilde dönüştürüyor. Sosyal medya, forumlar ve çevrimiçi topluluklar, erkeklerin duygularını ifade etme, ilişki kurma ve kendilerini tanımlama biçimlerine yeni alanlar açarken, aynı zamanda öfke, yalnızlık ve dışlanmışlık duygularının da görünür hale gelmesine neden oluyor. Bu duyguların kimi zaman radikalleşmiş, kimi zamansa pasifize olmuş haliyle ortaya çıktığı bir topluluk var: Inceller.

Incel kültüründen bahsederken bize yol gösteren sorular; "Bu erkekler ne hissediyor?" ve "Nerede yara aldılar?" oluyor. Çünkü görünürdeki öfkenin geri planında çoğu zaman görülme arzusu, temas edilememiş bir kırgınlık ve anlaşılmamışlık hissi yatıyor. Incel kültürü, günümüz erkekliğinin sessizce yaşadığı bir krizi, ilişkilenememenin açtığı yarayı ve duygularla temasta eksik kalmış bir öznenin izlerini taşıyor.

Incel Kimdir?

Incel, kelime anlamıyla "istemeden bekâr kalan erkek" demek. Yani biriyle romantik veya cinsel ilişki yaşamak isteyen ama bunu başaramayan kişi. Ancak bu tanım, incel kimliğinin ardındaki duygusal ve düşünsel dünyayı anlatmaya yetmiyor. Incel, bir durumdan çok bir hayatı algılayış biçimi. Yalnızlık, yetersizlik ve reddedilme duygularının çevrimiçi topluluklar içinde ideolojik bir öfkeye dönüşmüş hali.

Incel forumlarında sıkça görülen söylemler ise dikkat çekici: "Kadınlar sadece zengin ya da yakışıklı erkekleri seçer", "Ben iyi biriyim ama kadınlar beni istemiyor", "Dünya adaletsiz".

Buradaki temel yapı, bireysel bir hayal kırıklığının sistematik bir kurbana dönüşmesiyle kurulur. Söz konusu erkek, kendisini "iyi ama görünmeyen", "haklı ama seçilmeyen" olarak tanımlar. Bu kurban anlatısı zamanla öyle köklenir ki kişi sadece aşkı değil, aidiyeti ve insan ilişkilerini de kaybedebilir. Artık kadınlar yalnızca reddedici bir öteki değil, "düşman" olarak görülmeye başlar.

Birçok incel erkeğin ortak özellikleri vardır:

  • Kendilik değeri düşük ama grandiyöz bir öz-imaj fantezisine tutunur.
  • Duygusal ifadede zorlanır; öfke, sık kullanılan bir savunma mekanizmasıdır.
  • Sosyal ilişkilerde güvenli bağlanma kurmakta zorlanır.
  • Hayal kırıklıklarını dış dünyaya, özellikle de kadınlara yöneltir.

Incel Kültürünün Ardında Reddedilme Travması ve Yaralı Narsisizm

Birçok incel bireyin duygusal yapısında derin bir narsisistik kırılganlık vardır. Bu kırılganlık çoğunlukla, çocukluktan itibaren yeterince aynalanmamış, duyguları anlaşılmamış ya da tutarlı bir sevgi deneyimi yaşamamış bireylerde gelişir. Bu kişiler, öz-değerlerini dışarıdan gelen onayla beslerler. Görülmeye, beğenilmeye, arzu edilmeye fazlasıyla ihtiyaç duyarlar. Ancak bu ihtiyaç karşılanmadığında, reddedilme bir olay olmaktan çıkar, bir kimliğe dönüşür.

Incel zihninde reddedilme, sadece bir ilişki fırsatının kaybı değil, varoluşun inkârı gibi yaşanır. "Ben sevilmeye değer değilim" duygusu, zamanla "kadınlar kötü" inancına dönüşerek narsisistik yarayı dışsallaştırır. Bu noktada, savunma devreye girer: Suç içe alınmaz, dışarı yansıtılır.

Bu kişiler sıklıkla kendilerini "iyi çocuk" olarak tanımlar: nazik, anlayışlı, duygusal… Ama bu "iyilik" çoğu zaman içten değil, bir tür ticaret gibidir. "Ben iyi davrandım, o halde bir şey hak ettim" düşüncesiyle kurulur. Bu beklenti karşılanmadığında, kadınlara yönelik büyük bir öfke doğar. Öfkenin altında ise çoğu zaman yıkıcı bir yoksunluk ve değersizlik duygusu yatar.

Toplumsal Roller ve İncel Kültürü

İncel kültürünü yalnızca bireysel psikopatolojilerle açıklamak yetersiz olur. Bu olgunun yükselişinde, modern toplumun erkekliğe biçtiği rollerin parçalanması da büyük rol oynar. Son yıllarda, "erkek olmanın" ne demek olduğu sorusu giderek daha bulanık hale geldi. Ne geleneksel "sert" erkeklik kalıpları işlevini sürdürüyor ne de yerine sağlıklı, esnek ve duyguya açık bir erkeklik modeli konulabiliyor.

Bu boşluk, incel birey için kaygı verici bir belirsizliğe dönüşebiliyor. O, ne klasik erkeklik rolünü taşıyabilir ne de yeni nesil erkeklik tahayyüllerini içselleştirebilir. Arada kalır. Kendi yetersizliğini sisteme değil, kadınlara yükler. Çünkü artık kadınlar güçlü, özgür, seçicidir, bu da onun erkeklik imgesini tehdit eder. Bu tehdit, "Ben erkekliğimi nasıl var edeceğim?" sorusuyla değil, "Neden artık beni istemiyorlar?" öfkesiyle karşılık bulur.

Sosyoekonomik eşitsizlikler, işsizlik, sınıf düşüşü riski gibi faktörler de bu tabloyu ağırlaştırır. Çünkü birçok incel, sadece duygusal değil, ekonomik olarak da hayatta başarısız hisseder. Kadının yalnızca duygusal değil, finansal olarak da "kendi ayakları üzerinde durabiliyor" olması, bu bireylerde güçsüzlük hissini tetikleyebilir. Bu da kadınla özdeşleşmek yerine, onu kontrol etme ya da cezalandırma arzusunu körükleyebilir.

Arzunun Dışında Kalmak: Psikanalitik Bir Okuma

Psikanalitik kuram, özellikle Lacan'ın düşünsel mirası, incel olgusuna bambaşka bir derinlik kazandırır. Lacan'a göre arzu, bireyin kendisinden değil, ötekinin arzusundan doğar. Yani biz aslında, arzu edileni değil, arzulanmayı isteriz. Seçilmeyi, istenmeyi, fark edilmeyi... Incel bireyin yaşadığı da tam olarak budur: Ötekinin arzusu dışında kalmak. Bir anlamda, arzunun diliyle konuşamamak.

Bu dışlanma deneyimi sadece cinsel ya da romantik değildir; simgesel düzlemde bir yokluk duygusuna dönüşür. Incel, toplum tarafından tanınmamış, kadının arzusu tarafından onaylanmamış, fallusu –yani simgesel gücü– elinde tutamayan erkektir. O artık yalnızca yalnız değil, simgesel düzeyde eksik ve yetersiz hisseder.

Bu eksiklik, onu iki yönden sıkıştırır: "Kadınlar beni istemiyor" diyerek arzunun nesnesi olamamak ve "Ne istediğimi bile bilmiyorum" düşüncesiyle arzunun öznesi olamamak.

Bu ikili sıkışma zamanla öfkeye, nefret söylemine, pasif agresifliğe ya da içe çöken bir çökkünlüğe dönüşebilir. Çünkü kişi ne dış dünyanın onayını alabilir ne de iç dünyasında bir anlam inşa edebilir. Arzu ile ilişki kuramadığı için fantezisine saplanır; sıklıkla pornografi, erotik idealizasyonlar ya da kadını ya yücelten ya da değersizleştiren anlatılar devreye girer. Kadın ya ulaşılması gereken bir ödül ya da değersiz, "hipergamik" (yalnızca statüye göre seçim yapan) bir düşman figürüne dönüşür.

Psikanalitik bakışla incel birey, fallusu elinden alınmış hisseden, simgesel düzenin dışına düşmüş bir özne olarak okunabilir. Bu da onu hem arzusuzlaştırır hem de öfkelendirir. O artık sadece "istenmeyen" biri değildir; "arzulamaktan vazgeçmiş" bir özneye dönüşür. Bu da onu daha da yalnız, daha da umutsuz, tehlikeli hale getirir.

Freud ve Lacan Açısından Incel Kavramına Bir Bakış

Psikanalitik kurama göre insan, bir başkası tarafından arzulanma ihtiyacıyla şekillenir. Freud bu noktada "narsisizm" kavramını devreye sokar: Hepimiz bir ölçüde sevilmeye, beğenilmeye, onaylanmaya muhtacız. Ancak erken yaşlarda yeterince sevilmemiş, aynalanmamış ya da "önemli biri" gibi hissedememiş bireylerde bu ihtiyaç sönümlenmez, aksine bastırılmış bir açlığa dönüşür.

Birçok incel erkeğin söylemlerinde bu ifadeler görülebilir:

"Hiçbir kadın beni seçmiyor."

"Ben aslında çok iyi biriyim ama bunu gören yok."

"Yakışıklı değilim diye herkes beni dışlıyor."

Bu söylemler, yüzeyde öfke gibi dursa da derinlerde yoğun bir yetersizlik, terk edilme korkusu ve değersizlik duygusunu barındırıyor olabilir. Freud'un tanımıyla bu, sevgi nesnesine duyulan öfkeyle karışmış bir melankoli halidir. Yani kişi hem kadına öfkelidir hem de ondan vazgeçemez, arzusu ile nefreti iç içe geçmiştir.

Lacan'a göre ise kişi, arzusunu hep "ötekinin arzusu" üzerinden kurar. Başka bir deyişle, "Ben arzulanırsam, varım". Incel birey, bu simgesel sistemin dışına düşmüş gibidir. Arzunun diline ulaşamaz, "fallus" dediğimiz simgesel gücü taşıyamaz. Kadınlar tarafından seçilmemek, sadece bir flört başarısızlığı değil, benliğin simgesel düzlemde eksik ilan edilmesidir. Bu eksiklik dayanılmazdır. Bu yüzden kendini ya büyüklenmeci bir "ben iyiyim, onlar kötü" fantezisine atar, ya da çökkünlük ve boşluk içinde kaybeder.

Klinikte bu bireyler çoğu zaman: Ya aşırı kendini yücelten bir anlatı içindedir, ya da pasifize, sessizleşmiş ve içe kapanmış haldedir. Bu iki uç, çoğunlukla yer değiştirir. Seans içinde bile bazen kadınları küçümseyen, bazen onlardan "mucize bekleyen" söylemler birbirini takip eder.

Bu çelişkili yapı şunu gösterir: Incel, aslında bir "kadın düşmanı" değil, bunun ardında kadına ulaşamayan bir öznedir. Bu ulaşamama hali, bazen annenin yokluğu, bazen sevgisiz bir çocukluk, bazen de kendilik algısında kırılmalarla başlar. Cinsellik, flört ya da sosyal becerilerdeki eksiklikler bu yapının sadece görünen kısmıdır.

Freud'un deyimiyle ifade edersek: "Bu erkekler sevme kapasitesini değil, kendilerini sevilebilir kılma kapasitesini kaybetmişlerdir."

Daha Fazlası

Peugeot E-5008 “Art On Cars” İle Sanatın ve Teknolojinin Buluşma Noktasında

Komünite Odaklı Gastronominin Yükselişi: Gusina’nın Hikayesi

Geleneksel Meyvenin Yeni Nesil Yorumu

Esquire 206: Uraz Kaygılaroğlu