Lionel Richie
Şarkıcı, 62
Ropörtaj CAL FUSSMAN
Fotoğraf JEFF MINTON
Derleme ZEYNEP ŞEKER
Henüz genç bir adamken, günün birinde rahip olabileceğimi düşünüyordum. Kafamda bu düşünceler olmasına rağmen, bir ara Commodores adlı müzik grubuna katıldım. Grupla birlikte sahneye ilk çıktığımda, ön sıralarda duran bir genç kız, "Haydi, şarkını söyle bebeğim." diyerek bana seslendi. O gün, benden bir rahip olmayacağını anlamıştım.
Nitekim daha sonra, aldığım kararın ne denli doğru olduğunu anladım. Çünkü "You Are the Sunshine of My Life" adlı şarkım, büyük çıkış yakalamıştı ve bu şarkımdan sonra, papazdan, beni başarılarımdan dolayı tebrik ettiğini belirten bir mektup almıştım.
Bir şarkıda, sözlerin birine hitap edilmiş olması çok önemlidir. Eğer "You Are the Sunshine of My Life" şarkısında birine hitap edilmiş bu cümle olmasaydı; o şarkı, asla aynı tadı vermezdi.
Şarkılarımda, gerçek hayatta var olan şeylerden bahsediyorum. Bugüne dek, hayal ürünü şeyler hiç yazmadım. Tıpkı, "Easy Like Sunday Morning" ya da "All Night Long" adlı şarkılarımda olduğu gibi.
Eğer şu anda ABD'de yaşanan olaylar 1960'lı yıllarda yaşansaydı; olaylara, şimdikilerden çok daha farklı şekilde tepki gösterilirdi. Oysa şimdi insanlar, neredeyse tüm futbol takımlarının oyuncularını tanıyor; fakat onları kendi çıkarları için kullanan politikacıların isimlerini bilmiyor. Ya da Lady Gaga'nın bir günün nasıl geçtiğinden haberleri var; fakat hükümetin neler yaptığından zerre kadar haberleri yok. Herkes; Facebook'ta, MySpace'de ya da Twitter'da vakit öldürüyor.
Afrika için Michael Jackson ile birlikte hazırladığımız "We Are the World" şarkısından sonra, üç ya da dört uçak, yardımsever insanların bağışları sayesinde tıka basa yemekle dolmuştu. Afrika'ya vardığımızda, açlığın, insanları ne hâle getirdiğini gördük. Oradaki insanlar o kadar uzun süredir açlardı ki, artık yutma yetilerini kaybetmişlerdi. Bu nedenle önümde, elinde ağzına kadar dolu bir tabak olduğu hâlde, sırf yutma yetisini kaybettiği için karnını doyuramayan ve ölüme giden pek çok insan vardı.
Ben, eğer birisi açsa, tüm kasabanın onu doyurmak için çaba sarf ettiği bir toplulukta büyüdüm. İnsanların, kanseri ne zaman ciddi bir hastalık olarak gördüğünü biliyor musunuz? Bu hastalık, kendi ailelerinden birini yakaladığı zaman. Ya da yine insanların, açlığı ne zaman ciddi bir olay olarak gördüğünü biliyor musunuz? Ailelerinden biri açlıkla boğuştuğu zaman. Ne yazık ki insanlar, başlarına gelmeden, diğer insanların neler yaşadıklarıyla pek ilgilenmiyor.
Günün birinde dünyanın en fakir insanı olsam da, bu durum asla umurumda olmaz. Ben, yalnızca bir yuva istiyorum. Sabahleyin, yatak odamdan çıkıp mutfağa gitmek ve sonra yeniden yatak odama dönmek istiyorum. Kaç kişinin size "Bayım." diye seslendiğinin bir önemi yok. Önemli olan sizin, çocuklarınızı; çocuklarınızın da sizi sevdiği bir dünyaya sahip olmaktır.
Küçük bir çocukken, sık sık, arkadaşlarımla buluşmak için evden dışarı çıkardım. Bu anlarda, tam kapıdan çıkarken, babam; "Hey, evlat nereye gidiyorsun? Bir şey unuttun." diyerek beni durdururdu. Bense babama, arkadaşlarımın önünde onu öpemeyeceğimi fısıldardım. Cevabım, babamı tatmin etmezdi ve kendisini öpmem konusunda ısrar ederdi. Yine böyle anlardan birinde, arkadaşlarımdan biri, az önce babamı öpüp öpmediğimi sordu. Ben de, çaresizce "Evet." diye yanıtladım. Arkadaşımın benimle alay edeceğini düşünürken; o, kendi babasının hiçbir zaman kendisini öpmesine izin vermediğini, baba oğul yalnızca tokalaştıklarını anlattı. İşte o zaman, ne kadar şanslı biri olduğumu anladım.
Benim, sık sık kurduğum bir cümle vardır: "Başarısızlık, bir seçenek değildir."
Alabama'da büyümek, bir balonun içinde büyümek gibiydi. Ve ben burada, hayatta sınırların olmadığını öğrendim. Büyükannem, klasik piyano çalardı. Country müzik toplumun alışkın olmadığı bir müzik türüydü, klasik müzik. R&B ise, aksine halkın en sevdiği müzik türlerinden biriydi. Fakat büyüdüğüm yerde, herkes, en çok caz dinlemeyi severdi. Benim içinse hepsi, tek bir şey ifade ediyordu: Müzik. Bu nedenle, birisi belli sınırlar koyduğunda, ben hep bu sınırların dışına çıkardım. Tıpkı annenizin evin tüm odalarında oynamanıza izin verip, tek bir odayı işaret ederek, oraya girmemeniz gerektiğini söylemesi gibi… Ben hep, o diğer odaya girenlerden oldum.
Bir adam, çocuğuyla balık tutmak; başka bir adam ise, çocuğuyla beyzbol oynamak ister. Fakat aslında hepsinin istediği, ortak bir şey vardır: Çocuklarının kendilerini sevmesi.
Bir gün babam, beni kenara çekerek, benim için telaşlandığını söyledi. Ardından da herkesin beni sevdiğini; fakat günün birinde sahip olduğum her şeyi kaybedersem, yine de bugün olduğum adam olup olamayacağımı merak ettiğini söyledi. O zamanlar, ne demek istediğini anlayamamıştım. Babamı, bir süre önce kaybettim. Boşandım. Ve sahip olduğum en değerli şeyimi, sesimi kaybettim. İnsan sesini kaybedip de kimseyle konuşamayınca, kendi içine dönüyor ve düşünmek için zamanı oluyor. Ben de, düşünmeye başladım. Sesim geri geldiğinde, ilk kime koşacaktım? O anda kendime geldim ve babamın ne demek istediğini anladım. Sesime kavuştuğumda, asıl olduğum adamı, kendi benliğimi bulacaktım.