Sıralıyoruz: Gelmiş Geçmiş Tüm Leonardo DiCaprio Filmleri

İster ayılarla boğuşsun, ister rüya hırsızlığı yapsın, isterse okyanusun derin sularında donarak hayatını kaybetsin; DiCaprio, kuşağının en güçlü oyuncularından biri.

Giriş Tarihi: 14.05.2025 12:14 Güncelleme Tarihi: 14.05.2025 19:08

Yazı Matt Miller ve Esquire Editörleri

Çeviri Zeynep Dallı

Her yıl Leonardo DiCaprio sezonunda parlayan bir iş olur. Hayır, bu sefer meşhur yat partilerinden söz etmiyoruz. Martin Scorsese'yle yedinci işbirliği olan "Killers of the Flower Moon" (Dolunay Katilleri), 2023 sonbaharında vizyona girmişti ve hâlâ hakkında konuşmaya devam ediyoruz. Film, DiCaprio'nun şimdiye kadarki en farklı ve çarpıcı performanslarından biri kabul ediliyor. 1920'lerin Oklahoma'sında geçen bu hikâyede oyuncu, Osage kadınlarını evlenip öldürerek miraslarını ele geçirmeyi amaçlayan Ernest Burkhart'a hayat veriyor. Gerçek bir karakter. Gerçek bir suç. Gerçekten sarsıcı bir performans. Ve evet, bu film, DiCaprio'nun 8. Oscar adaylığına giden yolu da açtı. DiCaprio her yıl perdeye çıkmadığı için (ya da her yıl çıkmak zorunda kalmadığı için?), bu gibi yapımlar bir fırsat yaratıyor: Geriye dönüp baktığımızda, Leo'nun şimdiye kadarki tüm filmlerini daha az iyiden en iyisine sıralamak için şahane bir bahane. Hazırsanız başlayalım. Gatsby'nin şerefine kadehleri kaldırın!

30. "Don's Plum" (2001)

"Titanic" sonrası dünyanın en büyük yıldızına dönüşen DiCaprio'nun eski bir arkadaşı, bu yükselişten faydalanmak istemişti. Aslında "Don's Plum", 1995'te, yani Titanic'ten iki yıl önce çekilmiş; siyah-beyaz, düşük bütçeli, gençlik kafasında bir filmdi. Tobey Maguire da kadrodaydı. Filmdeki karakterler, kadın düşmanlığı sınırında gezen bir sohbet eşliğinde gece kulüplerinde takılıyorlar. Leo bu projeye bir iyilik olsun diye katılmıştı ve yayınlanacağını düşünmemişti. Bu yüzden yönetmene dava açtı ve film, alınan mahkeme kararıyla Kuzey Amerika'da hiçbir zaman gösterilemedi. Ama endişelenmeyin, hiçbir şey kaçırmıyorsunuz. - Chris Nashawaty

29. "Total Eclipse" (1995)

"Total Eclipse"i, DiCaprio'nun "Romeo + Juliet" öncesi bir ısınma turu gibi düşünün. Genç oyuncu, burada Fransız şair Arthur Rimbaud'yu canlandırıyor. Filmin konusu, Rimbaud ile Paul Verlaine arasındaki skandal ilişki. Tonu tutmayan, rahatsız edici şekilde erotize edilen bir dönem filmi. DiCaprio için riskli bir tercih olabilir ama bugünden bakınca zamanına göre fazla cesur bir deneme gibi duruyor. Filmi tarih kitaplarında bırakmak daha iyi olabilir. - Brady Langmann

28. "Critters 3" (1991)

DiCaprio bu filmde henüz ergenlik döneminde, saçları jöleli, çelimsiz bir çocuk. Film ise "Gremlins"in başarısından sonra türeyen yaratık filmleri furyasının zayıf halkalarından biri. "Critters Sinematik Evreni"nin üçüncü halkası olan bu video market klasiğinde Leo, oyunculuk kariyerinin başladığı anlardan birinde yer alıyor. Rotten Tomatoes puanı: %0. Yani… Gerçekten %0. - CN

27. "Celebrity" (1998)

Woody Allen'ın Hollywood eleştirisi niteliğindeki bu filminde başrolde Kenneth Branagh olsa da, asıl dikkat çeken performans DiCaprio'dan geliyor. Genç; şöhrete boğulmuş, dengesiz bir oyuncuyu canlandırıyor. Otel odasını talan ediyor, kız arkadaşına kötü davranıyor vs. DiCaprio, burada gerçek hayattaki "parti çocuğu" imajını da zekice kullanarak, karakterin otokarikatürünü sunuyor. Filmde küçük bir rolü var ama yine de tüm yıldızların arasında parlıyor. - Nick Schager

26. "Marvin's Room" (1996)

Meryl Streep, Diane Keaton ve Robert De Niro gibi dev isimlerle aynı filmde yer almak kolay değil ama genç DiCaprio burada dikkat çeken bir iş çıkarıyor. Psikiyatri kliniğinde yatan asi genç Hank rolünde, hikâyenin duygusal dalgalanmalarını başarıyla taşıyor. İyi kalpli bir çocuk gibi görünürken bir anda parlayan öfkesi, kariyerinin ileride göreceğimiz o uç performanslarına göz kırpıyor. - BL

25. "The Basketball Diaries" (1995)

Çocuk yaşta "Growing Pains" dizisiyle tanındıktan ve "What's Eating Gilbert Grape"le Oscar adaylığı kazandıktan sonra, DiCaprio'nun sıradaki adımı, onu "kızların rüyası" imajından uzaklaştırmak olmalıydı. İşte tam da bu noktada punk şair Jim Carroll'un uyuşturucu bağımlılığı, fahişeler ve lise basketbolu dolu otobiyografisi imdada yetişti. Leo'nun karakteri eroine bulaşıyor, dibe vuruyor. Ciddiye alınmak isteyen bir genç oyuncu için akıllıca bir tercih. Keşke Mark Wahlberg biraz rol çalmasaydı. - Dave Holmes

24. "J. Edgar" (2011)

Yönetmen Clint Eastwood, oyuncu Leonardo DiCaprio, hikâye FBI'ın kurucusu J. Edgar Hoover… Böyle bakınca her şey harika olmalıydı. Ama olmadı. Hikâye temposuz, Leo ise ağır makyajın altında neredeyse tanınmaz halde. Hoş, o makyajla Jiminy Glick'in biyografisini izliyor gibi hissedebilirsiniz. DiCaprio elinden geleni yapıyor ama bu film bir şekilde izleyiciyi içine çekemiyor. - CN

23. "The Man in the Iron Mask" (1998)

Mart 1998'de vizyona giren film, gişede "Titanic"ten sonra ikinci sıradaydı. Sürpriz değil: Leo fırtınası zirvedeydi. Alexandre Dumas'nın Demir Maskeli Adam hikâyesinden uyarlandığı iddia edilen filmde DiCaprio hem kahramanı hem kötü karakteri canlandırıyor. Ama sonuç? Daha çok "Hannah Montana"daki Miley Cyrus gibi. Genç Leo elinden geleni yapıyor ama senaryo ve yönetim basit kalıyor. - MM

22. "Body of Lies" (2008)

DiCaprio'nun gizli ajan, strateji kuran entelektüel kahraman kimliğine büründüğü bu filmde, Amman sokaklarında dolaşan, şifre çözen, tehdit avlayan bir karakter izliyoruz. Bu tür rollerin bir standardı var: Espresso içerken gizli bilgi aktarılır, ana karargâhın yeri belirlenir ve Leo son hamleyi yapar. "Body of Lies"; "Inception", "Blood Diamond" ve "The Departed" ile birlikte "Aksiyon Kahramanı Leo" kimliğini en iyi temsil eden işlerden biri. - BL

21. "The Quick and the Dead" (1995)

"What's Eating Gilbert Grape"ten sonra gelen bu western filminde DiCaprio, Sharon Stone'un başrolde olduğu bir projede "The Kid" adında toy bir silahşoru canlandırıyor. Film gişede başarılı olmasa da yıllar içinde kült statüsü kazandı. İlginç bilgi: Sony, Leo'nun filmde oynamasını istemiyordu; Sharon Stone onun ücretini kendi cebinden ödedi. Teşekkürler Sharon! - Justin Kirkland

20. "The Beach" (2000)

"Titanic"ten yeni çıkmış genç ve parlayan bir yıldız olarak DiCaprio, bu kez yönetmen Danny Boyle'un göz alıcı ama karanlık dünyasına adım atıyor. Leo'nun canlandırdığı Amerikalı gezgin Richard, "daha güzel, daha heyecanlı ve daha tehlikeli" bir hayat arayışıyla Tayland'a gider. Elinde bir deli tarafından verilmiş hazine haritasıyla gizli bir adaya ulaşır. Ama ütopyanın iç yüzü kısa sürede ortaya çıkar. Özellikle üçüncü perdede DiCaprio'nun "freak out" moduna geçtiği sahneler, onun sınırları zorlamayı ne kadar sevdiğini kanıtlar nitelikte. Stilize kaosun içinde gerçek bir varoluşsal çöküşü izliyoruz. Alt metin: Altın olan her şey sonsuza kadar parlamaz. - Adrienne Westenfeld

19. "Don't Look Up" (2021)

Adam McKay'in yıldızlarla dolu kara komedisinde DiCaprio, Dr. Randall Mindy adlı bir astronom olarak karşımıza çıkıyor. Dünyaya çarpmak üzere olan bir kuyruklu yıldızın tehdidini anlatmaya çalışan karakter, medya, siyaset ve halk arasında yaşanan absürt felaket yönetimiyle yüzleşiyor. Komedi gibi duran bu senaryoda DiCaprio, karakterine trajikomik bir kırılganlık katıyor. Ve evet, klasik "Leo çılgın sahnesi" de geliyor: Cate Blanchett ve Tyler Perry'nin canlandırdığı haber spikerlerine canlı yayında patladığı o sahne, tam anlamıyla oyunculuk resitali. - Adrienne Westenfeld

18. "Romeo + Juliet" (1996)

Baz Luhrmann'ın modernize edilmiş Shakespeare uyarlamasında DiCaprio, klasik Romeo karakterine gençlik enerjisi, gözyaşı ve biraz da abartı katar. Claire Danes'in Juliet'iyle birlikte oynadıkları bu trajik aşk hikâyesi, "The Great Gatsby" kıvamındaki balo sahnesiyle sinema tarihine geçti.

Ebeveynlerine yaptıkları harika bir şakanın planlamasını trajik bir şekilde berbat eden ve her ikisinin de ölümüyle sonuçlanan gençleri konu alan bir filmde aşırı ağladığı için bir çocuğu suçlamak zor; hele ki karşısında kendi kuşağının en yetenekli ağlayıcısı Claire Danes varken. Ama bize biraz daha az "Size meydan okuyorum yıldızlar!" dedirtseydi Baz Luhrman'ın yönettiği bu film daha yukarılarda yer alabilirdi. Yine de Luhrmann'ın stilize dünyasında Leo'nun kırılgan ama tutkulu hali göz ardı edilemez ("Gatsby"den önce izlemeyin!) - Kelly Stout

17. "Shutter Island" (2010)

Martin Scorsese'nin 2010 yapımı psikolojik geriliminde DiCaprio, "Teddy Daniels" adlı bir ABD mareşalini canlandırıyor. Kaybolan bir hastayı araştırmak üzere yeni ortağı Cuck Aule (Mark Ruffalo) ile birlikte gizemli bir psikiyatri hastanesine gönderiliyor. Ama çok geçmeden işler karışıyor ve asıl gizemin onun kendi zihninde saklı olduğunu fark ediyoruz. Büyük twist ile meşhur bu filmde DiCaprio, gerçeklik algısıyla boğuşan bir adamı katman katman oynuyor. Şüphe, paranoya, yas ve kabulleniş... Hepsi bir arada. - Lauren Kranc

16. "The Great Gatsby" (2013)

Baz Luhrmann bir kez daha DiCaprio'yla çalışıyor ve bu kez Jay Gatsby olarak karşımızda. Şatafat, partiler, stil... Ama tüm o ihtişamlı ambiyansın ardında kocaman bir boşluk var. DiCaprio, Gatsby'nin zarif dış kabuğunun altındaki derin güvensizliği, saplantıyı ve yalnızlığı başarıyla yansıtıyor. Gerçek hayatta da paparazzilerle çevrili, gizemli bir figür olarak tanınan DiCaprio için bu rol âdeta biçilmiş kaftan. - Ben Boskovich

15. "This Boy's Life" (1993)

Leonardo DiCaprio'nun sinema kariyerindeki asıl çıkışı bu filmle başlıyor. Oscar'a aday gösterildiği "What's Eating Gilbert Grape" filminden sekiz ay önce prömiyerini yapan, Michael Caton-Jones'un yönettiği, yazar Tobias Wolff'un çocukluğunu anlatan bu uyarlamada DiCaprio, Robert De Niro gibi bir devle karşı karşıya geliyor. De Niro'nun canlandırdığı zalim üvey baba Dwight, fiziksel ve sözlü tacizleriyle Toby Wolff'un ve annesinin (Ellen Barkin) hayatını cehenneme çevirirken Leo'nun genç Toby'si hayatta kalmak için kararlı bir sertlik gösteriyor. DiCaprio'nun daha ilk büyük rolünde sergilediği o içsel öfke, duygusal derinlik ve inatçı duruş; ileride ne kadar kült bir oyuncu olacağının işareti. - NS

14. "What's Eating Gilbert Grape" (1993)

Bu film, DiCaprio'nun "sadece iyi bir çocuk oyuncu" olmadığını kanıtladığı, yıldızının doğduğu yer. İzleyiciler ve eleştirmenler, kısa sürede kendi kuşağının en iyilerinden biri haline gelecek olan aktörü ilk kez burada fark ettiler. İlk Oscar adaylığını aldığından bahsetmiyoruz bile. Johnny Depp'in canlandırdığı Gilbert'ın zihinsel engelli kardeşi Arnie rolüyle DiCaprio, henüz 19 yaşındayken Oscar adaylığı kazanıyor. Bu performansta ne bir karikatürleşme ne de duygusal sömürü var; aksine, sarsıcı derecede içten ve teknik olarak kusursuz. Depp afişte daha büyük yer kaplıyor olabilir ama sinema salonundan çıkarken hafızanızda kalan isim Leo oluyor. - CN

13. "Inception" (2010)

Rüya içinde rüya içinde rüya (rüya içinde!) ve DiCaprio'dan çok iyi bir çıkış. Christopher Nolan'ın zihin büken başyapıtında DiCaprio, insanların rüyalarına girip bilinçdışına sızarak bilgi çalan bir hırsız olan Dom Cobb rolünde. Evet, bu bir aksiyon filmi ama aynı zamanda kayıpla, suçlulukla ve bilinçdışının sınırlarıyla ilgili karanlık bir hikâye. Elliot Page ile olan kimyası filmi duygusal anlamda da yukarı taşıyor. Ve evet, o meşhur top düşüyor mu, düşmüyor mu bilmecesi hâlâ konuşuluyor. Aksiyon filmi içinde bir terapist seansı gibi. - JK

12. "Blood Diamond" (2006)

https://youtu.be/yknIZsvQjG4

İki Hollywood yönetmeninin 65 yıl kadar önce ayrı ayrı yaptıkları çekimler sırasında Sahra Çölü'nde ücra bir kum tepesinde birbirlerine rastladıklarına dair ünlü bir hikâye vardır. O zamandan bu yana geçen on yıllar içinde Afrika hikâyelerine olan talep azalmadı. (Hatta "Blood Diamond" gösterime girdiği yıl, sırasıyla Uganda ve Fas'ta çekilen diğer iki önemli filmin yanında yer aldı: "Last King of Scotland" ve "Babel").

Edward Zwick'in yönettiği bu Afrika destanı, daha az başarılı bir oyuncu oynasaydı, kıtada denenen diğer filmler arasında kaybolan bir hazine avı olarak kalabilirdi. Ama DiCaprio'nun ne bir ülkesi ne de ahlaki bir pusulası olan elmas kaçakçısı Danny Archer rolüyle (o zamanlar) kariyerinin en önemli performanslarından birine dönüştü. DiCaprio, filmde kaçak elmas ticareti yapan Güney Afrikalı paralı asker Danny Archer'ı canlandırıyor. Karakter ahlaki olarak yerlerde; vicdan, insaniyet ve empati gibi kavramlar ondan fersah fersah uzakta. DiCaprio'nun burada yaptığı en etkileyici şey ise bu karakteri kurtarmaya çalışmaması. Seyirciyi kendine hayran bırakmak yerine rahatsız etmeyi tercih ediyor. Ve işte bu yüzden onu izlemekten kendinizi alamıyorsunuz. - Madison Vain

11. "Gangs of New York" (2002)

"Titanic"le zirveye çıkan DiCaprio, kurnazca bir tercihle Amerikan sinemasının en ünlü auteur'lerinden bazılarıyla bir araya gelmeyi seçti. "Gangs of New York", ünlü yönetmen Martin Scorsese'yle ilk ortak projeleri. 1800'ler Manhattan'ında geçen bu epik filmde DiCaprio, Amsterdam Vallon adlı bir genci oynuyor. Babasını öldüren Bill the Butcher'dan (muazzam bir Daniel Day-Lewis performansı) intikam almak istiyor ve New York'un, dolayısıyla ülkenin geleceğini belirlemeye yardımcı olan sosyal ve dini savaşlar hakkında genişleyen, şiddetli bir destanın merkezini tutuyor. Filmdeki aşk hikâyesi (Cameron Diaz'la) bir kenara, asıl dikkat çeken şey, Leo'nun Day-Lewis karşısında ezilmeden yükselmesi. - NS

10. "The Revenant" (2015)

Alejandro González Iñárritu'nun stilize doğa destanında DiCaprio, 1800'lerin başında Amerika'nın vahşi batısında hayatta kalmaya çalışan bir kürk avcısını, Hugh Glass'ı canlandırıyor. Ayı saldırısına uğruyor, sürünerek karlar içinde intikam peşine düşüyor. Evet, fiziksel olarak en zorlu rolü olabilir. Ama film yer yer ağır tempolu, neredeyse acıyı romantize eden bir melankoli içinde ilerliyor. Belki de Leo için bu rol, "The Great Gatsby"deki pırıltının kefaretiydi. Neyse ki bu rol sonunda Oscar'ı getirdi de hepimiz derin bir oh çektik. - CN

9. "Django Unchained" (2012)

Spielberg, Scorsese, Cameron, Nolan, Luhrmann, Boyle, Eastwood ve Mendes'in yönetiminde zaten başarılı olan DiCaprio, "Django Unchained"de bir başka auteur, Quentin Tarantino için eşsiz bir sahne çalma performansı sergiledi. Quentin Tarantino'nun western evreninde DiCaprio, Calvin J. Candie adında Güneyli bir plantasyon sahibi olarak karşımıza çıkıyor. Şımarık, acımasız, aşağılık bir karakter. Broomhilda'yı (Kerry Washington) köleleştirmesi, Django'nun (Jamie Foxx) intikam hikâyesini tetikliyor. Leo'nun şeytani gülümsemesi, geriye doğru taranmış saçı ve ince bıyığıyla çizdiği bu karakter o kadar rahatsız edici ki, bir noktada ekranı yumruklamak istiyorsunuz. Ama işte bu kadar etkileyici oynuyor. Bu rol, DiCaprio'nun kötü karakterleri de en az başroller kadar iyi taşıdığını ispatlıyor. - NS

8. "The Aviator" (2004)

Scorsese ile ikinci işbirliğinde DiCaprio, uçak sanayisinin dâhi girişimcisi, film yapımcısı ve münzevi Howard Hughes'u canlandırıyor. Hem cesur bir öncü hem de takıntılarla boğuşan bir yalnız olan Hughes, Scorsese'nin bir yandan kendine zarar veren dürtülerle savaşırken bir yandan da aşırı hırslı olan sorunlu kahramanlar serisinin bir diğer üyesi. DiCaprio'nun performansı ise bu tarihi figürü gösterişli, kibirli, sonra paranoyak ve kırılgan bir hale getirerek cazibe katıyor. Yakın planlarda gözlerindeki o delilik parıltısı neredeyse camı deler gibi; Hughes'un kişiliğinin ve hayatının ihtişamını yakalıyor. Leo'nun bugüne kadar en az konuşulan ama en çok hak eden performanslarından biri olabilir. - NS

7. "Revolutionary Road" (2008)

Bu film genellikle göz ardı edilir ama DiCaprio'nun en iç yakan, en karanlık performanslarından birini içerir. Leo, "Titanic"ten tam on yıl sonra Kate Winslet'la tekrar bir araya geldiği bu filmde, 1950'lerin banliyösünde özgürlük hayallerini yavaş yavaş kaybeden Frank Wheeler'ı canlandırıyor. Hayat, iş, evlilik, çocuklar... Hepsi onu yutarken Leo'nun gözlerindeki boşluk gitgide büyüyor. Winslet ile sahneleri yürek parçalıyor. Filmdeki esas "kötü karakter" ise sistemin kendisi. - JK

6. "Killers of the Flower Moon" (2023)

Ernest Burkhart rolüyle DiCaprio, belki de kariyerinin en yavaş patlayan ama en etkili performanslarından birini sunuyor. Açgözlü, yalan söyleyen, kurnaz ama aynı zamanda korkak ve içten içe ne yaptığını bilen biri. "The Departed"ın Billy Costigan'ı gibi, Burkhart da Leo'nun birden fazla yüz takınmasına ve bunları ne kadar akıcı bir şekilde değiştirebildiğini göstermesine izin veriyor. Karısı Mollie'ye (Lily Gladstone) karşı sevecen ama samimiyetsiz, sorgulama sahnesinde alkolik ve panik içinde, amcası William Hale (Robert De Niro) karşısında ise dayak yemek için bekleyen bir çocuk. Evet, De Niro'nun DiCaprio'yu tokatladığı sahne bu filmde geçiyor. "Bir rolün içinde kaybolmak" film eleştirisindeki en eski klişelerden biridir: DiCaprio da bu filmde "rolüne bürünmek" klişesinin ötesine geçerek gerçekten kayboluyor. - BL

5. "Titanic" (1997)

Yine, arkadakiler duysun diye tekrarlıyoruz: O kapakta Jack'e yer vardı! Ama belki Rose biraz kıpırdansa bile kader yine değişmezdi. "Titanic", DiCaprio'nun dünya çapında bir fenomene dönüşmesinin hikâyesi. James Cameron'ın teknik açıdan devrim yaratan filminde, devasa yapının insani merkezine Leo ve Kate Winslet oturuyor. "Titanic" saf, katıksız DiCaprio'dur. Filmin ne kadar büyük ve teknik olarak çığır açıcı olduğu düşünüldüğünde, bu filmi insani hissettirmek için büyüleyici iki başrol gerekiyordu. Leo tam da bunu yaptı. Daha fazlası değil; daha azı değil. Özüne kadar insan. İşte tam da bu yüzden Jack'in ölümü yirmi yıldan uzun bir süre sonra bile hâlâ çok üzücü. Onu canlı görmek istiyoruz. Onun yaşındaki ya da o dönemdeki pek çok genç oyuncu kalbimizi bu şekilde fethedemezdi. Ve diyeceğim o ki, bu filmi bu listede bu kadar üst sıralara çıkaran şeylerden biri de Leo'nun "Titanic"ten gelen büyük yükün üstesinden gelmekle kalmayıp 1997'de belirlediği beklentilere meydan okumaya devam etmesi. - MM

4. "The Departed" (2006)

2006, DiCaprio için yoğun bir yıldı. "Blood Diamond"la Oscar adaylığı almıştı ama asıl harika performansı "The Departed"da ortaya koymuştu. Billy Costigan karakteri, mafya içine sızmış bir eyalet polisi. Leo burada çırpınan, paranoya içinde yaşayan, içi içini kemiren bir karakteri büyük bir kırılganlıkla canlandırıyor. Filmde Jack Nicholson, Matt Damon, Mark Wahlberg gibi dev isimler var ama Leo âdeta setin kalp atışı. Bu, onun "kırılgan maskülenlik" dediğimiz şeyi sinemada en iyi yansıttığı rollerden biri. Martin Scorsese ve DiCaprio'nun modern sinemanın en iyi ekiplerinden biri olduğunu düşünüyoruz. Ve evet, Scorsese ile üçüncü kez çalışmaları ama bu filmde aralarındaki kimya zirveye çıkıyor. - MV

3. "Catch Me If You Can" (2002)

DiCaprio'yu hep "Titanic"le hatırlayacağız ama kendisinin hatırlamamızı istediği asıl bu film. Onun için bir dönüm noktası. Beş yıl boyunca kötü kararlarla dolu filmlerde oynadıktan sonra (bkz: bu listenin üst sıraları), Leo burada tekrar karizmasını devreye sokuyor. Gerçek bir hikâyeden uyarlanan filmde sahte pilot, doktor, avukat rollerine bürünen bir dolandırıcıyı oynuyor. Ama aslında oynadığı, başka bir şey: Seyirciyle kurduğu göz kırpan ilişki. "Beni izliyorsun ama ben seni yönlendiriyorum," diyor âdeta. Gerçek Leo'yu tanıyor muyuz yoksa sadece tanıdığımızı mı düşünüyoruz? Bu, kariyerinin geri kalanını kuşatacak bir gizem. Bu filmdeki performansı, sonrasında "The Wolf of Wall Street"teki gibi daha büyük yalanları satabilmesinin de temelini atıyor. Bu o kadar eğlenceli ve katmanlı bir performans ki, gerçek bir hikâye olmasına bile gerek yok. - MM

2. "The Wolf of Wall Street" (2013)

Bağırmak, kusmak, kriz geçirmek... DiCaprio'nun Jordan Belfort karakterine getirdiği enerji, tek başına bir cast gücüne bedel. Bu filmde onun satış kabiliyeti, izleyiciyi bile kandırıyor: Bu adam çok kötü biri ama bir bakmışsınız "Aman canım ya!" demişsiniz. Ama film sürekli sizi dürtüklüyor: "Gülüyorsun ama onunla değil, ona gülüyorsun." Bu rol, DiCaprio'nun karizmasını tehlikeli bir silah gibi kullanabildiğinin zirve örneği. Ve fiziksel olarak kendini yerden yere attığı sahneleri izledikten sonra tansiyon ilacınızı almak isteyebilirsiniz. - BB

1. "Once Upon a Time...in Hollywood" (2019)

Tarantino'nun dokuzuncu filminde herkes Brad Pitt'e bayıldı. Haklılar da. Yeni bekâr (ayık!), üstelik bir sahnede üstsüz haliyle son yıllardaki en iyi performansını sergiledi. Ama DiCaprio da bu hikâyenin kalbiydi. Rick Dalton karakteri, bir zamanların yıldızı ama şimdi setlerde tökezleyen, eski günlerine tutunan bir aktör. Bunu öyle çıplak bir duygusallıkla canlandırıyor ki gözleriniz yaşarıyor. Kendinden nefret ediyor ama zavallı değil. Çekici, esprili, bazen düpedüz komik. O karavan sahnesinde kendine kendine moral konuşması yaparak "Si.tir et içkiyi!" dediği monoloğu sonsuza kadar izleyebiliriz. Onun filmografisini içeren bu liste Leo'nun çok yönlü oyunculuğuna övgü olabilir ama iddia ediyoruz ki, "Once Upon a Time... in Hollywood", DiCaprio'nun hepsini tek filmde kullandığı başyapıttı. - MV

BİZE ULAŞIN