Formula 1 Sırları: Yeni Formula 1 Kitabının Yazarı Anlatıyor

Formula 1 muhabiri Brad Spurgeon ile yeni kitabı Formula 1: The Impossible Collection hakkında konuştuk.

Giriş Tarihi: 15.05.2025 15:03 Güncelleme Tarihi: 19.05.2025 13:27

Yazı Johnny Davis

Çeviri Merve Zeynep Kaya

Dünyanın en popüler yarış sporunun tüm sırlarını bilen, yarışın iyi ve kötü yanları kadar evrimine de şahit olan Brad Spurgeon, Formula 1 camiasının en saygıdeğer muhabirlerinden biri. Formula 1 tarihine içeriden tanıklık eden Spurgeon, hem yarışın hayranları hem de sektör profesyonelleri tarafından yakından tanınıyor.

Esquire'a verdiği röportajda artık klasikleşen kitabı Formula 1: The Impossible Collection'ın yeni edisyonu hakkında konuşan Spurgeon, Assouline imzalı eserde yarışların en ikonik anlarını, büyüleyici yarış arabalarını ve F1 tarihini anlatıyor.

Selam, Brad. 75 yıllık Formula 1 tarihini kitaplaştırmak nasıl bir histi? "İmkansız" olanı başardığını düşünüyor musun?

Assouline benimle irtibata geçip, "Impossible" (İmkansız) serisindeki diğer kitaplardan örnekler gösterdiğinde, "Tamam, sorun değil, yaparım," diye düşünmüştüm. Fakat işi biraz küçümsemişim. 1.400 dolara satılan bu kitap, yarışlarla ilgili en çok merak edilen başlıklardan oluşmalıydı. Yarışların tarihine aşinaydım ve ilk andan itibaren "en önemli anlar" sırasıyla aklıma düşmeye başlamıştı ama kitabı yazmak için başına oturduğumda, ne kadar büyük bir sorumluluk aldığımı fark ettim. Birisi bu kitaba 1.400 dolar ödeyecek, eğer yanlış bilgi verirsen, ayvayı yersin.

Çok, çok zor bir işti. Öncelikle 150 önemli anın listesini yaptım, beklediğimden daha zor bir iş olduğunu anladım. Yazarlara her zaman en sevdikleri karakterleri öldürmekten korkmamaları söylenir. Ben de 150'den 100 ana inmek zorunda kaldım. Bu da anlatmak istediğim veya kendime yakın hissettiğim önemli detaylarla hatta bazı saygıdeğer pilotlarla vedalaşmak anlamına geliyordu. Jean Alesi'nin Kanada Grand Prix'sindeki zaferi gibi -kazandığı tek yarıştı, 1995 yılıydı. İnanılmaz bir andı ama çok daha büyük anlara odaklanmak zorundaydım.

Bir diğer zorlu aşama ise 71 dünya şampiyonasını ve 30 takım şampiyonluğunun hepsini kitaba sığdıramayacak oluşumdu. İmkansız, büyüleyici, ilgi çekici, garip, güzel hatta bazen de çirkin anları, yani bu sporu efsane yapan anları derlemek gerekiyordu. Rübik Küpü çözer gibiydim.

Resim altı: İtalyan Lella Lombardi, Oran Park Yarış Pisti'nde gerçekleşen 39. Avustralya Grand Prix'sinde, 1974.

Bize yarışların nasıl başladığını anlatabilir misin? Formula 1 resmi olarak kurulmadan önce, bu yarışlar aristokratlar için düzenlenen bir aktiviteydi. Centilmenlerin sporuydu.

Evet, kesinlikle öyleydi. Yüzyılın başında Grand Prix yarışları düzenleniyordu fakat I. Dünya Savaşı başladığında her şey sekteye uğradı. Savaştan sonra kaldıkları yerden Grand Prix'lere devam etmek istediler ama bu kez yarışları bir dünya şampiyonasına dönüştürdüler. Bildiğimiz dünya şampiyonaları gibi değildi elbette. Örneğin Avrupa gibi, dünyadaki tek bir bölgede gerçekleşiyordu.

Yarışların tarihine baktığınızda, eski fotoğraflarda da görebileceğiniz gibi -1960'lar civarında- Britanyalı Ken Tyrell'in ilk yarış arabasını ailesine ait kereste atölyesinin arkasındaki kulübede inşa ettiğini görüyoruz. Yine Britanyalı tasarımcı Colin Chapman ise arabalarını yaparken kullandığı malzemeleri elleriyle üretip birleştiriyordu ve ne yazık ki tüm bu özen araç sürücülerini güvende tutmak için yeterli değildi. 1967'de düzenlenen ilk Kanada Grand Prix'sine gittiğimde küçük bir çocuktum. Beni yarışa babam götürmüştü. O zamanlarda pistin etrafında yürüyebilir, padoka bile girebilirdiniz. Birkaç yıl sonra başka bir Kanada yarışında Jackie Stewart'ın kazandığına şahit oldum. Uzun saçları vardı, bana bir hippiymiş gibi gelmişti. Pilotlara ne kadar yaklaşabildiğimizi siz tahmin edin artık.

Tabii ki her şey değişti. İşler profesyonelleşti. Bernie Ecclestone gibi yarışların zamana ayak uydurması için çalışan, büyüten ve dünya çapında bir etkinliğe dönüştüren vizyoner insanlar sayesinde oldu bu. Yine de 1950'deki ilk dünya şampiyonasında bile izleyiciler arasında kraliyet ailesinden bireyler olduğunu unutmamak lazım; Lord Mountbatten hatta müstakbel İngiltere Kraliçesi Elizabeth bile oradaydı. 148.000 izleyici vardı. Halihazırda muhteşem bir organizasyondu ama hala yereldi. Britanya Grand Prix'sine giden izleyiciler, o yıl yapılan diğer altı yarışı izlemek için seyahat etme zahmetine katlanmazdı.

Formula 1'in günümüzün seçkin sporlarından biri olmasının sebebi, "centilmen sporu" kökleri olabilir mi?

İlginç bir bakış açısı. Daha önce bu konu üzerinde düşünmemiştim. Bana soracak olursanız, değişimin başlangıç sebebi Ecclestone'dur. Jackie Stewart'ın bana söylediğine göre padoku kapatıp girişleri engelleyen kişi Ecclestone'du. Padoku ne kadar özel kılarsa, o kadar fazla insanın içeri girmek için arzu duyacağına inanıyordu. Sinsilik gibi görünebilir ama işe yaramıştı. Dönemin yöneticileri, izleyicilerin ilgisini çekebilmek için bunu bir araç olarak kullanmaya başladı. Ecclestone'un televizyon yayınlarına olan yaklaşımı da aynı oranda vizyonerdi: Milyarlar ödeyen yayıncılarla anlaşır, başka kimse yarışları yayınlayamazdı. İnternet hayatımıza girdiğinde bu model kısıtlayıcı olmaya başladı. Netflix'in oyuna dahil olması yine işleri değiştirdi. "Formula 1: Drive to Survive" belgeseli pistlerin kapılarını izleyicilere açtı, artık mesafelere rağmen yarışların hayranları kendilerini eskisi kadar dışlanmış hissetmiyorlardı. Formula 1'i bir sonraki aşamaya çıkaran işte bu gelişmeler oldu.

Resim altı: Michael Schumacher, 2000 Belçika Grand Prix'sinde.

James Hunt, Niki Lauda ve Ayrton Senna gibi yarış pilotlarını cazibeli ve popüler kılan neydi?

Eddie Irvine'ı da bu listeye ekleyebiliriz -gönül çelen, yakışıklı, James Bond'u oynama potansiyeline sahip bir Kuzey İrlandalı. Fakat takım arkadaşı Michael Schumacher kadar iyi bir pilot değildi, yetenekleri sayesinde değil, yakışıklılığıyla ünlüydü.

Sanırım cazibe, tek başına yeterli değil. Bu adamlar hayatlarını riske atıyorlar, hayal bile edemeyeceğimiz hızlara çıkıyorlar (hissetmesek de biz bu hızlara ancak bir uçakta uçarken ulaşabiliyoruz.) Yetenekliler, becerikliler ve bizden çok çok daha cesurlar. Deneyimlerini hayal edebiliriz elbette, sonuçta biz de araba kullanıyoruz. Ama biz en fazla, "Aman Tanrım, bu hızda nasıl gidebiliyorlar?" diyebiliriz.

Kitabımda, Enzo Ferrari'den bir alıntı var. Tam cümleyi hatırlayamasam da şöyle bir şey; "Bir yarış arabası ne güzeldir ne de çirkin. Onu güzel yapan, zaferleridir." Sanırım aynı şey pilotlar için de söylenebilir.

Lewis Hamilton görece yakışıklı, tarz sahibi, havalı birisi, James Hunt da öyleydi. "Fare" lakaplı Niki Lauda için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Tipik bir yarış pilotu gibi görünmese de Prost'u da araya sıkıştırabiliriz. İngiliz gazeteci Nigel Roebuck bir keresinde Prost'un F1 yarışçısından çok bir ragbi oyuncusuna benzediğini söylemişti. Yine de yarışı kazandıklarında, dünyada bu adamlardan daha çekici başka birini bulamazdınız. "Rush" filmi vizyona girdiğinde, konuştuğum kadınların çoğu Lauda'yı daha çekici bulduklarını söylemişlerdi (2013 yapımı "Rush", Britanyalı James Hunt ile Avusturyalı Niki Lauda'nın 1976 sezonundaki rekabet dolu ilişkisini konu alan, başrollerinde Chris Helmsworth ile Daniel Brühl'ün yer aldığı bir spor draması). Hunt bir playboy'du, Lauda ise zekası, yeteneği, sakinliğiyle öne çıkıyordu. Finlandiyalı Kimi Raikkönen de ona benziyor. Kadınlar ona hayran. Bir gazeteci olarak bana sorarsanız, Kimi'yi severim ama ağzından kayda değer tek laf alamazsınız. Güçlü ve sakin yapıda bir adamdır.

Sanırım bu tiplere cazibe katan şey, tehlike ve kazanmanın verdiği adrenalin.

Resim altı: James Hunt, Japonya Grand Prix'si, 1976.

James Hunt'a bu kadar saygı duyulmasının sebebi neydi?

Hunt'ın özgür bir tarafı vardı. Hesabını bilen, odaklı Lauda gibi bir adamın cazibesinin yanında Hunt daha çekici geliyordu. Hesap kitap yapan birine benzemiyordu. Aklına ilk geleni söylerdi, cesurdu ve oyun oynamazdı. "Sigara içeceğim, alkol kullanacağım, hayatımı istediğim gibi yaşayacağım ve kazanacağım," derdi. Kazandı da. Bu tavrında bizi çeken bir şeyler vardı. Tutkuluydu. İnanılmazdı.

Resim altı: Ayrton Senna, Japonya Grand Prix'si, 1989.

Ayrton Senna'nın da ayrı bir havası vardı. Nasıl göründüğüne çok dikkat ederdi. Akıllı ve ölçülüydü.

Evet, ayrıca kadınlar ona hayrandı. Fakat Senna'yı dünya çapında ünlü yapan şey görünüşü veya pistteki başarıları değildi. Gizemli karakteriydi. Çoğu insan gibi o da Tanrı'ya inanırdı ama o, Tanrı'ya fazla bel bağlardı. Direksiyondayken yaşadığı ruhani deneyimlerden sıkça bahsederdi.

Örneğin, Monako'daki sıralama turunda diğer pilotlardan bir veya iki saniye daha hızlıydı. O an kendisini gökyüzünden izliyormuş gibi hissettiğini söylemişti. Sanki bir "tüneldeydi". Böyle ruhani şeylerden bahsediyorum.

Ben bu yaklaşımı doğru bulmuyordum. Prost bir keresinde, "Senna Tanrı'ya inanıyor -ben de inanıyorum- ama direksiyondayken tüm kararları kendim veriyorum," demişti. Aralarındaki fark buydu işte. Senna'nın bu yönü, ona gizem katıyordu. Bob Dylan gibiydi adeta, ikisinin de insanları çeken mistik yönleri vardı.

Resim altı: Niki Lauda, Kanada Grand Prix'si, 1985.

Niki Lauda hakkında ne düşünüyorsun? Kafasında hep ünlü kırmızı şapkası olurdu.

Lauda muhteşemdi. Varlıklı bir aileden geliyordu ama kendini kanıtlamayı başardı. Kendini iyi ifade eden, fikirleri saygı gören pilotlardan biriydi. Yarış pistinin dışındayken de benzersiz karakter özellikleri gösterirdi. Mesela bir havayolu şirketi kurup yolcu taşımaya başlamıştı.

"Rush" filmi çıktıktan sonra onunla konuşma fırsatı buldum. Filmi ve kendisini canlandıran oyuncuyu oldukça beğendiğini söyledi. Güney Kore'ye gittiğinde okullu çocukların etrafını sarıp imzasını istediklerini anlattı. "Filmden önce beni görenler, 'zavallı adam, yüzüne bakın' diyorlardı," dedi. 1976 yılındaki Almanya Grand Prix'sindeki korkunç kazasının ardından yüzünün bir kısmı yanmıştı, bu yüzden insanlar ona temkinli yaklaşıyorlardı. Ama şimdi, film sayesinde, o çocukların yıldızı olmuştu. Anonimlik ve şöhret olmak arasındaki çizginin ne kadar ince olduğunun bir kanıtıdır bu.

Bahsettiğimiz tüm bu yarış pilotları öyle güçlü karakterlere sahipler ki. Kitabında yer vermek istediğin önemli detaylara bunlar da dahil miydi?

Kesinlikle. Yıllar içinde çok fazla pilotla röportaj yaptım; birkaçı dışında, en kibar, en ilgili, en zeki ve en profesyonel olanların hepsi dünya şampiyonu olma ayrıcalığına erişmiş olanlardı.

Bu isimler arasında İspanyol pilot Marc Gené'yi de sayabilirim. Yarış kazanmamıştı ama üniversite bitirmiş, uzun yıllar test pilotluğu yapmış bir isimdi. Çok nazik, ilgili ve düşünceliydi. Genelde böyledir; en başarılı pilotlar, aynı zamanda en zeki olanlardır. Yarışın ötesini görebilenlerdir.

Assouline

Madem herkesle röportaj yaptın, sence bir şampiyonu şampiyon yapan en önemli şey nedir -sürüş kabiliyeti dışında?

Zeka ve bağlılık. Ama zeka derken, farklı bir zekadan bahsediyorum. Marc Gené örneğin, ekonomi mezunuydu ve tıpkı bir şampiyonmuş gibi dik dururdu. Schumacher pek eğitimli biri değildi ama inanılmaz bir mekânsal zekası vardı. Renault motorları için daha önce mühendislerin aklına gelmeyen etkileyici fikirler sunmuştu. Onlar gibi insanlar benzersiz ve işlerine bağlılardı.

Günümüzde onların yerini Lewis Hamilton dolduruyor diyebilir miyiz?

Evet, kesinlikle. Onunla ilk kez Monako'daki GP2 padokunda tanışmıştım. Kaybolmuştum ve ona çarptım. "Merhaba Lewis," diye kendimi tanıttım ve bana çok sıcak, arkadaş canlısı davrandı. Bana yolu tarif etti. Galiba bir sonraki seneydi, Formula 1'de muhabirlik yaparken yeniden karşılaştığımızda beni hatırladı. Çok etkilenmiştim.

Lewis'in neden Birleşik Krallık basını tarafından sevilmediğini hiç anlayamadım. Babasının rehberliğinde go-kart ve yarışlara giderek büyümüştü. Eninde sonunda o dünyadan çıkmayı başarıp kendisini gitar, piyano ve moda anlamında geliştirdi. Bazı insanlar bu gelişimin kendini beğenmiş veya garip olduğunu düşünür ama ben onun kendini bulduğunu düşünüyorum. Ve açıkçası, 40'lı yaşlarında da yarışmaya devam edebilmek için gereken gücü, yarışların dışındaki hayatında kurduğu denge ile bulduğuna inanıyorum. Başardıklarına bakılırsa, onu taktir etmekten başka yapabileceğimiz bir şey yok. Kendisi olma şansını kazandı.

Moda ve motor yarışları arasındaki bağları güçlendirme konusunda büyük başarı elde etti.

Gerçekten de öyle. Ama unutmayın ki moda ve Formula 1 her zaman el ele yürüyordu; tasarım, zamanlama ve hassaslık konularında özellikle. Padok, saat doludur mesela. Pilotlar saat takar, takımların sponsorları saat markalarıdır. Peter Sauber'in bir IWC saati olduğunu hatırlıyorum. F1 demek, zaman demektir; her saniye değerlidir. Mekaniktir, tarz sahibidir, kompleks ve estetiktir.

1950'lere dönelim -James Dean, "Asi Gençlik" ("Rebel Without a Cause") filminde bir yarış arabasına yaslanmış, idolleşiyor. Yani araba yarışları ve moda arasındaki ilişki ilk zamanlardan beri var olan bir şey. Günümüzde nasıl her kıyafet sokakta giyilmek için üretilmiyorsa, aşırılığı ve kullanışsızlığıyla Formula 1 araçları da sokaklarda sürülmek için üretilmiyor. Aradaki benzerliği görebiliyor musunuz?

Fütürizm akımının kurucusu F.T. Marinetti'den bir alıntıyla başlayan bir makale kaleme almıştım. Modernizmi savunan, 20. yüzyılın başlarında İtalya'da ortaya çıkan bu akımın kurucu akıllarından Marinetti, bir yarış arabasının dünyaca ünlü bir Antik Yunan heykeli olan Semadirek Kanatlı Zafer Heykeli'nden çok daha güzel olduğunu savunuyordu. 1990'ların sonunda üreticiler arabalara çirkin aerodinamik kanatlar eklemeye başladı. Mühendisler bu kanatların hızlanma için gerekli olduğunu savunuyordu ama insanlar görünüşünden nefret etmişlerdi. Hayranlar, F1 yayıncıları hatta FIA bile o kanatlardan nefret ediyordu (Fédération Internationale de l'Automobile, Uluslararası Motor Sporları Organizasyonu). En sonunda kanatlar yasaklandı, ama güvenli olmadıkları için değil, çirkin oldukları için. Yani evet, dış görünüş önemlidir. Tasarım, önemlidir. Bu yüzden moda ve tasarım dünyasını Formula 1'e çok yakın buluyorum.

Resim altı: Charles Leclerc, Miami Grand Prix'si, 2025.

Charles Leclerc'i nasıl buluyorsun?

O da yakışıklı, tarz sahibi, harika bir pilot. Lewis Hamilton'dan iyi iş çıkarıyor, ayrıca Ferrari'nin altın çocuğu olma yolunda. İyi gidiyor. Ama bir efsaneye dönüşmek zaman ister. Bazı pilotların kişiliği zaman içinde gelişir. Bazıları söner, bazıları ise daha çok ışıldar. Bence Charles'in bir süperstar olmak için daha çok zamanı var, eğer bir şampiyona kazanırsa işler değişir tabii ki.

"Formula 1: Drive to Survive" belgeselinin başarısı hakkında ne düşünüyorsun?

Bu kadar sevileceğini tahmin etmezdim. Bernie Ecclestone, ABD'yi fethetmek için yıllarını verdi. Netflix ise bir yapımla bunu kolayca başardı. Oğlum bana, çöpçatan uygulamalarında tanıştığı kadınların "Pazar günü yarışı izlemem lazım," gibi şeyler söylediklerini anlatıyor. Eskiden böyle değildi, Genç kadınlar Formula 1 takip etmezlerdi.

Kitapta da bahsettiğim gibi, bu belgesel bize pilotların kişisel hayatlarından kesitler sunuyor. Eskisi gibi yüzü sallanan kaskların arkasına gizlenmiş, pistlerde tur dönen adamları izlemiyoruz. Artık o kaskların sahiplerinin hayatlarına dahil oluyor, yaşadıkları baskıyı, riskleri beraber yaşıyoruz. Yarışın insani tarafını görmek, insanları yarışa çekiyor.

Resim altı: Max Verstappen, Las Vegas Grand Prix'si, 2023

Formula 1'in Amerikanlaşmasına sebep oldu diyebilir miyiz?

Kanadalıyım, 40 yıldır Fransa'da yaşıyorum. Amerikalıların sporlara olan yaklaşımını hep sevmişimdir. Eskiden Amerika'da boks izlemeyi severdim, Amerikan futbolunu da öyle. Hatta erkek kardeşim Kanada'da Amerikan futbolu koçluğu yapıyor. Işıltılı sporlar Amerika'da çok seviliyor. Ama ben F1'in bu muameleyi görmesinden pek hazzetmiyorum. Farkındayım, hayranların hoşuna gidiyor bu ama bence Formula 1 ruhunu kaybetmememiz gerekiyor.

Büyük bir Formula 1 hayranı olarak, favori pilotun kim?

Lewis Hamilton'ı kazanırken izlemeyi seviyorum. 2021'de yaşanan talihsiz olaydan sonra sekizinci kez şampiyon olmayı hak etmişti (Yarış direktörünün, tur bindirilmiş araçların önünden geçmesine izin verme kararı sonrası Hamilton, Max Verstappen'e tartışmalı bir şekilde yenilmişti). Şimdilerde biraz geri planda bırakılıyor ki yedi kez şampiyonluk yaşamış bir pilota büyük bir haksızlık bu. O yüzden bu aralar Lewis Hamilton'ı tutuyorum.

Komik bir şey ekleyeyim, bir Formula 1 hayranıyken zaman içinde yarış muhabirine dönüştüm. O yüzden uzun süre bir favorim olmadı. Ama Lewis gelince, yeminimi bozdum. Artık benim de bir favorim var. Onu kitabıma ekleyebildiğim için de çok mutluyum. Benim için büyük önem taşıyor.

BİZE ULAŞIN