Sahne sırası onda: Murat Yıldırım
10 Nisan 2017
1 / 5
Sahne sırası onda: Murat Yıldırım
Fotoğraf: Arda GÜLDOĞAN
Moda Editörü: Duygu ALTIPARMAK
Röportaj: Seda KARAN
Murat Yıldırım, bu aralar belki de hakkında en çok konuşulan, merak edilen ve takip edilen isimlerin başında geliyor. Ne de olsa, deyim yerindeyse hayatında yepyeni bir sayfa açarak, bizi şaşırtan birçok sürprizle karşımıza çıktı. Neredeyse bir yıl boyunca herhangi bir dizi projesinde yer almadı. Bir ara Londra'ya gittiğini duyduk. Sükunetini koruyordu. Sonra birden ne olduysa oldu, bombayı patlattı: Evlilik kararı almıştı! Üstelik henüz altı aydır tanıdığı, Faslı Imane Elbani ile. Türkiye ve Fas'ta yapılan düğünleri de gündemimizi bir hayli meşgul etti. Aradan kısa bir süre daha geçti ki, bu kez başrolünü Fahriye Evcen ile paylaştığı fi lmi 'Sonsuz Aşk'ın çok kısa bir süre sonra vizyona gireceğini konuşur olduk. Ve asıl bomba patladı! Uzun bir süredir ATV ekranlarında, Selçuk Yöntem'in sunuculuğunda devam eden 'Kim Milyoner Olmak İster?' adlı yarışma için yeni bir isim düşünülüyordu ve bu isim ta kendisiydi. Hazır bu kadar sürprizli bir şekilde karşımıza çıkmışken Murat Yıldırım'la bir araya gelmemek olmazdı. Baştan söyleyeyim, (Röportaja başlamadan önce o da baştan söyledi!), kendini anlatmayı pek seven biri değil. Daha çok "Siz sorun, ben cevaplayayım…"ların adamı. Röportajı yapan olarak daha ne isterdim! Hazır karşımda sorularımı içtenlikle yanıtlamaya hazır birini bulmuşken ben de Murat Yıldırım'a 'yeni' hayatıyla ilgili merak ettiklerimi bir bir sordum.
Yeni bir film, yeni bir evlilik, yeni bir meslek derken deyim yerindeyse 'ikinci bahar'ını yaşıyorsun. Bu aralar kendini nasıl hissediyorsun?
"Hayatın daha başlarındaymışım gibi hissediyorum. Hani bazen yaşadıklarınızdan dolayı sanki yüzyıllardır yaşıyormuşsunuz gibi hissedersiniz ya; bu tam tersi. Hayata yeniden başlıyormuş gibi!"
Ne güzel! O bu aralar yeni hayatının tadını keyifle çıkaradursun, ben biraz geride bıraktığı hayatını, onu yetiştiren anne babasını, bugünlere kadar nasıl geldiğini, oyuncu olmayı aklının ucundan dahi geçirmezken buna nasıl karar verdiğini merak ediyorum…
1979, Konya doğumlu. Aslen Mardinliler. Biri kendisinden büyük biri de küçük iki kız kardeşi var. Annesi ev hanımı. Evin otoriteri, annesiymiş. "Hani iyi polis, kötü polis durumları vardır ya, babam çok karışmazdı bize. Elbette babam da her zaman yanımızda oldu ama annemin rolü daha baskındı." diyerek ilişkilerini özetliyor hemen. Babası öğretmen olduğundan, sürekli çıkan tayinlerden ötürü çok gezmişler. İlkokul ve ortaokulu Konya'da bitirdikten sonra Adana'ya taşınmışlar. Orta halli bir aile… Abla ve kız kardeş arasında evin ortanca çocuğu ve tek oğlu olarak şımartılıp şımartılmadığını soruyorum: "Şöyle ki; anneme her zaman sırf bu yüzden teşekkür etmişimdir. Şımarma anlarında her zaman hatırlatmıştır, sağ olsun. Aslında hem çok ilgilenirdi hem de şımarma anlarında şımarmamamız gerektiğini hatırlatırdı. O yüzden anneme çok şey borçluyum."
Babası ise her zaman, her konuda ciddi bir adam olmuş: "Hayatımda çok önemli bir yere sahiptir. Gerek lise yıllarımda gerekse üniversitede okurken çok şeyden feragat etti. Sonuçta emekli bir öğretmen olarak İstanbul'da bir öğrenciyi okutmak kolay değildi. Çok da çalışkandır, bu arada. Dolayısıyla ondan öğrendiğim çok şey oldu. Boş durmayı hiç sevmez, sürekli bir meşgale çıkarır kendine."
Üniversite sınavında Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği bölümünü kazanmasıyla birlikte, kendi deyimiyle hayatının ilk dönüm noktasını yaşamış. 18 yaşındayken, tek başına ver elini İstanbul! "Memur çocuğuyum, dolayısıyla hayatın her kesiminden farklı, çok insan tanıdım. Bu benim için büyük bir zenginlik. Çok yer gezmem de benim için aynı derecede önemliydi. Her şeyi gördüm; yokluğu da bilirim."
2 / 5
Sahne sırası onda: Murat Yıldırım
Adana'dan İstanbul'a yeni gelmiş 18 yaşında bir genç olarak kendini sudan çıkmış balık hissetmesi çok normal. Üniversite yıllarının nasıl geçtiğini, ileride makine mühendisi olacağı için idealist bir öğrenci olup olmadığını soruyorum. Hiç değilmiş. Aksine bir dönem müzikle ilgilenmiş, bir ara da karikatüre merak salmış. Anlayacağınız; orta kararda bir öğrenciymiş. Bir yandan oyunculuk da yaptığı için üniversiteyi sekiz yılda bitirmiş. O yıllarda oyunculuk ile uzaktan yakına ilgisi olmayan, oyuncu olmayı aklının ucundan dahi geçirmeyen Murat Yıldırım'ın içinde fi lizlenen oyunculuk aşkı ise bir gün üniversitede izlediği bir tiyatro oyunu ile başlamış. Oyunu izledikten sonra tiyatrodan çok büyük bir keyif aldığını fark eden Yıldırım, bunun üzerine hemen Yıldız Teknik Üniversitesi Oyuncuları'na katılmış. "Üniversite tiyatrosundayken çok güzel vakit geçirdim." diyerek özetliyor o yılları. Tam üç yıl, tiyatro, okul derken bu şekilde geçmiş. Televizyonla tanışması ise yine bir tesadüf eseri olmuş: "Bir gün, tam derse girerken bir yapım şirketine giden arkadaşlarımla karşılaştım. Bir dizi için yardımcı oyuncu arayışı varmış, başvuru yapmaya gidiyorlarmış. Ben de derse girmek için hiç havamda değilmişim ki beni çağırmaları üzerine hemen onlara katıldım. O dönem BKM'de çalışan arkadaşlarımızdan biriyle, Gökhan Karagülle ile tanışma fırsatım oldu. Kendisi beni tiyatroda izledikten sonra BKM'ye önerdi. Böylece ilk dizi projem de başlamış oldu. O dönem, komedi oynuyordum. Bu arada Yıldız Teknik Üniversitesi Oyuncuları'nda eğitim aldığım için çok şanslıyım. Çünkü gerçekten ODTÜ, Boğaziçi, Yıldız Teknik ve Bilkent Üniversitesi'nde, iyi oyuncu yetiştiren ve çok iyi oyunlar sergileyen tiyatro kulüpleri var."
Ailede örnek alacağı bir isim yok. İçindeki tiyatro aşkı nasıl kabarmıştı? "O dönem iyi bir sinema izleyicisiydim, tiyatroda olmak hiç düşündüğüm bir şey değildi. İlk sahneye çıktığımda ki komedi yapıyordum o sıralar, farklı bir tür denedim Antonios'un bir tiradını oynamıştım. Geridönüşler çok etkilemişti beni. Çünkü sanatçının sanatını överseniz, sanatını daha iyi yapar. Bu da beni cesaretlendirmişti. Yapabileceğime inandım sonra."
Jack Nicholson, Kevin Spacey, Johnny Depp ve sıkı bir Sean Penn hayranı olan Murat, üniversitede bir yıl daha sahne tozu yuttuktan sonra 'Bütün Çocuklarım' adlı ilk dizi fi lminde rol almış. Kadir İnanır'ın oğlunu canlandırdığı bu diziden sonra da bir daha sahneye adım atmamış.
Hazır dizi setlerine adım attığı günler başlamışken, bugüne kadar dikkatimizi çeken birçok farklı rolle karşımıza çıktığı için karakterlerine nasıl hazırlandığını soruyorum… "Senaryoyu birkaç kez okuyup hayaller kurmaya başlarım. O sırada fi lm izleme iştahım daha da artar bu arada, yapacağım işten keyif almak için hazırlanırım."
Ne tür karakterleri canlandırmayı tercih etmeyeceğini sorduğumda ise beni şöyle yanıtlıyor: "Aslında iyi ya da kötü her karakteri oynamak isterim. Tabii, herkesin yine de bir tercihi oluyor, benim de bugüne kadar canlandırdığım karakterlerin hepsi kendi seçimimdi. Mesela 'Suskunlar'daki Ecevit, daha gerçeğe yakın bir karakterdi. 'Kocan Kadar Konuş'ta da beyefendi, bir aile çocuğunu oynamıştım. Kısacası iyi senaryoyu tercih ederim. Çünkü senaryo ya iyidir ya da kötüdür, tarzı olmaz. Mesela 'Ayla' adlı filmde yer almam çok ilginç oldu. Film çekimlerine başlayalı bir hafta olmuştu ve ben yapımcısıyla sonradan bir araya gelmiştim. Kendisini tanımıyordum ve sohbetimiz sırasında bana senaryoyu anlattı. Onu dinlerken 'Bu fi lmde keşke yer alsaydım…' diyerek çok üzüldüğümü belirttim. Bana bakıp, 'Ya bir rol daha var aslında, oynamak ister misin?' dedi. Hemen kabul ettim. Güney Kore'ye yardıma giden bir grup askerden birini, bir üstteğmeni canlandırdım."
3 / 5
Sahne sırası onda: Murat Yıldırım
Onu dinlerken bunun bir tesadüf mü yoksa kader mi olduğunu düşünüyorum ve düşüncemi hemen onunla paylaşıyorum… "Hayatın matematiğine baktığınızda sizi tesadüfün sıfırına götürür. Yani kendiliğinden olan şeylerin matematiği değil, benim gördüğüm. Ne fizik, ne kimya, ne biyoloji, ne kuantum bana başımıza gelenlerin tesadüfen olduğunu gösterdi. Atomun yapısında da bunu görmedim. O yüzden tesadüfe inanmam. Bu fi lmde yer almam bence kader, hiçbir şey tesadüf değildir hayatta. Zaten insan kendi kaderini kendi oluşturur. Evrenin de bizlerin hayatta kalabilmesi için düzenlediği fiziki kanunları var. O kanunlara uyarsanız; hayat da Allah da size yardım edecektir diye düşünüyorum. Çünkü körü körüne bir kadercilik anlayışı da yanlış olur, maddenin bir kanunu var çünkü. Maddeyi yukarıdan yere bırakırsanız, yere düşer. Her şey bir kanuna göre yaratılmış." Kuralcı bir adam olup olmadığını merak ediyorum, kendini hemen şöyle anlatıyor: "Şöyle açıklayayım; konuşurken bazı kelimeleri hep yanlış kullanmışız, yanlış anlamlandırmışız ve maalesef yıpratmışız. Mesela; düzenli olmak ile disiplinli olmak… 'Disiplinli ol,' dediğimizde hep o askeri katı sistem aklımıza gelir. Ama ne zaman düzenli olmamız söylense daha naif gelir. Hâlbuki hayatta düzenli olmak başarıyı getirir. Düzensizliğin başarıyı getirme ihtimali çok düşüktür. Akıl düzeni, heves ve keyif de düzensizliği seçer. Düzensizliğin içinde düzeni oluşturmak gerek kısacası. Akılla komutan olmak, çok büyük bir keyif! Kendimizi yönetebilmek, bu hayattaki en büyük sınavımız değil mi zaten? Bize bir akıl denen mükemmel bir alet verilmiş. Ve de onu yönetmek de bize bırakılmış… Dolayısıyla kendini yönetmek ve başkalarını tanımak yine kendini tanımaktan geçiyor. Kendini tanıyıp yönetebilmek lazım. Bunun adına da ister kural ister düzen deyin, ne derseniz deyin bir gerçek var ve bu gerçek değişmez. Eğer siz aklınızla duygularınızın komutanı olmazsanız; duygularınız sizi esir alabilir."
Akıl komutanlığı konusunda son derece bilinçli olan Murat, aynı zamanda son derece duygusal bir adam olduğunu da kabul ediyor, bu arada. Öfke kontrolü, kendine sinirlenme ve onu en çok sinirlendiren şeyleri sorduğumda ise yanıtı şöyle oluyor: "Sinirli bir adam değilimdir. Kendime çok kızdığım anlar oldu elbette ama artık sinirimi bastırmayı öğrendim. Hayatta beni en çok sinirlendiren de hainlik. Bu bir iş arkadaşı da olabilir bir dostunuz da… Sözünde durmayan insan beni çok sinirlendirir."
Bunun üzerine, kendinin bizzat yaptığı hatalardan ders çıkarma konusunda ne kadar marifetli olduğunu merak ediyorum: "Aslında kurallar çok net, o kurallarla iyi geçinirseniz; içiniz de çok barışçıl olur. Zaten aksi halde, öyle kavga etmenize de gerek yok, hemen dayağı yiyorsunuz. Ben mümkün mertebe ikinci kez aynı hatayı yapmadan yaşamaya çalıyorum."
Hazır, hayattan kendi payına çıkardığı derslerden konu açılmışken şu anda bulunduğu noktadan geriye şöyle bir baktığında, 37 yıllık hayatından neler öğrendiğini konuşmaya başlıyoruz. Tembel olmayıp zamanı iyi kullanmayı ve insanların kalbini kırmanın çok ama çok kötü bir şey olduğunu öğrenmiş: "Erteleme hastalığı, birçoğumuzda olan bir problem 'Daha sonra yaparım.'cılık. Bu konuyu hallettim mesela. Halledemediklerim de vardır elbette, zaafl arım gibi." Bu arada, en büyük korkusu sevdiklerinin kalbini kırmak, dolayısıyla sevdikleri onun zaafı.
4 / 5
Sahne sırası onda: Murat Yıldırım
Bugüne kadar kendi payına düşenleri yaşadıklarının sonucunda kendini olgun bir erkek olarak düşünüp düşünmediğini soruyorum: "Kiminin gözünün içine bakarsınız ve sizin bulunduğunuz zaman kavramında 150 yaşındadır. Bazısı 50'dir ama 10 yaşında gösterir. Göreceli bir durum yani… Kendime baktığım zaman epeyce olgunlaşmış bir adam görüyorum. Yaşlanma ya da olgunlaşmadan ziyade tecrübelerden faydalanma diyelim. Bunu kimi 20'sinde kimi de 50'sinde yakalayabilir. Ama işte insanoğlu 'öldürmeyen acı güçlendirir' mantığıyla hareket ettiği için tecrübelerinden çok da faydalanamıyor."
Başına gelenlerden sonra aldığı dersleri, kulağına tek tek küpe yaptığı aşikâr. Peki laf, söz dinleyen bir adam mı dersiniz? Bu, tamamen ona kimin ne söylediğiyle ilgili bir durummuş: "Şunu bütün samimiyetimle söyleyebilirim; kendime karşı en objektif olarak kabul ettiğim en önemli şey; eşim, annem, babam ve çok sevdiğim bir dostumun nerede yanlış yaptığımı söylediğinde onlara gözüm kapalı güvendiğim. Herkesin hayatında ona gerçekleri söyleyecek, hatalarını yüzüne vuracak böyle bir, iki kişi olmalı. Bazı konularda insanlarla tabii ki tartışabilirsiniz elbette ama hatalar nettir. İnsanın o net olan hataları kendine kabul ettirmesi bazen zor gelebilir. İşte o noktada güzel bir uyarıya ve kendinize gelmeye ihtiyacınız olur. Bunu yapabilecek kişi de güvendiğiniz birinden başkası olamaz."
Bunun üzerine, bazılarının da yaptığı hatalar üzerine kendi kendilerine akıllanmayı tercih ettiklerini belirtiyorum: "Aynı olaylar sürekli tekrar ediyor aslında. İnsan da yaptığı hatayı kabul etmemek için 'ama'lar 'fakat'lar üretiyor kendince. İnsan kendi keyfi nin avukatı oldu mu, her davayı kazandığını sanıyor. Hani insan sıkıntıya girmek istemez, bahaneler üretir ya, öyle bir durum. İşte bu gibi hem savcı hem de hâkim kişinin kendisi oluyorsa her davayı kazanır ki, bu da kötü bir şey. Yani bazen hayatta davaları kaybetmek de lazım."
Şimdilik karşımda naif ve uyumlu bir Murat Yıldırım var. Asilik konusunda nasıl biri olduğunu merak ettiğimde samimiyetle, söz konusu kararlılıksa son derece asi biri olduğunu belirtiyor. İçindeki savaşçı ruh ise, hırslarından komut alıyor: "Evet hırslıyımdır. Hayatta hırslı olmak gerekiyor. Bakın bir söz söyleyeyim… Hayat koçum da diyebileceğim Dr. Said Sözühikmet'in bir sözü var; hatta kitabı da çıktı Yaşamın Göremediğimiz Şifreleri, benim de en büyük motivasyonlarımdan biridir bu cümle: 'Araç insan, hırs aracın hızı, akıl direksiyon, yakıt bilgi ve öğrenme olursa araç doğru yoldan şaşmaz.' İnsanda hız ve hırs göreceli bir kavram, hayatta gerçeklere göre mi algıya göre mi yaşıyorsunuz, bu önemli. Gerçeğe göre yaşamak lazım. Hayat bir savaş meydanı ve her yerden, her an saldırıya uğrayabilirsiniz."
Saldırıya uğrama konusu açılmışken hayatta çok kazık yiyip yemediğini soruyorum. "Tabii ki, herkes gibi. Çok da mutluyum bu durumdan. Karşımdakini incitmektense incinmeyi tercih ederim." Yediği kazıkların sonrasında toparlanma süreci üzerine ise şunları söylüyor: "Kendimi şöyle motive ederim; 'Tamam olan oldu, artık arkaya bakmadan yoluna devam et. Arkana bakarsan tökezlersin çünkü. Bitti gitti, boşver! Ama bir gözünden diğer gözüne de güvenme.'"
Güven konusunda kimi kredisini baştan ortaya koyar, deneyimledikçe notlarını düşürür kimi de sıfırı başlangıç sayar, hanesine artıları topladıkça puanını arttırır. Kendisinin bu konuda nasıl bir strateji belirlediğini merak ediyorum: "Herkese aynı krediyle yaklaşırım. Özgürlük de bu değil midir? Şimdi hatırlıyorum, annemiz babamız bize hep 'Kendini kullandırma, çok da iyi niyetli olma.' diye öğütlerdi. Yo, niye? Kişi farkındalığı ile birlikte iyi niyetli olursa kendini çok kullandıracağını sanmıyorum." Sezgilerinin de oldukça kuvvetli olduğunu anlatıyor bunun üzerine. "Birinin gözünün içine bakmak onun kalbine, kimliğine bakmak demektir. Yanıldığınız zamanlar elbette olur, siz yeter ki aklı iptal etmeyin."
Bu aralar gündemimizde bir isim olduğu için ünlü olmakla arasının nasıl olduğuna değiniyorum… "Güzel ve keyifl i. Yaptığınız işle insanlara bir şeyler gösterebilmek, anlatabilmek kendinize de çeki düzen vermenizi sağlıyor. Bugüne kadar ünlü olmanın bana yaşattığı en zor şey; önyargılarla baş etmek oldu. Maalesef zannetmek üzerine kurulu bir dünyada yaşıyoruz. İnsanlar ne yazık ki zannederek, kulaktan dolma yaşıyor. Karşıdakini tanımadan yorum yapıyor." Negatif durumlarda karşılaştığında da inandığı şeylerin kendisini beslediğini, negatif bir şeye bakmadığını, okumadığını belirtiyor.
5 / 5
Sahne sırası onda: Murat Yıldırım
"Kimsenin kimseye hakaret etmesine hakkı yok. Ben kimseye hakaret etmiyorum. Benim en zorlandığım şeyler bu önyargılar oldu. Bununla baş etmeyi öğrendim artık. İnandığım şeyi yaşamayı öğrendim diyelim. İnandığınız şeyler de sizi ayakta tutar. Kendi kalbim ve aklım ikna olmadan da hiçbir şey için yorum yapmam. Aksi, bana göre aptallıktır çünkü. Araştıracağım, ikna olacağım, öğreneceğim, ancak ondan sonra bir yorum yapabilirim."
Hayatta, bilmiyorum demek güzel bir şey hâlbuki…
"Ben çok şey bilmiyorum. Gerçekten çok şey bilmiyorum. Bilmediklerimi bile bilmiyorum. Bu kadar basit! Ama hakkında konuştuğum şeyler, bildiklerimdir."
Sadece bildiği şeyler üzerine yorum yapan birinin yalanla arasının nasıl olduğunu soruyorum bunun üzerine…
"İçimizde farklı farklı duygular taşıyan varlıklarız. Kimimizin içinde yılan kiminin içinde kuş var. Görünürde aynı ama içeride bambaşka yaratıklarız. Yılanların sizi sokmaması için kendinizi doğal olarak korumanız gerekir, soktuğu zaman da öldürmeniz. Öldürmekle ne demek istendiğini anlamışsınızdır. Sonuçta gerekirse yalan söylersiniz, yani bu bireysel bir hakkınız."
Son birkaç aya kadar, yaklaşık bir yıl boyunca kendisini hiçbir projede görmemiştik. Hatta son dizi fi lminden sonra Londra'ya gidip farklı kültürler tanımak üzere inzivaya çekildiğini de biliyoruz. Londra'da bir öğrenci gibi yaşadığını hatta farklı farklı kültürler tanımak için iştahının kabardığını anlatıyor. "Siz kültürlü biri misiniz?" diyorum hemen… "Çeşitlilik güzeldir, kültür dediğiniz şey de budur. 'Kültürlü' demek başka kültürleri de bilene denir. En büyük kültürsüzlük nedir; cahil olduğunu bilmemek ya da bilip de kabul etmemek… Büyük ahmaklık. Herkes kendini kandırıyor aslında, hâlbuki her şey ortada, saydamız."
Bu sıralar hem özel hayatında hem de kariyerinde yeni heyecanlar yaşıyor Murat Yıldırım. Cebinde artık oyunculuğun yanı sıra sunuculuk da var. 'Kim Milyoner Olmak İster'in hikâyesini merak ediyorum… "Daha önce de farklı programlardan teklifl er gelmişti, sanırım pek kendimi içinde bulamadığım projelerdi. Ama 'Kim Milyoner Olmak İster?'de şuna inandım; markası olan bir yarışma… Programın yetkilileri, gençlere de hitap etmek istediklerini söylediğinde tavlandım açıkçası. Eğer ben de bu samimiyeti ve duyguyu gördülerse, kabul etmem gerektiğini düşündüm. İlk bölümde çok heyecanlanmıştım ama!"
Heyecanını tetikleyen neydi?
"Ciddiye almak. Bir şey yaparken heyecanlanıyorsam, o işi ciddiye alıyorum demektir."
Yarışmayı daha önceden takip eder miydin?
"Evet ederdim, hatta ilk programı sunmadan önce kendim yarışmak istedim. Hatta sunucunun soruları bilmediğini bilmiyordum. Yarışmacıyla birlikte siz de aynı anda görüyorsunuz soruları."
Bu ayın sonunda vizyona girecek olan ve başrolü Fahriye Evcen ile paylaştığı 'Sonsuz Aşk'ta burnu havada, hırslı ve çok genç bir yaşta beyin cerrahı olan Can karakteri ile karşımıza çıkacak olan Murat Yıldırım'la yeni fi lmi hakkında konuşurken, bir ara gözüm röportajımız boyunca yanında çıtını dahi çıkarmadan oturan eşi Imane'a kayıyor… "Âşık mısın?" diye soruyorum bir anda! Gözleri parlıyor heyecandan, Imane'a bakarak "Evet âşığım… Karımı çok seviyorum! İçim çok rahat bir şekilde 'diğer yarım' diyebilirim."
Londra'da, sıradan bir günde, bir kafede otururken tanıştığı, hatta ilişkilerinin başlamasının üzerinden henüz altı ay geçtikten sonra evlenme teklif etmesi bana biraz garip geliyor. Evliliğe onu ikna eden duyguyu sorguluyorum hemen... "Onu tanıdığıma inandım. Ama aklımı iptal etmedim, buna inan. Kalbimle birlikte aklım da ikna oldu ve olaylar gelişti… Benden çok olgun tarafl arı var."
Röportajımız yavaş yavaş son bulurken, Imane'ın hayatını daha da düzene soktuğunu, ama evlilikte çok dikkatli olmak gerektiğini söylüyor. Aile olmanın güzel bir duygu olduğunu ama stresi, sıkıntıları asla eve taşımamak gerektiğini anlatıyor. Bu arada yemek yapmakla arası pek yok ama eşine mutfakta yardım eden bir adam. Mutfaktan konu açılmışken, içinde patlıcanın olduğu her yemeği çok seviyor. Annesi çok iyi yemek yaptığı için Imane da mutfak konusunda iyi yetişmiş, 'Etli Kuskus' en iyi yaptığı yemekmiş. Bu aralar, üzerine en çok düşündükleri konu ise Imane'nın Türkçe'yi öğrenememesi.
Gün boyu süren çekimlerinin ardından gerçekleştirdiğimiz sohbetimize bundan beş yıl sonra kendini nasıl bir noktada görmek istediğini sorarak son veriyorum… "Plan yaparım ama hakkında konuşmayı sevmem. Çünkü her şeyin bir enerjisi ve büyüsü vardır. Planların hakkında konuştukça o büyünün kaybolduğunu düşünüyorum. Hayatın bir matematiği var, görmezlikten gelseniz de. Ben o matematiği çözmeyi, o çok bilinmeyenli denklemle uğraşmayı seviyorum. Sonuçta tek bir gerçek var; 'Uğraştım' diyebilmek için sonuna kadar uğraşmak gerekiyor hayatta. O cümleyi hak etmek gerekiyor."