Sıralıyoruz: Gelmiş Geçmiş Tüm Robert Pattinson Rolleri
Robert’ın “Batman” performansı, soyguncular, genç büyücüler ve parlayan vampirler arasında nerede duruyor?
Yazı Esquire Editörleri
Çeviri Zeynep Dallı
2008 yılında "Twilight", Robert Pattinson'ı ergen hayranların kalbine ışık hızında taşırken Hollywood'un en yeni rüya çocuğu bir seçim yapmak zorundaydı. Ya alışıldık başrol rotasını izleyecek, büyük stüdyolarda kolay ama sıradan roller seçecekti… ya da sürprizlerle dolu bir yola sapacak, daha küçük ama cesur projelere yönelecekti. Pattinson iki yoldan daha az tercih edileni seçti. Bu da her şeyi değiştirdi.
Aradan geçen on yılı aşkın sürede Robert Pattinson, artık "kendine has" tarzıyla tanınan, sıradan rollerden uzak duran, yönetmen vizyonuna önem veren cesur bir oyuncuya dönüştü. Onu büyük bir stüdyo filminde görmek, bağımsız bir festival yapımında yer almasına kıyasla daha şaşırtıcı hale geldi. Şimdilerde hem Matt Reeves'in yönettiği "The Batman"de Kara Şövalye rolüyle hem de Christopher Nolan'ın yakında çıkacak bilimkurgu filmi "Odyssey" ile kariyerinin en iddialı dönemlerinden birini yaşıyor.
Soygunculardan büyücülere, vampirlerden uzay yolcularına… Robert Pattinson'ın şimdiye kadarki tüm film rollerini en kötüden en iyiye sıraladık. Bakalım favoriniz hangisi olacak?
24. "Remember Me" (2008)
"Remember Me", şu soruya cevap arıyor: Sıradan bir büyüme hikâyesi anlatıp finalde çiftin arasına 11 Eylül'ü koyarsak ne olur? "Twilight" çılgınlığının ortasında Hollywood, Robert Pattinson'ı romantik komedi yıldızına dönüştürmeye çalıştı. Sorun şu ki; rom-com'lar gözden düşüyordu ve Pattinson, bu listenin de gösterdiği gibi, klişe romantizmlerden çok art-house dünyasına yakışan bir oyuncuydu. Üstelik filmi sevenlerin bile aklında kalan tek şey: Pattinson'ın karakterinin, uçağın çarptığı Dünya Ticaret Merkezi kulelerinden birinde ayakta durarak finali beklemesi. 2022'de hâlâ zevksiz bir kurgu hamlesi. 2010'da ise tam anlamıyla şok ediciydi. —Justin Kirkland
23. "The Childhood of a Leader" (2015)
Pattinson afişte büyük puntolarla yer alsa da, "The Childhood of a Leader"ın gerçek yıldızı küçük Tom Sweet. 1. Dünya Savaşı sonrası Fransa'da geçen filmde, Sweet'in canlandırdığı Prescott, etrafındaki yetişkinlere öfke krizleriyle saldırıyor. Finaldeyse şunu öğreniyoruz: Prescott, ileride bir faşist lidere dönüşecek. Pattinson filmde iki rol üstleniyor: Biri, Prescott'ın babasıyla takılan entelektüel bir gazeteci; diğeriyse... sürprizi bozmayalım. Karanlık ve rahatsız edici bir film ama Pattinson'ın öne çıktığı bir yapım değil. —Adrienne Westenfeld
22. "How to Be" (2008)
Pattinson'ın ilk başrolü, varoluşsal bir krizin tam ortasında sürünen genç bir adamı anlatan bu bağımsız komedide geliyor. Hayattan bir çıkış yolu ararken kendine bir yaşam koçu ediniyor. Ama ebeveynleri, sevgilisi ve grup arkadaşlarıyla arasını düzeltmeye çalıştıkça işleri daha da batırıyor— tabii hepsi komik şekilde. Pattinson sempatik ancak film pek iz bırakmıyor. —A. W.
21. "Bel Ami" (2012)
Guy de Maupassant'ın romanından uyarlanan bu filmde Pattinson, Paris'in seçkin kadınlarını baştan çıkararak yükselmeye çalışan bir adamı, Georges Duroy'u canlandırıyor. "Bel Ami", yüzeysel senaryosu nedeniyle karakterin ahlaki ikilemlerini ya da motivasyonlarını kurcalamaktan kaçınıyor. Pattinson elinden geleni yapıyor; sinsi bakışlar, hafif gülümsemeler, kirpik oyunları... Ama yetmiyor. Film, oyuncusunun potansiyeline erişemiyor. —A. W.
20. "Little Ashes" (2008)
Pattinson'ın… Salvador Dalí'yi canlandırdığı film. Evet, yanlış duymadınız. Bu bağımsız yapım, "Twilight" sonrası yıldızı parlamış Pattinson'ın, genç hayran kitlesini arthouse sinemaya sürüklediği ilginç bir deney. 1920'lerin Madrid'inde geçen hikâye, Dalí, Luis Buñuel (Matthew McNulty) ve Federico García Lorca (Javier Beltrán) üçlüsüne odaklanıyor. Pattinson ile Beltrán arasında olması gereken cinsel gerilim fazla steril. Film genel olarak sönük. Ama en azından bazı alışveriş merkezi çocuklarını üç önemli sanatçıyla tanıştırdığı kesin. —Chris Nashawaty
19. "Harry Potter and the Goblet of Fire" (2005)
Cedric Diggory neden bu kadar seviliyor, anlamıyorum. Birincisi, Hufflepuff. İkincisi, turnuvada Harry'e yardım etmeden önce ona tepeden bakıyordu. Üçüncüsü, öldü. Yani Pattinson karakterleri arasında yazacak pek bir şey yok. Ama film? O ayrı. Mike Newell'ın yönettiği "Goblet of Fire", serinin önceki tonunu tamamen terk eden, karanlık atmosferiyle öne çıkan bir yapım. Potter evreninde yeni bir estetik kapısı aralıyor ve büyük finalin öncüsü oluyor. —J. K.
18. "Waiting for the Barbarians" (2020)
Pattinson'ın auteur yönetmenlerle çalışma tutkusu bu kez Kolombiyalı yönetmen Ciro Guerra'nın yönettiği "Waiting for the Barbarians" ile devam ediyor. Kurgu bir çöl ülkesinde geçen hikâyede, iki korkutucu figür sömürge karakoluna geliyor: İmparatorluk adına gelen acımasız bir memur (Johnny Depp) ve onun sadist yardımcısı Mandel (Pattinson). Ne yazık ki Pattinson'a yazılmış rol oldukça sığ ve filmin yüzeysel sömürgecilik eleştirisi pek etkileyici değil. Gönül rahatlığıyla es geçebilirsiniz. —A. W.
17. "The Devil All the Time" (2020)
Zor film mi istediniz? Buyurun. Tom Holland'ın başrolde olduğu bu Güney gotik kâbusu, karanlık bir atmosfer sunuyor ama sanatsal dokunuştan yoksun olduğu için hedefine ulaşamıyor. Ancak filme dair iyi sayılabilecek az şeyden biri, Pattinson'ın kasaba papazı rolü. Dışarıdan tutucu, içeriden çürümüş bir vaiz. Bu tür roller, iyi oyuncuların içine dalabileceği, etine kemiğine kadar işleyebileceği fırsatlardır. Pattinson da bu fırsatı kaçırmıyor ve rolün kemiğini kemiriyor. —C. N.
16. "The Rover" (2014)
David Michôd'un yönettiği Avustralya yapımı kıyamet sonrası film, bazı hayranlara göre bir kült. Ama biz o tarafta değiliz. "The Rover", "Mad Max ama antidepresanlısı" gibi. Dünya çöküş sonrası bir halde, Avustralya'nın çorak topraklarında geçiyor. Pattinson, Guy Pearce'ın karakteriyle birlikte yola çıkan, pek zeki olmayan Rey karakterini canlandırıyor. Gerçek anlamda kötü değil ama mırıldanarak oynadığı bu karakter, daha çok izleyiciyi sinir ediyor. —C. N.
15. "Queen of the Desert" (2017)
Werner Herzog gibi bir efsaneyle kim çalışmak istemez? Pattinson da öyle düşünmüş olacak ki, Nicole Kidman'ın canlandırdığı Gertrude Bell'in hayatını anlatan bu biyografide yer almış. Ancak film, Herzog'a yakışmayacak kadar düz. Geniş çöl sekansları arasında yitip giden bu yapım, ne epik olabiliyor ne de karakter derinliği kurabiliyor. Neyse ki Pattinson, gerçek "Lawrence of Arabia" rolünde kısa da olsa filmi biraz canlandırıyor. —C. N.
14. "Water for Elephants" (2011)
Pattinson, edebiyat uyarlamalarını seviyor gibi görünüyor. Sara Gruen'in çok satan romanından uyarlanan bu filmde, depresyon dönemi sirkine katılan veteriner Jacob'u oynuyor. Marlena adlı zarif bir gösteri sanatçısıyla filizlenen aşkı, onun zalim kocası yüzünden zorluklarla karşılaşıyor. "Water for Elephants" izlenebilir ama unutulabilir bir film. Pattinson da çok iz bırakmıyor ama 2011'de, kariyerinin yönünü yeni bulmaya başladığı zamanlar olduğu düşünülürse bu güvenli seçim affedilebilir. —A. W.
13. "Maps to the Stars" (2014)
David Cronenberg'le ikinci kez çalışan Pattinson, bu kez limuzin camının diğer tarafında. "Maps to the Stars"da, Hollywood'un ışıltılı yüzünün altında dönen karanlık ilişkileri anlatan bir şoför/oyuncu olan Jerome Fontana'yı canlandırıyor. Film, Hollywood'u yerden yere vuran bir hiciv olma iddiasında ama fazlasıyla abartılı. Pattinson iyi ama filmde yeterince alan bulamıyor. —A. W.
12. "Life" (2015)
James Dean'in şöhretinden hemen önceki birkaç haftayı anlatan bu biyografide, Pattinson efsane oyuncunun değil, onu keşfetmeye çalışan fotoğrafçının peşine düşüyor. Life dergisinde çalışan Dennis Stock'u canlandıran Pattinson, Dean'in kadraja sığmayan karizmasıyla kendi yükselişini birleştirmek isteyen hırslı bir karakterde karşımıza çıkıyor. Dean'i yolda yakalayıp ölümsüz karelere imza atarken aynı zamanda mesleki etikle kişisel hırsı çatıştıran bir portre çiziyor. —A. W.
11. "Cosmopolis" (2012)
Pattinson'ın "Ben bu role ruhumu koyuyorum" dediği anlardan biri. Don DeLillo'nun romanından uyarlanan ve David Cronenberg'in yönettiği "Cosmopolis"te, genç bir milyarder finans dâhisini canlandırıyor. Limuzinin arka koltuğunda prostat muayenesi sahnesiyle sinema tarihine geçen bu performans, Pattinson'ın bağımsız sinemadaki gücünü ispatladığı ilk büyük hamlelerden biri. Kaotik bir günde, dünyası çöküşe geçen bir adamın kontrol ve çözülüş arası geçişlerini incelikle taşıyor. —A. W.
10. "The King" (2019)
Robert Pattinson "The King"e sadece Timothée Chalamet'yi ezmek için katılmış olabilir mi? Muhtemelen. Netflix'in büyük prodüksiyonlu Shakespeare uyarlamasında, Pattinson Fransız prensi Dauphin'i canlandırıyor ve her sahnede Chalamet'nin Henry V'sini küçük düşürmekten keyif alıyor gibi görünüyor. Dağınık sarı peruğu, abartılı Fransız aksanı ve karikatür düzeyinde çılgınlığıyla, tam anlamıyla izlemesi zevkli bir manyak. "Karının ve çocuklarının çığlıkları, gece beni uyutacak," repliğini el-kol hareketleriyle abartarak söylediği sahne, hâlâ unutulmadı. Shakespeare uyarlamasında bu kadar ileri gitmesine gerek var mıydı? Hayır. Ama o Robert Pattinson. Tabii ki gitti. —A. W.
9. "Twilight" (2008)
Solgun yüzü, buz gibi teni ve donuk bakışlarıyla tanıdık: Edward Cullen. 2008'de başlayan "Twilight" serisiyle Pattinson, sadece "Harry Potter"daki Cedric Diggory olmaktan çıkıp tüm dünyanın "Team Edward" posteri haline geldi. 2008–2012 arasında yayımlanan beş film, bir kültür fenomenine dönüştü. Oyunculuk açısından unutulmaz mı? Pek sayılmaz. Ama büyük bir film serisi, ancak güçlü bir başrolle ayakta kalır. Ve Pattinson, bu rolü tüm yüküyle taşıdı. —Lauren Kranc
8. "Damsel" (2018)
Bu noktaya kadar Robert Pattinson'ın "film yıldızı" olmakla pek ilgilenmediği açıkça görülmüştü. Ama hâlâ şüphedeyseniz Safdie Kardeşler ve Claire Denis filmleri arasına sıkıştırdığı bu feminist Western'e bakın. Kimse izlemedi (ki bu büyük bir kayıp) çünkü "Damsel" garip, küçük, çok da kendini ciddiye almayan bir film. Pattinson, altın dişli ve Butterscotch adında minik bir atla yolculuk eden bir adamı canlandırıyor. Nişanlısı (Mia Wasikowska) ile evlenmek için yola çıkıyor ama olaylar düşündüğü gibi gitmiyor. Film boyunca, tuhaflığın sınırında dolaşan bir performans sergiliyor. Umuyoruz ki filmden para kazanmasa da, Butterscotch'u alıp götürmüştür. —C. N.
7. "High Life" (2018)
"High Life", sanki A24 senaryoları blender'dan geçirilmiş gibi: Seks! Uzay! Tuhaf müzik! Hayatın anlamı! Ve tabii ki Robert Pattinson. Film, erotik bir uzay gerilimi gibi başlasa da, bir noktada babalık, zaman, yalnızlık ve varoluş üzerine yoğun bir meditasyona dönüşüyor. Kara deliğe doğru savrulurken bir bebek büyütmek… Başka kim oynayabilirdi? Mickey 7 uyarlamasında Pattinson'ı tekrar uzayda göreceğimizi bilmek bile heyecan verici. —Brady Langmann
6. "Mickey 17" (2025)
Bong Joon Ho'nun çarpıcı bilimkurgu filminde Pattinson, bir kolonide tehlikeli görevler için sürekli klonlanan "yedek" bir çalışanı oynuyor. Film, kara mizah ile felsefi soruları harmanlayarak uzayda geçen varoluşsal bir hikâyeye dönüşüyor. Hem fiziksel hem duygusal açıdan sınırlarını zorlayan Pattinson, bu rolün altından başarıyla kalkıyor. —Z. D.
5. "The Batman" (2022)
En baştan söyleyelim: "Battinson", kaslı Batfleck'ten çok daha iyi. Hatta gelmiş geçmiş en iyi Batman'lerden biri olabilir. Bruce Wayne'i, gerçekten tuhaf ve içine kapanık bir milyarder olarak canlandırıyor; yani aslında böyle biri varsa tam da böyle olurdu. Onunla bir içki içmek istemezsiniz. Ya da karanlık bir sokakta karşılaşmak. Bu versiyon, her nefesinde "Something in the Way" soluyan bir anti-kahraman. İntikam! —B. L. (Not: 2027 vizyonuyla şu an çekim aşamasında olan "The Batman Part II" halihazırda büyük beklenti yaratıyor.)
4. "Good Time" (2017)
"Good Time", tanıdığımız o yeni Robert Pattinson'ın doğduğu an olabilir. Safdie Kardeşler'in panik atak etkisi yaratan bu filmi, Pattinson'ı hem oyunculuk hem de fiziksel sınırlarının sonuna götürüyor. Connie karakteri, zihinsel engelli kardeşini hapisten çıkarmaya çalışan çaresiz bir adam. Hem yoz hem iyi kalpli. Hem pis hem etkileyici. Pattinson, çürümüşlüğün içinde bile insani bir kıvılcım yakalamayı başarıyor. Sarı saçlar da bonus. —B. L.
3. "The Lost City of Z" (2017)
2017'nin en iyi filmlerinden biri olmasına rağmen, nisanda vizyona girdiği için Oscar radarına giremedi. David Grann'in kitabından uyarlanan film, İngiliz kâşif Percival Fawcett'in Amazon ormanlarında kayıp bir şehir arayışını konu alıyor. Charlie Hunnam başrolde, harika. Ama Pattinson'ın canlandırdığı yardımcısı, bu destansı yolculuğa delilik ve tuhaflık katıyor. Sakallı, solgun yüzlü haliyle neredeyse bir öksürük şurubu reklamı gibi. —C. N.
2. "Tenet" (2020)
"Tenet"te ne olduğunu hâlâ bilmiyorum. Bir şeyler oluyor muydu? Büyük bütçe, Christopher Nolan, kafa karıştıran zaman çizgileri... Kiev, Mumbai, tersine işleyen mermiler, bungee jumping, Pattinson'ın içeceği ezbere bilmesi... Bütün bu kargaşanın içinde, Pattinson'ın ne dediğini bildiğine bizi inandırması bile yeterli. Gerçekten bilmiyordu; kendisi de itiraf etti. Ama öyleymiş gibi davranmayı o kadar iyi başardı ki, biz de inandık. —Madison Vain
1. "The Lighthouse" (2019)
Pattinson'ın ilk prestij filmi olmayabilir ama kesinlikle onu büyük harflerle OYUNCU yapan film "The Lighthouse" oldu. Robert Eggers imzalı bu siyah-beyaz kâbus, iki deniz feneri bekçisinin delilik sınırında geçen hikâyesini anlatıyor. Willem Dafoe ile birlikte oynadığı bu tekinsiz, yoğun ve tuhaf yapımda Pattinson, neyin gerçek neyin hayal olduğu çizgiyi tamamen bulanıklaştırıyor. Bu bir hayatta kalma filmi mi? Psikolojik bir gerilim mi? Yoksa yalnızca çok gaz çıkaran bir adamın denizkızlarına olan takıntısı mı? Ne olursa olsun, Pattinson bu çılgınlığı sanatın kıyısına kadar taşıyor. —J. K.